Mossad'ın eline yüzüne bulaştırdığı beş operasyon

Independent Türkçe, İsrail'in dış istihbarat örgütü Mossad'ın son 50 yıl içinde dikkat çeken 5 talihsiz operasyonunu inceledi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Mossad'ın eline yüzüne bulaştırdığı beş operasyon

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

2024 hızlı başladı.

Daha doğrusu geçen yıldan miras acılar, savaş hali ve gerilim kaldığı yerden sürüyor.

İsrail, Gazze Savaşı'nın bütün bir yıla yayılabileceğini söylerken sivil can kaybı sayısı gün geçtikçe artıyor.

Diplomasi, siyasetin yanında bir yandan da istihbarat servisleri çalışıyor.

Haftanın iki önemli gelişmesi aynı gün içinde iki farklı ülkede, Lübnan ve Türkiye'de yaşandı.

7 Ekim'deki Aksa Tufanı Operasyonu sonrası eleştirilerin odağında olan İsrail istihbaratın sağladığı bilgilerle Lübnan'da Hamas üst düzey yöneticilerinden, Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri öldürüldü.

Aynı gün, Türkiye'de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad'a yönelik İstanbul merkezli 8 ilde operasyon düzenlendi. 

Operasyon sonrası 34 kişi gözaltına alındı.

Hakimliğine sevk edilen 34 şüpheliden 15'inin tutuklanmasına, 11 şüpheli hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına, 8 şüphelinin ise sınır dışı edilmek üzere İl Göç İdaresine teslim edilmesine karar verildi.

Şüpheliler Türkiye’de yaşayan yabancılara yönelik keşif, takip ve adam kaçırma planlamakla suçlanıyordu.

İsrail istihbarat servisi yetkililerinin bu kişilerle sosyal medya üzerinden iletişime geçtiği, savaştan sonra Filistin lehine çalışmalar yürüten İsrail ve Filistinli aktivistlerin isim bilgilerini verip bu kişileri takip etmelerini istediği öne sürülüyor.

Şüphelilerin aldıkları isim bilgileri doğrultusunda hedef kişileri takip ettiği, hatta kimi kişilerin fotoğraflarını çekip bu kişilere ait bilgileri İsrail ile paylaştığı dillendiriliyor.

Aslında bunun Türkiye'de İsrail'in Mossad bağlantılı casus şebekesine karşı ilk hamle olmadığı biliniyor. 

Son adımın 2021'den bu yana süregelen Muteni, Nekpet, Neoplaz, Köstebek gibi bir dizi operasyonun devamı olduğu ifade ediliyor.

O tarihten bu yana Türkiye'de İsrail'in en üst düzey casusluk teşkilatı ile bağlantısı olan çok sayıda kişi tutuklanmış durumda.

Kuşkusuz diğer ülkelerde operasyon yürütmek casusluk işinin doğasının parçası.

Ancak Ankara, Mossad'ın iç istihbarat yetkililerini bilgilendirmediği ve Türkiye sınırları içerisinde Türkiye'ye karşı faaliyetler yürüttüğü kanaatinde. 

Mossad ilk kez bu tarzda suçlamalarla karşı karşıya kalmıyor. 

Tarihten bugüne uzanan ve İsrail'i ABD dahil birçok farklı ülkeyle karşı karşıya getiren çok sayıda operasyon ve skandal yaşandı. 

Independent Türkçe, Mossad'ın son 50 yıl içinde en çok dikkat çeken 5 başarısız operasyonu ve kurum içindeki çalkantılı anları inceledi.

1- Hamas liderine Coca-Cola kutusuyla zehirli suikast girişimi

İsrail ve Ürdün arasında o dönemde yeni bir barış anlaşmasına rağmen Mossad'ın suikast operasyonlarını yöneten Kidon Birimi üyeleri, Temmuz 1997'de Kudüs'teki bir pazarda meydana gelen ve 16 İsrailli'nin ölümüne, 169 kişinin ise yaralanmasına neden olan Hamas saldırısına misilleme yapmak istiyordu.

