Putin’in Avrupa yakasındaki dikeni: Viktor Orban

Macaristan Başbakanı doğrudan Kremlin Efendisi için mi yoksa ülkesinin geleceği için mi çalışıyor? Neden Avrupa’nın Ukrayna’ya verdiği desteği engelliyor ve AB’ye katılmasına karşı çıkıyor?

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, AB’de veto kartını oynuyor. (Reuters)
Macaristan Başbakanı Viktor Orban, AB’de veto kartını oynuyor. (Reuters)
TT

Putin’in Avrupa yakasındaki dikeni: Viktor Orban

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, AB’de veto kartını oynuyor. (Reuters)
Macaristan Başbakanı Viktor Orban, AB’de veto kartını oynuyor. (Reuters)

Avrupalı bir isim, özellikle Ukrayna meselesiyle ilgiliyse, Kıta’daki ülkelerin çabalarını gerçekten engelleyebilir mi?

Özellikle de Ukrayna ordusunun askeri şansının bir yandan Rus kuvvetleri karşısında azaldığı, diğer yandan ABD’nin milyarlarca dolarlık askeri yardım sağlamaya isteksiz göründüğü bir dönemde, sözde ve eylemde durum böyle görünüyor. İki yıl önceye benzer şekilde Josep Borrell gibi önde gelen Avrupalı ​​isimler, Ukrayna’nın yenilgisine ve Rusya’nın zaferine karşı uyarıda bulundu.

Peki, Avrupalılardan daha fazla bir meblağ ile Ukrayna’yı desteklemeye çalışan genel eğilime karşı çıkan bu Avrupalı ​​kim?

Macaristan Başbakanı Viktor Orban aralık ayı ortasındaki Brüksel zirvesinde, Avrupa Birliği (AB) liderlerinin Ukrayna’ya mali yardım paketi sağlanması konusunda anlaşmaya varmasını engelledi. Kremlin’in en iyi dostu olan Orban’ın tavrı, Ukrayna ve destekçileri için bir yenilgiyi temsil ediyor.

Özellikle yaşanan olay, Orban’ın veto yetkisini ‘Avrupa’nın Ukrayna’ya yaptığı 50 milyar euro tutarındaki kredi ve bağış yardımının onaylanmasını’ engellemek için kullanmasıydı. Orban, X üzerinden yaptığı açıklamada “Gece oturumu özeti: Ukrayna için ek fonlar konusunda veto ve Avrupa’nın çok yıllı bütçesinin gözden geçirilmesi konusunda veto. Önümüzdeki yıl gerekli hazırlıkların ardından bu konuya tekrar döneceğiz” ifadelerini kullandı..

Özellikle Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ve müttefiklerinin, Avrupa Zirvesi’nin Ukrayna’nın AB’ye katılımına yönelik müzakerelerin başlatılmasındaki başarısı konusunda karşılıklı tebriklerde bulunmaya devam etmesinden sonra Kremlin’in AB’deki en iyi dostu olan Orban’ın konumu hem Ukrayna hem de destekçileri için bir gerileme anlamına geliyor.

Fotoğraf Altı: Orban ve Putin’in ilişkisi Batı’yı endişelendiriyor. (Getty)
Orban ve Putin’in ilişkisi Batı’yı endişelendiriyor. (Getty)

Peki,Viktor Orban kim? Macaristan’ın konumu nerede? Bu adam, neden diğer Avrupalı ​​liderlerin dostu olmaktan çok Putin’in dostu gibi görünüyor? Macaristan için özellikle Orban’ın fikirlerinin kaynaklandığı bir tarihsel arka plan var mı?

Macaristan’ın oğlu Orban komünizme karşı

Orban, 1963 yılında Macaristan’ın Szekesfehervar şehrinde orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası çiftçiydi. Ancak Orban’ın lise yıllarında gösterdiği üstün başarı, onun Oxford’daki Pembroke Koleji’ne aday gösterilmesine katkı sağladı.

Mart 1988’de Orban, Fidesz (Genç Demokratlar Birliği) partisinin kurucu üyelerinden biriydi. Kendisi, örgütün ilk resmi sözcüsüydü. Ayrıca kendisi ve grubu, Sovyetler Birliği’nin kendilerine uyguladığı halk baskısını açıkça reddettiklerini ifade etti.

Orban, başlangıçta gayretli bir vatansever ve cesur bir lider gibi göründü. Doğu Avrupa’da Sovyetler Birliği’ne karşı devrim mayalanırken Orban, başkent Budapeşte’deki Kahramanlar Meydanı’nda eski Başbakan Imre Nagy ve Sovyetlerin tanklarla bastırdığı 1956 Macar Devrimi’nin diğer şehitlerinin anısına bir konuşma yaptı.

Orban konuşmasında özgür seçimler yapılmasını ve Sovyet güçlerinin geri çekilmesini talep etti. Konuşma ona geniş ulusal ve siyasi beğeni getirdi.

Orban, Oxford’dan döndükten sonra hızla ülkesinin parlamentosuna girdi ve ardından Fidesz parlamento bloğunun liderliğine atandı. Mayıs 1993’e kadar bu sıfatla görev yaptı.

