Ülkelerin öncelikleri ile siyasi stratejiler arasında askerî üslerin taşınması

Düşmanları caydırmak ve saldırıları engellemek için hükümetlerin gündemlerinin değiştirilmesi veya ‘aktif savunma’ sağlamak için küresel değişikliklere ayak uydurulması hamleleri…

Rusya 2017 yılında, bölge yakınlarındaki üslerinin çoğunu taşıyarak Kuzey Kutbu’nda yeni askerî üslerin kurulduğunu duyurdu. (Getty)
Rusya 2017 yılında, bölge yakınlarındaki üslerinin çoğunu taşıyarak Kuzey Kutbu’nda yeni askerî üslerin kurulduğunu duyurdu. (Getty)
TT

Ülkelerin öncelikleri ile siyasi stratejiler arasında askerî üslerin taşınması

Rusya 2017 yılında, bölge yakınlarındaki üslerinin çoğunu taşıyarak Kuzey Kutbu’nda yeni askerî üslerin kurulduğunu duyurdu. (Getty)
Rusya 2017 yılında, bölge yakınlarındaki üslerinin çoğunu taşıyarak Kuzey Kutbu’nda yeni askerî üslerin kurulduğunu duyurdu. (Getty)

Bir ülkenin güçlerinin başka ülkelerin topraklarındaki varlığı, ilgili anlaşmada belirtildiği ve koşulların gerektirdiği üzere, kalıcı veya geçici askerî bir varlığa izin veren bir savunma anlaşmasıyla düzenlenir. Askerî varlık çoğu zaman, bu varlığın azaltılmasını veya bir ülkeden başka bir ülkeye ya da ülkenin kendi içinde taşınmasını gerektiren adımlarla çerçevelenir.

Askerî üs, ‘silahlı kuvvetler mensuplarının barındığı, askerî teçhizatın depolandığı, tatbikatların gerçekleştirildiği ve askerî personelin eğitildiği bir mekân olup, doğrudan orduya ait olan ve onun tarafından idare edilen askerî bir tesis’ şeklinde tanımlanmaktadır. Askerî üslerin büyüklüğü, görevlerinin mahiyetine göre değişir ve askerî noktalardan tam donanımlı askerî şehirlere kadar çeşitlilik gösterir. Askerî üsler, personeller ve ekipmanlar için bir barınağın ve garnizonun yanı sıra, uçaklar ve helikopterler için bir pist de içerebilir.  

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon ise kendisine ait askerî üsleri, ‘ABD adına Savunma Bakanlığı’nın bir bileşeninin yasal yetkisine tâbi olan veya sahip olunan ya da kiralanan bireysel toprak parçalarının ya da tahsis edilmiş tesislerin bulunduğu herhangi bir belirli coğrafi alan’ şeklinde tanımlıyor.  

Yurt dışında askerî üsler kurma ihtiyacının her şeyden önce ülkenin savunma yeteneklerini güçlendirme ve jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını koruma zorunluluğundan kaynaklandığı konusunda bir görüş birliği mevcut. Ancak askerî üslerin çoğunluğu, bu gerekçeyle düşmanca eylemlerde bulundu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren askerî üslerin sayısı nispeten azalsa da Çin ve Rusya ile yaşanan yoğun rekabetin bir sonucu olarak ABD; yurtdışında destek, dayanışma ve doğrudan askerî müdahale gibi çeşitli biçimlerde en çok askerî üsse sahip ülke olma özelliğini koruyor.  

Fotoğraf Altı: ABD, kuvvetlerini ve Ortadoğu’daki Amerikan hava muharebe operasyonları merkezini Suudi Arabistan’daki Emir Sultan Üssü’nden Katar’daki el-Udeyd Üssü’ne taşıdı. (Getty)
ABD, kuvvetlerini ve Ortadoğu’daki Amerikan hava muharebe operasyonları merkezini Suudi Arabistan’daki Emir Sultan Üssü’nden Katar’daki el-Udeyd Üssü’ne taşıdı. (Getty)