Hedefte o dönem Hamas liderliği koltuğunda oturmayan örgütün önemli isimlerinden Halid Meşal vardı.

Mossad ekibi Eylül 1997'de Ürdün'e geldiğinde İsrail'i birkaç ay önce başbakanlığa seçilen Benyamin Netanyahu yönetiyordu.

Netanyahu operasyonun gizli olmasını istemişti.

Bu yüzden Mossad'da görevli bilim insanlarından biri temas halinde öldüren ancak otopside tespit edilemeyen yeni bir zehirin kullanılmasını önerdi.

Öneri kabul gördü.

Mossad ajanları, sahte Kanada pasaportları taşıyan Barry Beads ve Sean Kendall olarak Ürdün'ün başkenti Amman'da turist kılığına büründüler.

Planları, Meşal'in SUV aracıyla gelmesini beklemek ve ardından evine yürürken onu zehirlemekti.

Ajanlar, çalkalanan bir Coca-Cola kutusunu açarak patlayan kola ile Meşal'i oyalayacak, sprey yardımıyla zehiri boynuna püskürtecek sonrasında ise kalabalığın arasında hızlı adımlarla uzaklaşacaklardı.

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.

Suikastçılar Meşal'e yaklaştığında, birden küçük kızı araçtan atlayıverdi.

Peşi sıra hem Meşal hem şoförü  kızın peşinden koştu.

Mossad'ın sahadaki takım lideri, Beads ile Kendall'a görevi iptal etmeleri için haber vermeye çalışsa da ikili uyarının farkına varmadı.

Hedefe kilitlenmişler, planın dışında ortaya çıkan sahnede doğaçlamaya soyunmuşlardı.

Meşal'a yaklaştıklarında Kendall, Coca-Cola kutusunu açtı.

Ancak bekledikleri gibi kutu çalkalandıktan sonra patlamadı.

Bu kez Beads devreye girdi.

Ve Meşal'e spreyle zehri sıkmaya çalıştı.

Fakat bu kez de Meşal'in şoförü olup biteni fark edip Mossad ajanına elindeki gazeteyle vurdu.

Beads, Meşal'in kulağına birkaç damla zehri bulaştırmayı başarsa da "hedef" olay yerinden kaçmıştı. 

Sonrası mı?

Turist kılığına giren ajanlar Ürdün polisi tarafından tutuklandı.

Suikast girişimi İsrail ile Ürdün hükümetleri arasında infiale neden oldu, iki ülke ilişkileri gerildi.

Kral Hüseyin, Netanyahu zehirin panzehirini verene kadar Mossad ajanlarını hapse atma tehdidinde bulununca Netanyahu "Panzehiri verin!" talimatı verdi.

Sonunda İsrail, Beads ve Kendall'ın serbest bırakılması karşılığında Hamas lideri Şeyh Ahmed Yassin'i serbest bırakmak zorunda kaldı.

Beads ve Kendall, Kanada büyükelçiliğine teslim edildikten sonra İsrail'e dönebildi. 

Kanadalılar ise Mossad ajanlarının sahte Kanada pasaportları kullanmasından dolayı çok rahatsız ama muhtemelen her zamanki gibi kibarlardı.

2- Aşkının ya da uçkurunun kurbanı Mossad başkanı: Yossi Cohen

Avustralyalı iş insanı James Packer'dan kızının düğünü için 20 bin dolarlık hediye almış, yine kızı için Birleşik Arap Emirlikleri hükümeti aracılığıyla Dubai'de yüksek maaşlı iş garantisi sağlamıştı.

Ancak Mossad'ın başkanı Yossi Cohen sadece kızıyla ilgilenmiyordu.

Onu asıl tefe koyan ismi hala kimliği sır olan bir hostesle yaşadığı gizli ilişkiydi.  

