Münih'ten 7 Ekim'e kadar İsrail'in intikam doktrini

Spielberg'in filmi zor ahlaki soruları gündeme getiriyor

Münih'ten 7 Ekim'e kadar İsrail'in intikam doktrini
TT

Münih'ten 7 Ekim'e kadar İsrail'in intikam doktrini

Münih'ten 7 Ekim'e kadar İsrail'in intikam doktrini

İbrahim Hac Abdi

Ünlü ABD’li yönetmen Steven Spielberg'in tarafından 2005 yılında çekilen ‘Münich’ filminin sonunda, Arap-İsrail çatışmasında karşılıklı şiddetin faydası ve intikam operasyonlarının adaleti sağlayıp sağlamadığı veya çatışma ve düşmanlık döngüsünü artırıp artırmadığı konusunda yankılanan ahlaki bir soru ortaya çıkıyor.

5 Eylül 1972'de Almanya’nın Münih kentinde Filistinli ‘Kara Eylül’ örgütü tarafından gerçekleştirilen ve 11 İsrailli sporcunun ve Filistinli beş saldırganın ölümüne neden olan ayrıca üçünün kurtulduğu ünlü ‘Münih Operasyonu’nun üzerinden yarım asır geçmesine rağmen, Spielberg'in sorduğu soru, İsrail'in Gazze'deki tırmanışı ve Hamas’ın 7 Ekim saldırıları sonrasında İsrail'in örgütten intikam alma telaşı sadece Gazze'de değil, liderlerine ev sahipliği yapan ülkelerde de yaşanıyor.

Ortadoğu'daki çatışmaların karmaşık tarihsel bağlamından ayrı düşünülemeyen 7 Ekim saldırılarına yanıt olarak İsrail'in yoğun bir şekilde çalışmasının ortasında, İsrail liderlerinin açıklamaları, Steven Spielberg'in o filmde intikam eylemlerinin ahlaki ve duygusal sonuçlarını ele alışını belki de abarttığını gösteriyor. Yahudi inancına sahip olan Spielberg’in, 1993'te ‘Schindler'in Listesi’ filmini çıkardığında ve Nazilerin yönetimi altındaki Yahudilerin çektiği acıları ve Holokost’un dehşetini belgelediğinde alkış almasına rağmen Münih filminde insan yönüne güvenmenin çatışmaları çözmenin bir yolu olabileceğine ima etmesi, filmin yayınlanmasının ardından İsraillilerin öfkesini açıklayabilir.

7 Ekim, akıllara İsrail İç Güvenlik Teşkilatı başkanının açıklamalarında da hiçbir muğlaklığa yer vermeyecek şekilde açıkça görülen ‘Münih’ operasyonunu getirdi.

Yeniden inşa edilmiş tarih

"Tarih tekerrür eder" sözü, 7 Ekim'de yaşananlar kadar hiçbir olaya bu kadar uygun düşemezdi. Bu saldırılar, akıllara Münih Operasyonu’nu getirdi. İsrail İç Güvenlik Servisi (Şabak) Başkanı Ronen Bar'ın, "Hamas'ı her yerde takip edeceğiz ve yıllar alsa bile onları yok edeceğiz" şeklindeki açıklamalarında da açıkça görülüyor. Bar, bu açıklamalarıyla İsrail'in Münih Operasyonu’ndan sonraki tepkisini hatırlattı.

rgthy

İsrail medyası tarafından yayınlanan bir kayıtta, Benny Gantz, "Bakanlar Kurulu bize bir hedef belirledi: Hamas'ı yok etmek. Bu bizim Münih'imiz. Bunu her yerde yapacağız, Gazze'de, Batı Şeria'da, Lübnan'da, Türkiye'de ve Katar'da. Bu birkaç yıl sürebilir, ama biz bunu gerçekleştirmeye kararlıyız" ifadelerini kullandı.

İsrail planı, 1972 yılının Ekim ayında Roma'daki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temsilcisi Vail Zuayter'in suikastıyla başladı. Ardından, 1972 yılının Aralık ayında Paris'teki FKÖ temsilcisi Mahmud el-Hemşeri hedef alındı. Sonraki aylarda, farklı başkentlerde Basil el-Kubeysi, Hüseyin el-Beşir ve Muhammed Budiye dahil olmak üzere diğerleri öldürüldü. Ayrıca, Beyrut'ta bir İsrailli grup tarafından düzenlenen bir amfibi çıkarma operasyonunda, bir Filistinli karargahı hedef alındı ve Muhammed Yusuf el-Neccar, Kemal Advan ve Kemal Nasır öldürüldü. Plan, 1973 yılının Temmuz ayında, İsrailli suikast timini, Filistin Kurtuluş Hareketi (FKH) lideri Ali Hasan Selam'a benzer olduğu için Norveç'in Lillehammer kentinde yanlışlıkla bir Faslıyı öldürmesi nedeniyle Avrupalı ​​baskıları nedeniyle durduruldu. Selam, 1979 yılının Ocak ayında Beyrut'ta patlayıcı yüklü bir arabayla öldürülene kadar hedef listesinin başında kaldı.

