İsrail eski Başbakanı Yair Lapid, Al Majalla’ya konuştu: ‘Filistin devletinin kurulması uzun bir süre gecikecek… Biz Ortadoğu’da misafir değiliz, kalıcıyız’

Şimdi muhalefet lideri olan eski İsrail Başbakanı Al Majalla’ya konuştu.

Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla
Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla
TT

İsrail eski Başbakanı Yair Lapid, Al Majalla’ya konuştu: ‘Filistin devletinin kurulması uzun bir süre gecikecek… Biz Ortadoğu’da misafir değiliz, kalıcıyız’

Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla
Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla

Ahmed Mahir

İsrail eski Başbakanı Yair Lapid, kendi ofisinde, pek çok siyasi gelişme hakkında Al Majalla’ya verdiği röportajda, arzulanan Filistin devleti, İsrail’de yükselen aşırı sağ ve Hamas hareketi gibi şu an merak edilen birçok meseleye dair değerlendirmelerde bulundu.

Lapid’e göre İsrailliler ve Filistinliler, on yıllardır süregelen çatışmayı bölgede gelecek nesillere güvenli ve konforlu bir hayat temin edecek şekilde çözüme kavuşturmak için ellerinden geleni yapmalı.

2022 yılında kısa bir süreliğine başbakan ve 2014 yılında da maliye bakanı olarak görev yapan Lapid, kendisine ‘iki devletli çözümün’ diplomatik başarısızlıkla eşanlamlı hale gelip gelmediği sorulduğunda, Filistinlilerin bir devleti olması, kendilerini yönetmeleri ve Filistinlilerle onurlu bir şekilde yaşamaları gerektiğini söyleyerek ekledi:

“Bu düşüncenin öldüğünü sanmıyorum; ancak bana kalırsa 7 Ekim saldırılarından sonra epeyce ertelenecek. Çünkü bizim halkımızın selametini temin etmenin yollarını bulmamız lazım.”

Lapid, son yıllarda savaş ve barış zamanlarında ‘çatışmayı yönetme’ politikasının etkili olmadığını ve bunun başarısızlığının kanıtlandığını söyledi. Önemli olan şeyin çatışmanın çözülmesi olduğunu düşünen Lapid, “Ülkemizin geleceği konusunda belirsizlik yaşamamız gereken dönem artık bitti” diyor.

Uluslararası düzeyde desteklenen barış reçetesi, İsrail’in yanında Gazze Şeridi ile Batı Şeria’da 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını ve Kudüs’ün de iki tarafın ortak başkenti olmasını öngörüyor.

2012 yılında liberal ideolojiye sahip Yesh Atid (Gelecek Partisi) adlı partiyi kuran Lapid’e göre İsrail’in bugün merkezî politikalara ihtiyacı var ve aşırı sağ, ülke için bir tehdit oluşturuyor. Ona göre aşırı sağcılar, ‘bağırıp çağırmayı iyi biliyorlar, fakat yönetmeyi beceremiyorlar.’ 

Aynı zamanda eski bir gazeteci olan Lapid, 7 Ekim saldırılarından sonra İsrail’in Hamas hareketiyle komşu olarak yaşayamayacağını ve bir örgüt ve ideoloji olarak Hamas hareketinin ortadan kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Lapid’e 7 Ekim’den sonra İsrail’in siyasi düşüncesinde nelerin değiştiğini, Filistin devletinin İsrail’in ulusal güvenliği için artık bir gereklilik haline gelip gelmediğini, Gazze’ye karşı savaşta sivillerin rastgele hedef alındığı ve bunun sonucunda binlerce kişinin öldüğü konusunda İsrail ordusuna yöneltilen suçlamaları sordum.

Lapid, İsrail’in Hamas veya Lübnan Hizbullahı tarafından varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğunu düşünmüyor ve ekliyor:

Biz burada kalıcıyız. Arap dünyasının anlaması gereken tek şey şu ki biz Ortadoğu’da misafir değiliz.

Şarku'l Avsat, Al Majalla’nın Lapid ile gerçekleştirdiği röportajın tam metnini aktarıyor. 

-İsrail’in ulusal güvenliği bağlamında bir Filistin devletinin kurulması artık bir zorunluluk olarak mı görülüyor yoksa Filistinlilerle kendi devletlerine dair müzakere yapmama yönünde bir değişim mi mevcut?

