Trump, ABD’deki siyasi söylemi nasıl yeniden şekillendirdi?

ABD’de siyasi ve sosyal bölünme devam ediyor.

16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)
16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)
TT

Trump, ABD’deki siyasi söylemi nasıl yeniden şekillendirdi?

16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)
16 Ocak’ta Atkinson’da yaptığı konuşmada Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın destekçileri (AP)

Akil Abbas

2020’de Başkan Donald Trump’a karşı yürüttüğü seçim kampanyası sırasında ABD Başkan adayı Joe Biden, destekçilerinden oluşan bir dinleyici kitlesine, bir zamanlar kendisine Trump’a karşı yapılacak bir seçim münazarasına katılmak isteyip istemediğinin sorulduğunu söyledi. Belirttiğine göre Biden, “Hayır. Ortaokul öğrencisi olsaydık onu antrenman salonunun arkasına alıp döverdim” dedi.

Katılımcılar, Biden’in mizah amaçlı olmayan, daha ziyade Trump karşıtı izleyicilerin çoğunun hissettiği, Trump’a yönelik öfke duygularının spontane bir beyanı olan bu cevabına gülerek tepki verdi.

On yıl önce bir cumhurbaşkanı adayının rakibinin hakkında böyle bir cümleyi medya önünde söylemesi neredeyse imkansızdı. O dönemde böyle bir şey olsaydı kendisini, her yönden özür dilemeye zorlayacak kadar büyük bir eleştiri yağmuruyla karşılaşırdı. Ya da rakibine karşı fiziksel şiddete dayalı sert, kaba bir dil kullanması ve ona gerekli saygıyı göstermemesi sonucunda çok sayıda oy kaybederdi. Bu da seçim yarışını kaybetmesine yol açardı.

Trump, tek başına dikkat çekici ve şok edici bir şekilde Amerikan seçim söyleminin dilini yeniden tanımlamayı, onu rakibin siyasi kusurlarını öne çıkararak genellikle coşku ve rekabetle renklenen rasyonel ve sakin tartışmadan uzaklaştırmayı başardı, ancak yarışmacıların anladığı ve uyduğu ahlaki sınırlar çerçevesinde. Bir başkasına göre ise bu arena, karşı tarafa ve kuralları ihlal edenlere yönelik kişisel saldırılara dayanan ve onlara çeşitli kusurlu bireysel lakaplar takan, çoğu ırkçı ve ayrımcı konuşma kategorisine giren bir boks ringine benziyor.

efbht5
Teksas Ulusal Muhafızları, 26 Ocak’ta Meksika’dan gelen göçmenlerin Rio Grande’den ABD’ye geçişini önlemek için devriye geziyor (AFP)

Bu bağlamda gerçeklerin değerlendirilmesi, bunların bağlamlarının tartışılması, sayıların sunulması, bir tarafın diğerine karşı iddiasını destekleyen gerçeklerin anlatılması ve ulusal görev olarak kamu hizmetinin nasıl yerine getirileceği konusunda kabul edilebilir siyasi farklılığın değerinin vurgulanması büyük ölçüde azaldı.

Bu hızlı ve rahatsız edici dönüşüm, Hillary Clinton ile Trump arasındaki 2016 başkanlık seçim yarışında, Trump’ın Clinton’a karşı kişisel bir saldırı başlatması ve ona ‘sahtekâr’ gibi çeşitli lakaplar takmasıyla başladı. Trump, onun hakkında her konuştuğunda ‘sahtekâr Hillary’ (crooked Hillary) demeye başladı.

Siyasi söylemdeki bu olumsuz değişimin ve bunun kamuoyu üzerindeki etkisinin dönüm noktası, o yılki başkanlık seçimlerinden birkaç hafta önce geldi. Öyle ki Trump’ın arkadaşıyla çekilmiş, 2005 yılına dayanan bir ses kaydı sızdırıldı. Ses kaydında, kadınlara yönelik cinsel tacizinden ve ünlü bir yıldız olarak herhangi bir kadına istediği her şeyi yapabileceğinden ve yıldızsan kadınların bunu yapmana izin verdiğinden açıkça bahsediyordu.

