Tahran, “Husileri caydırmak için deniz koalisyonuyla” işbirliği yapılmaması konusunda uyardı

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı: Gazze Savaşı'ndan sonra bölge yeni bir harita görecek

 İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, geçtiğimiz Cuma günü Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami ile görüştü (İran Cumhurbaşkanlığı)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, geçtiğimiz Cuma günü Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami ile görüştü (İran Cumhurbaşkanlığı)
TT

Tahran, “Husileri caydırmak için deniz koalisyonuyla” işbirliği yapılmaması konusunda uyardı

 İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, geçtiğimiz Cuma günü Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami ile görüştü (İran Cumhurbaşkanlığı)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, geçtiğimiz Cuma günü Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami ile görüştü (İran Cumhurbaşkanlığı)

İran, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin Kızıldeniz ve Babu’l Mendeb sularında deniz seyrüseferine yönelik tehditleri caydıracak bir deniz ittifakı oluşturmak için görüşmeler yaptığı dönemde, İran yanlısı Husi grubuna karşı ABD ile işbirliği yapılmaması konusunda uyardı.

İran Devlet ajansı ISNA’nın bildirdiğine göre İran Dini Lideri Ali Hamaney’in Siyasi İşlerden Sorumlu Danışmanı Ali Şemhani, Husilerin Kızıldeniz'deki gemilere yönelik saldırılarını cesurca olarak nitelendirerek savundu.

Şemhani, Husilerin, "gemilerin İsrail'e gidiş-dönüş hareketini kısıtlama yönündeki hareketlerinin Siyonist varlığın hayati damarı üzerinde baskı oluşturduğunu" söyledi. Şemhani ayrıca, “herhangi bir ülke bu eylemlere karşı koymak için Amerikan koalisyonuna katılırsa bu, siyonist varlığın suçlarına doğrudan destek olduğu anlamına gelir” dedi. 

Şemhani’nin ifadeleri, Hamaney'in ofisindeki bir yetkilinin Husilerin Kızıldeniz'deki ticari gemilere yönelik saldırılarıyla ilgili yaptığı ilk açıklama niteliğinde. İran Devrim Muhafızların'ın Ekonomik İşlerden Sorumlu Eski Yardımcısı Muhsin Rızai, ülkesinin Husileri desteklemekle ilgili suçlanmasını "büyük bir yalan" olarak nitelendirdi.

İran'ın nükleer dosyadaki baş müzakerecisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bakiri Kani, Tokyo'da düzenlediği basın toplantısında "direniş güçlerinin bölgede istikrarın temel direği olduğunu" söyledi. İranlı internet siteleri onun "Gazze savaşının ardından bölgede yeni bir stratejik, siyasi ve güvenlik haritası göreceğiz" şeklindeki sözlerini aktarırken, "Bu direnişin, haritada etkili bir oyuncu olduğu inkar edilemez" dediğini aktardı.

Husilerin gemilere yönelik saldırılarıyla ilgili kendisine sorulan soruya Bakiri Kani, “Saldırılar Gazze’deki savaşta, İsrail’e desteği kesmek için yapılıyor. Onlar uluslararası arenada bağımsız oyuncular. Kendi teşhislerine göre hareket ediyorlar, onların eylemlerini başkalarına bağlamak doğru değil." şeklinde cevap verdi.

Radikal görüşlü Horasan gazetesi başyazısında Husilerin "Amerika, İngiltere, İsrail ve müttefiklerinin savaş ve Gazze krizine ilişkin hesaplarını etkileyen faktörlerden biri" olduğunu belirtti.

Gazete, Amerikan liderliğindeki deniz ittifakının Husilere karşı başarısız olacağını öngördü ve İran Savunma Bakanı Muhammed Rıza Aştiyani'nin geçen çarşamba günü deniz koalisyonunun kurulmasına ilişkin uyarısına değindi. Aştiyani, "Kızıldeniz bizim bölgemiz, onu biz kontrol ediyoruz ve orada hiç kimse manevra yapamaz." ifadelerini kullanmıştı.

Aştiyani'nin açıklamaları İran çevrelerinde tartışmalara yol açtı ve İran'ın Washington'la doğrudan bir savaşa girme olasılığına ilişkin korkularını artırdı. Açıklamalar, İran'ın, silahlı gruplara; Amerikan kuvvetlerine ve ticari gemilere saldırı düzenleme emri verdiği yönündeki iddiayı reddetmesinin ardından geldi.

Horasan gazetesi, devlet kurumları tarafından yeniden yayınlanan başyazısında, Aştiyani'nin söylediklerine ilişkin "Muhtemelen İran ve müttefiklerinin denizdeki göreceli hakimiyetini ve İsrail'i destekleyen uluslararası deniz koalisyonuyla karşı karşıya gelebileceklerini kastediyor" değerlendirmesinde bulundu.

Şarku’l Avsat’ın ulaştığı bilgiye göre gazete, “İranlı yetkililerinin, İran kıyılarından yaklaşık iki bin kilometre uzaklıkta olan Kızıldeniz üzerinde bu tür bir kontrolden ilk kez bahsettiğini” belirtti.

Gazete, Aştiyani'ye yöneltilen eleştirilere üstü kapalı bir yanıt vererek, Hint Okyanusu ve Kızıldeniz'deki varlığın "İslam Cumhuriyeti'nin savunma doktrinine uygun olduğunu" belirtti.