2021'deki bir araştırma raporu, Mossad'ın eski başkanı Cohen'in devlet sırlarını, ilişkisi olduğu hostes ve o dönemki kocasına ifşa ettiğini ortaya çıkarmıştı.

HaMakor soruşturma programına göre Cohen'in gizli ilişkisi 2018 sonlarına dayanıyordu.

Cohen dünya çapındaki istihbarat örgütü Mossad'ın operasyonlarına dair çeşitli gizli ayrıntıları bilmesiyle övünüyor, çifte seyahatleri hakkında bilgi veriyordu.

Hostesin kimliği belli değildi ama aldatılan eş kendisini gizlememişti.

İsrail finans piyasalarının bilindik simalarından Guy Shiker tüm işittiklerini hatta tanık olduklarını sadece mahkeme karşısında değil basının önünde de bir bir anlattı.

Mossad hakkında bir sürü hikaye anlattı. Çenesi çok düşük. Bana Mossad'ın ünlü bir Arap liderinin doktorunu 'izlediğini' söylemişti"

Cohen'ın eşine "Prensesim" ve "Güzelim" diye hitap ettiği mesajlar gönderdiğini söyleyen Shiker, "Şu anda bir aileyi mahvediyorsun" diye Mossad direktörüne çıkıştığından bahsedecek, Cohen'in Mossad'daki yönetim tarzıyla ilgili bazı ayrıntıları paylaştığını da aktaracaktı:

Bana dedi ki, 'Mossad başkanı olarak atandığımda, dikkatlice dinle, 10 gün içinde altı üst düzey yetkiliyi kovdum... çünkü sisteme sadık değillerdi, iyi değillerdi. Ben onların eşitleri olduğumuzda en iyi arkadaşları olduğumu düşündüler. Ben atandığımda onları kovdum hem de merhamet tanımadan"

Cohen elbette iddiaları reddetti.

Asla güvenlik sırlarını veya paylaşmaması gereken bilgileri paylaşmadığını söyledi.

Olaydan kısa süre önce Cohen, Mossad'ın İran'ın Natanz'daki yeraltı santrifüj tesisini patlattığını ima ettiği bir röportajdan dolayı eleştiri almış, 2018'de Mossad'ın Tahran'daki bir depodan İran'ın nükleer arşivini çaldığı operasyonu ayrıntılı bir şekilde anlatmış, İran'ın öldürülen üst düzey nükleer bilim insanı Muhsin Fahrizade'nin yıllardır Mossad'ın hedefinde olduğunu doğrulamış ve İsrail'in İran'ın nükleer silah elde etmesini önleme konusundaki taahhütlerinin ciddi olduğunu anlatmıştı.

Mossad'dan ayrıldığından beri Cohen, etik ihlalleriyle ilgili birkaç suçlamayla karşı karşıya kaldı.

Cohen'in Mossad başkanlığı haziran 2021'de sona erdi ve yerine David Barnea geçti.

Cohen'i göreve atayan ise Benyamin Netanyahu'ydu.

3- Mossad terörist yerine Faslı garsonu öldürüyor

Altı Gün Savaşları'nın üzerinden beş yıl geçmişti.

İsrail ve Arap ülkeleri silahlanmaya devam ediyordu.

1972 Yaz Olimpiyatları düzenleniyordu.

Adres sporun evrenselliğinden çok terörün acımasızlığının ön plana çıkacağı Müniht'ti.

Kara Eylül örgütü üyesi silahlı militanlar İsrail Olimpiyat takımının on bir üyesini rehin almış, olay rehineler ve bir polisin ölümü ile sonuçlanmıştı. 

Bir yıl sonrası, 1973...

Mossad ajanları Münih katliamından sorumlu tuttukmları Kara Eylül terör örgütünün lideri Ali Hassan Salameh'i yakalamak istiyordu.

İsrail intikam peşindeydi. 

Salameh'in Norveç'te olduğu bilgisini aldılar.