Bu videonun sızdırılması, o zamanlar yaygın olarak Trump’ın seçim şansını ve beraberinde siyasi geleceğini sona erdirmeye yeteceğine inanılan siyasi bir bombaydı. Trump’ın kendisi de ses kaydında belirtilenlerin doğruluğunu kabul ederken, 2005’ten bu yana kişi olarak değiştiğini söyleyerek özür diledi. Ancak bu özür, birçok kişi tarafından samimiyetsiz ve değersiz olarak nitelendirildi. Seçim sonucu, halkın şaşkınlığı arasında kazanan Trump için bile sürpriz oldu.

Trump, DEAŞ’ı yaratanın, ‘hayranlarının en çok nefret ettiği ve Amerika’nın birçok sorununun nedeni olarak gördüğü isimlerden biri olan’ eski ABD Başkanı Barack Obama olduğunu iddia etti.

Kendisinin ABD başkanı olmaya yetecek kadar oy alması, böyle bir zaferin gerçekte ne anlama geldiğine dair önemli soruları gündeme getirdi. Zaferin şoku, onun hakkında farklı ve genel olarak doğru bir şekilde düşünmemize olanak sağladı. Trump, zengin, pervasız ve yüzeysel bir politikacı olarak görülmek yerine, kendi seslerinin kamusal alanın bir parçası olduğunu düşünmeyen geniş toplumsal kesimlerin gerçek bir temsilcisi haline geldi. Aynı şekilde endişeleri, kamuoyu tartışmaları ve politikacıların seçim rekabeti ile de ilgili değildi. Bu kesimler, Amerikan toplumundaki çok çeşitli muhafazakâr güçleri içeriyordu. Bu muhafazakar güçlere ‘bilinen geleneksel anlamlarıyla din ve ailenin, geleneksel ahlakı parçalamaya yönelik kasıtlı bir çaba bağlamında sistematik ötekileştirmeye tabi olduğunu düşünen’ Hıristiyanlar ve diğerlerinden sosyal muhafazakarlar, ekonomik açıdan sıkıntılı, daha az eğitimli ve muhafazakar kökenden gelen insanların yanı sıra genel olarak küreselleşmeye ve doğası gereği liberal olduğunu düşündükleri projelere yapılan federal harcamalara karşı olan ekonomik muhafazakarlar, eyaletlerin gücünün artırılması adına federal hükümetin gücünün azaltılmasını talep eden siyasi muhafazakarlar, beyaz milliyetçiler ve beyaz olmayan Hıristiyan göçmenlere düşman olan ‘gerçek’ beyaz Protestan Amerikan kimliğini korumanın savunucuları gibi sağcı kimliklerin çeşitli ve geniş bir yelpazesi örnek gösterilebilir. Bunlar nüfusun çoğunluğunu oluşturmuyorlar, ama büyük bir kısmını oluşturuyorlar. Ayrıca yüksek organizasyon yeteneklerine sahiptirler ve birçoğu bazen şiddet içeren aşırılık noktasına varan yoğun inanç ve coşkuyla motive oluyorlar. Bu insanların çoğu, ABD’nin Demokrat Parti’den beyaz liberaller, ünlü üniversitelerden yüksek derecelerle mezun olanlardan ve yüksek gelirlilerden devleti yöneten üst bürokrasi tarafından kaçırıldığını düşünüyor. Ayrıca bu üst bürokrasinin, ‘Trump destekçilerinin, ABD’yi esaretinden kurtarmaları gerektiğini düşündükleri yerli Amerika’dan tamamen farklı bir Amerika oluşturmak için’ göçmenler ve azınlıklarla ittifak kurduğuna inanıyorlar.

Trump’ı destekleyen ve baskıyı esas alan muhafazakâr grupların bu siyasi- toplumsal anlatısı ışığında Amerika’nın ‘sahte beyazlar’ tarafından kaçırılmasının kökeni, onların resmi kurumlar üzerinde ‘çeşitlilik, çoğulculuk, eşitlik ve zayıfların güçlendirilmesi adına’ tahakküm kurarak göçmenler ve azınlıklarla ittifakında yatmaktadır. Bu resmi kurumlara, Federal Polis (FBI), eğitim kurumları, gazeteler ve fikir oluşturma medyası gibi resmi olmayan kurumlar da dahildir. Tüm bunlarla kamuoyu çarpıtılıyor, alternatif gerçekler yaratılarak kamuoyu aldatılıyor, yanıltılıyor ve Amerikalıları bu kimliği benimsemeye ve inanmaya ikna edecek ‘tuhaf ve melez’ bir kimlik oluşturuluyor.