ABD’nin dünya çapında 80’i aşkın ülkede tahminen 835 askerî üssü bulunuyor. Bu sayıyla ABD, 119 üsse sahip Almanya’yı ve 73 üsse sahip Güney Kore’yi geride bırakıyor. Bu durum, Rusya’yı ve Çin’i kendi çıkarlarını savunmak ve olası herhangi bir çatışmayı hesaba katmak adına askerî nüfuzlarını genişletmeye sevk etti. Bunca askerî üssün varlığını göz önünde bulundurursak, ev sahibi ya da üslerin kurulduğu ülkenin bildirdiği pek çok sebepten ötürü ya da ikili arasında anlaşmaya dayalı olarak, askerî üslerin bir bölgeden diğerine ya da bir ülkeden başka ülkeye taşınması gibi durumların yaşanması normal görünüyor.

Doğrudan tehditler

Askerî üslerin taşınmasına yol açan nedenlerden biri şu: Askerî güçlerin ve üssün varlığı, ev sahibi ülkeye komşu diğer güçlere karşı koymak ve bir caydırma mekanizması olarak bu üslerin ve güçlerin varlığından faydalanmak. Buna gerek kalmadığında güçler, o yeri terk eder ve üs de taşınır. 2021 yılında tüm ABD ve NATO güçlerinin, Afganistan’daki en büyük hava üssü kabul edilen Bagram’dan ayrılmaları buna bir örnektir. Böylece Pentagon’a göre Afganistan’daki Amerikan görevinin liderliği General Scott McKenzie’den Tuğgeneral Curtis Buzzard’a devredildi. Buzzard, Afganistan’daki Savunma Güvenliği İşbirliği Yönetim Ofisi’ni Katar’daki karargâhından yönetecekti.

Bununla ABD, 11 Eylül 2001 Saldırıları’nın ardından koalisyon güçlerinin lideri olarak 2001 yılında başlattığı ve büyük can ve mal kayıplarına uğradığı en uzun savaşına son vermiş oldu.

Askerî üslerin taşınmasının bir diğer nedeni de ‘aktif savunmalar’ denen şeyin gerçekleştirilmesine imkân sağlayan bir yerin bulunmasıdır. Washington’daki Hudson Enstitüsü’nden Rebeccah Heinrichs, bu konuyu şöyle açıklıyor:

“Mesele, üsleri hava ve füze saldırılarından korumak olduğunda analistler genelde aktif ve pasif savunmalar arasında bir ayrım yaparlar. İlkinde gelen tehditleri gerek THAAD veya Patriot füze savunma sistemlerinde olduğu gibi kinetik müdahale yoluyla gerekse yönlendirilmiş enerji ve mikrodalga tabanlı karşı önlemler gibi daha yeni teknolojiler yoluyla, hedeflerin vurulmasından önce etkisiz hale getirmeye çalışan aktif savunma önlemleri alınır.

Pasif savunmalar ise düşman saldırılarının sebep olduğu zararı, aksaklığı ve genel etkiyi azaltmayı amaçlayan önlemlerdir. Tahkim edilmiş uçak barınakları gibi önleyici fiziksel yapılar inşa etmek, onarım ve zararı kontrol yeteneklerini geliştirmek ve tehlikeye maruz kalmış mal varlıklarının dağıtılması veya saklanması gibi diğer uygulamalar, bu önlemler arasında sayılabilir.”

Ayrıca üsse yönelik saldırı gibi doğrudan tehditlere veya kitle imha silahlarının yayılmasıyla ve terörle mücadele etme, yeni ve yıkıcı bölgesel savaşların önlenmesine yardımcı olma, Afrika’da olduğu gibi çatışma bölgelerini ve askerî darbeleri kontrol altına alma, zorunlu göçleri azaltıp mülteci krizlerini giderme, iklim değişikliği ve insan güvenliği meselelerini halletme gibi çeşitli hedeflere göre uluslararası tehditleri engellemeye bağlı olarak askerî üslerin belirli bir mekândaki varlık öncelikleri değişir. Bu da bu üslerin yer değiştirmesine sebep olur.  

