İran’ın Ortadoğu’daki saldırıları ne anlama geliyor?

Tahran, nükleer üzerinden de olsa ‘sahne ışığını’ geri kazanmaya hevesli

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, 18 Ocak’ta Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşma yaparken (AFP)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, 18 Ocak’ta Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşma yaparken (AFP)
TT

İran’ın Ortadoğu’daki saldırıları ne anlama geliyor?

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, 18 Ocak’ta Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşma yaparken (AFP)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, 18 Ocak’ta Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşma yaparken (AFP)

Hüsam İtani

16 Ocak’ta İran Devrim Muhafızları’na bağlı hava sahası gücü, Pakistan’da, Suriye’de ve Irak Kürdistan Özerk Bölgesi’nde birbirlerine binlerce kilometre uzaklıktaki hedeflere füze saldırıları düzenledi. İranlılar, bu saldırılar için çeşitli gerekçeler öne sürdü, ancak bunların çoğu ikna edici değildi ya da bölgedeki mevcut durumun bağlamı dışındaydı.

İran’ın hedef aldığını söylediği ‘düşmanlar’ listesinde, Kürdistan bölgesinin Erbil kentindeki İsrail dış istihbarat servisi MOSSAD da yer alıyor. MOSSAD, yaklaşık iki hafta önce Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani suikastı anısına düzenlenen tören için toplanılan Kirman’daki patlamada gizemli bir rol oynamıştı. İranlılar, DEAŞ-Horasan mevzileri hakkında da DEAŞ-Horasan örgütünün Kirman’daki iki patlamadan sorumlu olduğunu ve Heyet-i Tahrir-i Şam’ın (HTŞ) da (Doğu) Türkistan İslam Partisi’nin (TİP) yanı sıra DEAŞ-Horasan’a da ev sahipliği yaptığını söyledi. Medya, Şincan (Xinjiang) bölgesinin Çin’den ayrılmasını talep eden Uygurlara mensup savaşçılar içeren Türkistan İslam Partisi’nin, HTŞ’nin kontrol ettiği bölgelerdeki varlığına dair çeşitli göstergelere işaret etti. Üçüncü ‘düşman’ ise Adalet Ordusu (Ceyşu’l-Adl) adlı örgüt. Beluç unsurlar içeren ve İran’dan ayrılık çağrısı yapan Ceyşu’l Adl, geçtiğimiz aralık ayında İran’ın Sistan-Belucistan eyaletindeki Rasak kasabasına saldırı düzenleyerek, 11 İranlı polisin ölümüne sebep oldu.  

Bu varsayılan düşmanların ortak yanı, İran’a karşı terörist saldırılar düzenlemiş olmaları. Buna göre Tahran sözcülerinin vurguladığı gibi İran da bu saldırılara karşı ‘nefsi müdafaa’ hakkını kullandı. MOSSAD’ın Suriye’de yıllar boyunca HTŞ ile DEAŞ arasında savaşlar yaşanmış olmasına rağmen DEAŞ-Horasan unsurlarını Kirman’daki patlamayı gerçekleştirmek üzere Pakistan’a geçirmek için HTŞ ile hazırlık yapmayı neden kabul ettiğine dair İran anlatısında tutarsızlıklar var. Bunlar bir yana, İran basınında çarşamba gecesi gerçekleşen saldırıya ilişkin sıralanan sebepler de durumun tam resmini sunmuyor.  

Aralık ayına dönersek, Arap (Umman) Denizi’nde Hindistan kıyılarına yaklaşık iki yüz deniz mili mesafede İsrailli bir iş insanının sahip (ya da hissedarı) olduğu bir geminin bir insansız hava aracının saldırısına uğradığını görürüz. Bu silahlı insansız hava aracının (SİHA) Yemen’deki Husiler tarafından gönderilmiş olmasını pek mümkün görmeyen uzmanlar, failin İran olduğu kanaatine vardı. O gün Tahran’ın, Gazze’deki savaş çerçevesinde ve Lübnan’daki sınır çatışması, Irak’tan yapılan füze saldırıları ve Suriye’den yapılan füze ve İHA saldırılarıyla devam eden çatışmalara doğrudan dahil olmaya karar verip vermediğine dair sorular soruldu.