Oldukça seçici olan bu anlatıyı tutarlı kılmak için kararları ve politikaları açıklamak amacıyla birçok komplo teorisinden yararlanılıyor. Mesela ABD’nin 2014’ten itibaren DEAŞ’a karşı yürüttüğü ‘terörizme karşı savaşı’ açıklamak için Trump, DEAŞ’ı yaratanın, ‘hayranlarının en çok nefret ettiği ve Amerika’nın birçok sorununun nedeni olarak gördüğü isimlerden biri olan’ eski ABD Başkanı Barack Obama olduğunu iddia etti.

Trump hayranlarının kurumlarla ilgili aşırı hayal kırıklığı ve bu kurumların gerçekleri kasten çarpıttığı yönündeki inancı nedeniyle Trump’ın, rakiplerine yönelik sertliği haklı ve hatta gerekli görünüyor.

Trump’ın suçlaması, yalnızca Amerikan kurumlarını kaçırılmış olarak şeytanlaştırma bağlamında değil, aynı zamanda erkek izleyiciyi karakterize eden izolasyoncu ruhla flört etme bağlamında da geldi. Bu kamuoyu, yanlış bir şekilde Amerika’nın ‘Amerikalılara harcamak ve onların sorunlarını çözmek yerine’ parasının çoğunu, diğer ülkelere ve dış dünyaya harcadığını inanıyor.

Bu çerçevede dünyanın diğer ülkeleri, Amerika’ya ekonomik ve güvenlik yükü olarak sunuluyor. Bu noktada Trump’ın ‘iklim değişikliğini inkâr etmesi, Amerika’yı bu konudaki uluslararası yükümlülüklerinden geri çekme kararı gibi’, uluslararası ilişkilerin karmaşıklığını ve bu ilişkilere yatırım yapmanın uzun vadeli sonuçlarını anlamayan bazı basit açıklamaları ve eylemleri ortaya çıktı. Trump, bu tehlikeli çevre olgusunu, hızlı ve ciddi uluslararası işbirliği gerektiren küresel bir tehdit olarak görmek yerine, asıl amacı ‘Amerikan ekonomisine zarar vermek ve Çin ekonomisi yararına Amerikalı fabrika işçilerinin işlerini kaybetmesine neden olmak’ olan bir yalan olarak değerlendiriyor.

grtnyu6m
Trump, 27 Ocak’ta Las Vegas’ta destekçileriyle yaptığı toplantıda (AFP)

Bu bağlamda Amerikan bilimsel kurumlarının iklim değişikliği tehlikesine ilişkin ürettikleri bile, sıradan Amerikalılara karşı daha geniş bir komplonun parçası haline geliyor!

Trump, uluslararası gerçekliklere ilişkin bu basit anlayış çerçevesinde, bu örtüşen ve karmaşık gerçeklikleri, güçlü ile zayıf arasında hegemonyaya dayalı kaba ve doğrudan bir ticaret alışverişi olarak anlayan açıklamalar da yapıyor. Tıpkı Saddam Hüseyin rejimini devirmek karşılığında Amerika’nın Irak’ın petrolünü almak zorunda olduğu yönündeki meşhur açıklamasında olduğu gibi!

Kamuoyunun kurumlara karşı duyduğu aşırı hayal kırıklığı ve bu kurumların kasıtlı olarak gerçekleri çarpıttıkları ve meşru çıkarlarına karşı komplo kurdukları yönündeki kanaatleri nedeniyle Trump’ın muhaliflerine yönelik sertliği ve politikacıların/ yetkililerin kamusal alanda kullanması beklenen kibar, siyasi ve sosyal açıdan kabul edilebilir dili kullanmayı reddetmesi, haklı ve hatta gerekli görünüyor.

Bu dil, ‘acımasız açık sözlülüğün’, yani gerçeği gösterişsiz ve yapay incelik olmadan söylemenin bir örneği haline gelir. Sonuçta gerçekler çirkindir ve onlara ancak bir o kadar çirkin bir dil yakışır! Bu nedenle Trump, örneğin aynı fikirde olmadığı, felçli bir gazeteciyle medya önünde alay ederken ve zorbaca bir davranışla hastalığını taklit ederken, destekçilerinin saygısını ve oylarını kaybetmedi!