"Süngü Operasyonu" olarak da anılan "Tanrı'nın Gazabı" operasyonu için düğmeye basıldı.

Aslında operasyon Filistinli tercüman Wael Zwaiter'in Roma'da vurulması ve Kara Eylül'ün liderlerinden olduğu öne sürülen Mahmud Hamşari'nin Paris'te arabasına bomba konulmasıyla zaten başlamıştı.

Önce Zwaiter'in terör örgütü ve saldırılarla herhangi bir bağlantısı olmadığı iddia edildi.

Ama asıl skandal Norveç'te gerçekleşecekti.

Münih'teki yaz olimpiyatlarında yaşananların intikamı, seneler sonra kış olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak 20 bin nüfuslu küçük Norveç kasabası Lillehammer'de alınacaktı. 

Mossad ekibinin genç ve tecrübesiz lideri Mike Harari, Salameh sandıkları adamı buldu.

Ancak bu Faslı garson Ahmed Bouchiki'den başkası değildi.

Faslı garson Münih saldırılarının sorumlusu Salameh'e talihsiz şekilde çok benziyordu.

Bouchiki'nin Salameh sanılması Kara Eylül örgütü adına kuryelik yapmış, ardından Mossad için çifte ajanlığa soyunmuş Kemal Benamane'nin marifetiydi.

Bouchiki, işten eve dönerken vurularak öldürüldü.

Sonrası kaos...  

Zira küçük Norveç kasabasında neredeyse yarım asırdır tek bir cinayet vakası kaydedilmemişti.

Kasabadaki on iki yabancının varlığı zaten halk ve polisçe fark edilmişti.

Bu yüzden Bouchiki öldürüldüğünde polis yakındaydı.

Harari ve ekibin bir kısmı kaçmayı becerdi, altı ajan ise Norveç polisi tarafından tutuklanıp cinayetle suçlandı.

Mahkemede ajanlar Mossad'ın gizli faaliyetleri ve suikast yöntemleri hakkında utanç verici ayrıntılar içeren itiraflarda bulundu. 

Skandalın ardından Mossad, Avrupa'daki tüm güvenli evlerini, gizli telefon numaralarını bir bir terk edip ortadan kaldırdı.

Olan 30 yaşındaki genç garsona olmuştu. 

4- Münih'in intikamını alırken siviller de ölüyor

Norveç'teki Lillehammer felaketinden beş yıl sonrası...  

Mossad bir kez daha Münih Olimpiyatları'ndaki saldırıladan sorumlu tuttuğu Ali Hassan Salameh'in hala peşindeydi.

Bu kez hata yapmak istemiyorlardı.

Ancak İsrailliler Salameh'in aradan geçen yıllar içinde bir CIA'in bir piyonu haline geldiğini bilmiyorlardı.

CIA, Salameh'in statüsü ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içindeki bağlantılarını kullanıp ABD'ye yönelik olası saldırıları önlemeyi umuyordu.

Hatta iddiaya göre Washington'ın bu hamlesi sayesinde dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger bir suikastten kurtulmuştu.

İsrail'in o dönem bir numaralı hedefi olan CIA'in kiralık ajanı işini iyi yapıyordu.

Bununla birlikte Salameh'in hizmetleri karşılığında para almayı reddettiği de söylenecekti.

Sadece Amerikalılar ile Filistinliler arasında daha iyi ilişkileri teşvik etmek istediğini söylese dahi CIA pahalı balayının masraflarını ödemişti. 

Mossad daha sonra CIA ile Salameh'in ilişkisi hakkında bilgi istedi.

İsrail'in şüphelerini gidermek için CIA, teröristle herhangi bir ilişkisinin olmadığını kesin bir dille reddetti.

Haliyle Mossad yeniden işe koyulabileceğini düşündü.

1978'in son günleriydi.

Erika Chambers, Salameh'i bulmak için Beyrut'a gönderildi.

Kendisini Filistinli çocuklara bakım sağlayan yardım kuruluşunda çalışan İngiliz bir kadın olarak takdim etti.