Burada, Hamas hareketinin 7 Ekim’de İsrail’de Gazze’nin etrafındaki bölgeye düzenlediği saldırısından bu yana İran’ın tutumunu tanımlayan birkaç nokta üzerinde durmamız gerekiyor:

İran’ın saldırının ilk gününden itibaren yaşadığı kafa karışıklığı, bu saldırıda parmağı olmadığını iddia etme ve sorumluluğu üstlenmeme konusunda sergilediği katı tutumla gözler önüne serildi. Birkaç hafta sonra İran rejiminin lideri Rehber Ali Hamaney’in, kendisini Tahran’da ziyaret eden Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’ye, Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonundan İran’ı önceden haberdar etmemesi sebebiyle, Lübnan Hizbullah’ı Lübnan’dan İsrail’e karşı geniş çaplı bir savaşa sevk etmeye ilişkin itirazını bildirdiği iddia edildi. Tahran’ın rakipleri ve düşmanları da dahil olmak üzere bölgenin başkentlerine akın eden elçileri ve dışişleri bakanlarını gören İranlılar, özellikle de kendilerini saldırının sorumluluğundan bu tür haberler yayarak uzak tuttuktan sonra yalnız hissetmiş olmalılar. Zira ne arabulucu ne de taraf olarak, hiçbir önem ifade etmiyorlar.

Aralık ayında Tahran’ın Gazze’deki savaş ve yan cepheler çerçevesinde devam eden çatışmalara doğrudan dahil olmaya karar verip vermediğine dair sorular sorulmaya başladı

Bu, bazı Devrim Muhafızları subaylarının, Aksa Tufanı Operasyonu’nun aslında Kasım Süleymani suikastının intikamını almak üzere İran’ın talimatıyla yapıldığı yönündeki açıklamalarına kısmen açıklık getiriyor. Çünkü İranlılar, Iraklı Haşd-i Şabi’nin (Halk Seferberlik Güçleri) İsrail’e birkaç SİHA göndermesinin yanı sıra, aldığı ağır kayıplara rağmen Lübnan’ın güneyinde çatışmalara katılan Hizbullah üzerinden elde ettiği sınırlı sonuçlardan sonra bir rol arayışında. İran’ın siyasi tutumu, İsrail’e yönelik kanlı saldırıyla herhangi bir bağlantıyı ısrarla inkâr etmek ile gittikçe gerginleşen durumdan siyasi fayda devşirmeye çalışmak arasında bocalıyor.

Husilerin Kızıldeniz’den geçen gemilere karşı başlattığı savaş, İran’ın diplomatik çabalarını daha da karmaşık hale getirdi. Nitekim Batı, Husileri saldırıları durdurmaya ikna etmesi için İranlılarla temasa geçme teşebbüsünde bulunmadı. Bunun yerine ABD, Husilerin bulunduğu noktalara saldırılar düzenleyecek bir askerî koalisyon kurma yoluna girdi. Amerikalılar için Yemen kumlarına dalma ihtimali varsa da İranlılar, oradaki oyunun efendisi değiller ve oradaki çatışmaya yaptıkları yatırımların çok az sonuç vermesine sebep olacak onlarca faktör ve veri var.  