-Maalesef ki 7 Ekim olayları, benim şahsen desteklediğim ‘iki devletli çözüm’ ihtimalini azalttı. Filistin devletinin savunucuları her zaman İsrail’in kendi halkını korumak için güçlü güvenlik önlemleri almasını sağlamanın önemini vurguladılar. Ancak halkımız için güvenliği oluşturan şeye dair anlayış, o gün köklü bir şekilde değişti. Radikal bir terör örgütü olan Hamas, bizim anladığımız şekliyle bir devlet anlayışına ulaşmaya çalışmıyor. Onların DEAŞ ve El-Kaide örgütlerinin ideolojilerine benzeyen ideolojileri, Irak’tan Mısır’a uzanan bir hilafet kurmaya odaklanıyor. Bu yüzden de Filistin devletini desteklemiyorlar ve aktif bir şekilde bu düşünce aleyhine çalışıyorlar. Her ne kadar Filistin devleti düşüncesinin öldüğünü düşünmesem de epeyce ertelendiği muhakkak. Şu an önceliğimiz, halkımızın selametini ve güvenliğini temin etmenin yollarını bulmak.  

-Ancak Hamas, daha önce bir ‘İslam hilafeti’ kurmak istediğini söylemedi. Aksine bir Filistin devleti kurmak istediğini söyledi. Bu iddiayı nereden çıkardınız?

-Size Hamas’ın kuruluş sözleşmesini okumanızı öneririm. Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili kısımlara özellikle odaklanabilirsiniz. Onlar öldürmek istiyorlar ve onları DEAŞ örgütüyle aynı karede buluşturan şey de bu. Onlar Yahudileri ve Hıristiyanları, hatta ılımlı Müslümanları bile öldürmek istiyor. Bunu engellemek için hep birlikte çalışmalı ve Hamas’a karşı koymalıyız.

sef
Şu an İsrail muhalefet lideri olan eski İsrail Başbakanı Yair Lapid, kendi ofisinde Al Majalla’ya verdiği özel röportaj esnasında (Eyal Warshavsky/Majalla)

-İsrail birkaç yıldır çatışmayı yönetiyor. Bu siyasi stratejiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bence İsrail solu, Ortadoğu’da bir belge imzalamanın tüm taraflar arasında uzlaşma sağlayacağını ve çatışmayı bitireceğini zannetmekle hata yaptı. Burada işler böyle yürümüyor. Sağın hatası ise söylediğiniz gibi, çatışmayı yönetebileceklerini sanmaları oldu. Çatışma yönetilemez. Bunun yerine aşamalı bir şekilde çatışmayı çözmemiz gerekir. Çatışmanın, İsrail’in güvenlik ihtiyaçlarına uygun şekilde cevap verilerek özenle çözülmesi lazım. Aynı şekilde Filistinlilerle yaşadığımız esas meseleyi de çözmek gerekir. Filistinliler onurlu bir şekilde yaşamak ve kendi kendilerini yönetebilen bireyler olarak saygı görmek istiyorlar, ki ben bunu anlayışla karşılıyorum. Bu benim sadece siyasi lider olarak değil, aynı zamanda bir baba olarak da görüşüm. Öyle ya, çocuklarınıza çözebileceğiniz sorunları miras bırakmazsınız, aksine bu sorunları çözmeye çalışırsınız. Dolayısıyla benim ve benim kuşağımın rolünün, çatışma yönetiminin ötesine geçmesi gerektiğine inanıyorum. Bu meseleyi burada, bu bölgede çocuklarımızın müreffeh bir yaşama sahip olmasını sağlayacak şekilde çözüme kavuşturmak için elimizden geleni yapmalıyız.

-İsrail’in stratejik siyasi düşüncesinde 7 Ekim’den sonra neler değişti?

-Güzel soru. Vardığımız asıl sonuç, daha önce hafife alınmış yeteneklere sahip barbar bir düşmana karşı stratejik ittifaklarımızı güçlendirmek gerektiği oldu. Bu tehditler sadece bizim için değil, gördüğümüz üzere Suudi Arabistan Krallığı, Mısır, Lübnan ve tabi ki Ürdün dahil bölgenin tamamı için de bir tehlike arz ediyor. İlerisi için toplum olarak iki odak noktamız olacak: Birincisi, güvenlik önlemlerimizi artırmak, ikincisi de stratejik ittifakları güçlendirip derinleştirmek. Bu ortak tehditlere karşı koymak için bölgesel ortaklarla iş birliği yapmak, topluca selametimiz ve istikrarımız için oldukça önemli.

-7 Ekim’den önce Hamas’ın İsrail’e karşı büyük bir saldırı planlıyor olabileceği konusunda endişeniz var mıydı? Belki bu konuda başkalarını da uyardınız?