Kısa sürede diğer Mossad ajanları teröristi bulmuştu.

Hemen günlük rutinini öğrenmeye giriştiler.

Rizk ile evlenen Salameh, FKÖ Genel merkezi, ilk eşi ve iki çocuğunun evi ile Rizk'in daireleri arasında düzenli olarak mekik dokuyordu. 

22 Ocak 1979...

İsrailliler bir Volkswagen kiraladı.

Onu patlayıcılarla doldurup Salameh'in sık kullandığı rota üzerine park ettiler.  

Salameh'in Chevrolet'i Volkswagen'in yanından geçerken patlayıcılar radyo vericisiyle infilak ettirildi.  

Patlamada Salameh ve onu bir Land Rover ile takip eden korumalarıyla birlikte dokuz kişi öldü.

Bir görgü tanığı, tanık olduklarını şöyle tarif edecekti: 

Cehennem gibiydi. İnanılmazdı. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim, hatta Beyrut'ta bile. Tüm şehir yanıyormuş gibi hissedildi. Bir sürü ölü insan, yanmış araçlar ve sokakları süsleyen genç cesetler. Sonra Hassan Salameh'in bir arabadan çıkıp yere düştüğünü gördüm. İnsanlar bana kim olduğunu söyledi."

İsrail amacına nihayet ulaşmıştı.

Ancak yaşamını yitirenler arasında çok sayıda sivil de vardı. 

5- İsrail ile ABD'yi karşı karşıya getiren adam: Pollard

1985 yılıydı.

Eski bir ABD Deniz Kuvvetleri istihbarat analisti olan Jonathan Pollard, İsrail için casusluk yapması nedeniyle FBI tarafından tutuklanmıştı.

Pollard, Mossad'a binlerce gizli belge sağlamış ve bunlardan bazıları iddiaya göre diğer ülkelere de iletilmişti. Olay, İsrail ile ABD arasında büyük bir ayrılığa neden oldu. 

Peki iki müttefiği karşı karşıya getiren bu adam kimdi?

Jonathan Jay Pollard 1954'de Texas'ın Galveston şehrinde doğdu, Amerikalı bir Yahudi'ydi.

Babası saygın bir bilim insanıydı.

Stanford Üniversitesi'nde eğitim aldı Pollard.

Ardından 1979'da Maryland, Suitland'deki ABD Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisi'nde istihbarat analisti olarak göreve başladı.

Zaman içinde rütbesini yükseltti.

Bu, hassas bilgilere erişebileceği anlamına geliyordu.

Mayıs 1984'te İsrail ajanları tarafından işe alındı.

Sonraki 18 ay boyunca, o dönem New York'ta eğitim izninde olan İsrail Hava Kuvvetleri Albayı Aviem Sella'nın oyuncağına dönüştü.

Tabi yüklü miktarda para karşılığında...

Pollard İsrail'e, Ortadoğu ve diğer ülkelere dair neredeyse sınırsız bilgi sağladı.

Bilgiler 1960'lardan beri İsrail Savunma Bakanlığı'nda faaliyet gösteren, eski Mossad görevlisi Rafael Eitan'ın yönettiği bağımsız istihbarat şebekesi "Bilimsel İrtibat Birimi" aracılığıyla iletiliyordu. 18 ay süresince Pollard'a hizmetleri için ödeme yapıldı.

İsrail ve Avrupa'ya seyahat etti.

Olayın farkına varılması halinde kendisine sığınma sözü verildi.

İsrailliler onun işe alınmasını hiçbir İsrail savunma bakanı veya kabine tarafından yetkilendirilmediğini iddia etse de bu ABD'de çok da inandırıcı bulunmadı.

FBI ajanları Pollard'ı ve eşini takibe başladığında çift siyasi sığınma talebiyle Washington'daki İsrail büyükelçiliğine kaçtı.

Ancak büyükelçilikten çıkarııp 21 Kasım 1985'te tutuklandılar.