Foto: 18 Ocak’ta İsrail bombardımanının ardından Lübnan’ın güneyindeki el-Udeyse kasabasında yükselen dumanlar (AFP)
18 Ocak’ta İsrail bombardımanının ardından Lübnan’ın güneyindeki el-Udeyse kasabasında yükselen dumanlar (AFP)

Durum ne olursa olsun, İran’ın Pakistan’ı bombalamasına ilişkin büyük bir soru işareti varlığını sürdürüyor. Şöyle ki İran’ın ileri sürdüğü gerekçe, yani Adalet Ordusu’na mensup ayrılıkçıların Rasak’a yönelik saldırısı, bir aydan fazla bir süre önce gerçekleşti. Şu aşamada Tahran-İslamabad ilişkilerinde kayda değer bir gerginlik söz konusu değil. Beluç ayrılıkçılar meselesi ise iki ülkenin ortak sorunu. Zira Pakistan Dışişleri Bakanlığı ve Ordu sözcülerinin açıklamasına göre Pakistan da ayrılıkçı Beluç örgütlerin İran topraklarında yoğunlaşmasından rahatsız.

Belki de bahsedilen olayların tamamı, Gazze’deki savaştan kaynaklanmıyordur. Gerginliğin Hindistan kıyılarına ve Belucistan kırsalına kadar uzanması, Filistin-İsrail çatışmasına doğrudan bir yol bulamayabilir. Bunun İran’da olup bitenlerle bağlantılı olduğuna ise şüphe yok.

Buraya eklenecek birkaç değerlendirme var:

Birincisi: Vekalet yaklaşımının, İran’ın çıkarlarını demir bir yumrukla koruyan ve burada Ebu Takva, orada Nuceba’nın arkasına saklanmayan bir güç olarak Tahran’ın imajını zedelemesinden sonra İran, vekillerine verdiği görevleri geri almaya karar verdi. Düşmanlarını füzelerle vuruyor ve bunu korkusuzca ilan ediyor. Pakistan savaş uçaklarının İran toprakları üzerindeki bazı hedefleri vurmasında olduğu gibi, bedel ödemekten de kaçmıyor.

İkincisi: İran, ciddi anlamda huzursuz. Zira bir yandan Kürdistan bölgesi yetkililerini İranlı Kürt partilerin ortak sınırdan uzaklaştırılmasına ilişkin anlaşmaya uymamakla suçlarken, diğer yandan MOSSAD’ın Erbil’de büyük karargâhlar kurduğunu iddia ediyor. Suriye’deki DEAŞ-Horasan mevzilerinin bombalanmasına ilişkin açıklamasında da ısrarla Türkistan İslam Partisi’nin adını zikrediyor. Bununla sanki Çin’e, Uygur ayrılıkçıları vurarak kendisine bir iyilik yaptığı mesajını vermek istiyor.

Vekalet yaklaşımının, İran’ın çıkarlarını demir yumrukla koruyan ve burada Ebu Takva’nın, orada Nüceba’nın arkasına saklanmayan bir güç olarak Tahran’ın imajını zedelemesinden sonra İran, vekillerine verdiği görevleri geri almaya karar verdi

Üçüncü değerlendirme, Pakistan’la ilgili. İran’ın haksız bombardımanına rağmen oldukça sakin görünen Pakistan’ın açıklamalarında da ifade edildiği üzere Pakistan, eski ve dost bir komşu olmakla birlikte nükleer bir ülkedir ve Çin’in önde gelen dostlarından biri olarak Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında önemli görevler ifa etmektedir. Dolayısıyla İran’ın Pakistan topraklarını bombalamasının çeşitli sebepleri ve düzeyleri var gibi görünüyor.

Foto: 17 Ocak’ta İran’ın Erbil’e yönelik bombardımanıyla yıkılan bir binanın enkazı üzerinde duran kurtarma ekipleri (AFP)
17 Ocak’ta İran’ın Erbil’e yönelik bombardımanıyla yıkılan bir binanın enkazı üzerinde duran kurtarma ekipleri (AFP)

En az önemli olan şeyse şüphesiz Beluç ayrılıkçıların vurulmasıdır. İran’ın davranışlarına, Tahran’ın deyim yerindeyse ‘sahne ışıklarını’ üzerine çevirmek için kullandığı kartların çoğunu kaybettikten sonra uluslararası ilgiye yeniden mazhar olmak için yaşadığı can sıkıntısı halini, kafa karışıklığını ve eski kartları karıştırma telaşını değerlendirme penceresinden bakılmalıdır.