Viktor Orban 1993 yılında Fidesz partisinin ilk başkanı oldu. 2010 parlamento seçimlerinde partisi, yüzde 52,73 oy alarak kendisinin ve partisinin anayasayı değiştirmesine olanak sağladı.

Geleneksel laik eğilimlerin aksine, Orban’ın geleneksel Avrupa dini köklerine sahip olduğu açık görünüyordu. Macaristan Anayasası değiştirilir değiştirilmez anayasaya geleneksel evliliği ve seçim reformunu destekleyen hükümler ekledi. Ayrıca Meclis’teki sandalye sayısının 386’dan 199’a düşürülmesi talimatını verdi. Ayrıca Eylül 2010’da terörle mücadelenin temeli olarak bir kolluk kuvvetinin ve yeni istihbarat teşkilatlarının kurulması emrini verdi. Partisi 2014, 2018 ve 2022 parlamento seçimlerini kazanırken, Orban’ın da zaferleri devam etti. Sanki Macarlar, Avrupa’yı güç ve şiddetle vuran kargaşa ve huzursuzluk ortamında güvenliklerini ve istikrarlarını korumak için aradıkları şeyi Orban’da bulmuşlardı.

Fotoğraf Altı: Macaristan Krallığı, Batı dünyasının kültür merkezlerinden biri olarak kabul ediliyordu. (AP)
Macaristan Krallığı, Batı dünyasının kültür merkezlerinden biri olarak kabul ediliyordu. (AP)

Tarihi Macaristan Krallığı’nın yeniden canlanması üzerine…

Tarih bilgisi olanlar Macaristan Krallığı’nın yaklaşık 946 yıl boyunca varlığını sürdürdüğünü ve Batı dünyasının kültür merkezlerinden biri olarak kabul edildiğini bilir.

Macaristan’ın 1541’den 1699’a kadar süren 150 yıllık Osmanlı hakimiyetinden sonra Macaristan, Habsburg İmparatorluğu’na ilhak edildi. Ardından Macaristan ve Avusturya’yı içeren bir devlet kuruldu. Bu, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu olarak biliniyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar dünyanın süper güçlerinden biriydi. Savaş sonunda Macaristan’ı Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü nedeniyle cezalandıran Trianon Antlaşması’nın bir parçası olarak Macaristan, topraklarının yüzde 70’ini ve etnik Macarlardan oluşan nüfusunun üçte birini kaybetti.

Geçen kasım ayında İngiliz The Times gazetesinin haberine göre Orban, üzerinde Avusturya, Slovakya, Romanya, Hırvatistan ve Ukrayna’ya ilhak edilen bölgelerin de bulunduğu, Birinci Dünya Savaşı öncesinden kalma ülkesinin haritasını taşıyan bir atkı takmıştı.

4 Haziran 1920’de imzalanan ve 1921'de yürürlüğe giren Trianon Anlaşması’na göre Macaristan’ın eski Avusturya- Macaristan imparatorluğu içinde var olduğu döneme kıyasla yüzölçümünün yüzde 75’ini kaybettiği biliniyor.

Orban’ın atkıyı takması, sadece bir futbol takımına tezahürat yapma biçimi miydi, yoksa sınır anlaşmazlıklarını yeniden canlandırarak bir zamanlar Macaristan’ın egemenliği altında olan topraklara yönelik tarihi hak iddiaları fikrine geri mi dönmüştü?

Elbette Romanya gibi bazı komşu ülkelerin tepkileri, Macar sağının fikirlerinin ‘ideolojik teorileştirme çemberinden pratik uygulamaya kadar’ belirli bir noktada değişebileceğine dair gerçek korkuları gösterdi. Bunu mümkün kılan şey ise Orban ve Putin arasındaki ilişkiydi.

Romanya, Orban’ın ‘canavar atkısı’ yoluyla ortaya koyduğu ifade karşısında derin kaygı duyduğunu dile getiren ilk ülke oldu. Öyle ki Romanya Dışişleri Bakanlığı, tabiri caizse, Orban’ın bu atkıyı takmasını ‘güçlü bir şekilde reddettiğini’ açıkça belirtirken, Ukrayna ise resmi bir özür talep etti.

Ukrayna Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Facebook üzerinden yaptığı bir paylaşımda şu ifadeleri kullandı:

“Macaristan’da haritanın değiştirilmesine ilişkin herhangi bir revizyonist fikrin desteklenmesi, Ukrayna- Macaristan ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunmaz ve Avrupa politikasının ilkeleriyle tutarlı değildir.”

Atkı olayı, Orban’ın Büyük Macaristan’a atıfta bulunarak gerilim yarattığı ilk olay değildi. Öyle ki 2020’de, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden önce Macaristan Krallığı’nın sınırlarını gösteren bir yerkürenin fotoğrafını yayınlamıştı. Bu fotoğraf, Hırvatistan ve Romanya gibi ülkeleri tepkilerine neden olmuştu.

Fotoğraf Altı: Macaristan, AB’nin kalbindeki ‘asi üye’ gibi görünüyor. (Reuters)
Macaristan, AB’nin kalbindeki ‘asi üye’ gibi görünüyor. (Reuters)

Macaristan, İngiltere’nin deneyimini tekrarlayacak mı?