-Evet, uyardım. 20 Eylül’de burada tüm ekibimin iradesine karşı çıktığım bir konuşma yaptım. Konuşmamda, birden fazla alanda patlama tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu söyledim. Bunu aldığım istihbarat bilgilerine dayanarak söyledim. Öylesine bir ihtimal olarak değil, güçlü bir ihtimal olarak Gazze’yi zikrettim ve güvenlik risklerine karşı daha uyanık olmamız gerektiğini belirttim. Sizin de hatırlayacağınız üzere o dönemde tüm ülke, hukuki konulara dair bir iç çekişmeye dalmış durumdaydı. Bu yüzden büyük bir siyasi bunalım yaşıyorduk. Bense güvenliğe daha fazla odaklanma çağrısı yapıyor ve ele alınmamış, ilgi gösterilmemiş güvenlik riskleri olduğu konusunda uyarıda bulunuyordum.

-Tepkiler nasıldı?

-Büyük bir karşılık görmedi. Bakın, ileri görüşlü olduğumu iddia etmiyorum. Öngörüleriyle övünen biri gibi görünmek de istemem. Daha sonra yaşananları hiç kimse tahmin edemezdi. Ancak beni endişelendiren şey, ülkenin siyasi meselelerle gerekenden fazla meşgul olması ve güvenlik meselelerine gereken ilgiyi göstermemesi idi.  

-İsrail’in en yakın müttefiki ABD’nin değerlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bildiğiniz gibi ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, İsrail’in mevcut savaşta sivilleri korumazsa, onları Gazze’deki ‘düşmanın kucağına’ iteceğini ve İsrail’in ‘bir taktik zaferini stratejik hezimete’ dönüştürme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünüyor.

-İsrail’in sivillere zarar vermek gibi bir niyeti veya arzusu yok. Biz Hamas’ın terör saldırılarıyla hiçbir alakası olmayan insanlara zarar gelmemesi için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.

-Ama İsrail ordusu Gazze Şeridi’nde pek çok hastaneyi, evi ve çeşitli hayati tesisleri hedef alarak binlerce sivilin ölümüne neden oldu.

-Gazze’de yaşadığımız ikilem, Hamas’la olan daimî ikilemimizdir. Dikkat edin, halklarını canlı kalkan olarak kullanıyorlar. Olan bu. Bu, korkunç bir düşünce ve hiç makul değil. İnsanlar bunu anlamakta çok zorlanıyor. Ancak savaşmamız gereken düşman bu. İnsanlara su, gıda, ilaç ve insani yardım sağlamak için elimizden geleni yapacağız. Elimizden geldiğince onları çatışma bölgelerinden uzak tutmaya çalışıyoruz. Ama insanların da Gazze’de Hamas’ı ortadan kaldıracağımızı anlamaları gerekiyor. Çünkü Gazze’deki Hamas’la komşu olarak yaşayamayız. Zira bir terör örgütünün kapınızın eşiğinde durmasına izin verdiğinizde neler olduğunu ve olabileceğini gördük.

-Sizce İsrail’in Hamas’ın saldırılarına tepkisi zemininde çok sayıda sivil ölümünün yaşanması Gazze’de ve Batı Şeria’da Hamas’ın popülerliğini artırıyor mu? Toplu bir cezalandırma olarak görülen ve sorumsuz ve intikamcı olduğu düşünülen askerî harekâta yönelik eleştiriler de giderek artıyor.

-Evet, ilk tepki bu olabilir ama bu böyle devam etmeyecektir. Yani savaşın tozu dağılıp da herkes şöyle bir etrafına bakınca Hamas’ın Gazze halkına ölümden ve yıkımdan başka bir şey getirmediğini görecekler. 7 Ekim’de İsrailliler, Hamas’ın kurbanı oldular, şimdi de Gazze halkı Hamas’ın kurbanı. Ben Gazze halkının zekâsına güveniyorum; bu felaketi başlarına Hamas’ın getirdiğini anlayacaktır. O yüzden şimdi belki popülerlik kazanıyorlar; bu, savaş zamanlarında anlaşılır bir durum. Ama Gazze halkı gözündeki popülerliği koruyamayacaklar. Savaş sona erdiğinde genel olarak Filistinliler ve Arap dünyası, Hamas’ın Gazze halkına yaşattığı korkunç akıbetin farkına varacak.  

-Savaştan sonra Filistinliler demokratik ve özgür bir seçim yapıp da Hamas’a oy verirlerse ne olur?

-İyi ama o zaman bu seçimler özgür olmaz ki. Demokratik herhangi bir ülke size bunu söyleyecektir. Zira terör örgütlerinin aday olmasına izin verilmez. Fransa’da Hizbullah’ın ya da İngiltere’de El-Kaide’nin aday olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Hayır. Eğer demokratik bir seçim yapılırsa o zaman terör örgütü Hamas’ın da bu seçimlere aday olmasına izin verilmemesi gerekir. Dolayısıyla çizdiğiniz senaryonun gerçekleşmesi imkânsız.