Trump’ın Cumhuriyetçi Parti adaylığında beklenen zaferi, devam eden bölünmeyi doğrulayacak. Kendisiyle Biden arasında gelecek sonbaharda yapılması beklenen başkanlık münazaraları, bu bölünmenin ciddiyetinin yalnızca bir başka teyidi olacak.

Bu gazetecinin bireyselliği ve bir kişi olarak sağlık durumu, o zamanlar Trump’ın kitlesi için önemli değildi. Daha ziyade onun Washington Post gibi bir gazetecilik kurumunun parçası olarak görülmesi, bu kitlenin nefret ettiği ve genel sahtecilik makinesinin bir parçası olarak gördüğü bir şeydi. Prestijli gazetede yer alan bir makalede bu gazeteci, Trump’ın New Jersey’deki Müslümanların 11 Eylül 2001 bombalamalarını neşeyle kutladığı yönündeki asılsız iddiasını yalanladı. Dolayısıyla bu kitlenin kurumlara yönelik derin şüpheciliği, birçok eyalette aleyhine açılan davalara karşı Trump’la daha fazla dayanışma içinde olmasını sağladı. Kendi ifadesiyle Trump, bu ‘ötekileştirilmiş’ kitlenin cesur sesini temsil ettiği için kendisini siyasi olarak ortadan kaldırmak amacıyla bu kurumların, bu iddiayı kasıtlı olarak siyasallaştırıldığını düşünüyor.

Trump’la münazaraya girme konusundaki isteksizliğine rağmen Biden, sonunda 2020 sonbaharında seçimdeki rakibi Trump ile olağan üç münazara yerine iki münazara gerçekleştirdi. Üçüncüsü, Trump’ın koronavirüse yakalanması nedeniyle iptal edilmişti. Her iki münazarada, özellikle de ilkinde, abartılarıyla ünlü Trump başta olmak üzere her iki taraftan gelen çok sayıda asılsız ve yanıltıcı iddialar nedeniyle ilk mağdur, ‘gerçek’ oldu.

Bu çerçevede çok sayıda Amerikalının takip ettiği bu münazaralar, farklı politikalar ve vizyonlar arasında bilgi edinme ve karşılaştırma yapma fırsatı oluşturdu. Rakipler tarafından sağlanan bilgilerin doğruluğu, onların güvenilirliğinin kanıtıydı. Bu kriter, ülkeyi vuran ciddi sosyal ve siyasi bölünme göz önüne alındığında artık etkili ve önemli değil. Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin adaylığında beklenen zaferi, bu bölünmeyi doğrulayacak. Kendisiyle Biden arasında gelecek sonbaharda yapılması beklenen başkanlık münazaraları, (tartışmaların çözüme katkı sunmadığı, yalnızca bunları duyurduğu) bu bölünmenin ciddiyetinin yalnızca bir başka teyidi olacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Türkiye ve İran ‘Halep operasyonu’ konusunda farklı düşünüyor, ancak SDG güçlerine karşı müttefikler

Rusya, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının Astana Platformu çerçevesindeki son toplantısı, geçtiğimiz eylül ayında New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu sırasında gerçekleşti. (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)
Rusya, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının Astana Platformu çerçevesindeki son toplantısı, geçtiğimiz eylül ayında New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu sırasında gerçekleşti. (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)
TT

Türkiye ve İran ‘Halep operasyonu’ konusunda farklı düşünüyor, ancak SDG güçlerine karşı müttefikler

Rusya, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının Astana Platformu çerçevesindeki son toplantısı, geçtiğimiz eylül ayında New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu sırasında gerçekleşti. (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)
Rusya, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının Astana Platformu çerçevesindeki son toplantısı, geçtiğimiz eylül ayında New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu sırasında gerçekleşti. (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)

Türkiye ve İran, Suriye'deki gelişmeler ve muhalif grupların Suriye'nin ikinci büyük kenti Halep'i ele geçirmesiyle sonuçlanan saldırılar konusunda görüş ayrılığına düştü. Diğer yandan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanı Hadi el-Bahra, Birleşmiş Milletler (BM) kararları doğrultusunda siyasi bir çözümün ülkedeki çatışmanın ‘tek uygulanabilir ve sürdürülebilir’ çözümü olduğunu vurguladı.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Heyetu Tahriru’ş-Şam (HTŞ) ve diğer muhalif grupların neden Suriye rejim güçlerine karşı harekete geçtiğine ilişkin yorumlarında söz konusu farklılığı dile getirdiler. Fidan bu gelişmeyi dış müdahale ile açıklamanın büyük bir hata olacağını savunurken, Arakçi son olayların ABD ve İsrail tarafından tetiklendiğinde ısrar etti.