Macaristan’ın AB’nin kalbindeki asi üye olduğu çok açık görünüyor. Diğer taraftan ise AB, Macaristan topraklarında medya özgürlüğünün bulunmadığı ve azınlık haklarının kısıtlandığı yönünde yaygın eleştirilerde bulunuyor. Ancak koşullar, Macaristan’ın AB ile yaşadığı krizin bundan çok daha geniş ve derin olduğunu gösteriyor. Bu da birçok siyasi analistin şu soruyu yöneltmesine neden oldu; Macaristan, AB’den çekilme anlamına gelen İngiliz deneyimini tekrarlayabilir mi?

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre Macaristan’da yapılan kamuoyu anketleri, AB’ye üyeliğin devamlılığı fikrinin kabul edilmemesi yönünde dramatik değişiklikler olduğunu gösteriyor.

Avrobarometre’nin gerçekleştirdiği son araştırmaya göre, bu yıl Macarların yalnızca yüzde 29’u AB’ye destek verdi. Geçen yıl bu oran yüzde 51’di.

Bu gerilemeyle paralel olarak Bloomberg, Koronavirüs pandemisi sırasında Macar hükümeti tarafından ortaya koyulan test balonuna atıfta bulunan bir rapor yayınladı. Öyle ki Macaristan Maliye Bakanı, İngiltere’nin Brexit’ine benzer şekilde Huexit fikrini öne sürerken, Macaristan’ın blok bütçesine net katkıda bulunan bir ülke haline gelmesi durumunda AB üyeliğinin yeniden şekillenebileceğini belirtti.

Peki, Macaristan’ın AB ile yaşadığı kriz, dinsel kökenleri olan dogmatik bir kriz mi, yoksa yalnızca siyasi özellikleri olan ideolojik bir kriz mi?

Liberal laik eğilimlere dayanan ve Avrupa’nın dini kökenlerini fazla önemsemeyen AB ile arasında derin farklılıklar bulunuyor. Macaristan halen inancı ve manevi kökleriyle gurur duysa da bunun komünist yönetim yılları boyunca sarsılmaz kalmasını sağlayan şey olması da muhtemel. Bu, Rusya’da aynı Ortodoks ruhani deneyimini tekrarladığı ve yetmiş yıl boyunca üzerindeki komünist baskıların çirkinliğine rağmen, bir inanç kuluçka merkezi olarak kaldığı anlamına geliyor.

Ancak aslında bir başka boyut daha var. Özellikle Orban hükümetinin ekonominin büyümesini sağlamak için yatırımları çeşitlendirmek amacıyla ‘doğuya yönelme’ politikasını geliştirmesinden sonra gelişen ekonomik boyut.

Bu politika, AB üyeliğindeki Budapeşte’nin liberal seçkinleriyle aynı fırsatlardan yararlanamayan kırsal kesimdeki seçmenlerin özellikle ilgisini çekti. Batılı olmayan ülkelerle yaşanan bu yakınlaşmanın, kimlik söylemini güçlendirmesi de bu eğilimin parlaklığını pekiştirdi. Bu kimlik söylemi ise Orban ve destekçilerinin ‘Batı inançlarının, muhafazakâr Hıristiyan değerlerine düşman olduğunu’ inandığı şeyleri reddediyor.

Fotoğraf Altı: Avrupalıları Orban’a karşı kışkırtan atkı. (Reuters)
Avrupalıları Orban’a karşı kışkırtan atkı. (Reuters)

Orban, Rusya’nın Avrupa’daki adamı mı?

Macaristan Başbakanı Viktor Orban geçen ekim ayında, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kremlin’in efendisini savaş suçlarıyla suçlamasından bu yana Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşen ilk Batılı lider oldu.

Bu görüşme, Pekin’deki Bir Kuşak Bir Yol Forumu’nun oturum aralarında gerçekleşirken Orban, Putin’e Macaristan’ın asla Rusya ile karşı karşıya gelmek istemediğini belirtti. Ayrıca Budapeşte’nin hedefinin, ‘her zaman karşılıklı olarak daha iyi iletişim sağlamak olduğunu’ da dile getirdi.

Bu toplantı, Ukrayna’yı işgalinden bu yana ‘özellikle yaptırımları erteleyerek, Kiev’e askeri yardım sağlamayı reddederek ve Kiev’in AB’ye katılmasına karşı çıkarak’ tavırları Putin’i şu ya da bu şekilde destekleyen Orban’a yönelik yaygın eleştirilere yol açtı.

Bu toplantı uzun süredir sorulan şu soruyu da güçlendirdi; Orban, AB’nin kalbinde yer alan bir Rus mu?

Avrupalı ​​ve Amerikalı çevreler Orban’ı, özellikle de Moskova ile Washington arasında barış görüşmeleri yapılması yönünde defalarca yaptığı çağrılar ışığında, Putin’den ek Rus gazı sevkiyatı yoluyla bir tür ödül almakla suçluyor.

Bu bağlamda Frankfurt Zeitung gibi bazı Alman gazeteleri, “Komşu ülkeler sinirlendiğinde, Budapeşte şaşkın ve masum numarası yaparak bunun yalnızca geçmiş bir durumun temsili olduğunu ve mevcut siyasetle hiçbir ilgisi olmadığını iddia ediyor” yorumunu yaptı.