-Hamas’ın tamamen ortadan kaldırılacağından nasıl emin olabiliyorsunuz? Sonuçta mesele sadece askerî faktörlerle alakalı değil, bu aynı zamanda bir fikir ve ideoloji meselesi.

-Evet, başta herkes bir fikrin kökünü kazıyamazsınız diyor. Bu doğru olabilir. Ama kötü bir fikrin kökünü kazıyabilirsiniz ve Hamas da kötü bir fikir. Hamas’ın boyutunu biliyoruz. Hamas’ın gerçek boyutunu ve nasıl çalıştığını biliyoruz. 7 Ekim’de bizi şaşkınlığa uğrattı. Ama şu an şaşkın değiliz ve savaş uzasa bile Hamas’ın işini bitirmeye çok kararlıyız. Bu gerçekleşecek. Bakın, İsmail Heniyye ve Halid Meşal gibi Hamas liderleri ve aileleri yurt dışında milyarderler gibi yaşarken, Hamas halkının sıkıntı çektiğinin herkes farkında. Onlar dünyanın her yerinde kendilerine özel lüks mülklerde, otellerde ve alışveriş merkezlerinde hayat sürerken halkları çadırlarda yaşıyor. Zaten Amerikalılarla Hamas’ın mali varlığına güçlü bir darbe indirmeyi de görüşüyoruz.

-Sizce ‘iki devletli çözümün’ büyük bir diplomatik başarısızlık olduğu ispatlandı mı?

-Yahudiler ile Araplar, İsrailliler ile Filistinliler arasında barış düşüncesini engellemek için ellerinden geleni ardına koymayan İran, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad’ın oluşturduğu şer ittifakının varlığı, elbette ki fayda sağlamıyor.

-Öyleyse ‘iki devletli çözümün’ bir başarısızlık örneği olduğunu kabul ediyorsunuz?

-Hayır. Kastettiğim, bu çözümün henüz gerçekleşmediği. Pek çok engel var. Hem Filistinli hem de İsrailli gelecek nesillere karşı vazifemiz, yan yana barış içinde yaşamalarıdır.

-O halde ‘iki devletli çözüme’ halen inanıyorsunuz?

-Evet. Ben 2022 yılında başbakandım ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda ‘iki devletli çözümün’ doğru çözüm olduğuna inandığımı dile getirmiştim.

-Peki bugün, özellikle de yerleşimlerin genişlediği bir dönemde iktidarın başında olsaydınız ne yapardınız? Şu an Batı Şeria’da yaklaşık 800 bin İsrailli yerleşimci ve vatandaş mevcut. Batı Şeria’nın merkezinde de radikal dindar Siyonist hareketlerin kurduğu yerleşim yerleri var. BM ve pek çok yabancı hükümet, bütün bu yerleşimlerin yasa dışı olduğunu söylüyor.

-Basitçe söyleyeyim: Herhangi bir barış anlaşması tavizlerle ilgilidir. Aksi takdirde ortada bir anlaşma olmaz. Ama izin verin size, 1967 Savaşı’ndan bu yana İsrail’in dört kez Filistinlilere kendi devletlerini kurma teklifinde bulunduğunu ve onların da bu teklifi dört kez geri çevirdiğini hatırlatayım. En sonuncusu 2014 yılında, ben hükümette görev yapıyorken oldu. Bu, (eski ABD Dışişleri Bakanı) John Kerry Eylem Çerçevesi olarak biliniyordu ve ben de müzakere ekibinin bir parçasıydım. Size söylüyorum, Netanyahu başbakanken onlara bir devlet kurmayı teklif ettik. Yerleşimler mevcutken onlara da bu yerleşimlerden bir pay sunduk. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Beyaz Saray’a giderek Başkan Obama ile görüştü. Ancak bizim teklifimizi ve herhangi bir özyönetim imkânını reddettiler. Bu üzücü bir durum. Bununla birlikte bizim de okullarında Yahudilerin maymun ve domuz olduklarını öğretmeyen bir komşuya ihtiyacımız var. Bu nefret kültürünü ortadan kaldırmayı başarırlarsa biz de uzlaşmanın yollarını bulacağız.   

sdeve
Eyal Warshavsky/Majalla

-Yeterince açık olmadıysa müsaade edin sorumu tekrarlayayım. Batı Şeria’nın derinliklerinde yerleşimler mevcutken Filistinlilerin kendi devletleri nasıl olabilir?