İki bakan, Astana süreci çerçevesinde üç garantör ülkenin (Rusya, Türkiye ve İran) dışişleri bakanları düzeyinde Suriye'nin kuzeyindeki son olayları ele almak üzere acil bir toplantı yapılması konusunda mutabık kaldı.

cdv
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi dün (Pazartesi) Ankara'da düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)

Aynı zamanda Moskova, üçlü dışişleri bakanları toplantısı için Türkiye ve İran'la istişarede bulunduğunu duyurdu.

Türkiye: Dış müdahale yok

Dün (Pazartesi) Ankara'daki görüşmelerinin ardından Arakçi ile ortak bir basın toplantısı düzenleyen Fidan, Türkiye'nin Suriye'deki iç savaşın daha da şiddetlenmesini istemediğini vurgulayarak, “Suriye'deki olayları dış müdahalelerle açıklamaya çalışmak bu aşamada yanlıştır” dedi.

Fidan, muhalif grupların son hamlesini Suriye hükümetinin diyaloğu reddetmesine bağlayarak şunu söyledi: “Son gelişmeler bir kez daha Şam'ın kendi halkı ve muhalefetle uzlaşmaya varması gerektiğini gösteriyor.”

İranlı mevkidaşı ile Suriye'deki son gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunduğunu da sözlerine ekleyen Fidan, ‘Suriye'de olup bitenleri dış müdahale ile açıklamaya çalışmanın hata olacağını, dış müdahaleden bahsedenlerin Suriye'de olup bitenleri anlamadıklarını ya da anlamak istemediklerini’ vurguladı.

cdgrth
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dünkü (Pazartesi) basın toplantısı sırasında (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)

Fidan sözlerini şöyle sürdürdü: “Astana süreci ile Suriye'de taraflar arasında iletişim sağlanmasını amaçladık. 13 yılı aşkın süredir bu mesele çözülemedi. Muhalefetin meşru haklarının görmezden gelinmesi ve rejimin olumlu adım atmaması, Suriye'de savaşın yeniden alevlenmesine yol açtı. Türkiye bu olaylar patlak vermeden önce ilgili tüm tarafları uyardı ve gerekli bildirimleri yaptı.”

Ulusal diyalog şart

Fidan, “Gelişmeler, rejimin muhalefetle ulusal uzlaşıya varması gerektiğini bir kez daha göstermiştir ve Türkiye bu konuda her türlü katkıyı sağlamaya hazırdır” dedi.

Dışişleri Bakanı Fidan, “Astana sürecinin aşamalarında İran ile koordinasyon içinde olduk ve olmaya devam edeceğiz. Suriye'nin toprak bütünlüğünü her zaman destekledik ve bundan sonra da destekleyeceğiz. Açık ve net olarak vurgulamak istediğim bir husus daha var, o da Türkiye'nin şu anda yaşananları istismar etmeye çalışan hiç kimseye asla müsamaha göstermeyeceği ve ülkemize yönelik her türlü terör tehdidini kaynağında bertaraf edeceğimizdir” ifadelerini kullandı.

Türkiye ve İran'ın terörle mücadelede iş birliğini sürdüreceğini belirten Fidan, ortak düşman olan PKK ve onun Suriye'deki kolu YPG'ye karşı ortak bir mücadele yürütülmesi ve bunlara karşı net politika ve çabaların olması gerektiğini ifade etti.

Fidan, PKK’nın ve bölgedeki kollarının tasfiyesi konusunda Türkiye ve İran'ın tutumlarının aynı olduğunu ve bunun sahada gerçeğe dönüşmesi için daha fazla zaman kaybetmek istemediklerini vurguladı.

Fidan, İran ile bölgedeki çeşitli konularda ve Suriye'deki gelişmelerle ilgili olarak iş birliği ve istişareleri sürdürdüklerini söyledi.