İran ile Husiler arasındaki “stratejik ittifakı” doğrulayan gazete, “bu etkinin fark edilir ve çarpıcı hale geldiğini  ve Husiler’in, İsrail'in Kızıldeniz'de ticaret yapmasını engellediğini” ifade etti. Ayrıca, son yıllarda İran savaş gemilerinin Kızıldeniz ve Aden Körfezi sularında büyük bir varlığa sahip olduğunu ve Yemen Donanması (Husiler) ile  işbirliklerinin önemli bir etkiye sahip olabilceği belirtildi.

Gazete, “İran, müttefikleri aracılığıyla Kızıldeniz'i etkileyecek büyük bir güç buldu. Onları destekleyerek Bab’ul Mendeb'in kontrolünün ellerinden kayıp gitmesine izin veremezler” diyerek şu yargıya vardı: "Husilerin seyir füzelerine, sürat teknelerine ve deniz mayınlarına sahip olduğu göz önüne alındığında, Amerika'nın düşündüğü ittifakın başarılı olması pek mümkün değil. Aştiyani'nin kendine olan güveni, bu yeteneklere ilişkin bilgisinden kaynaklanıyor.”

İsrail'le ticaretin engelleneceği yönündeki bu sert iddialar, Arman Milli gazetesinin Husi saldırılarının "İsrail'in Gazze savaşında kullanmak istediği kimyasal maddelerle dolu gemileri" hedef aldığını belirttiği iddialarıyla çelişiyor.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin pazartesi günü yaptığı açıklamada, İran'ın Husi isyancıların Kızıldeniz'deki ticari gemilere yönelik son saldırılarını desteklemeyi bırakması gerektiğini vurguladı. Austin, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile Tel Aviv'de yaptığı görüşmenin ardından, "İran'ın Husilerin ticari gemilere yönelik saldırılarına verdiği desteğin durması gerektiğini" söyledi.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan geçen hafta gazetecilere verdiği demeçte, Washington'un gemilerin Kızıldeniz’de güvenli geçişini sağlamak için bir "deniz görev gücü" oluşturma konusunda diğer ülkelerle görüşmelerde bulunduğunu söyledi. Ancak bu konu hakkında daha fazla ayrıntı vermedi.

Bu haftanın başlarında Amerikan internet sitesi Semaphore, Pentagon'un Yemen'deki Husilere karşı doğrudan saldırı düzenlemeyi düşündüğünü bildirdi. Joe Biden yönetimindeki Amerikalı yetkililer, İran ve Husi grubunun İsrail ile ticareti baltalama ve ABD'nin maliyetini artırma girişimlerinden giderek daha fazla endişe duyuyor.

Kasım 2019'da, ABD'nin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve İran'ın petrol ihracatını engellemesinin ardından artan gerilim sonucunda Devrim Muhafızlarının yabancı petrol tankerlerine el koyması ve arkasında İran'ın  olduğu eylemlerle gemilere saldırması üzerine ABD, bir deniz koalisyonu kurmuştu.

Bahreyn merkezli Ortadoğu'daki ABD Merkez Komutanlığı kuvvetlerinin gözetiminde olan deniz ittifakına o zamanlar "Nöbetçi" adı veriliyor ve operasyonları, Basra Körfezi'nden Umman Denizi'ne, hatta Bab’ul Mendeb'e kadar uzanıyordu.

 Avrupa ülkeleri ayrıca Fransa liderliğinde, seyir güvenliğini sağlamak ve İran tehditlerini caydırmak amacıyla Amerikan kuvvetleriyle koordineli olarak “Hürmüz Boğazı'nda Deniz Kontrolü için Avrupa Girişimi” misyonunda bir araya geldi.

 



Mahmud Abbas'ın ABD'nin vize yasağının ardından Londra’ya gerçekleştirdiği ziyaretin arka planında ne yatıyor?

Mahmud Abbas pazartesi günü Keir Starmer ile görüştü (AFP)
Mahmud Abbas pazartesi günü Keir Starmer ile görüştü (AFP)
TT

Mahmud Abbas'ın ABD'nin vize yasağının ardından Londra’ya gerçekleştirdiği ziyaretin arka planında ne yatıyor?

Mahmud Abbas pazartesi günü Keir Starmer ile görüştü (AFP)
Mahmud Abbas pazartesi günü Keir Starmer ile görüştü (AFP)

İsa en-Nehar

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, göreve geldiğinden bu yana Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul toplantılarına katılmayı yıllık bir gelenek haline getirdi. BM kürsüsüden, en az 20 dakika, bazen de bir saate kadar süren konuşmalar yaptı. En dikkat çekici konuşması, 2011 yılında ülkesinin tam üyelik başvurusunu duyurduğu konuşmaydı.

Ancak, 2005 yılından bu yana BM'de düzenli bir şekilde konuşmacı olarak yer alan 90 yaşındaki Abbas, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin, İsrail'in ‘iki devletli çözüm’ konferansını reddetmesine destek olarak Filistin heyetinin New York'a girişini engelleme kararı nedeniyle 2025 yılında konferansa katılamayabilir.