Avrupalılar da “Orban’ın şu ana kadar bu tür provokasyonlardan kaçınmaması başlı başına bir skandal. Çünkü halen savaş suçlusu Putin’e yakınlık gösteriyor” açıklamalarında bulundu.

Orban, Putin’le görüşmesi nedeniyle oluşan Avrupa öfkesine nasıl tepki verdi?

Cevap çok ilginç. Rusya merkezli TASS ajansının 6 ve 20 Aralık tarihlerinde aktardığı açıklamalara göre Orban, “Macar milletinin çıkarları gerektiriyorsa Putin’le tekrar görüşmek mümkün” dedi. Orban ayrıca, “Brüksel’den gelenler de dahil olmak üzere dış görüşlerin, Rusya Devlet Başkanı ile yapılan hiçbir toplantıda hiçbir etkisi yoktur” şeklinde konuştu.

Orban bununla da yetinmedi. “Batı, uyuşmazlık ve karşı çıkma nedeniyle Rusya Devlet Başkanı ile görüşmekten çekiniyor. Ancak siyaset, gerçeklik ve sonuç anlamına gelir” açıklamasında bulundu. “Özel operasyonlar dışında her zaman bir araya gelip konuşmalıyız” diyen Orban, “Ukrayna krizinden çıkmanın tek yolunun müzakerelerden geçtiğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı. Bu, bu adamın Ukrayna’ya ve özellikle de Cumhurbaşkanı Zelenskiy’e karşı düşmanca bir yönelime sahip olduğu anlamına mı geliyor?

Fotoğraf Altı: Orban’ın Ukrayna’nın Rusya’yı yenme şansının olmadığı vurgusu rahatsızlığa neden oldu. (Getty)
Orban’ın Ukrayna’nın Rusya’yı yenme şansının olmadığı vurgusu rahatsızlığa neden oldu. (Getty)

Ukrayna kazanamayacak ve AB’de yeri yok

Viktor Orban’ın biyografisini ve kariyerini inceleyen bir araştırmacı analist, “Rusya ile arasında yaşanan askeri çatışmaya ilişkin tutumunun da gösterdiği gibi Orban’ın Ukrayna’ya karşı tarihi bir kini mi var?” ifadelerini kullandı.

Geçen mayıs ayında Katar Ekonomik Forumu’nda açıklama yapan Orban, “Askeri çözümün işe yaramadığı açık” diyerek, Ukrayna savaşının ‘diplomasinin başarısızlığının’ sonucu olduğunu vurguladı.

Orban, “Gerçekler, rakamlar, bağlam ve NATO’nun güçlerini göndermeye hazır olmadığı gerçeği göz önüne alındığında, Ukraynalıların savaş alanında zafer kazanamayacağı açıktır” dedi.

Orban, ilginç bir tutum sergileyerek, zavallı olmalarından yola çıkarak onlara sempati duyduğunu belirtti. Ayrıca Ukraynalıların acılarını anladığını ve bu nedenle tırmanışın durdurulması ve barışa ve müzakerelere doğru ilerlenmesi gerektiğini söyledi.

Bu tutum, aslında kaçamak bir tutum ve dolaylı da olsa Rusya’yı destekleme yönündeki derin arzusunu yansıtıyor.

Orban’ın birkaç gün önce Ukrayna’ya destek amaçlı 50 milyar doları veto etmesinden önce Macaristan da geçen mayıs ayında AB’nin benzer 500 milyon euroluk yardım sağlamasını engellemişti.

Macaristan, aynı zamanda Ukrayna’nın Rus işgalini püskürtmesine yardım etmek için silah sağlamayı reddeden birkaç NATO üyesinden biri. Bloomberg’e göre Orban’ı eleştirenler, onun AB’nin Kiev’e yaptığı fonları kesmesi yönündeki baskısının Rus saldırganlığına teslim olma talebine benzediğini söylüyor.

Avrupa’nın Ukrayna’ya karşı en düşmanca tutumu, Ukrayna’nın AB’ye üye olmasını reddetmesidir. Geçen kasım ayı sonlarında Yurttaş Birliği Partisi’nin altı aylık konferansında yaptığı konuşmada da bunu belirtti.

Orban, “Ukrayna, AB’ye katılmak için ışık yılı uzaklıkta” dedi. Ayrıca kendisinin ve hükümetinin, Ukrayna’nın üyelik müzakerelerine davet edilmesi konusunda planlanan görüşmelere direneceğini söyledi.

Yeni bir ülkenin AB’ye kabul edilmesi için tüm üye ülkelerin oybirliği gerekiyor. Bu durum da Orban’a güçlü veto yetkisi veriyor.

Fotoğraf Altı: Orban, Ukrayna’nın AB’ye katılmasını kabul etmedi. (Getty)
Orban, Ukrayna’nın AB’ye katılmasını kabul etmedi. (Getty)

Siyasi Püritenlik mi ekonomik pragmatizm mi?