Fidan, “İlgili kurumlarımız Suriye'deki gelişmeleri takip etmek için gece gündüz birlikte çalışıyor ve gelişmelere göre gerekli tedbirler alınıyor” dedi.

xscd
Halep Askeri Havaalanı’ndan dumanlar yükselirken Suriye ordusuna ait bir helikopterin enkazı (EPA)

Suriye'deki iç savaşın belli bir noktada durdurulduğunu ve bunun çok önemli bir başarı olduğunu kaydeden Fidan, Astana sürecinin garantör ülkeleri olan Türkiye, Rusya ve İran'ın son üç yılda istikrar aşamasına ulaşan bir çerçevenin oluşturulmasında hükümet ve muhalif gruplarla birlikte rol oynadığını ifade etti.

Fidan, “En son aşamada Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan dostluk elini en üst düzeyde uzatarak, bu sorunun diyalogla bir an önce çözülmesi gerektiğinin altını bir kez daha çizdi. Çünkü ele alınan meseleler kontrolden çıkıyordu ve Suriye nüfusunun yarısı, yaklaşık 10 milyon insan yerlerinden edilmişti. Terör örgütleri ve bölgedeki durum meselenin yönetilmesini ve çözüme kavuşturulmasını daha da zorlaştırıyordu” şeklinde konuştu.

xytj
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi dün (Pazartesi) Ankara'da görüşmelerde bulundu. (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)

Fidan sözlerine şöyle devam etti: “Suriye konusunda bölgede İran ile yoğun bir iletişimimiz var ve pozisyonların net bir şekilde ifade edilmesinin önemli olduğuna inanıyoruz. Ayrıca Rusya ile Astana sürecimiz var. Suudi Arabistan, ABD ve Katar ile de temaslarımız oldu. Son olaylardan önce BM'yi Türkiye'nin perspektifinden bilgilerle bilgilendirdik ve bu çok önemliydi.”

Fidan, ülkesinin Suriye'de geçmişte yaşanan acı olayların tekrarlanmasını, sivillerin öldürülmesini, altyapının tahrip edilmesini ve insanların evlerinden edilmesini istemediğini, aksine mültecilerin ülkelerine dönmelerini istediğini vurguladı.

Fidan, “Terörizme karşı duruşumuz devam ediyor. Terörizm Suriye'de yaşananlardan faydalanarak yeni bir zemin kazanmamalı. Yapılması gereken Suriye rejimi ile muhalefet arasında diyalog kanalları açmaktır. İran ile bölgedeki çeşitli ülkelerin yapması gereken şey de bu yönde çalışmaktır” dedi.

Farklı İran yorumu

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Suriye'deki gelişmelerle ilgili ortak kaygıları ele aldıklarını ve farklılıklar ya da farklı görüşler olmasının normal olduğunu söyledi.

Arakçi, Türk mevkidaşıyla yaptığı görüşmeleri ‘hızlı, doğrudan, dostane, yapıcı ve verimli’ olarak tanımladı.

Arakçi, Türkiye Dışişleri Bakanı'nın Suriye'deki son olaylara İran'ın benimsediği dış müdahale perspektifinden bakmayı reddetmesinin tam aksine şunları söyledi: “Bize göre Suriye'deki terörist ve tekfirci grupların ABD ve İsrail ile açık bir koordinasyonu var. Bu gruplar dikkatleri İsrail'in Filistin ve Lübnan'da yaptıklarından başka yöne çekmeye çalışıyor ve bu nedenle Suriye'de güvensizlik ortamı yaratıyorlar.”

xcvfb
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi dünkü (Pazartesi) basın toplantısı sırasında (AFP)

Arakçi, Suriye'nin kuzeyinde ‘tekfirci gruplar’ olarak adlandırdığı grupların yeniden canlanmasının ve özellikle Halep'e saldırmalarının endişe verici olduğunu ve Suriye'nin güvenlik ve istikrarı için bir tehdit oluşturduğunu belirtti. Başta Suriye'nin komşuları olmak üzere bölgedeki tüm ülkelerin bu tehlikeli durumdan etkileneceğinden şüphe duymadığını ifade eden Arakçi, ‘Siyonist rejimin bölgedeki gerginliğin artmasındaki rolünü görmezden gelmenin büyük bir hata olacağını’ vurguladı.

Türk mevkidaşıyla Suriye'de istikrar ve güvenliğin sağlanmasının yollarını ve Suriyeli mültecilerin ülkelerine güvenli bir şekilde dönmelerini ele aldıklarını ifade eden Arakçi, Astana süreciyle elde edilen kazanımların korunması konusunda görüşlerinin örtüştüğünü ve Astana sürecinin bir sonraki toplantısının dışişleri bakanları düzeyinde yapılması ve bu sürecin çıkmaza girmesinin engellenmesi gerektiğine karar verdiklerini belirtti.