Abbas, Filistin devletinin tarihi bir olay olarak tanınmasını kaçırmak istemiyor, ancak bunu New York'tan izlemenin ne kadar zor olacağını da biliyor. ABD’nin baskısı, Batılı ülkelerin Filistin devletini tanıyacaklarına dair verdikleri taahhütleri güvence altına almak için ‘önleyici’ önlemler almasını zorunlu kılınca bu hafta İngiltere’nin başkenti Londra'ya sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi.

Independent Arabia Abbas'ın İngiltere ziyaretinin ayrıntıları, öncelikleri ve ABD'yi vize yasağı kararını geri almaya ikna etmek için devam eden çabalarının yanı sıra Filistin'in ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'ya gönderdiği mektup hakkında Filistin Yönetimi'nden dört diplomat ve üst düzey yetkiliyle görüştü.

Abbas-Starmer görüşmesi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Abbas, İngiltere’nin 22 Eylül'de Filistin devletini tanıdığının duyurulması beklenen açıklamasına birkaç hafta kala, ABD'nin Gazze'de ateşkes için açıkladığı öneriden bir gün sonra, pazartesi günü İngiltere Başbakanı Keir Starmer ile bir araya geldi.

Independent Arabia’ya konuşan Filistinli bir diplomat, Abbas'ın İngiltere ziyaretinin başlıca amacının, Avrupa'yı bir araya getirerek ABD'yi Filistin heyetinin New York'a girişini yasaklama kararını geri almaya ikna etmek olduğunu açıkladı.

Filistinli diplomat, BM Genel Kurul toplantılarına birkaç gün kala 17 Eylül'de Londra'yı ziyaret edecek olan ABD Başkanı Donald Trump'ın İngiltere'ye Filistin'i tanımayı ertelemesi için baskı yapacağına dair endişeler olduğunu doğruladı.

Bu yüzden Abbas, İngiltere'ye aceleyle gitti ve Londra’nın Filistin devletini tanınmasını sağlamak için proaktif çabalar gösterdi. İngiltere’nin ardından, Suudi Arabistan ile birlikte ‘iki devletli çözüm konferans’ için öncülük eden Fransa'nın da tanıma kararı alması bekleniyor.

Londra'dan olumlu göstergeler

Bu hafta Yvette Cooper'ın David Lammy'nin yerine Dışişleri Bakanı olarak atanmasının ardından Filistinliler, bu gelişmenin Lammy'nin görev süresi boyunca daha katı bir tutum sergileyen İngiltere'nin özellikle de sağ kanadın Başbakan Starmer'a baskıları nedeniyle politika değişikliği yapması beklentisi varken İsrail'e yönelik söylemlerinde bir değişikliğe yol açacağından endişe duyuyor. Bu endişeler, Cooper'ın İçişleri Bakanı olarak, İngiltere genelinde İsrail'e karşı kitlesel gösteriler düzenleyen Palestine Action grubunu ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırmak için çaba sarf ettiği önceki çabaları yüzünden daha da arttı.

Ancak Filistinli diplomatlara göre Abbas, Starmer'dan İngiltere'nin Filistin'i tanıma kararını uygulamaya devam edeceğine dair güven verici mesajlar ve taahhütler aldı. Londra'nın Trump'a Filistin heyetine getirdiği vize yasağını kaldırması için müdahale edip etmeyeceği henüz belli değil, ancak Filistinliler, Washington'dan geri adım atmasını ve Filistin heyetinin New York'a girmesine izin vermesini isteyen Avrupa Birliği'ne (AB) güveniyor.

Independent Arabia ile yaptığı röportajda, Filistin Yönetimi siyasi danışmanı Munir el-Cagub, ülkesinin İngiltere Başbakanı'ndan bu ay Filistin Devleti'ni resmen tanıma taahhüdünü teyit eden olumlu sinyaller aldığını söyledi.

Abbas-Starmer görüşmesinde ayrıca Filistin devletinin tam sorumluluk üstlenerek iyileştirme ve yeniden inşa planını uygulamasına olanak sağlanması ve ‘sömürgeci yerleşim birimlerinin genişletilmesi, yerleşimci terörizmi ve ilhak’ dahil olmak üzere tüm tek taraflı önlemlerin durdurulması konuları ele alındı.

Filistin Devlet Başkanı Abbas, Londra'yı ziyaret ederken, İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog'un salı günü Londra’yı ziyaret etmesi planlanıyor. Buna karşın İşçi Partisi'nin önde gelen isimleri, İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşını protesto etmek amacıyla Starmer'ın Herzog ile görüşmeyi reddetmesi çağrısında bulundu.

ABD’nin Filistin heyetine getirdiği vize yasağının arka planında ne var?

Filistinli yetkililer, ABD'nin iki devletli çözüm konferansını reddetmesi karşısında şaşırmış değiller, ancak Washington'ın Filistin heyetinin New York'a girişini engellemesini de beklemiyorlardı. Bazıları, vize yasağının Batı'nın Filistin devletini tanımasının ciddiyetini ve etkisini gösterdiğini belirtirken, yetkililerden biri Washington'ın gözünde en katı çizgide olan İranlı yetkililerin, eski ABD’li yetkililerin onları engelleme taleplerine rağmen daha önce Genel Kurul'a katılmalarına izin verildiğine dikkati çekti.