Söz konusu kartlardan en önemlilerinden biri, İran’ın nükleer programı. Joe Biden yönetiminin kendisini dünya barışının mimarı olarak pazarlamasına yardımcı olacak bir atılım gerçekleştirmeye çalıştığı dönem sona erdi. Zira Ukrayna savaşına boğazına kadar daldı, sonra da Gazze’yi acımasızca yıkması için İsrail’e sınırsız destek verdi. Yönetimin İran dosyasından sorumlu yetkilisi Rob Malley’nin güvenlik izninin geri çekilmesi de ABD’nin tutumunu desteklemedi. Hatta olay, Biden’ı, İran’la anlaşarak bir başarı elde etme uğrunda ABD’nin ulusal güvenliğini riske atmakla suçlamak için kullanıldı.

Böylece nükleer dosya, tedavülden kalktı ve İran, cazibe unsurunu kaybetti. İran’ın düşünce tarzına hâkim olan karmaşık yol göz önüne alındığında, İran nükleer dosyasını Pakistan üzerinden canlandırma düşüncesinin varlığı, ihtimal dışı değil. Nükleer silahını, kendisi de nükleer olan Hindistan’a karşı caydırma amacına tahsis eden İslamabad, İran için pusuda bir düşman gibi görünmeyebilir. Ancak Pakistan ile İran arasında gerilime yol açabilecek pek çok faktör bulunabilir: Belucistan ayrılıkçıları bunlardan biri. Ayrıca İslamabadlı yetkililer, Tahran’ın su anlaşmazlıkları ve nehir sularının paylaşımı yüzünden kendisine yönelik düşmanlığı karşısında Afganistan’da Taliban’ı destekliyor. Üstelik bu iki büyük ülkede Sünniler ile Şiiler arasında da mezhep ayrılığı söz konusu. Pakistan’da büyük bir Şii azınlığın olduğu doğru. Ama bu azınlık daima, Sünni silahlı örgütlere mensup radikallerin saldırılarına ve neredeyse dönemsel olarak bombalamalara maruz kalıyor.  

Bazıları son paragrafta yazılanları son derece hayali ve akıldışı bulabilir. Ama günümüz dünyasındaki savaşlarda ve politikalarda ne makul ki zaten?

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Deniz gücü olarak Çin, ABD'nin çevreleme stratejisini bozacak mı?

Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)
Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)
TT

Deniz gücü olarak Çin, ABD'nin çevreleme stratejisini bozacak mı?

Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)
Güney Çin Denizi üzerinde keşif uçuşu yapan bir Çin donanma helikopteri (Arşiv – AP)

Çin, 600 yıl aradan sonra deniz gücüne yeniden açılıyor. Coğrafi konumu gereği hem kara hem deniz ülkesi olarak sınıflandırılan Çin’in kara sınırları 14 ülke ile 22 bin 117 kilometre, deniz sınırları ise 18 bin kilometre uzunluğunda.

15. yüzyılda Çin, yaklaşık 300 savaş gemisinden oluşan en büyük donanmaya sahipti (günümüzde bu sayı 370). O dönemde Çin’in denizlerdeki hâkimiyeti tartışmasızdı; hem Pasifik hem de Hint Okyanusu’nda etkin bir güç olarak öne çıkıyordu. İlginç olan, o dönemin deniz komutanı Zheng He’nin Han etnisitesinden olmamasıydı. Müslüman ve Moğol kökenli olan Zheng He, o dönemde Hac görevini de yerine getirmişti. Zheng He’nin okyanus seferlerinin amacı halkları boyunduruk altına almak değildi. Seferler daha çok vergi toplamak ve kültürel alışverişi sağlamak üzerine kuruluydu; gemilerinde askerlerin yanı sıra tercümanlar ve doktorlar da bulunuyordu.