Bu noktada Rusya ile Macaristan ve Putin ile Orban arasındaki ilişkilere dair şüpheler artıyor. Peki, Orban, AB’nin Rusya lehine dönmesinde hayati ve stratejik bir rol oynuyor mu?

Moskova’nın Ukrayna’nın NATO’ya veya AB’ye katılmasına izin vermediği biliniyor. Çünkü Rusya, iki kuruluşu da tarihi düşmanı olarak görüyor ve Ukrayna’yı kedi pençesi olarak kullanarak planladıklarına güvenmiyor.

Söz konusu konferansta Orban, Ukrayna’nın AB’ye katılımının önünde durma niyetini açıkça dile getirerek, “Misyonumuz, AB’den ışık yılı uzakta olan Ukrayna ile müzakerelerin başlatılması yönündeki yalan vaadi düzeltmek olacak” dedi.

Macaristan’ın Ukrayna’ya yönelik tutumu, göreceli avantajlar elde etme veya pragmatik hedeflere ulaşma amacıyla, neredeyse çelişkilerle oynamanın ötesine geçen bir konuma dönüşüyor. Buna kanıt olarak Avrupa bloğunun maliye bakanlarının Kovid-19 krizi sonrasında ekonomik toparlanma için ayrılan 10,4 milyar euronun 920 milyonluk kısmını Macaristan’a sağlamayı kabul etmiş olmaları gösterilebilir. Daha sonra Avrupa Komisyonu, fonların tamamının serbest bırakılacağını duyurdu. Bu durum, Komisyon’un ‘Orban’ın şantajına teslim olması’ olasılığına ilişkin bazı blok üyeleri arasında endişelere yol açtı. Çünkü geriye kalan 9 milyarın ödenmesi, yolsuzluk ve çıkar çatışmalarıyla mücadele, yargı bağımsızlığının desteklenmesi, ifade özgürlüğü, akademik özgürlükler, azınlıkların ve göçmenlerin haklarının korunmasına ilişkin reformlara bağlıydı. Özellikle de Macaristan’ın genel iç hasılasının yaklaşık yüzde 5’ini temsil ettiğini ve ülkede enflasyon oranlarının son dönemde yüzde 10 eşiğinin altına düştüğü göz önüne alırsak bu, önemsiz bir miktar değil.

Orban’ın Ukrayna konusundaki tutumunun arkasında belirsiz bir neden daha mı var?

Evet. Orban, ideolojik ve etnik açıdan masum yüzünü gösteren yetenekli bir siyasetçi. Ancak gerçekte, Ukrayna’nın tek başına girecek olmaması nedeniyle (Moldova kastediliyor) Ukrayna’nın AB’ye katılımının, otomatik olarak Avrupa’nın Orta Avrupa ülkelerine verdiği desteğin azalması anlamına gelmesinden korkuluyor.

Orban ayrıca, Avrupa’nın doğuya doğru genişlemesinin, 2023- 2027 dönemi için 264 milyar euroyla AB’nin en büyük bütçesini temsil eden Ortak Tarım Politikası’na (OTP) yansımasından da korkuyor. Eski kıtanın en büyük tarım ülkesi olan (41,5 milyon hektar ekilebilir alan) Ukrayna’nın katılımı, her ülke için tarımsal destek kartlarının yeniden dağıtılmasına yol açacaktır.

Financial Times tarafından yayınlanan ve resmi olmayan bir Avrupa araştırmasına göre Ukrayna’nın AB’ye katılımı, Kiev’in OTP programı kapsamında yedi yıllık bir süre içinde 96,5 milyar euro elde etmesini sağlayacak.

Orban, Fransız dergisi Le Point’e yaptığı açıklamada “Eğer bu (Ukrayna) tarımının AB’ye girmesini istiyorsanız ertesi gün Avrupa tarım sistemi çöker” dedi.

Orban ile zengin ve güçlü halkların zamanları

Orban’ın bir yanda ırklar ve dini inançlar, diğer yanda ‘Macaristan’ın imparatorluklar dünyasına dönüşüne’ dair hayalleri dahil olmak üzere mali ve ekonomik açgözlülük arasında gidip gelen zihniyetini anlamak neredeyse imkansız. Coğrafya ve tarih, Orban’ı bu arzularından neredeyse mahrum bırakıyor.

Ancak gerçekte göründüğü gibi bu adam, hayatında iki ana kurala odaklanmıştır; Birincisi para, ikincisi güç. Bunlar genellikle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.

Orban haziran ayı sonlarında X platformu üzerinden yaptığı açıklamada AB parasına ilişkin olarak “Yedi yıllık bütçeye henüz iki yıl kala Brüksel’de para bitiyor. Bu nasıl oldu? Bütçeye ne oldu? Para nerede?” diye sordu.

Bu açıklamadan bir gün sonra, özellikle de 1 Temmuz’da Orban, tüm dünyanın ancak güçlü insanların dayanabileceği ve geçebileceği zorlu sınavlardan geçtiğini, zayıfların ise tüketilip yok edileceğini vurguladı.