-Yok, siz sorunuzu sordunuz. Siz sordunuz ama ben çok net olmak istemedim. Bunun için size, tavizlerin herhangi bir barış anlaşmasının çok önemli bir parçası olduğunu herkesin bildiğini söyledim. Ama mecbur kalmadıkça detaylara girmeyin. Şu an sadece Hamas’ın Gazze’de alıkoyduğu İsrailli rehinelerin ve vatandaşların akıbetiyle ilgileniyoruz. Bölgedeki tüm dostlarımızdan yardım görmeyi umuyoruz. Tüm insanlarımızı ve evlatlarımızı yurda geri getirmemize yardımcı olmak için elinizden gelen tüm çabayı göstermenizi ümit ediyoruz.

-İsrail’de sağın ve aşırı sağın popülerliği artıyor. Aşırı sağ şu an Netanyahu ile ittifak halinde ve Araplarla Filistinlilere karşı ırkçı tutumlarıyla biliniyorlar.

-Size memnuniyetle karşı çıkacağım. Çünkü koalisyona dahil olan aşırı sağın, Knesset’te yaklaşık 14 sandalyesi var. Şu an yedi ila on kişiler. Dolayısıyla rakamlar, sizin söylediğinizin aksini gösteriyor. Bundan memnunum, zira bence ülke için bir tehdit oluşturuyorlar. Yani popüler değiller. Çünkü sizin de bildiğiniz gibi ilginç olan şu ki, onlar iktidara geldiklerinde ve koalisyonun bir parçası olduklarında, insanlar, onların bağırma ve muhalefet etme konusunda çok iyi olduklarını ama ülkenin nasıl yönetileceğini bilmediklerini fark ettiler.

-O zaman İsrail’deki yeni hükümetin veya koalisyon hükümetinin liderliği merkezci mi olacak?

-Halk artık birlik istiyor. Birbirimizden uzaklaşmamızı değil, birbirimize doğru ilerlememizi istiyorlar. İnsanlar en çok ihtiyacımız olan şeyi sadece merkezî devletin yapabileceğinin bir ölçüde farkında. Bu yüzden geleceğin fırsatlarına bakarsak, inanıyorum ki orta yolcuların liderlik ettiği hükümet, güvenlik ve refah getirecek. İsrail’in buna ihtiyacı var. Kısa süre önce korkunç bir saldırıya maruz kaldık ama biz nasıl toparlanacağını bilen bir halkız. Benim babam, Holokost sırasında Budapeşte’deki Yahudi mahallesinde yaşayan bir çocuktu. Biz daha önce karanlık yerlere gittik ve o karanlık yerlerden nasıl çıkacağımızı, azami faydayı nasıl çıkaracağımızı biliyoruz.

-Menahem Begin, Şamir, Rabin ve Barak… Eski başbakanlar olarak hepsinin de Filistinlilerle barış projeleri vardı. Ancak dünya çapında pek çok siyasetçiye ve İsrail vatandaşına göre Netanyahu, herhangi bir barış ihtimalini baltaladı. Sizce Netanyahu’nun sağcı siyasi ideolojisi, bu savaş bittikten sonra da devam edecek mi?

-Bence yeni bir İsrail’e doğru ilerliyoruz. Ben her şeyin değiştiğine inanıyorum. İsrail siyaset kurumunun da kamuoyuna, sonraki nesillerin geleceğine dair daha belirgin bir vizyon ve açıklama sunmaya borçlu olduğunu düşünüyorum. Özel olarak birine işaret etmeden söylüyorum ki, ülkemizin geleceğinin bizim için belirsiz olduğu dönemler artık geride kaldı. Daha çok çalışmalıyız. İnsanların İsrail’in geleceğine dair vizyonumuzun ne olduğunu anladıklarından emin olmamız lazım. Bu mesele sadece güvenlikle veya Filistinliler ve onların eylemleriyle alakalı değil. Bu aynı zamanda istediğimiz siyaset ve ekonomi türüyle de alakalı. Ancak diğer yandan Arap dünyasıyla ve daha ılımlı Sünni ülkelerle ittifaklar kurmamız gerektiği de ortada. Bu yüzden bu cevap, Netanyahu’yla alakalı mı değil mi bilmem ama İsrail’le alakalı.

-Bölgede stratejik ittifaklarla neyi kastettiğinizi daha açık ifade edebilir misiniz?