Independent Arabia’ya konuşan Filistinli bir diplomat, Filistin Yönetimi'nin Washington'a ABD'ye giriş için başvuruda bulunduğunu ve resmi olarak reddedildiğine dair herhangi bir bildirim almadığını söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 29 Ağustos'taki açıklamasından sonra vize yasağını basından öğrendiklerini belirten Filistinli diplomat, ayrıca, bu kararın sadece New York'a giden heyete değil, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın muafiyet tanıyacağını açıklamasına rağmen, Filistin'in BM daimi temsilciliğindeki diplomatlara da uygulandığını kaydetti.

Filistinli diplomatın açıklamasına göre Filistin Yönetimi, iki devletli çözüm konferansını Cenevre'deki BM’nin ikinci genel merkezine taşımak da dahil olmak üzere alternatif seçenekleri değerlendirdi, ancak henüz bu konuda bir karar almadı. Filistin Yönetimi, Batılı ülkeleri, Trump yönetiminin kararını yeniden gözden geçirmeye çağırmak için çabalarını sürdürürken, ABD’nin Filistin heyetine getirdiği vize yasağı 1988 yılında Yaser Arafat'ın New York'a girişinin yasaklanmasını akıllara getirdi.

Kararın alınmasından birkaç gün sonra, Filistin Devlet Başkanı Yardımcısı Hüseyin eş-Şeyh de dahil olmak üzere üst düzey Filistinli yetkililer, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri ve Batı ülkeleriyle konferans hakkında görüşmek üzere derhal harekete geçerek Filistin Yönetimi'nin 1947 BM Genel Kurul kararının ihlali olarak gördüğü bu kararı ABD'nin geri almasını talep ettiler.

Filistinli diplomatlardan bir diğeri, Hüseyin el-Şeyh'in geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan'ı ziyaretinin ardından ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'ya doğrudan bir mesaj göndermeye karar verdiğini söyledi. Filistinli diplomata göre Hüseyin el-Şeyh mesajda, ABD'nin vize yasağı getirme gerekçelerini çürüttü ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nın iddialarının aksine, Filistin Yönetimi'nin antisemitizmi reddettiğini ve askeri çözümleri teşvik etmediğini vurguladı.

Öte yandan Trump yönetimi, Filistin Yönetimi'ni ‘terörizmi ve 7 Ekim saldırısını kınamamakla’ suçlayarak tartışmalı kararını savunurken Filistin Yönetimi'nin Filistin devletinin tek taraflı olarak tanınması için gösterdiği çabaları kınadı.

ABD'nin Gazze'deki savaşı sona erdirmeye yönelik önerisi

İngiltere, Filistin ve İsrail ile görüşmelerini sürdürürken İsrail, Hamas'ı teslim olmaya ve rehineleri serbest bırakmaya zorlamak için ‘devasa bir fırtına’ ile Gazze'de yıkımı artıracakları tehdidinde bulundu. Tel Aviv, ABD'nin ateşkes önerisini kabul ederken Hamas, ABD'nin önerisini değerlendirdiğini açıkladı.

ABD Başkanı Trump pazar günü yaptığı açıklamada Gazze için Hamas'ın elinde tuttuğu tüm rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik bir anlaşmanın yakında sağlanabileceğini belirtti. Öte yandan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar bugün yaptığı açıklamada, İsrail'in ABD'nin önerisini kabul ettiğini ve rehinelerin serbest bırakılması ve hareketin silahlarını teslim etmesini de içeren savaşı sona erdirecek kapsamlı bir anlaşmayı kabul etmeye hazır olduğunu söyledi.

Savaş, 2023 yılında Hamas ve diğer Filistinli silahlı grupların İsrail'in güneyine düzenlediği saldırının ardından patlak verirken aralıklarla varılan iki ateşkes anlaşmasıyla kesintiye uğradı. Bunlardan ilki 2023 kasım ayında yapıldı, ikincisi ise bu yılın ocak ayından mart ayına kadar sürdü.

Savaş boyunca, savaşı sona erdirmek için yapılan müzakereler, İsrail'in Hamas'ın tüm rehineleri serbest bırakmasını ve silahlarını teslim etmesini şart koşması, Hamas'ın ise Filistinliler bağımsız bir devlete kavuşana kadar silahlarını teslim etmeyeceğini söylemesi nedeniyle tıkanmış durumda.


Sahel bölgesindeki hükümet yanlısı milisler ve devletin kontrolü dışındaki silahlar

Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
TT

Sahel bölgesindeki hükümet yanlısı milisler ve devletin kontrolü dışındaki silahlar

Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)
Menaka dışındaki çölde toplanan Mali'nin Azavad bölgesinde faaliyet gösteren silahlı siyasi hareket Azavad Kurtuluş Hareketi üyeleri, 14 Mart 2020 (AFP)

Sergey Eledinov

Afrika'daki Sahel bölgesinde güvenlik durumu son derece istikrarsız olmaya devam ediyor. Nijer, Burkina Faso ve Mali'de cihatçı ve ayrılıkçı gruplarla şiddetli çatışmalar sürerken, şehirlere ve askeri üslere yönelik saldırılar hız kaybetmiyor ve sivil kayıpların sayısı artıyor.