Büyük ülkeler, bu çıkarları güvence altına almak için temel gereksinimlerin karşılanması konusunda uluslararası bir fikir birliğine varmaya çalışırken üçüncü dünya ülkeleri bu çıkarları, müdahale etmek ve hâkimiyet dayatmak için bir gerekçe olarak görüyor.

Tehlikeli bir üs

ABD Deniz Piyadeleri Marines, bu yılın başında Pasifik Okyanusu’ndaki Guam Adası’nın uzak batısında yaklaşık 6 bin deniz piyadesini ve kara kuvvetini barındıracak kapasiteye sahip yeni askerî üs Kamp Blaz’ın açıldığını duyurdu. Amaç, Pasifik Okyanusu adalarını gelecekteki herhangi bir işgalden korumak ve Çin’le çıkabilecek herhangi bir çatışmayı göz önünde bulundurmak.

Washington’ın binlerce gücünü ABD Deniz Piyadeleri’ne ait olan ve Japonya’nın Okinawa eyaletindeki Ginowan şehrinde bulunan Futenma Hava Üssü’nden Guam Adası’ndaki bu üsse nakletmesinin altında yatan niyet nedir? ABD, bunun, güçlerinin küresel olarak yeniden düzenlenmesi kapsamında olduğunu açıkladı. Ancak aslında ABD güçlerinin Okinawa’daki varlığı, yerel halkı rahatsız etti. Şöyle ki Japonya’da yaklaşık 120 Amerikan askerî üssü bulunuyor ve bunlarda yaklaşık 55 bin asker görev yapıyor. İnsanlar da diğer üslerin yanı sıra Amerikan askerlerinin çoğunluğunun adaya yerleştirilmesini eleştirdi.

Japon gazetesi Mainichi, bu üssü ‘dünyanın en tehlikeli üssü’ olarak nitelediği haberinde şu ifadelere yer verdi:

“Futenma askerî üssünden duyulan rahatsızlık arttı. Zira bu üs, Okinawa’nın ana adasının merkez bölgesinde yer alıyor ve şehrin toplam alanının neredeyse dörtte birini kaplıyor. Nüfusun kalabalıklığına ve okulların, hastanelerin ve yerleşim yerlerinin yoğunluğuna rağmen Amerikan askerî uçakları, gece gündüz bölge semalarında havalanıyor ve yerel halk, sürekli kaza riskiyle karşı karşıya kalıyor. Üstelik gürültü ve çevre kirliliğinin yanı sıra, helikopter kazaları ve cinsel tacizler de söz konusu.

Üssün kapatılması için Ginowan şehri ve Okinawa eyaleti tarafından güçlü bir kampanya yürütüldü ve nihayet 1996 yılında Japonya ve ABD hükümetleri, ilgili arazinin beş ila yedi yıl içerisinde Japonya’ya iadesi konusunda anlaştılar.

Ada sakinleri, üssün, aynı Okinawa Adası’nın kuzeyinde yer alan daha az nüfuslu Nago şehrindeki Henoko bölgesine taşınmasına da itiraz ederek, Japonya’da veya Japonya dışında başka bir yere taşınmasını tercih etti. Deniz Piyadeleri’nin konuşlandırılmasının Japonya’da ve Doğu Asya’da barışın ve güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynadığını düşünen ulusal hükümet ile yerel eyalet hükümetleri arasında bu meseleye dair bir anlaşmazlık baş gösterdi. Bu anlaşmazlığın gölgesinde 2019 yılında yapılan yerel bir referandumda katılımcıların yüzde 70’inden fazlası, üssün Henoko’ya taşınması aleyhinde oy kullandı.”

Yeniden konuşlandırma

ABD, Irak’ın 2003’teki işgalinden sonra güçlerini ve Ortadoğu’daki Amerikan hava muharebe operasyonları merkezini Suudi Arabistan’daki Emir Sultan Üssü’nden Katar’daki el-Udeyd Üssü’ne taşıdı.

Washington ve Doha, 1991 yılındaki İkinci Körfez Savaşı sonunda askerî iş birliği için bir anlaşma imzalamıştı. Daha sonra Doha, 1996 yılında el-Udeyd Üssü’nü inşa etti. ABD güçleri 2001 yılında Afganistan’a karşı savaşta bu üssü kullandı ve 2002 yılında bunu duyurdu.  