O dönemde okyanuslar, sömürgeciliği kolaylaştıran bir araç değil; uygarlıkları birbirine bağlayan bir köprü işlevi görüyordu. Ancak bu, gücün kullanılmadığı anlamına gelmiyordu; güç, ‘yumuşak güçle’ birlikte var oluyordu. Zheng He, son seferinde hayatını kaybetti ve cenazesi denize bırakıldı. Onun ardından Ming Hanedanı, denizlerdeki etkinliğini azaltma kararı alarak kuzeyden gelebilecek Moğol tehlikesine odaklandı.

dfrgt
Çin ve Tayvan bayrakları (Reuters)

Dünya değişti ve Çin birçok krizden geçti; özellikle Batı’nın ve komşusu Japonya’nın yol açtığı ‘Aşağılanma Yüzyılı’ bu dönemin en çarpıcı örneklerindendi. Bu süreçten sonra Napolyon’un sözleri gündeme geldi: “Çin uyuyor, bırakın uyusun; çünkü uyandığında dünyayı sarsacak.”

Çin, zamanla kıyı savunması veya ‘önleme yoluyla caydırma stratejisi’ (Green Navy-Denial) anlayışından uzaklaşarak, uzak mesafelerde operasyon yapması öngörülen ‘mavi su donanması’ (Blue Navy) stratejisine geçti.

Stratejik etki

Çin’in güçlü bir deniz gözüne sahip olması mantıklı görünüyor. Çünkü deniz güvenliği ve deniz geçiş noktalarının (Choke Points) kontrolü hâlâ büyük ölçüde Amerikan donanmasının insafına bağlı. Bu durum özellikle Güney Çin Denizi ve Malakka Boğazı için geçerli. Çin, enerji ihtiyacının yüzde 80’ini bu boğaz üzerinden karşılıyor ve toplam ticaretinin yüzde 66’sı da buradan geçiyor. Bazı strateji uzmanlarına göre Çin, bu sıkışmış durumdan iki yolla çıkmaya çalışıyor: Birincisi, ABD ile deniz rekabeti; ikincisi ise Kuşak ve Yol Girişimi’ne dayalı strateji. Söz konusu girişim, Çin’i Amerikan deniz hâkimiyetinden kurtarırken, aynı zamanda ülkeyi en önemli rakibi Rusya’nın insafına bırakıyor. Peki Çin, ulusal güvenliğini bir rakibinin eline bırakmayı kabul edecek mi?

b
Mayıs 2024'te gizli bir yerde yapılan denemeler sırasında Çin’in üçüncü uçak gemisi Fujian'ı gösteren videodan alınan ekran görüntüsü (AFP)

ABD’nin Büyük Okyanus’taki stratejisi, Çin’i coğrafi olarak kuşatma üzerine kurulu. Bu strateji, güney Japonya’dan Tayvan üzerinden Malezya’ya uzanan Birinci Ada Zinciri (First Island Chain) ve temel ağırlık merkezi olarak Guam Deniz Üssü’ne dayanan İkinci Ada Zinciri’ne dayanıyor. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Tayvan’ı ana topraklara katmayı 2027 yılı için öngörüyorsa, Çin donanmasının buna uygun araçlara sahip olması gerekiyor; bu araçların başında uçak gemileri geliyor.

Fujian uçak gemisi

Çin’in üçüncü uçak gemisi, diğerlerinden farklı olarak tamamen Çin yapımı ve üstün teknolojiye sahip. Gemide, uçakları fırlatmak için elektromanyetik (Electromagnetic) katapult sistemi kullanılıyor. ABD’nin çoğu uçak gemisinin aksine nükleer enerjiyle çalışmıyor, ancak katapult sistemi bakımından USS Gerald R. Ford ile benzerlik gösteriyor. Gemide 50’den fazla uçak barındırılabiliyor; bunlar arasında hayalet uçaklar, erken uyarı uçakları (örneğin KJ-600) ve çok sayıda insansız hava aracı (İHA) da bulunuyor. Uçak gemisi, yakıt ikmali yapmadan denizde 45 gün boyunca görev yapabiliyor.

cdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump ve Japonya Başbakanı Sanae Takaichi, 28 Ekim 2025 tarihinde Tokyo'da düzenlenen ABD-Japonya ticaret anlaşmasının imza töreninde (Reuters)

Zayıflıklar ve sınırlamalar

Askeri uzmanlar, Çin’in bu başarısını son derece önemli buluyor; çünkü uçak gemisine sahip olmak, bir ülkenin küresel düzeydeki konumunu ve gücünü yansıtıyor. 21. yüzyıldaki savaşlarda bunun tersinin kanıtlanması mümkün olsa da, uçak gemisi Çin’e sahillerden uzak denizlerde ileri düzeyde varlık gösterme imkânı sağlıyor. Üzerindeki uçaklar sayesinde hızlı bir askeri müdahale olanağı da sunuyor. Bu uçak gemisi, diğer iki gemiyle birlikte Tayvan çevresinde görev yaptığında, ABD’nin deniz planlarını ve bölgedeki diğer ülkelerin stratejilerini zorlayabilir. Ancak gemi tek başına çalışamıyor; bunun için deniz üslerine ihtiyaç var ve Çin’in çevresindeki birçok ülke ile deniz sınırı sorunları bulunduğundan bu üsler mevcut değil. Buna ek olarak, deniz savaşları konusundaki deneyim ve birikim de kritik bir faktör. 1775’te kurulan ABD donanması, özellikle 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde yaklaşık 249 yıl boyunca tecrübe kazandı. ABD’nin 11 uçak gemisi bulunuyor; hepsi nükleer enerjiyle çalışıyor ve özellikle toplu operasyonlar, hızlı konuşlanma ve uygulama gibi kabiliyetlere sahip. 21. yüzyılda ise teknoloji hızla ilerlediği için, uçak gemisinin korunması büyük önem taşıyor; zira gemiler büyük ve hareketleri nispeten yavaş.

Güvenlik ikilemi

Güvenlik ikilemi şu prensibe dayanıyor: Güvenliğini artırdıkça, başkasının güvenliğini tehdit edersin. Bu nedenle, yeni bir tehdide uyum sağlamak için kendi güvenliğini geliştirmek gerekir. Kendi güvenliğini artırdığında ise diğerinin güvenliği tehlikeye girer ve o da güvenliğini yeniden güçlendirmek zorunda kalır; süreç böyle devam eder. Çin’in uçak gemisi Fujian da bu prensipten muaf değil; gemi, özellikle Tayvan çevresinde Doğu Asya’daki stratejik dinamikleri hareketlendirdi.

thy
Güney Kore'nin Busan kentindeki bir deniz üssünde bulunan USS George Washington uçak gemisi (Arşiv – EPA)

Japonya Başbakanı Sanae Takaichi’ye, Çin’in Tayvan’a saldırması hâlinde nasıl bir tutum izleneceği sorulduğunda şu yanıtı verdi: “Bu, varoluşu tehdit eden bir durumdur.” Japonya’nın 2015 Güvenlik Yasası’na göre bu ifade, kaçınılmaz bir askeri karşılık anlamına geliyor. Coğrafyanın jeopolitiği belirlemesi, Japonya’nın 14 bin 125 adadan oluşması, deniz hatlarının ulusal güvenlik açısından yaşamsal olması ve ülkenin Birinci Ada Zinciri’nin en kritik düğüm noktası konumunda bulunması nedeniyle, Çin’in Tayvan’ı ele geçirme girişimi hem Japonya’nın ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturacak hem de hayati deniz hatlarını tehlikeye atacaktır. Örneğin Japonya, sıvılaştırılmış doğal gazın yüzde 99’unu deniz yoluyla ithal ediyor; çünkü deniz, en ucuz ve en etkili güzergâh.

Bu nedenle, Çin’in artan askeri faaliyetlerine karşılık Japonya, özellikle seyir füzeleri ve hipersonik füzeler başta olmak üzere silah envanterini modernize etmeye başladı. Uzmanlara göre, eğer bir çatışma çıkarsa bu savaş büyük ölçüde deniz merkezli olacak.