Tutuklama ve açıklamalar, Amerikan Yahudi liderliği dahil olmak üzere halkın  tepkisine neden oldu.

İsrail, Reagan yönetimi ve ABD Kongresi ile açık bir çatışma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. 

ABD, soruşturmada İsrail'den işbirliği talep etti.

1 Aralık 1985'te dönemin başbakanı Şimon Peres, İsrail'in ilgili kişileri ABD yetkilileri tarafından sorgulanmasına izin verdi.

Tek taahhüdü bu değildi.

İsrail Pollard aracılığıyla temin edilen tüm belgeleri iade edecek, Bilimsel İrtibat Birimi'ni fesh edecek ve sorumlu İsraillileri cezalandıracaktı.

Pollard hiç mahkemeye çıkarılmadı.

Anlaşma gereği o dönemki eşi Anne'ın beş yıl hapis cezasını kabul etti.

Haziran 1986'da casusluk suçlamalarında suçlu olduğunu itiraf etti.

Ancak buna rağmen Mart 1987'de ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.  

2015 yılında 30 yıl hapis cezası sonrasında şartlı olarak serbest bırakıldı.

Independent Türkçe



Yeni korsanların çağı: Gizli dünyayı kim kontrol ediyor?

2024 yılında 8 bin 350'den fazla başarılı siber saldırı kaydedildi (Getty)
2024 yılında 8 bin 350'den fazla başarılı siber saldırı kaydedildi (Getty)
TT

Yeni korsanların çağı: Gizli dünyayı kim kontrol ediyor?

2024 yılında 8 bin 350'den fazla başarılı siber saldırı kaydedildi (Getty)
2024 yılında 8 bin 350'den fazla başarılı siber saldırı kaydedildi (Getty)

Muhammed el-Cedi

Dijital teknolojilere olan küresel bağımlılık arttıkça siber tehditler daha tehlikeli ve karmaşık bir hal alıyor. Dijital güvenlik artık bir lüks veya ek bir seçenek değil, aksine modern ekonomiler, altyapılar ve toplumlar için ilk savunma hattına dönüştü. Dijital dönüşüme doğru hızla ilerleyen ve teknolojiyi soluyan bir dünyada, “dijital belirsizlik” (digital uncertainty) çağına girmeye başladık ve bu, tüm dünyanın siyasal, ekonomik ve toplumsal güvenliğinin kalbini vurmaya başladı.

Hackmanac Merkezi, dördüncü olan 2025 Küresel Siber Saldırılar Raporu’nda, dünyanın benzeri görülmemiş dijital gerginliğin yeni bir safhasına girdiğini doğrulayan rahatsız edici gerçekleri ortaya koydu. Raporda, sadece bir yıl içinde gerçekleşen binlerce başarılı siber saldırı incelenerek, ağların ön cepheye dönüştüğü ve yazılım saldırılarının sessiz imha silahları haline geldiği bir dönemin kasvetli tablosu çizildi. Hükümet altyapılarının hack'lenmediği, sağlık sisteminin şantajla tehdit edilmediği veya büyük bir şirketin siber saldırıya uğramadığı gün geçmiyor.

8 binden fazla başarılı saldırı

Rapora göre, 2024 yılında 8 bin 350'den fazla başarılı siber saldırı gerçekleşti ve bu bir önceki yıla göre yüzde 18’lik bir yükseliş anlamına geliyor. Saldırıların şiddetinde önemli bir artış yaşanırken, ortalama zarar endeksi (ESIX©) yüzde 3,8 arttı. Saldırıların hedefinde artık ikincil önemde veya çevresel sistemler değil, üretim, bilim ve teknoloji, sağlık gibi hayati sektörler var. Saldırılardan en fazla payı yüzde 15 ile imalat sektörü aldı. Onu yüzde 10 ile teknoloji ve bilimsel araştırma sektörü, ardından yüzde 33'lük şoke edici artışın görüldüğü sağlık sektörü takip etti. Bu dağılım, saldırganların davranışlarında stratejik bir değişimi ortaya koyuyor; zira artık amaçları sadece anlık finansal kazanç elde etmek değil, derin ekonomik ve toplumsal zararlar vermek.