G5 Sahel grubu ülkelerinin hükümetleri bu zorlukları aşmak için çabalarını artırırken silah ve askeri teçhizat tedarikini sürdürüyor, Rus ve Türk uzmanların ve askeri eğitmenlerin yardımını alıyor. Ayrıca Mali ordusu ile ortak operasyonlarda Rusya'nın Afrika Kolordusu'ndan birlikler destek veriyor. Bunun yanında ek seferberlik ilan eden hükümetler, subay ve astsubayları eğiten askeri akademilerden mezun olanların sayısı arttırdı.

Ancak, ulusal orduların sınırlı kaynakları nedeniyle, 2025 yılında koalisyon devletlerinin himayesinde kurulan düzensiz silahlı oluşumlar olan hükümet yanlısı milisler, cihatçı gruplarla mücadelede giderek daha önemli bir rol oynamaya başladı.

Nijer Garkuwar Kassa programını başlattı

Nijer 19 Ağustos'ta, M62 Hareketi (Nijer'deki askeri liderlik), orduyu desteklemek için gönüllü birlikler oluşturmak amacıyla ‘vatanın kalkanı’ anlamına gelen ‘Garkuwar Kassa’ adlı sivil milisleri seferber etmek için bir program başlattı. Program kapsamında gönüllüler, ulusal güvenlik güçleriyle birlikte çatışma bölgelerine gönderilmeden önce başkent Niamey'de eğitim alıyor.

Nijer, geçmişte milisler yüzünden büyük acılar yaşamış olsa da aşırılık yanlıları bu grupları kendi amaçları için kullandıklarında, kaynakların kıtlığı şimdi yetkilileri bir kez daha büyük riskler almaya itiyor. Bölgesel açıdan bu modeli benimsemede nispeten geç kalan Nijer, Burkina Faso'nun Vatan Savunması Gönüllüleri’ni (Volontaires Pour la Défense de la Patrie/ VDP) örnek alıyor.

Burkina Faso’nun VDP’si

VDP, Burkina Faso'nun devlete bağlı paramiliter yapılarından biri. Cihatçı gruplara karşı mücadelede ordu ve güvenlik güçlerine destek olmak amacıyla 2020 yılında Cumhurbaşkanı Roch Marc Christian Kaboré tarafından imzalanan kararnameyle resmi olarak kuruldu.

Ülke genelinde kendiliğinden ortaya çıkan öz savunma gruplarının ardından kurulan bu gruplar, Sahra altı Afrika'da yaygın olan geleneksel kapalı avcı kardeşliklerine dayanıyor. Geçmişte ‘yol kesen haydutlar’ olarak bilinen yasadışı çetelerle mücadele eden bu avcı kardeşlik gruplarının başında ‘Dozolar’ (Donzolar) geliyor.

Bu marjinal yapı, bu grupların kıtadaki silahlı çatışmalara karışmasına neden oldu. Doussolar, 2002 ile 2011 yılları arasında Fildişi Sahili'ndeki ve 2012 ile 2019 yılları arasında Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki savaşlara katıldı. Daha sonra bu grup Burkina Faso'da ülkenin en büyük etnik grubu olan Mossilerin ana dili Mooré'de ‘orman muhafızları’ anlamına gelen ‘Koglweogo’ adını aldı.

Yerleşik Mossi ve göçebe Fulani arasındaki, çoğunlukla toprak kullanımıyla bağlantılı tarihsel gerilimler, daha tehlikeli bir aşamaya girdi. Çoğunlukla Mossilerden oluşan hükümet yanlısı birlikler, cihatçı grupların üyelerinin çoğunun mensubu olduğu Fulanilere karşı ‘etnik temizlik niteliğinde ihlallerde bulunmakla’ suçlanıyor.

Gönüllüler topluluğu kuruluşundan bu yana, üye edinme, oluşum ve eğitim, maaş, ikmal ve tıbbi destek, teçhizat ve ulaşım ile silahlanma gibi birçok açıdan ulusal ordudan farklıydı.

Gönüllü birlikler kuruluşundan bu yana, üye edinme, oluşum ve eğitim, maaş, ikmal ve tıbbi destek, teçhizat ve ulaşım ile silahlanma gibi birçok açıdan ulusal ordudan farklıydı. Ordudan ve hükümetten arta kalan kaynaklarla geçinen gönüllü birliklerin koşulları, onları ‘bizim Wagner'imiz’ olarak tanımlayan Burkina Faso Geçici Devlet Başkanı İbrahim Traoré'nin göreve gelişiyle gözle görülür bir iyileşme sağlamadı. Ancak ironik bir şekilde, gönüllülerin hoşnutsuzluğu hükümete veya Traoré'ye değil, ulusal orduya yönelik oldu.