-Başta Suudi Arabistan Krallığı olmak üzere daha ılımlı ülkelerle güçlü ilişkiler kurmayı kastediyorum. Bu tür iş birliklerine ihtiyacımız var. Bu, tüm Ortadoğu için stratejik düşünme biçimidir. Kanaatimce Suudi Arabistan’la normalleşme oldukça önemli. Bu normalleşme gerçekleşecek ve 7 Ekim’de normalleşmeyi baltalamak isteyen teröristler de bu konuda göz korkutmayacaktır. İlişki için belirgin bir vizyon varsa bu vizyon kendi yolunu izleyecek ve bir grup teröristin kol bükmesine izin verilmeyecektir. Aynı şey İsrail için de geçerli. Bence artık üzerinde birlikte çalışabileceğimiz tüm olumlu işlerde ileri gitmemiz gerekiyor.

sfe
Gazze Şeridi’nde alıkonan rehinelerin aileleri, 19 Aralık 2023’te Tel Aviv’de bir protesto sırasında (Reuters)

-İsrail, Hamas ve Hizbullah tarafından varoluşsal bir tehditle mi karşı karşıya?

-Hayır. Hamas ve Hizbullah, iki terör örgütü ve biz halen bölgenin en güçlü askerî kuvvetiyiz. O ikisi, bir tehdit oluşturuyor ama İsrail için varoluşsal bir tehdit değiller. Biz burada kalıcıyız. Arap dünyasının anlaması gereken şey şu ki, biz Ortadoğu’da misafir değiliz. Biz burada kalacağız, İsrail kalacak ve Arap ülkeleriyle iletişimi sürdürecek. Herhangi bir diyalog için en başta bizim hiçbir yere gitmeyeceğimizin tam olarak anlaşılması gerekiyor. Ortadan kalkacak olan Hizbullah ile Hamas’tır.

-İran’la diyaloğun mümkün olduğunu düşünüyor musunuz yoksa sizin için en iyi seçenek çatışma mı?

-7 Ekim’in bize öğrettiği bir şey varsa o da radikallerle, barbar radikallerle iş yapılamayacağıdır. İran, nükleer programını tamamen ortadan kaldırırsa, Arap veya İsrailli herhangi bir hükümeti sabote etmek için Ortadoğu’nun dört bir yanına gönderdiği milisleri tamamen dağıtırsa ve dünyanın en büyük terör finansörü olmaktan vazgeçerse, o zaman belki onunla müzakerelere başlayabiliriz. Ama bugün İran bu saydıklarımızın hiçbirini yapmıyor. Dolayısıyla onunla müzakere etmemeliyiz. Bilakis teröre karşı bir arada durduğumuzu vurgulamalıyız.

-İsrail’in Filistinlileri Mısır’daki Sina Yarımadası’na gitmeye mecbur etme planları olduğu yönündeki iddialara ve sızıntılara ne diyorsunuz? Yani Filistinliler, savaşın başından beri kuzeyden ortaya ve şimdi de güneye doğru göç ettirilmek üzere sürekli baskılara mı maruz kalıyorlar?

-Her ne olacaksa Mısırlılarla koordinasyon içinde olacak. Onlarla bir barış anlaşmamız var. Mısır egemenlik sahibi, önemli bir ülke. Mısır sınırlarında olacak her şey, Mısırlılarla çok dikkatli bir şekilde koordine ettiğimiz bir şey olacak. Yani Mısırlılara hiçbir şey dayatmayacağız. Onlarla oldukça verimli bir diyalog içindeyiz. Bu yolun işlerin ilerletileceği yol olduğundan emin olacağız ve insanları Mısır’a gitmeye zorlamayacağız.

*Bu röportaj Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden  çevrilmiştir.



Suriye'den istenen Arap mesajlar

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara (AFP)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara (AFP)
TT

Suriye'den istenen Arap mesajlar

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara (AFP)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara (AFP)

Nebil Fehmi

Önceki yazımda Suriye sahnesinin hataları konusunda uyarmış, birikmiş hassasiyetlere, sorunlara ve kaygılara rağmen Suriyeli dini grupların vatandaşlık bayrağı altında birleşmesinin önemini vurgulamıştım. Yeni Suriye liderliğinin siyasi yönelimlerini çevreleyen soru işaretlerinin ciddiyetini ve herkesin yararına tam bir açıklığın önemini tamamen takdir ederek, ortak bir kimlik temelinde Suriye ile bir Arap iletişimi çağrısında bulunmuştum.