Dark Web

Hackmanac'ın raporu sahnenin karanlık tarafını, yani Dark Web'i de atlamıyor. Saldırıların yüzde 55'ten fazlası geleneksel medya takibinin dışındaki Dark Web kaynakları üzerinden tespit edildi. Burası, çalınan verilerle, karmaşık saldırı araçlarıyla ve organize bilgisayar korsanlığı anlaşmalarıyla dolu paralel bir dünya ve kamuoyunun haberi olmadan, koruyanlar ile saldıranlar arasında sessiz savaşlar yaşanıyor.

Saldırı araçları düzeyinde ise kötü amaçlı yazılımlar (Malware; işlev bozan, bilgi toplayan ve cihazlara erişim sağlayan yazılımlar) hâlâ mevcut. Sosyal mühendislik (social engineering; bilgilerinizi siz fark etmeden çalmaya yönelik akıllıca hileler) tüm saldırıların yüzde 66'sını oluşturuyor, ancak artık tek silah değil. DDoS saldırıları (sunuculara işleme kapasitesini aşan sahte oturum açma isteği göndererek çökmesine yol açan bir saldırı türü) yüzde 83 gibi şaşırtıcı bir oranda arttı. Dijital kimlik hırsızlığı ve sosyal mühendislik saldırıları ise yüzde 39 arttı. En tehlikelisi ise saldırıların artık çok teknikli hale gelmesi, gasp, bilgisayar korsanlığı ve veri bozmayı bir arada yapabilmesi, bunlar saldırılara karşı koymayı daha da zorlaştırıyor. Raporda, saldırıların daha profesyonel hale geldiği, kötü amaçlı yazılımların kullanımında önemli artış olduğu ve fidye yazılımı çetelerinin faaliyetlerinin devam ettiği belirtiliyor. Hatta fidye yazılımı saldırıları (verilerinizi şifreleyen veya saklayan ve bunların karşılığında fidye talep eden dijital virüsler) hâlâ öncü konumda ve bu saldırılara RansomHub ve LockBit 3.0 gibi gruplar öncülük ediyor. Öyle ki kaydedilen tüm saldırıların yüzde 20'sinden fazlasını tek başlarına gerçekleştirdiler.

Rusya ve Çin yok

Saldırıların jeopolitik haritası incelendiğinde, saldırıların yüzde 42'sinin hedefinin ABD olduğu, ABD'yi İtalya, İngiltere ve Kanada'nın izlediği görülüyor. Rusya ve Çin'in kurban listelerinde göreceli olarak yer almaması, bir cevap sunmaktan ziyade daha fazla soru işareti doğuruyor. Bu iki ülkede bilginin sıkı bir şekilde kontrol edilmesi, kendilerine yönelik saldırıların gerçek boyutunun değerlendirilmesini zorlaştırıyor.

Dijital tehdit giderek artarken, daha tehlikeli özel bir gelişme öne çıktı; devletlerin siber saldırı arenasına giriş yapması. Tehditler artık yalnızca tek başına hareket eden bilgisayar korsanları veya fidye yazılımı çeteleriyle sınırlı değil. Bunun yerine ülkeler, politik, ekonomik ve yıkıcı casusluk amaçlarıyla sistematik bilgisayar korsanlığı eylemlerini doğrudan veya dolaylı olarak destekliyorlar. Nitekim bilgi savaşı yüzde 64 oranında artarken, internet, geleneksel angajman kurallarının dışında, karada değil, kablolar ve uydu ağları üzerinden yürütülen sessiz bir savaş arenasına dönüştü.