Orban, Budapeşte’de öğrenci kalabalığına yaptığı konuşmada ise şunları söyledi:

“Bugün tüm dünyanın temellerinden sarsıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Depremin merkez üssünün sınırlarımızda, yani Ukrayna’da olması nedeniyle biz de bu bölgede bir istisna değiliz. Macaristan sınırlarında savaş sürüyor ve on binlerce, yüzbinlerce göçmen sınırlarımızı kuşatıyor. İşte bu nedenle ülkemizin, hükümetimizin, ordumuzun, sivil teşkilatımızın güçlü olması gerekir. Zayıf ulusların öldüğü ve yalnızca güçlü olanların ayakta kaldığı zamanlar vardır.”

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
TT

Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)

Mina Abdulfettah

Sudan ve Çad'ı coğrafi olarak ayıran ortak sınırlara ve etnik yakınlıklarına rağmen, iki ülke istikrarlı ilişkiler üzerinde anlaşamadı. Her iki ülke de bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana rejimlerinin birbirlerinin muhalefetini desteklediği yönündeki suçlamalarla boğuşuyor. Darfur savaşı ve Çad rejiminin eski Cumhurbaşkanı İdris Deby İtno’nun 20 Nisan 2021 tarihinde ölümünden bu yana muhalefetle mücadelesinin yanı sıra Sudan’da Nisan 2023'ten bu yana devam eden savaş gibi her iki ülkenin kendi içlerindeki çatışmalar kaosu daha da artırıyor. Tüm bu gerilimler, suçlamalar arttıkça, uçurum genişledikçe ve yakınlaşma ve anlaşma noktaları daraldıkça yenileniyor.

Çad-Sudan ilişkileri, Çad’ın geçtiğimiz kasım ayında Sudan'ı kendisine saldırı düzenlemek üzere Çad muhalefetinden Sudan sınır kasabası Tine'ye askeri takviyeler yapılmasını kolaylaştırmakla ve Sudan'ın Çad'ı Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) desteklemekle suçlamasına karşılık olarak Orgeneral Abdulfettah el-Burhan komutasındaki Sudan ordusunu eski Cumhurbaşkanı Idris Deby İtno’nun öldürülmesine karışmakla suçlaması gibi inişler ve çıkışlarla dolu.

Tüm bu iniş ve çıkışlar, özellikle büyük güvenlik sorunları ve insani zorluklar yaratan mevcut savaş başta olmak üzere çeşitli çatışmalar sırasında mültecilerin akınıyla ikili ilişkileri etkileyen faktörler olarak hararetli kabile çekişmeleri ve alevlenen sınır noktalarında gerçekleşiyor. Bununla birlikte hem Sudan hem de Çad, çatışmaların çözümünde arabuluculuk yapma, birbirlerinin mültecilerine kapılarını açma ve insan kaçakçılığı ve insan ticareti gibi sınır ötesi tehditlerle mücadele çabalarını koordine etme konularında üzerlerine düşeni yaptı.

Geçmişi olan gerilimler

Çad'ın 1960 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler birçok gerilime ve luzeyden gelen Arap Müslüman liderler ile Sahra altı çölünden gelen güneyli Hıristiyan gruplar arasındaki çalkantılara sahne oldu. Her rejim değişikliğini bir karşı devrim takip etti. Bunun etkileri Sudan'a da yansırken 1982 yılında dönemin Çad Devlet Başkanı Goukouni Oueddei’ye karşı askeri bir darbe gerçekleştirdikten sonra 1980'lerde Çad'ı yöneten eski Çad Devlet Başkanı Hissene Habre’nin iktidarda kaldığı sonraki üç dönemde de siyasi ittifaklar ve dengeler açısından sorunlara sebep oldu. Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler, özellikle Albay Muammer Kaddafi'nin Çad'ın kuzeyindeki Aouzou sınır şeridini kontrol etmeye çalıştığı Libya ile savaşının yansıması da dahil olmak üzere bölgedeki iç savaşlar ve değişen ittifaklar çerçevesinde siyasi, güvenlik ve bölgesel faktörlerden etkilenerek gerginlikler ve sert dalgalanmalar yaşadı. Libya ile Çad arasındaki bu savaşta Fransa ve ABD, bölgeyi geri almak için Libya'ya karşı savaşında Habre'yi destekledi.

ewfrgthy
Sudan'da savaş patlak verir vermez Çad, Darfur'a yakınlığı nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmaların yol açtığı insani krizin merkezinde buldu (UNHCR)

Habre’yi devirdikten sonra 1990 yılında Çad’da iktidara gelen Çad Devlet Başkan İdris Deby İtro döneminde, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir rejiminin muhalif güçlerine sığınacak liman sağlamasıyla ilişkiler yakınlaşma ve iş birliği ile başladı. Ancak Çad’ın Sudan ile ilişkileri iş birliği ve çatışma arasında ve her iki ülkedeki iç çatışmaları dengelemeye çalıştı. 2003 yılında Darfur'daki savaşın patlak vermesiyle Déby İtno rejimiyle olan gerilim daha da tırmandı ve Çad, Sudan'ı sınır kasabası Tine'ye saldırı düzenlemekle suçladı. Sudan ise Çad'ı Darfur’daki savaşa katılmak ve başta Adalet ve Eşitlik Hareketi (JEM) olmak üzere silahlı hareketleri desteklemekle suçladı. Buna karşın Çad da Sudan'ı 2006 ve 2008 yıllarında Çad'ın başkenti Encemine'ye saldırılar düzenleyen Birleşik Değişim Cephesi (FUC) liderliğindeki Çad muhalefetini desteklemekle suçladı. Bu durum, JEM’in 10 Mayıs 2008 tarihinde Sudan’ın Omdurman şehrine saldırmasıyla dramatik bir hal aldı. Hartum, Encemine’yi JEM saldırısını desteklemekle suçlarken Çad, buna Sudan'ı Çadlı isyancıların kendi topraklarından saldırı düzenlemesine izin vermekle suçlayarak karşılık verdi.