Sadece ‘aksiyon’ değil

Birçok film, Münih operasyonunu ve ardından gelen İsrail intikamını ele aldı. Ancak bu filmlerin çoğu, yapımcılarının politikasına göre bir taraf veya diğerine bir yanlılık gösterdi. Resmi İsrail anlatısını yansıtan filmler ile benzer şekilde Filistinli bakış açısını somutlaştıran filmler arasındaki bu keskin sanatsal kutuplaşmanın ortasında, Spielberg'in filmi farklı bir şey söylemeye ve bir anlatıyı diğerine tercih etmeden her iki tarafa da aynı mesafeyi korumaya geldi. Münih'te olanlar, iyi ve kötünün basit bir ikiliğine indirgenemez. Spielberg, karmaşık konulara basit yanıtlar veremeyeceğini söylerken bunu açıkça ortaya koydu.

gfthyj

Steven Spielberg, filminde, Tony Kushner ve Eric Roth tarafından yazılan ve Macar gazeteci George Jonas'ın (1934-2016) ‘İntikam’ adlı kitabına dayanan, İsrail suikast timinin, Avustralyalı aktör Eric Bana tarafından canlandırılan Mossad ajanı Avner Kaufman liderliğinde, Münih Operasyonu’nun intikamını almak için Avrupa başkentlerinde Filistinli liderleri takip etmesini anlatıyor.

Film, 164 dakikalık süresiyle, basit bir polisiye gerilim ve aksiyon filmi haline gelebilirdi. Ancak, Er Ryan'ı Kurtarmak’ın yönetmeni, doğru sanatsal bakış açısıyla filmini bu basitleştirilmiş eğilimden kurtarmayı başardı ve filmi, insanların içindeki iyi tarafın bile ‘en korkunç suikastları’ gerçekleştirirken hissedilebileceği daha karmaşık alanlara taşıdı.

Münih'te olanlar, iyi ve kötünün basit bir ikiliğine indirgenemez. Spielberg, karmaşık konulara basit yanıtlar veremeyeceğini söylerken bunu açıkça ortaya koydu

“Hayatı seviyoruz…”

Film, İsrail suikast timi için endişe verici olan etik soruları, gizli operasyonların ve şiddetin doğruluğu, bu önlemlerin etik olarak haklı olup olmadığı ve alternatif seçenekler olup olmadığı konularına odaklanıyor. Özellikle, Arap-İsrail çatışmasıyla ilgisi olmayan siviller, sadece yanlış zamanda ve yanlış yerde bulundukları için burada ve oradaki patlamalarda hayatlarını kaybettiler. Spielberg, öldürülen Filistinli karakterleri de barışçıl ve dostça karakterler olarak gösteriyor, sanki farkında olmadan Mahmud Derviş'in "Ve biz eğer bir yolunu bulabilirsek hayatı seviyoruz” dizesini, görsel olarak tercüme etmek istemiş.

Buna ek olarak, Spielberg, filmografisi Yedinci Sanat tarihinin parlak işaretleri olarak kabul edilen filmler içeren bir yönetmen olarak, İsrail resmi anlatısını güçlendirmek ve suikastlarını, hedef alınan Filistinli karakterlerin Münih operasyonunda yer aldığı varsayımıyla meşrulaştırmak için kendini bir savunma avukatı olarak konumlandırmak istemedi. Film, eğer varsa, bu bağlantıyı aramakla ilgilenmiyor.  Aksine, bu karakterlerin Münih operasyonu veya planlamasıyla ilgili herhangi bir konuşma olmadan normal, sessiz hayatlarını yaşadıklarını gösteriyor. Bu, izleyicinin onlarla empati kurmasını sağlar. Filmde rol alan Filistinli aktris Hiyam Abbas, bu konuya atıfta bulunarak, önceki bir röportajında şu ifadeleri kullanmıştı: "Münih filmindeki Filistinli, filmdeki diğerleri gibi yemek yiyen, içen, yaşayan, giyinen ve hisseden sıradan bir insandır. Ayrıca, hakkını savunmaktan geri durmaz ve bu hak konusunda taviz vermez. Yani, senaryoda ırkçı bir bakış açısı yoktu."