Körfez mercek altında

Bölgesel nüfuzu ve Vizyon 2030 projeleriyle dikkat çeken Suudi Arabistan, yaşadığı büyük dijital dönüşüm nedeniyle bu siber savaşın dışında kalmadı ve cazip bir hedef haline geldi. Siber güvenlik altyapısını güçlendirmeye yönelik büyük yatırımlarına rağmen, saldırıların gelişmesi ve özellikle hayati öneme sahip petrol ve finans sektörlerine yönelik saldırıların artması, sürekli bir teyakkuz hali ve proaktif yaklaşımlar gerektiriyor. Bu, sürekli bir zorluk olmaya devam ediyor ve hem hücum hem de savunma stratejilerinin geliştirilmesini gerektiriyor.

Küresel rekabet ve cazibe alanı

BAE ise bölgenin en gelişmiş dijital ekonomilerinden biri olarak öne çıkan bir hedef haline geldi. Teknolojik yeniliklerdeki hızlı ilerlemesine, yapay zekâ ve akıllı şehirler alanındaki projelerine rağmen saldırı dalgasından kurtulamadı. Ülke, Ulusal Siber Güvenlik Merkezi gibi girişimler aracılığıyla katı standartlar uygulamak da dahil olmak üzere dijital alanını korumak için esnek ve gelişmiş bir politika benimsemiş olsa da siber tehditler sürekli güncelleme ve geliştirme gerektiriyor.

Stratejik bir sıçramaya ihtiyaç var

Kuveyt, dijital altyapısını entegre etme ve dijital güvenliğini artırma yönündeki kademeli gelişimine ve yorulmak bilmeyen çabalarına rağmen, hâlâ proaktif siber analiz çözümlerinin benimsenmesini hızlandırmaya, saldırılara gerçekleşmeden önce karşılık verebilecek yerel güçler oluşturmaya ihtiyacı var. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre dijital dünyada yavaş savunma politikalarından akıllı saldırı politikalarına geçmek artık bir lüks değil, varoluşsal bir zorunluluk. Küresel çapta saldırıların artmasıyla birlikte Kuveyt’in yapay zekâ ve derin siber analizlere dayalı önleyici ve proaktif modellere ihtiyacı bulunuyor. Kanunları iyileştirmek yeterli değil, bilakis tehditleri istisnai değil, kaçınılmaz olarak ele alan sürdürülebilir bir savunma ortamı inşa edilmeli.

Bu rapordan sonra nereye yönelmeliyiz?

Hackmanac raporu açık ve net bir uyarıda bulunuyor; Arap ve Körfez bölgelerimiz de dahil olmak üzere dünya giderek artan bir dijital açıklık ile karşı karşıya.

Dijital dönüşümdeki dalgalanmalar ışığında, tehditler oluşmadan önce onları tespit edebilecek dijital istihbarat birimleri kurmak, saldırıları engellemek için uzmanlaşmış araştırma merkezleri, bölgesel iş birlikleri kurarak ulusal siber güvenliği güçlendirmek yoluyla “müdahale” politikasından “öngörme” politikasına geçilmesi gerekiyor.

Tehditler artık sadece teknik raporlardaki rakamlardan ibaret değil, çatışma ve nüfuz araçlarına silah seslerinin değil, çalınan verilerin ve felç olmuş altyapının çığlıklarının duyulduğu savaş alanlarına dönüşmüş durumda.

Sadece yüksek elektronik duvarlar inşa etmek yeterli değil, aynı zamanda saldırıları öngörebilen ve savaş mantığının değiştiğini anlayabilen uyanık zihinler inşa etmek de gerekiyor.

Artık “Saldırıya uğrayacak mıyız?” sorusunu değil, “Ne zaman, nasıl saldırıya uğrayacağız ve buna karşılık vermeye hazır mıyız?” sorusunu sormalıyız.

Hackmanac raporu tek bir cümleyle durumu acı ve vurucu bir şekilde özetliyor:

“Sorunun büyüklüğü başlı başına bir sorun haline geldi.”

* Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.