İki ülke arasında 2007'de Mekke Anlaşması, 2008'de Dakar Anlaşması ve 2009'da Doha Anlaşması başta olmak üzere çeşitli anlaşmalar imzalanmış, ilişkiler gelişmiş ve 2010 yılında itibaren Beşir rejiminin düşmesinden sonra güvenlik ve istihbarat alanında iş birliği Deby İtno’nun 2021 yılında ölümüne kadar devam etmiştir.

Tarihin miras bıraktığı bir ittifak

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği analize göre Çad Devlet Başkanı İdris Deby İtno’nun ölümüyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler oğlu Muhammed İdris Deby İtno (Kaka) liderliğinde yeni bir döneme girdi. İki ülke arasındaki iş birliği, siyasi ve güvenlik olaylardan etkilense de ortak sınırların izlenmesi ve silahlı gruplarla mücadele başta olmak üzere çeşitli güvenlik konularında devam etti.

Sudan ordusu ile HDK arasındaki silahlı çatışma patlak verdiğinde, Çad daha temkinli ve tarafsız bir duruş sergiledi. Ancak daha sonra Sudan hükümeti Çad'ı soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere suçların işlenmesinde HDK'yı desteklemekle suçladı.

Çad ise bu iddiaları şiddetle reddederek bunların temelsiz olduğunu ve barış çabalarını engellediğini vurguladı. Sudan'ı isyancı grupları destekleyerek Çad'ı istikrarsızlaştırmakla suçlayan Encemine, Sudan ordusunu Çad muhalefetini finanse etmek ve silahlandırmak suretiyle İdris Deby İtno’nun öldürülmesi kilit rol oynamakla itham etti.

Ayrıca Sudan yönetimini 600 kişilik isyancı bir güç oluşturmak ve silahlandırmakla suçladı. Bu güç, ülkede siyasi değişim çağrısında bulunan isyancı bir grup olan Çad için Halk Hareketi (MPT) lideri Abdülbaki Hamad'ın komutasına verildi. Hamad, Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Burhan’ın yanı sıra başta JEM lideri Cibril İbrahim ve Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM) lideri Minni Arko Minawi olmak üzere Darfur'daki silahlı hareketlerin liderleriyle görüştü.

Diplomatik öncelikler

Çad'ın iç siyaseti, iktidardaki rejimin yaklaşımını ve hükümetin bir sonraki hamlelerinin neler olabileceğini yansıtıyor. Çad Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno, Başbakan Allamaye Halina’nın ‘cumhurbaşkanının hükümeti yeni siyasi dengeler doğrultusunda yeniden şekillendirmesine izin vermeyi amaçladığını’ söyleyerek istifa etmesinin ardından onu yeniden başbakan olarak atadı. Bu gelişme, Sudan'a yönelik aynı politikanın devam edeceğini gösterdi.

Eski Dışişleri Bakanı Abderaman Koulamallah’ın yerine, özellikle Encemine’nin Paris ile ilişkilerinde stratejik bir değişimi temsil eden Fransa ile askeri anlaşmaların sona erdirilmesi konusunda önemli diplomatik kararların kilit isimlerinden biri olan Abdallah Sabir Fadıl getirildi. Gözlemciler, Koulamallah’ın görevden alınmasının dış politikada, belki de Fransa'ya karşı daha esnek bir duruşa ya da diplomatik önceliklerin yeniden sıralanmasına yönelik bir değişimin işaretçisi olabileceğini düşünüyor. Koulamallah, ayrıca geçtiğimiz ocak ayında başkanlık sarayına yapılan saldırı sırasında iletişimi kötü idare etmekle de suçlandı. Bu da onun görevinden alınmasını hızlandırdı. Abdallah Sabir Fadıl ise önceki tecrübelerinden ve Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno ile birlikte mevcut rejime yaptığı hizmetlerden yararlanarak bu göreve geldi. Rejimde bazı önemli değişiklikler yapıldı ve bildirildiğine göre bu değişiklikler iktidar partisinin Çad'ın yönetimindeki hakimiyetini yansıtıyor. İktidar partisinin üyeleri birçok önemli makama getirildi.

Deby İtno’nun dengeyi sağlama çabalarına rağmen, etnik gerilimler ordu içinde firarlar ve Arap subaylar ile Zaghawa kabilesinden subaylar arasındaki anlaşmazlıklar gibi bazı olaylara yol açtı. Bu olaylar, Muhammed Deby İtno döneminde de tekrarlanarak Sudan'daki müttefiklere sıçrayabilecek bir sürtüşme ortamı yarattı.