Aynı çerçevede, Çin’in deniz gücü modernizasyonu nedeniyle ABD de Pasifik’teki ana askeri ağırlık merkezi olan Guam Deniz Üssü’nü, 360 derece kapsama sağlayan hava savunma sistemleriyle güçlendirdi.

Çin’in yaklaşımının, Mao Zedong’un ‘kalem ve silah’ doktrinine dayandığı belirtiliyor. Buna göre ‘kalem’, ulusal ve uluslararası kamuoyunu hazırlamak için; ‘silah’ ise kalemin yetersiz kaldığı noktada devreye girmek için kullanılıyor. Aynı zamanda Çin, büyük düşünür Sun Tzu’nun ‘düşmanın stratejisini hedef alma’ ilkesine dayanarak doğrudan çatışmadan kaçınan bir yöntem izliyor. Bu bağlamda Pekin, ‘salami stratejisi’ yerine ‘cabbage stratejisini’ benimsiyor. Cabbage stratejisi, elde edilen her kazanımın sağlamlaştırılması ve geri döndürülemez biçimde bir sonrakine geçilmesine dayanıyor.

Ancak bütün bu teorik analizlere rağmen asıl yanıt sahada verilecek. Dolayısıyla kritik soru şu: Çin ordusu ve donanması muhtemel savaş sahnesi için gerçekten hazır mı?

*Bu makale Şarku’l Avsat için bir askeri analist tarafından kaleme alındı.


Ukrayna’ya karşı savaşan “Donbas Kovboyu’nu” öldüren Rus askerlere hapis cezası

Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)
Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)
TT

Ukrayna’ya karşı savaşan “Donbas Kovboyu’nu” öldüren Rus askerlere hapis cezası

Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)
Bentley, eski ABD Başkanı Barack Obama'ya "faşist ve ırkçı" demesiyle de gündem olmuştu (@bentleyrussell / Instagram)

Ukrayna'ya karşı savaşan ABD vatandaşı Russell Bentley'in ölümünden sorumlu tutulan 4 Rus askere hapis cezası verildi.

Donetsk'in Kremlin'in kontrolündeki bölgesinde görülen duruşmada karar dün açıklandı.

Mahkeme, Binbaşı Vitaliy Vansitaski ve Teğmen Andrey Iordanov'un askeri rütbelerini sökerek ikisine de 12 ay hapis cezası verdi. Çavuş Vladislav Agaltsev 11 yıl, olaya karışan diğer bir askerse işlenen suçu gizlediği gerekçesiyle 1,5 yıl hapis cezası aldı.

Açıklamada, 63 yaşındaki Bentley'nin geçen yıl Ukrayna'nın Donetsk'e düzenlediği saldırıya ilişkin görüntülerden bir belgesel hazırlarken Rus askerlerince 'ajan sanılarak' gözaltına alındığı belirtildi.

Askerlerin, "Donbas Kovboyu" diye de bilinen ABD vatandaşının kafasına çuval geçirip onu zorla arabaya soktuğu belirtildi.

Bentley'nin ağır darp ve işkence sonucu yaşamını yitirdiği aktarıldı. Rus askerlerin cesedi ortadan kaldırmak için arabanın bagajına yerleştirip aracı patlattığı ifade edildi.   

Russell Bentley'in Moskova kontrolündeki Ukrayna topraklarında ölümü Rusya'da tepki yaratmıştı.

"Teksaslı" diye de anılan Amerikan vatandaşının, Ukrayna ordusunun Donetsk'teki Petrovski bölgesine geçen yıl 8 Nisan'da düzenlediği topçu saldırısının ardından kaybolduğu bildirilmişti.

Eşi Lyudmilla da Bentley'nin Rus ordusuna ait 5. Tank Tugayı'ndaki askerler tarafından kaçırıldığını söyleyerek serbest bırakılmasını istemişti.