Şam'a destek

Arakçi, Suriye'yi istikrarsız bir ülke haline getirmenin bölgenin güvenliğine bir darbe olacağını ve Suriyeli sivillerin öldürülmesinin Suriye ekonomisine bir darbe vuracağını ifade etti.

Suriye'nin terör örgütleri için bir merkez olmaması gerektiğini ve Suriye'yi istikrarsız bir bölgeye dönüştürme projesinin Siyonist bir proje olduğunu ve hiç kimsenin Siyonistlerin buradaki rolünü göz ardı etmemesi gerektiğini ifade eden Arakçi, “İki kardeş ülke (Türkiye ve İran) olarak rolümüzü oynamamız ve Suriye'de güvenlik ve istikrarın sağlanması için hızlı ve etkili müdahalelerde bulunmamız gerekiyor” dedi.

Arakçi, İran'ın bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Suriye hükümetine ve Suriye halkına tam destek vereceğini ve bölgenin istikrar ve güvenliği için Suriye rejimi ve ordusunun yanında yer almaya devam edeceğini vurguladı.

Arakçi, “İran, Türkiye, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, Irak ve bölgedeki diğer ülkelerle temas ve istişarelerini sürdürmektedir. Bu bölgesel istişarelerin Suriye'deki durumun kötüleşmesini durdurmada önemli bir rol oynayacağından eminiz” ifadelerini kullandı.

xcd
Halep'teki ilerleyiş sırasında muhalif grupların üyeleri (EPA)

Türkiye ve İran Suriye krizinde karşıt taraflarda yer alıyor, Türkiye Suriyeli muhalifleri, İran ise Şam'ı destekliyor, ancak siyasi bir çözüme ulaşmak için Rusya ve Suriyeli taraflarla Astana sürecinde birlikte çalışıyorlar.

İran, HTŞ ve müttefik grupların ülkenin kuzeyinde başlattığı büyük saldırı karşısında Suriye ordusunu desteklemek üzere Suriye'de İranlı ‘askeri danışmanların’ varlığını sürdürme niyetinde olduğunu bildirdi.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Arakçi'nin Ankara ziyaretine denk gelen basın toplantısında, “İranlı danışmanların varlığı yeni bir şey değil, geçmişte de vardı ve Suriye hükümetinin isteğine göre gelecekte de kesinlikle devam edecek” dedi.

Moskova ise Suriye'deki durumla ilgili olarak Türkiye ve İran ile yakın temas halinde olduğunu açıkladı ve Türkiye, İran ve Rusya dışişleri bakanlarının Suriye konusunda üçlü bir toplantı yapma olasılığını göz ardı etmedi.

Muhalifler ve siyasi çözüm

Hadi el-Bahra, BM kararları doğrultusunda siyasi bir çözümün ülkedeki çatışmanın ‘tek uygulanabilir ve sürdürülebilir’ çözümü olduğunu vurguladı.

Dün düzenlediği basın toplantısında “Siyasi bir çözüm için mümkün olan tüm araçları kullanma hakkına sahibiz” diyen el-Bahra, muhalefetin ‘siyasi hedefler olmaksızın askeri eylem’ peşinde olmadığını vurguladı.

sc
Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanı Hadi el-Bahra dün (Pazartesi) İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

El-Bahra, Suriye'nin kuzeybatısında birkaç gün önce silahlı gruplar tarafından başlatılan askeri operasyonun ‘hükümet siyasi geçişi sağlamak üzere tam bir siyasi sürece dahil olana kadar devam edeceğini’ açıkladı.

Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu pazar günü yaptığı açıklamada, Türkiye yanlısı Suriyeli grupların Suriye'nin kuzeybatısında Kürt silahlı gruplara ve Suriye güçlerine karşı başlattığı yeni askeri operasyonu (Özgürlük Şafağı) desteklediğini bildirdi.

Suriye Geçici Hükümeti yaptığı açıklamada, ‘Esed güçleri ve PKK militanları tarafından gasp edilen bölgeleri kurtarmak’ amacıyla Özgürlük Şafağı Operasyonu'nu başlattığını duyurdu.