hyj6

Roma'daki FKÖ Temsilcisi Vail Zuayter, Roma'daki İsrail suikast timi tarafından öldürülen ilk kişidir. O bir edebiyatçı ve diplomattır ve Münih operasyonuyla herhangi bir ilgisi olduğu görünmüyor. Hatta ‘Binbir Gece Masalları’nı İtalyanca'ya çevirmeyi yeni bitirmişti. Kültür ve edebiyat hakkında konuştuğu sahnelerde görünür. Aynı durum, Paris'te öldürülen Muhammed el-Hemşeri için de geçerlidir. O da karısı ve piyano çalan kızı ile sakin bir aile hayatı yaşıyormuş gibi görünüyor. Bir İsrail ajanı, daha sonra elinde patlayacak olan telefona ‘bomba’ yerleştirdiği sırada o, kızının piyano çalışını dinliyordu. Bu, göz ardı edemeyeceğimiz bir ironidir.

Bu durum, filmin anlattığına göre, Münih operasyonuyla hiçbir ilgisi olmadığı açık olan diğer Filistinli karakterler için de geçerlidir. Filistin anlatısı da öldürülenlerin operasyonla hiçbir ilgisi olmadığını doğruluyor. Birçok tanık ifadesi kamuoyuna açıklandı. Bunların en sağlam ve güvenilirlerinden biri, ‘Şahid Ale’l Asr’ (Çağa Tanık Ol) programında yayınlanan birkaç bölümde, öldürülenlerin Münih operasyonuyla hiçbir ilgisi olmadığını ve kendisinin ve 1991 yılında Tunus'ta öldürülen Ebu İyad (Salah Halef) ile operasyonun sorumluları ve yöneticileri olduklarını ortaya koyan lider (1937-2010) Ebu Davud'un (Muhammed Davud Avde) ifadesidir.

dsfgrb

Ebu Davud ayrıca, Münih operasyonunun amacının hiçbir şekilde sporcuları öldürmek olmadığını, planın onları rehin almak ve onları kullanarak İsrail'i yaklaşık 200 Filistinliyi hapishanelerinden serbest bırakmaya zorlamak ve o dönemde Olimpiyat Oyunları gibi dünya çapında takip edilen bir spor forumunda bu süreci hayata geçirerek Filistin davasının sesini dünyaya duyurmak olduğunu söylemişti.

O bölgede uzun yıllardır iki taraf arasındaki cinayetlerde dökülen kandan oluşan bir bataklık var

Steven Spielberg

Bu anlamda, Spielberg'in filmini yapmadaki temel kaygısı, saf insan yaklaşımı ve gizli görevler ve şiddetin bireyler ve toplumları üzerindeki etkisidir. Bu, filmde özellikle, suikast timi lideri Avner Kaufman’ın tepkileri aracılığıyla gösteriliyor. Kaufman özellikle, ekibiyle suikastları gerçekleştirirken karısının doğum haberini aldığı anda, yaptıklarına dair tereddüt, endişe ve hatta pişmanlık anları yaşıyor. Yönetmen, bu olayı, Kaufman'ın karısının doğumunu karşılarken duyduğu şefkat, hassasiyet ve insani yakınlık duyguları ile hedef aldığı karakterleri öldürürken duyduğu intikam ve nefret duyguları arasındaki o çarpıcı çelişkiyi göstermek için kullandı. Sonunda, Kaufman, Mossad'ı terk edip New York'a yerleşiyor. Travma sonrası stres belirtileri ve paranoid bozukluk yaşıyor. Ruhundaki kolay kolay silinemeyecek olan yara ve çatlaklardan kurtulmaya çalışıyor.

Bu noktada, Spielberg'in kendisi tarafından filme yapılan yoruma değinmeyi faydalı görüyorum: "Ben her zaman İsrail'in tehdit altında olduğunda güçlü bir şekilde karşılık vermesini desteklerim. Ancak karşılıklı intikam hiçbir şeyi çözmez... O bölgede uzun yıllardır iki taraf arasındaki cinayetlerde dökülen kandan oluşan bir bataklık var" Spielberg, filmiyle, öldürme ve şiddet dışında bir çözüm olduğunu iletmek istiyor. Ancak, Şin Bet Başkanı’nın son açıklamaları ve diğer açıklamalar, Arap-İsrail çatışmasını her zaman başlangıç noktasına geri getiriyor ve 1948'deki Nekbe’den (Büyük Felaket) bu yana aynı kanlı bölümler tekrarlanıyor.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.