2014-2017'de Donetsk'teki Kremlin yanlısı ayrılıkçıların safına katılarak Vostok Taburu'nda Ukrayna'ya karşı savaşan Bentley, 2021'de Rusya pasaportu da almıştı. 

Bentley, tabura katılmak için GoFundMe üzerinden topladığı 2 bin dolarla Rusya'ya gitmişti.

BBC, Bentley'nin Rusya'daki radikal solcu "Sut' vremeni" (Zamanın Özü) hareketinin parçası olduğunu da yazmıştı. Rus milliyetçiliğiyle komünizm düşüncesini merkez alan hareket, Sovyetler Birliği'ni yeniden diriltmeyi amaçlıyor.

Independent Türkçe, Guardian, CBS News


Meksika, ABD'nin Rus ajanı listesini kale almamış

Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)
Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)
TT

Meksika, ABD'nin Rus ajanı listesini kale almamış

Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)
Meksika, BM'deki oylamalarda Ukrayna'nın egemenliğini savunurken Rusya'ya yaptırım konusunda çekimser davranıyor (Reuters)

New York Times'ın (NYT) Meksika ya da ABD yönetimlerinde geçmişte çalışmış veya hâlâ görev yapan 9 kişiye dayandırdığı haber, iki ülke arasındaki uyumsuzluğu ortaya koydu. 

ABD'nin güney komşusunu topraklarında diplomat kisvesi altında faaliyet gösteren istihbaratçılara karşı uyardığı ancak Meksika'nın bu kişileri sınır dışı etmediği bildirildi. 

Mart 2022'de ABD'li General Glen VanHerck'in "Meksika, dünyada en fazla Rus ajanına sahip olan ülke" dediği, dönemin Meksika lideri Andres Manuel Lopez Obrador'un bu iddiayı "Bizde böyle bir bilgi yok" diye yanıtladığı hatırlatıldı. 

Ancak o sırada iki ülkenin bu konu hakkında defalarca bilgi alışverişinde bulunmuş ve Lopez Obrador'un doğrudan uyarılmış olduğu belirtildi. 

Amerikan gazetesinin kaynakları, Meksika'daki Rusya Büyükelçiliği'nde çalışan 25'e yakın ajandan oluşan bir liste CIA tarafından iletilse de bu kişilerin sınır dışı edilmesi için hiçbir girişimde bulunulmadığını öne sürdü. 

Amerikalı yetkililer, Meksika'nın turistik bir yer olmasına ve ABD'ye yakınlığına işaret etti. Rus ajanlarının Meksika'da buluşup ABD topraklarında edindikleri istihbaratı gizlice paylaşmalarının bu sayede kolaylaştığını dile getirdiler.

NYT, Rusya'nın Meksikalıları ABD ve Avrupa devletleriyle karşı karşıya getirme çabaları konusunda Birleşik Krallık ve Fransa'nın da Meksika'yı uyardığını bildirdi. 

Meksika'daki ABD Büyükelçiliği'ne Rusya'nın faaliyetlerini gözlemlemekten sorumlu bir kişinin atandığı, benzer bir şekilde Fransa'nın da dezenformasyona odaklanan bir kişiyi görevlendirdiği vurgulandı. 

Rusya Büyükelçiliği ise ajan iddialarını reddederek Meksika'yla iyi ilişkilere sahip olduğunu bir e-postayla NYT'ye iletti. 

NYT iki hafta önce yayımladığı bir başka haberde de Rusya'nın Meksika'daki dezenformasyon çalışmalarını son iki yılda artırdığını bildirmişti. 

Kimliklerinin açıklanmaması şartıyla gazeteye konuşan kaynaklar, dezenformasyon kampanyasının Sputnik ve RT gibi Kremlin'e ait medya kuruluşları tarafından yürütüldüğünü ileri sürmüştü. 

Özellikle ABD'nin en büyük ticaret ortağı olan Meksika'nın hedef alındığı aktarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, NDTV