Son dönemde Batılı birçok tarafın Suriye arenası ile önemli iletişimler kurduğu görüldü. Fransız ve Alman dışişleri bakanlarının Şam ziyaretleri de buna dahildi. Ek olarak Suriyeli yetkililer ile Suudi Arabistan, BAE, Irak, Ürdün ve Mısır'daki Arap mevkidaşları arasında çok sayıda ve çeşitli Arap temasları yaşandı. Cumhurbaşkanı Şara'nın Kahire'deki olağanüstü Arap Zirvesi'ne katılmasının yanı sıra komşu ülkelerden gelen yetkililer ile de görüşmeler yapıldı. Her iletişim ve temasın biçim ve açıklanan içerik açısından kendine özgü çağrışımları vardı. Durumu doğru bir şekilde değerlendirebilmek için, bu iletişimlerin henüz açıklanmamış olan içeriğini bilmek gerekse de, bunların Suriye ve ülkenin gelecekteki yönelimleri ve başkaları üzerindeki etkileri konusunda emniyet duyma ve rahatlama isteğini yansıttığı tahmini doğru olabilir.

Şara'nın başından itibaren yaptığı açıklama ve konuşmaların Batı dünyası ile diyaloğa verilen önemi yansıttığına dikkat çekilmeli. Şara dünyayla iletişim kurma arzusunu ve Suriye'deki koşullar ile büyük zorluklarının herhangi bir bölgesel çatışmaya göre öncelikli olduğunu vurguladı. Bununla İsrail ile çatışmanın gündeminde olmadığını kastediyordu.

Suriye, sınırları boyunca çok sayıda dini ve etnik grubun yayıldığı kadim bir Arap ülkesi. Orada yaşanan olay ve durumların, Arap ve Arap olmayan komşu ülkeler üzerinde doğrudan olumlu ve olumsuz yansımaları bulunuyor. Suriye'deki Kürtlerin durumu ve Türkiye'nin hassasiyetleri birçok örnekten sadece biri. Bu durum bölgesel anlamda Arap ulusal güvenliğini de etkiliyor. Suriye'nin Arap olmayan tarafların yanında yer alması durumunda, bölgesel denge Araplar aleyhine bozulacaktır. Suriye'den sonra burada ilk kaybedenler, İsrail işgali altındaki mülteci ve yiğit Filistin halkıdır ve onu komşu Ürdün ve Lübnan halkları takip etmektedir.

Eğer Suriye istikrarsız, dini ve etnik grupları arasında bölünmüş kalırsa, bunun etkisi başta Irak olmak üzere birçok komşu ülkeye, oradan da Körfez'e kadar yayılacaktır. Arap dünyasının siyasal konseptini seçecek Maşrık ve Körfez oluşumunun doğmasıyla birlikte Suriye kimliği parçalanır ve mezhepçi kimliklere bölünürse, bunun Orta Asya'dan Kuzey Afrika'ya uzantıları olacaktır.

İster beğenelim ister beğenmeyelim, Suriye meselesi öncelikle Suriyeliler tarafından, onların beklenti ve tasavvurlarına uygun bir şekilde kararlaştırılmalıdır. Burada mesele Esed rejimini veya Heyet Tahrir eş-Şam ve destekçilerinin alternatifini tercih etmek değil. Aksine, Suriye halkının tüm Suriyeliler için daha iyi bir Suriye inşa etme taleplerine yanıt vermektir. Durumun ciddiyetinin ve hassasiyetinin, Araplar olarak bizim Suriye makamlarıyla görüşmelerimizde ve diyaloglarımızda, tamamen açık olmamızı gerektirdiğini kesinlikle kabul ve takdir ediyoruz.

Her ülkenin kendi sistemini ve siyasi yönelimlerini, başkalarının ulusal güvenliğini etkilemediği sürece, kimsenin müdahalesi olmaksızın belirleme hakkına saygım ve bağlılığım tamdır. Bu bağlamda, ortak bir Arap-Suriye siyasi momentumu yaratmak için araştırılması ve incelenmesi gereken pek çok ayrıntılı nokta ve önemli soru, Suriye'nin bölgesel ilişkileri, özellikle de Batılı ülkelerle veya diğer ülkelerle olan ilişkilerinden daha önemli ve daha tehlikeli olan Arap ülkeleriyle ilişkileri bulunuyor.

Dürüstlük, Suriye rejiminin Arap dünyasına hitap etmesini ve çeşitli açılardan tutumlarını netleştirmesini talep etmemizi gerektiriyor. Bunları özetleyip, aşağıdaki belirli ve doğrudan başlıklar altında toplamak mümkün.

Suriye rejimi, Arap bölgesel düzeninin bir dayanağı olan bağımsız bir ulus-devlete inanıyor mu? Yoksa mezhepsel kimlik ve millet kavramının egemenlik ve sınır ile ilgili yaklaşımların önüne geçtiği düşüncesinden mi yola çıkıyor?

Bu, Suriye'deki yeni siyasi liderliğin önemli bir kısmının, Suriye topraklarının ötesine uzanan belirli bir siyasi tabana sahip olması nedeniyle, bölgedeki pek çok Arap ülkesi için ciddi ve hayati öneme sahip bir soru. Bu yönde atılacak ilk ve temel adım taahhütlerini vurgulamak için Arap Birliği ile diyalogdur.