Bu birliklerin genişlemesi, hükümeti onları barındıracak resmi bir çatı kuruluş kurmaya itti. VDP güçleri başından beri ağırlıklı olarak yerleşik bir tarım topluluğu olan Mossi üyelerinden oluşuyordu. Bu durum, uzun süredir toprak ve otlatma hakları konusunda çatıştıkları göçebe Fulaniler ile aralarındaki tarihi gerilimi daha da körükledi. Cihatçı grupların üyelerinin çoğunu oluşturan Fulaniler olmasına rağmen, VDP Fulanilere karşı ‘ihlaller ve hatta etnik temizlik yapmakla’ suçlanıyor.

sdfrgty
Vagadugu eyaletinde VDP programına kaydolmak için başvuru formlarıyla sıraya giren erkekler, Kasım 2022 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre VDP, kurulduğu günden bu yana, üye edinme, eğitim yapısı, maaş düzeyleri, ikmal ve tıbbi destek, silahlanma ve ulaşım açısından düzenli ordudan farklılık gösterirken genellikle ordu ve hükümetten geriye kalan kaynaklarla geçimini sağlıyor. Burkina Faso Geçici Devlet Başkanı İbrahim Traoré'nin onları ‘bizim Wagner'imiz’ olarak tanımlamış olmasına rağmen VDP’nin koşullarında gözle görülür bir iyileşme olmadı. Ancak gönüllüler, hoşnutsuzluklarını hükümete veya Traoré'ye değil, orduya yönelttiler. Bu da hükümeti 50 bin gönüllüyü daha silah altına alma programını uygulamaya koymaya itti. Program başarılı olurken VDP’nin 2022 yılının kasım ayı itibarıyla üye sayısı 90 bine ulaştı. Düzenli ordunun personel sayısı ise sadece 14 binle sınırlı kaldı. Ancak, ekipman ve malzeme açısından yetersiz olan bu devasa kitle, cihatçı saldırıların şiddetlenmesiyle ağır kayıplar vermeye başladı ve isyancılara karşı ‘savaşın yakıtı’ haline geldi.

Ordu, jandarma ve polis güçlerinden farklı olarak, bazı gönüllü birliklerin ‘topluluklar’ olarak adlandırılıyordu ve tarihsel olarak bulundukları bölgelerde düzeni sağlamakla görevlendirilmişlerdi. Bu toplulukların ordu birliklerinden uzaklığı ve ordunun hareket kabiliyetinin yetersizliği, yerel gönüllülerin kendi kaynaklarına güvenmelerini ve konumlarını güçlendirmelerini sağladı.

gh
Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu'nun (ECOWAS) Nijerya'nın başkenti Abuja’da düzenlenen 66. Olağan Oturumu sırasında Burkina Faso, Nijer, Mali ve Gine temsilcilerine ayrılan yerler, 15 Aralık 2024 (Reuters)

Merkezi hükümetin otoritesinin zayıflamasıyla birlikte, gönüllü birlikler kontrol ettikleri bölgelerde fiilen yerel otoriteler haline geldi. Bu birliklerin bazıları, gasp, yağma, arazi gaspı, yargısız infazlar, etnik temizlik ve hatta cihatçı gruplarla iş birliği yapmakla suçlanıyor. Bu uygulamalar, yarı-hükümet işlevlerine denk geliyor.

Gönüllüler ile ordu arasındaki artan düşmanlık, gönüllülerin kontrolü altındaki bazı bölgelerin, başkent Vagadugu’ya sadece nominal bağlılık gösteren yarı özerk bölgeler haline gelmesine yol açtı. Yerel bölgelerde gönüllü grupların varlığı, cihatçıların yeni saldırılara yol açarken gönüllü birliklerin halk arasında iş birlikçi olduğu iddia edilen kişileri daha yoğun bir şekilde takip etmesine neden oldu. Bu durum, toplumsal gerilimi artırdı ve genel güvenlik durumunun kötüleşmesine katkıda bulundu.

Burkina Faso hükümeti 30 Ağustos 2025'te, 2 bin 500 Dozo avcısının ülkenin topraklarının kontrolünü ele geçirmek için güçlerini birleştirmeye hazır olduğunu duyurdu.

Tuareg oluşumları ve Dozo Öz Savunma Birlikleri

Mali'deki hükümet yanlısı paramiliter gruplar oldukça çeşitli ve geniş bir alana yayılmış durumda. Bunlar arasında, Bamako'ya sadık Tuareg silahlı oluşumlar öne çıkıyor. Azavad Kurtuluş Hareketi (MSA) ve Imghad Tuareg ve Müttefikleri Öz Savunma Grubu (GATIA) tarafından yönetilen bu oluşumlar, etnik kimliklerini Tuaregler içindeki Dawsahaq ve Imghad kabilelerinden alırken Dawsahaqlardan yaklaşık 3 bin, Imghadlardan ise bin üyesi bulunuyor.

Bağımsız bir Azavad devleti kurma fikri, Tuareg toplulukları arasında oybirliği ile destek görmezken çatışmanın başlıca nedeni siyasi yönelimden çok iç kabile mücadelesiydi. Asil kabileler olarak kabul edilmeyen Imghad ve Dawsahaq kabileleri, yeni devletin liderliğini üstlenen asillerden Ifoghas kabilesinin hakimiyetine boyun eğmeyi reddettiler.

Devletin mali olarak zayıf olması nedeniyle, silahlı grupların oluşumu tek savunma aracı haline geldi ve bu da ayrılıkçıların kuzeyde tam kontrolü ele geçirmelerini engelledi. Ayrılıkçıların kuzeyi tamamen kontrol altına alması engellense de çatışma daha da kötüleşti.