Suudi Arabistan, iki ülke arasındaki askerî iş birliği ve eğitim görevleri çerçevesinde sınırlı sayıdaki güçler hariç, topraklarındaki askerî üslerin varlığına 2003 yılında son verdi. Üssün taşınması da dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in o dönemde gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Riyad ile Washington arasında yapılan bir anlaşmaya dayanıyordu. Anlaşmaya göre Körfez Savaşı’nın sona erdiği 1991 yılından bu yana Suudi Arabistan’da konuşlandırılan binlerce Amerikan askeri geri çekilecekti.

Washington 2021 yılında ana es-Seyliye Üssü’nü, daha küçük bir kompleks olan ve Suudi Arabistan-Katar sınırında yer alan güneydeki es-Seyliye kampını ve mühimmat tedarik noktası Falcon’u Katar’dan Ürdün’e taşıdığını duyurdu.

Pentagon Sözcüsü Jessica McNulty, konuya ilişkin şu açıklamayı yaptı:

“Katar’daki Bölge Destek Grubu, ülkedeki üç tesisinin kapatılmasıyla hizmet dışı kaldı ve lojistik destek sağlama misyonu, Ürdün’deki Bölge Destek Grubu’na nakledildi. Katar’daki ABD askerî varlığı, el-Udeyd Hava Üssü üzerinden devam edecek.”

ABD Savunma Bakanlığı, teçhizatının ve güçlerinin Katar’dan Ürdün’e taşınmasının, ABD güçlerinin varlığını yeniden konumlandırmak ve yapılandırmak için olduğunu söyleyip, asıl hedefi açıklamadı. Ancak Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre raporlar, İran’ın tehditlerine işaret ediyor. ABD güçlerinin Ürdün’deki varlığı, İran’la olası çatışmalar esnasında güçlerin daha iyi konumlandırılmasını sağlayacaktır.

Konuşlanmanın gözden geçirilmesi

ABD, Müttefiklerin Nazi Almanya’sını hezimete uğrattığı İkinci Dünya Savaşı sonundan bu yana Almanya’daki önemli tesislerini muhafaza etti. Bu tesisler arasında ABD güçlerinin Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya açılan kapısını temsil eden Ramstein Hava Üssü de bulunuyor.

Avrupa Terörle Mücadele ve İstihbarat Araştırmaları Merkezi’ne göre ‘Almanya, ABD ordusunun Avrupa’daki yedi garnizonundan beşine ev sahipliği yapıyor. Washington’ın Almanya’da 21 askerî üssü var ve bunlarda yaklaşık 34 bin Amerikan askeri mevcut. ABD’nin Alman topraklarında sahip olduğu ve dış askerî müdahaleler sırasında asker ve ekipman sevkiyatı yapmak için kullandığı askerî üslerinde görev yapan idareci sivil memurları da hesaba kattığımızda toplam Amerikalı sayısı yaklaşık 50 bini buluyor.’

Eski ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında yaklaşık 12 bin askerin geri çekilmesi ve bunlardan bir kısmının Belçika, İtalya ve Polonya’da yeniden konuşlandırılması yönünde talimat verdi. Bu kararını da şöyle gerekçelendirdi:

“Avrupalılar bunu hak eden müttefikler değillerdi. Zira Almanya, NATO bütçesine katkısını üzerinde anlaşıldığı gibi GSYİH’sinin yaklaşık yüzde ikisine yükseltmedi. Ayrıca Berlin, Rusya ile Kuzey Akım 2 boru hattı projesine bağlı kaldı.”

Bununla birlikte Başkan Joe Biden, 2021 yılında bu geri çekilme kararını durdurdu. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ise ABD’nin dünyadaki askerî konuşlanmasını gözden geçirdikten sonra, özellikle Almanya’daki ABD güçlerinin sayısının Sovyetler Birliği’yle Soğuk Savaş’ın zirve yaptığı döneme göre daha az olması nedeniyle Savunma Bakanlığı’nın burada, kalıcı veya dönemsel olarak konuşlanan 35 bin Amerikan askerinin yanı sıra 500 ilave asker konuşlandırılacağını duyurdu.