Etnik gruplara gelince özellikle Çad ordusu ve güvenlik teşkilatlarındaki Zaghawa etnik grubu, çatışmaların Darfur'daki akrabaları için doğuracağı sonuçlar karşısında oldukça endişeli. Baba Deby İtno’nun kendi rejimine çektiği ve oğlunun yanında yer almaya devam eden Arap aşiretler ise HDK'ya sempati duyuyor. Dolayısıyla Sudan'daki savaştan etkilenen Çad siyasi sahnesinde bölünme yaşanıyor.

Bölgesel istikrarsızlık

Sudan'da savaşın patlak vermesinden hemen sonra Çad, Darfur'a yakınlığı ve sınırın her iki tarafındaki topluluk ve aile bağları nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmanın neden olduğu insani krizin ortasında buldu. Çad, mültecilerin geçişini düzenlemek ve silah taşınmasını önlemek için savaşın başında Sudan ile olan bin 400 kilometrelik sınırını geçici olarak kapattı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), 2024 yılına kadar 930 bin fazla insanın Sudan’dan Çad'a geçtiğini tahmin ediyor. Bu rakam, savaştan kaçan toplam insan sayısının yaklaşık yüzde 40'ına denk geliyor. Bunların üçte ikisinden fazlasını Çad’a geri dönenlerin yanı sıra Sudanlı mülteciler oluşturuyor.

csdvfgbhtyju
Çad'daki savaştan kaçan Sudanlı bir aile (UNHCR)

Çatışmayı körükleyen yerel, bölgesel ve uluslararası faktörlerin değişken bir karışımına dayanan Sudan ve Çad arasındaki karşılıklı suçlamalar, iki ülke arasındaki bağların çatışmalar sırasında fitili tutuşturan kıvılcım olarak kullanılıyor. Bu durum, Afrika’nın doğusunu, batısını ve kuzeyini birbirine bağlayan bölgesel ve Afrika kıtasını Akdeniz üzerinden Avrupa'ya bağlayan uluslararası bir koridor olan bu önemli bölgede istikrarsızlığı besleyen verimli bir ortam yaratıyor. Bu aynı zamanda risklerin yalnızca Sudan ya da Çad'ın mevcut koşullarıyla sınırlı olmadığını jeopolitik tehditlere karşı savunmasız hale gelen toplumların siyasi tarihiyle de ilgili olduğunu gösteriyor. Bu unsurların en bilindik etkisi, Sudan krizi patlak verdiğinde, Afrika kökenli hareketlerin çoğunun, özellikle de Minni Arko Minawi liderliğindeki SLM ve Cibril İbrahim liderliğindeki JEM gibi 2020 Juba Barış Anlaşmasını imzalayan tarafların ilk başta tereddütlü bir duruş sergilemesi, ancak daha sonra, etnik kökenleri nedeniyle değil, eski rejim döneminden bu yana silahlı hareketlerin kendi deneyimleri çerçevesinde iktidarda kaldıkları süreye bağlı geçici ittifaklar olan siyasi kotalar nedeniyle Sudan ordusu saflarına katılmaları oldu.

Muhtemel senaryolar

Sudan ve Çad arasındaki gerginliğin tırmanması çerçevesinde olaylara ilişkin birkaç muhtemel senaryo söz konusu. İlk senaryoya göre bu gerginlik askeri bir çatışmaya yol açabilir, ancak başında diplomatik arabuluculuğun devreye girmesiyle kontrol altına alınabilir. Yoksulluk vakaları ve etnik gruplar arasındaki gerilimlerden mustarip olan iki ülke arasındaki bölge, uluslararası örgütlerin mültecilerin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalıştığı ve Darfur'daki durum kötüleştikçe faaliyetlerinin arttığı ve geniş bir uluslararası ilginin gösterildiği insani bir faaliyet alanı olarak sınıflandırılıyor.

İkinci senaryoda, Sudan'da kötüleşen savaş, iç siyasi ve güvenlik krizleri yaşayan Çad'daki rejimi zayıflatabilir ve Afrikalı ve Arap etnik gruplar arasındaki düşmanca duyguları artırarak Muhammed Deby İtno hükümetini hedef alma olasılığını artırabilir.

Çad'daki Zaghawa kabilesi ile bölünmelerle birlikte, Sudan ordusuyla müttefik olan silahlı hareketler tarafından temsil edilen Darfur'daki Zaghawa güçlerinin bir araya gelmesi Çad rejimiyle daha geniş bir çatışmaya girebilecek silahlı muhalif grupların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Üçüncü senaryo ise Sudan'ın Çadlı isyancılara destek vermesi. Bu durum, Çad'ın doğrudan karşılık vermesini gerektirebilir ve Sudan'daki çatışmada yeni bir cephe açılmasına ve Fransa gibi dış tarafların Çad ve bölgedeki stratejik çıkarlarını korumak için çatışmaya müdahil olmasına neden olabilir. Aynı zamanda Batılı ülkelerden destek talep edilmesiyle durum daha da karmaşık hale getirebilir ve Sudan’ın başka güçlerden destek istemesiyle yeni bir jeopolitik kutuplaşma ortaya çıkabilir.