Hem MSA hem de GATIA, DEAŞ hücreleriyle şiddetli çatışmalar yaşıyor. Azavad ayrılıkçıları ve El Kaide'nin bölgesel kolu olan Cemaat Nusrat el-İslam vel-Müslimin (JNIM) ile gergin ilişkilere sahipler. Hayatta kalabilmelerinin tek yolu, devlete sadık olmaları.

drf
Mali'nin Azavad bölgesindeki silahlı siyasi hareket MSA'nın silahlı adamları Menaka dışındaki çölde bir kamyonetin arkasına monte edilmiş bir uçaksavar silahıyla birlikte, 14 Mart 2020 (AFP)

MSA ve GATIA kendi etki alanlarında gerginliğin tırmanmasını önlemek istese de yasadışı faaliyetler yaygın ve ekonomik faaliyetler büyük ölçüde onların kontrolü altında. Her iki grup da özellikle devletten düzenli destek gelmediği için, özyönetimden vazgeçmeye hiç istekli görünmüyor.

Geleneksel Dozolardan oluşan yerel öz savunma grupları, Mali'deki en büyük hükümet yanlısı güçleri oluşturuyor.

Bu grupların büyüklüğü, onlarca kişiden yüzlerce kişiye kadar değişiyor. Coğrafi konumları da farklılık göstermekle birlikte, genel özellikleri ortak. En belirgin özellikleri, coğrafi istikrarları ve köken bölgelerine güçlü bağlılıkları ile tek etnik kökenden gelmeleri ve çoğunlukla yerleşik çiftçilerden oluşuyorlar.

Bu gruplar devletten sistematik destek almıyor. Devlete olan bağlılıkları büyük ölçüde resmi nitelikte kalıyor ve kontrol ettikleri bölgelerde devletin otoritesini resmi olarak tanımakla birlikte, pratikte fiili otorite olarak hareket ederek devlet kurumlarının yokluğunu kısmen telafi ediyor.

Gasp, yasal çerçeve dışında yaptırımlar uygulama, arazi ve mülklerin ele geçirilmesi ve etnik temizlik uygulamalarına karıştığına dair sık sık haberler geliyor.

Dogonlar ülkesi

Mali'deki en önde gelen paramiliter grup, Dogon dilinde ‘Tanrı'ya güvenenler’ anlamına gelen Dan Na Ambassagou Ulusal Koordinasyonu (Coordination Nationale Dan Na Ambassagou/CNDA) adını kullanıyor. Dogonlardan oluşan bu savunma gücü, yerleşik çiftçiler ile göçebe çobanlar olan Fulaniler arasında kıt otlak ve tarım arazileri nedeniyle geçmişten beri süren çatışmalara yanıt olarak 2016 yılında “Dogon Ülkesi” olarak bilinen bölgede kuruldu.

Ülkede silahlı çatışmaların patlak vermesiyle, Dogonlar ve diğer yerleşik topluluklar tarafından marjinalleştirildiğini düşünen Fulanilerden bazıları, toprağın adil bir şekilde yeniden dağıtılacağı vaadinde bulunan cihatçı gruplara katıldı. Buna karşın Dogonlar, avcı kardeşliklerinin geleneklerine dayanan CNDA’yı kurdu. Yaklaşık 5 bin üyesi olduğu tahmin edilen CNDA, devletten herhangi bir finansman almıyor ve silahlanma için eski av tüfekleri veya cihatçılardan ele geçirilen silahlara güveniyor.

CNDA, hükümetin desteğinin olmaması nedeniyle önemli ölçüde özerklik kazanan Dogonlar Ülkesi’nde cihatçılarla iktidarı paylaşıyor. CNDA, yerel halkı korumayı ve İslamcı aşırılıkçılarla savaşmayı amaçlasa da bölgedeki kontrolünü pekiştirmek için cihatçı grupları desteklediğinden şüphelenilen Fulaniler ve diğer sivillere sık sık saldırılar düzenliyor.

Silahlı gruplara güvenmenin riskleri

Sahel bölgesinde paramiliter güçlere güvenilmesi, ulusal orduların ve kolluk kuvvetlerinin cihatçı grupların isyanlarını bastırma, organize suçları önleme ve bölgeler üzerinde tam kontrol sağlama konusunda yetersiz kalmasından kaynaklanıyor. Bu paramiliter oluşumlar kısa vadede kazanımlar elde edebilse de genişlemeleri bölgenin uzun vadeli istikrarını tehdit eden yavaş yanan bir fitil gibidir.

Bu milislerin sağladığı güvenlik avantajları aldatıcı ve geniş alanlara yayılmış olmaları ve küçük cihatçı hücreleri dağıtma kapasitesine sahip olmalarına rağmen, organize savaş birimleriyle yüzleşemeyecek durumda olmaları, sivil kayıplar da dahil olmak üzere zayiatı artırıyor. Varlıkları misilleme saldırılarına neden olurken, toplumun giderek silahlanması gerilimin azalması ve barışın tesis edilmesi ihtimalini zayıflatıyor.

Bu grupların yasalara aykırı yöntemlere başvurması, sosyal dokuyu zayıflatmakta, rekabeti körüklemekte ve şiddet döngüsünü besliyor. Birçok bölgede devlet otoritesi gerilemekte ve yerini fiili otoriteler almaktadır. Milisler, bir zamanlar kamu kurumlarının tekelinde olan işlevleri üstlenmekte ve bunları gayri resmi ve çoğu zaman yasadışı yollarla yerine getiriyor. Sonuç olarak, siviller kendilerini ordu, hükümet yanlısı savaşçılar ve cihatçılar arasında, devletten korku ve güvensizlik ortamında buluyor.