Yeni Suriye rejimi, mezhepsel yapılarına bakmaksızın, başta Araplar olmak üzere komşularının içişlerine karışmama taahhüdünde bulunacak mı? Bu ülkelerin çıkarlarına zarar vermeyip, hassasiyetlerini gözetecek mi? Bu sorunun sorulmasının nedenleri arasında, görüşmeler ve suçtan hüküm giymiş çok sayıda kişi ile ilgili kararlar, yabancılara vatandaşlık verilmesi ve hassas görevlere atanması yer alıyor.

Burada Suriye rejiminin, komşu ülkelere ve diğer ülkelere, başkalarının işlerine karışmayacağını ve topraklarının birliğine saygı duyduğunu vurgulayan mesajlar verme girişiminde bulunması, bunun yanı sıra güvenliği ve emniyeti sağlayacak sınır düzenlemeleri konusunda anlaşmaya varılması yararlı olabilir.

Yeni liderliğin siyasal yönelimi, siyasal yaklaşımlarında hâlâ belirleyici bir etken mi? Birçoğu daha önce şiddete başvuran siyasi hareketlere mensup ve belirli siyasi yönelimleri benimsemiş olsa da, siyasi uzlaşıyı sağlama konusunda ciddiler mi ve bu kapasiteye sahipler mi?

Suriye'de son dönemde yeni yönetime bağlı olmayan dini gruplar ve azınlıklarla şiddetli çatışmalar yaşandı, can kaybının bini geçtiği bildirildi. Bunlar bir an önce bitirilmesi ve tekrarlanmaması gereken olaylar. Ulusal diyalog düzenlemelerine bağlı ilk ilerleme işaretlerine rağmen, Suriye liderliğinin, Suriye kurumlarının yeniden inşası ve anayasa ile yasalarının hazırlanması sürecinin uluslararası hukuka ve BM Sözleşmesi'ne tam uyum içinde yürütüleceğine dair bir bildiri yayınlaması yararlı olacaktır. Belki de Suriye yelpazesinin tamamını içerecek kapsamlı bir konferansın mekanizmalarının ve tartışmalarının kısa sürede tamamlanması ve ardından ilkbaharda geçici bir geçiş hükümetinin kurulması, bu önemli soruya kısmen de olsa yanıt verilmesi için olumlu fırsatlar sunacaktır. Burada istenenin sadece farklı mezheplerin teknik pozisyonlarda biçimsel olarak temsil edilmesi değil, onlara siyasi bir rol veya ses sunulması olduğunu unutmamalıyız. Bu da, kısmen, önemli bakanlıklarda ve güvenlik teşkilatlarında, ayrıca Kapsamlı Konferansı Komitesi ile anayasa taslağını hazırlamak üzere oluşturulan herhangi bir komitede üst düzey görevler üstlenmeleriyle gerçekleştirilebilir.

Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın, Suriye'deki koşulların ve zorlukların çok yönlü ve karmaşık olduğu, Suriyelileri bölmek yerine birleştiren süreçlere ulaşmak için yorulmak bilmez bir çalışma ve temel bir tedavi gerektirdiği yönündeki görüşüne katılıyorum. Suriye'nin siyasi ve toplumsal haritasının doğası ve ağır hukuksuz, sert uygulamaların mirası göz önüne alındığında kolay ve hızlı çözümlerin bulunmadığını da kabul ediyorum. Ancak Araplara yönelik mesajlarına daha fazla dikkat etmesi, hem içeride hem de bölgesel olarak ciddiyeti ve ılımlı ulusal yönelimi yansıtan bazı ilk ve acil adımlar atması gerektiğine inanıyorum.

Geçtiğimiz günlerde Iraklı iyi bir şahsiyet olan Seyyid Ammar el-Hakim ile yaptığım hoş bir görüşmeyi hatırlıyorum. Hakim, istikrarı sağlamanın zorluklarına ve Esed'i deviren grup arasında bile bazı öncelikler konusundaki anlaşmazlıklara dikkat çekti. Irak deneyiminden yola çıkarak, çeşitli yönelimleri veya öncelikleri olan çoklu ulusal eğilimleri kapsamanın, kutuplaşmayı önlemek için mümkün olduğunca şiddete başvurmaktan kaçınmanın önemini vurguladı. Böylece Suriye halkı tüm Suriyeliler için bir Suriye'nin yeniden inşa edileceği, komşu ülkeler de çıkarları ve güvenlikleri konusunda rahatlayacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.