Bu üslerin taşınmasına ilişkin karar dondurulsa da Ukrayna savaşının sonucu, bölgesel savunma ihtiyaçlarının yeniden değerlendirilmesine sebep olabilir ve Amerikan üslerinin Almanya’dan taşınması ya da azaltılması kararını uygulamaya sevk eden başka olaylar yaşanabilir.

Rakip iddialar

Rusya, 1926 yılından bu yana Kuzey Kutbu suları üzerinde egemenlik elde etmeye dönük tekrarlanan çabası kapsamında diğer ülkelerin bölgeye dair iddialarıyla çatıştı. Bunun üzerine deniz hukukuna ilişkin müzakerelerin bir parçası olarak 1999 yılında, rakip iddialar konusunda bazı yönlendirmelerde bulunması için Birleşmiş Milletler’e (BM) baskı yapıldı. BM, aynı yıl deniz hukukuna dair bir anlaşmayı benimsedi. Ancak rakip tarafların bölgesel iddiaları, anlaşma kurallarına göre sonuca bağlanmadı ve sınır çizgisi nihai olarak çizilmedi.

Bununla birlikte Rusya 2017 yılında bölgeye yakın birkaç üssünü taşıyarak Kuzey Kutbu’nda yeni askerî üsler kurduğunu duyurdu.

Hawaii Üniversitesi’nde akademisyen ve siyasi istihbarat danışmanı Gary Bush, bu adıma üç neden gösterdi:

“Öncelikle Rusya, Kuzey Kutbu bölgesinde askerî imkânlarını sergilemek istiyor. Nitekim Kuzey Kutbu’na kıyısı boyunca eski askerî tesisleri ve limanları onardı ve değişiklikler yaptı ve Kuzey Kutbu denizlerindeki adalar üzerinde yeni hava üsleri geliştirdi. İkincisi, bölgede küresel ısınma olgusunun yayılmasının bir sonucu olarak şu an Kuzey Kutbu’nda siyasi ve askerî bir faaliyet dalgası var. Bu sebeple yeni sevkiyat yolları açıldı. Çünkü iklim değişikliği, Kuzey Kutbu denizlerindeki buz örtüsünün azalmasına neden oluyor. Bu da ticari gemilerin Kuzey Kutbu denizlerini aşarak Avrupa’dan Asya’ya geçmesine imkân tanıyor. Bunun sonucunda iki kıta arasındaki deniz yolculuğu süresi azalıyor ve Kuzey Kutbu’ndaki petrol, gaz ve madenler iki bölgedeki alıcılara teslim edilebiliyor. İklim değişikliğinin sağladığı fırsatlara karşılık Rusya, Kuzey Kutbu’ndaki topraklarının genişletilmesi ve Lomonosov Sıradağları’nın Sibirya kıta sahanlığının bir uzantısı olarak kabul edilmesi yönünde BM’ye bir talep sundu.

Rusya’yı askerî üslerini Kuzey Kutbu bölgesine taşımaya sevk eden üçüncü sebep ise Kuzey Kutbu’nun kaynaklarını kontrol etmek. Nitekim bölgede tahminen 90 milyar varile ulaşan büyük deniz altı petrol ve doğalgaz keşifleri yapıldı. Bu da dünyadaki petrol şirketlerinin ilgisini çekti. Küresel ısınmanın artmasıyla birlikte daha faz gaz kullanıma hazır hale geliyor. Rusya, Norveç, ABD, Kanada ve Danimarka, dünyanın henüz faydalanılmayan gaz kaynaklarının yüzde 30’unu içerdiği düşünülen Kuzey Kutbu bölgesinin altındaki deniz yatağından pay almak istiyor. Rus petrol ve gaz şirketleri de faaliyetlerini Sibirya ve Kuzey Kutbu denizleri kaynaklarının geliştirilmesine odakladı.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Independent Arabia’dan çevrildi.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.