Ekonomik boyut da aynı derecede ciddi bir konu. Çatışmayla ilgili faaliyetler milislerin kontrolündeki bölgelerde yaygınlaşıp ekonomiyi zayıflatırken yatırımların yapılmasını da engelliyor. Bu gruplar silahlandıklarında, nadiren iktidarlarını bırakmaya istekli, bağımsız gündemleri olan fiili otoriteler haline dönüşüyor.

Orta Afrika'daki Anti-Balaka'dan Sudan'daki Hızlı Destek Kuvvetleri’ne (HDK) ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki M23 Hareketi’ne kadar diğer deneyimlerden yeterince ders çıkarılmış değil. Sonuç ise hem devlet hem de toplum için uzun vadeli stratejik tehditler pahasına, anlık taktiksel kazançlar elde edilen riskli bir uzlaşıdan ibaret.


Trump: Epstein'a gönderilen mektuptaki imza benim değil

ABD Başkanı Donald Trump Washington'da (AP)
ABD Başkanı Donald Trump Washington'da (AP)
TT

Trump: Epstein'a gönderilen mektuptaki imza benim değil

ABD Başkanı Donald Trump Washington'da (AP)
ABD Başkanı Donald Trump Washington'da (AP)

ABD Başkanı Donald Trump bugün, 2003 yılında cinsel suçlarla suçlanan iş adamı Jeffrey Epstein'a gönderildiği düşünülen ve pazartesi günü Demokratlar tarafından yayınlanan bir doğum günü tebrik kartındaki imzanın ‘kendi imzası olmadığını’ doğruladı.

Trump, Washington'daki bir restoranın önünde kendisine sorular yönelten basın mensuplarına şunları söyledi: “Bu benim imzam değil ve konuşma tarzım bu değil. Uzun süredir beni takip eden herkes bunun benim dilim olmadığını bilir. Bu çok saçma.”

Bu, mektubun yayınlanmasından bu yana başkanın konuyla ilgili ilk yorumu. Trump'ın yalanlaması, Beyaz Saray'ın bu davada başkana atfedilen imzaları çürütmek için el yazısı uzmanları tutacağını açıklamasının ardından geldi. Bu durum, Cumhuriyetçi yönetim için büyük bir utanç kaynağı oldu.

Demokrat milletvekilleri pazartesi günü, Trump'ın 2003 yılında Epstein'ın 50’nci yaş gününde gönderdiği iddia edilen bir mektubu yayınladı. Cinsel suçlar ve reşit olmayanlara cinsel istismar suçlamalarıyla yargılanmadan önce 2019 yılında hücresinde ölü bulunan finansçının davası, ABD'de büyük tartışmalara yol açtı.

El yazısı uzmanlarının kullanılması olasılığıyla ilgili bir soruya yanıt veren Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, “Elbette bunu destekleriz” dedi.

“Başkanın imzası, yıllardır dünyanın en tanınabilir imzalarından biri… Başkan bu mektubu yazmadı, bu mektubu imzalamadı. Bu nedenle hukuk ekibi Wall Street Journal'ı dava ediyor” diyen Leavitt, hukuk mücadelesinin ‘devam edeceğini’ belirtti.

Wall Street Journal, geçtiğimiz temmuz ayında bu mektubun varlığını ilk kez ortaya çıkaran yayın organı oldu. Mektupta çıplak bir kadının çizimi yer alıyor ve Trump ile Epstein arasında paylaşılan bir sırdan bahsediliyor. Mektup, “Doğum günün kutlu olsun, her günün harika bir yeni sırla dolu olsun” cümlesiyle sona eriyor.

sgthyu
ABD Başkanı Donald Trump'ın Jeffrey Epstein'a yazdığı iddia edilen doğum günü mektubu (Reuters)

Demokratlar pazartesi günü, Epstein'ın Donald Trump'ın adını taşıyan 22 bin 500 dolarlık devasa bir çeki tutan insanlarla çekilmiş bir fotoğrafını paylaştı. Fotoğrafın yanındaki metinde, ‘Donald Trump'a uygun fiyata satılan’ bir kadından bahsediliyordu. Leavitt, “Bu çekin üzerindeki imzayı gördünüz mü? Bu Donald Trump'ın imzası değil. Kesinlikle değil, başkan bu çeki imzalamadı” ifadelerini kullandı.

Trump destekçileri yıllardır Epstein davasını yakından takip ediyor ve çoğu, derin devletteki elit isimlerin Epstein'ın Demokrat Parti ve Hollywood'daki ortaklarını koruduğuna inanıyor. Ancak, FBI ve Adalet Bakanlığı temmuz ayında Epstein'ın hücresinde intihar ettiğini, hiçbir önemli kişiye şantaj yapmadığını ve ‘müşteri listesi’ tutmadığını doğruladıktan sonra, Cumhuriyetçi milyarderin bazı destekçileri hayal kırıklığına uğradı.

ABD Başkanı, seçmen tabanına da sıçrayan Epstein davası hakkındaki hararetli tartışmaları yatıştırmak için çabalarını yoğunlaştırıyor.