Güney Afrika neden ve nasıl Gazze'nin en önemli savunucusu konumuna geldi?

Güney Afrika'dan Gazze'ye verilen desteğin geçmişi Nelson Mandela'ya kadar uzanıyor

Gazze'ye yönelik saldırıların ardından Güney Afrika'daki 60'dan fazla siyasi partinin lideri Filistin bayraklarıyla sokağa çıkmıştı (Reuters)
Gazze'ye yönelik saldırıların ardından Güney Afrika'daki 60'dan fazla siyasi partinin lideri Filistin bayraklarıyla sokağa çıkmıştı (Reuters)
TT

Güney Afrika neden ve nasıl Gazze'nin en önemli savunucusu konumuna geldi?

Gazze'ye yönelik saldırıların ardından Güney Afrika'daki 60'dan fazla siyasi partinin lideri Filistin bayraklarıyla sokağa çıkmıştı (Reuters)
Gazze'ye yönelik saldırıların ardından Güney Afrika'daki 60'dan fazla siyasi partinin lideri Filistin bayraklarıyla sokağa çıkmıştı (Reuters)

Barış Kaygusuz 

2024'ün ilk ayı sona ererken tüm dünyada en çok konuşulan görüntülerden biri Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa'ya aitti.

Ülkesinin Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e karşı açtığı soykırım davasını kalabalık bir grupla birlikte takip eden Ramaphosa, çevresindekilerin tebriklerini kabul etmiş ve Filistin sloganları atan Güney Afrika heyetini selamlamıştı.

Can kaybı sayısının 25 binleri aştığı Gazze'ye dünyanın bir kısmının sırtını döndüğü, geri kalanlarınsa kağıt üzerinde destek sunduğu bir ortamda en güçlü itiraz seslerinin Güney Afrika'dan gelmesi birçok kişi tarafından ilginç bulunabilir.

Zira Akdeniz kıyısında ablukaya alınmış iki milyon nüfuslu bu kentin, Afrika'nın en güneyine mesafesi 6 bin kilometreden fazla.

Ancak Güney Afrika'yla Gazze arasındaki mesafeyi kapatan şey 60 milyon nüfuslu ülkenin kanlı geçmişinde yatıyor: Apartheid rejimi.

Uluslararası Ceza Mahkemesi, 1998 tarihli kararında apartheid'i şöyle tanımlıyor:

Bir ırksal grubun diğerine kurumsallaşmış bir rejim içinde hakimiyet ve sistematik baskı kurmak ve rejimin devamını sağlamak için yaptığı insanlık dışı eylemler bütünü.

Güney Afrika'nın resmi dili Afrikaanca'daysa siyasi literatüre geçmiş bu kavramın basit bir sözlük anlamı var: Ayrım.

Kavram temel olarak 1948-1991'de Güney Afrika'da hakim olan beyazların üstünlüğüne dayalı rejimi tanımlamak için kullanılıyor. 

Rejimin hakim olduğu yıllar boyunca ülkedeki beyazlar ve siyahların hayatları sosyal, politik ve ekonomik olarak keskin bir şekilde ayrılmış, ikinci sınıf insan kabul edilen siyahların nerelerde yaşayabileceği dahi rejim tarafından belirlenmişti.

Birçok tarihçinin Nazilerden esinlenerek kurulduğunu belirttiği apartheid rejiminin tüm dünyadaki en önemli destekçisiyse İsrail'di.

İsrail-Güney Afrika'nın ırkçı ortaklığı

Her ikisi de 1948'te kurulduktan sonra, Güney Afrika'daki apartheid rejimiyle İsrail devleti 1960'larda siyasi ve askeri ittifak geliştirmiş, bu ittifak İsrail'in 1967'de Batı Şeria, Gazze, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri'ni işgalinin ardından derinleşmişti.

1970'lerdeyse iyice yakınlaşan iki ülke arasındaki ittifakın mimarı o dönem Savunma Bakanı olarak görev yapan Şimon Peres oldu. 

Tüm dünyada rejimin ırkçı uygulamalarına yönelik tepkilerin arttığı bir dönemde kameralar önünde apartheid rejimini eleştiren Peres, perde arkasındaysa Güney Afrika rejiminin uluslararası itibarı için çalışıyordu. Öyle ki 1974'te iki ülke "Siyasi ve Psikolojik Savaş Ortak Sekreterliği" adı altında bir mekanizma dahi kurdu.

Peres'in öncülüğünde varılan anlaşmaya göre İsrail, Güney Afrika'nın uluslararası itibarını parlatmak için adımlar atacak, karşılığındaysa apartheid rejiminden 100 milyon dolar alacaktı.

Aynı yıllarda yine Şimon Peres'in öncülüğünde atılan adımlar iki ülkenin nükleer silah geliştirme konusunda işbirliğine gitmesine kadar uzandı.

II. Dünya Savaşı sırasında Britanya güçleri tarafından Nazi yanlısı faaliyetleri nedeniyle tutuklanan Güney Afrika Başbakanı John Vorster'ın 1976'da yaptığı İsrail ziyaretinde ayağına kırmızı halı serilmesi de, apartheid rejimine İsrail'de verilen desteğin boyutunu gösteren çarpıcı örneklerden biri olarak tarihe geçti.

Nelson Mandela, Güney Afrika Devlet Başkanlığı'nı bıraktıktan kısa bir süre sonra Gazze'yi ziyaret etmişti (AFP)
Nelson Mandela, Güney Afrika Devlet Başkanlığı'nı bıraktıktan kısa bir süre sonra Gazze'yi ziyaret etmişti (AFP)

İki rejim, siyahlara ve Filistinlilere yönelik ırkçı uygulamalarına el ele devam ederken, denklemin diğer tarafındaki ezilenler de birbiriyle yakınlaştı. 

Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü ve Nelson Mandela'nın öncülük ettiği Afrika Ulusal Kongresi'nin hakim rejimlere yönelik mücadelesi bu tarihsel bağlamda ortaklaştı.

Mandela, 1990'da cezaevinden salıverilmesinden kısa bir süre sonra, "Güney Afrika halkı, İsrail devletinin apartheid rejimine verdiği desteği asla unutmayacak" açıklamasını yapacak, 1997'de apartheid sonrası Güney Afrika'yı yönettiği dönemdeyse şu sözlerle Filistin davasını selamlayacaktı:

Filistinliler özgür olmadan bizim özgürlüğümüzün eksik olduğunu çok iyi biliyoruz.

Sivil toplum da ayakta

Güney Afrika'da apartheid rejiminin yıkılmasından 33, Mandela'nın ölümünden 11 yıl sonra dahi Mandela'nın bu sözlerinin ülkedeki karşılığını görmek mümkün.

Zira Güney Afrika hükümeti Lahey'de Filistinlilerin yaşam hakkını savunup tüm dünyaya öncülük ederken, sivil toplum kuruluşları da Filistin'e destek için önemli faaliyetlerde bulunuyor.

Bu kurumların en önemlilerinden biri de "Apartheid İsrail'e karşı birlikte!" sloganıyla çalışmalar yürüten Filistin Dayanışma İttifakı (PSA) isimli grup.

İsrail devletini "apartheid rejimi" olarak tanımlayan örgüt, Güney Afrika'da her yıl dayanışma geceleri, yürüyüşler, eğitimler ve bağış organizasyonları düzenliyor.

2023'te buna "İsrail Apartheid Haftası" isimli kampanyayı da ekleyen PSA, Filistin'de kurumsallaşan ırkçılık konusunda farkındalık yaratmayı ve İsrail devletine karşı uzun soluklu bir mücadeleyi örgütlemeyi hedefliyor.

PSA'nın internet sitesinde yer alan şu ifadeler de grubun Filistin'e verdiği desteğin iç yüzünü açıklar nitelikte:

İsrail'de apartheid devletinin suçları, Güney Afrika'da apartheid rejimin altında yaşayan ve onun mirasıyla mücadele eden bizler için tanıdık. Bizim mücadelemiz onların mücadelesidir.

İsrail bir apartheid devleti mi?

Aralarında İnsan Hakları Gözlemevi (HRW) ve Uluslararası Af Örgütü'nün de bulunduğu birçok uluslararası kuruluşa göre bu sorunun yanıtı evet.

Tıpkı Güney Afrika'daki apartheid rejimi gibi İsrail de vatandaşlarını etnik gruplara göre ayırıyor ve bu gruplardan bazılarına belli ayrıcalıklar tanıyor. 

Hatta Akdeniz'le Ürdün Nehri arasında İsrail'in kontrol ettiği bölgelerde fiili bir kast sistemi uygulandığını söylemek bile mümkün. 

Mandela, apartheid rejiminde 27 yıl tutulduğu cezaevi hücresini 1994'te yeniden ziyaret etmişti (Reuters)
Mandela, apartheid rejiminde 27 yıl tutulduğu cezaevi hücresini 1994'te yeniden ziyaret etmişti (Reuters)

Güney Afrika apartheid'inde sadece beyazların girebildiği bölgeler yaratılmasına ilişkin uygulama, İsrail'deyse Yahudi yerleşimleri olarak önümüze çıkıyor. Bugün İsrail'de bulunan 300'den fazla kırsal Yahudi kasabasında yaşayabilmek için "sosyal uygunluk standardını" karşılamanız gerekiyor.

HRW'nin konuyla ilgili raporunda bu standartların Arapları ve diğer Yahudi olmayan kişileri kasabalara sokmamak üzere tasarlandığı belirtiliyor.

İsrail'de şu anda Yahudilere bazı ayrıcalıklar tanıyan 50'den fazla yasa yürürlükte. Bu yasalar göçten, aile birleşimine ve arazi sahipliğine kadar günlük yaşamın içindeki birçok konuyu etkiliyor.

2010 tarihli HRW raporu, Filistinlilere yönelik kurumsallaşan ayrımcılığa şu ifadelerle dikkat çekiyor:

Filistinliler sadece ırkları, etnisiteleri ve ulusal kökenleri nedeniyle sistematik ayrımcılıkla karşılaşıyor. Onlar elektrikten, sudan, okullardan ve yollara erişimden mahrum bırakılırken, hemen yakınlarından Yahudi yerleşimciler devletin sağladığı tüm bu imkanlardan faydalanıyor. Yahudi yerleşimleri gelişirken, İsrail kontrolündeki Filistinliler çağın gerisinde yaşıyor. Bazen topraklarından ve evlerinden bile atılabiliyorlar.

İsrail, "apartheid" suçlamasına nasıl yaklaşıyor?

İsrail hükümeti karşı çıksa da İsrail kamuoyunda Filistinlilere yönelik bir apartheid rejimi uygulandığına ilişkin görüşler bir hayli yaygın.

Hatta İsrail hakkında apartheid benzetmesi yapan ilk isimlerden biri de devletin ilk başkanı David Ben-Gurion.

Ben-Gurion, 1967'deki savaşın ardından İsrail'in işgal ettiği bölgeleri kontrol etmeyi sürdürmesi halinde bir apartheid rejimine sürükleneceği konusunda uyarmıştı.

Eski İsrail liderlerinden Ehud Barak da daha önce yaptığı birkaç açıklamada, yıllardır işgal altında tutulan bölgelerdeki milyonlarca Filistinlinin oy kullanamamasını apartheid rejiminin bir işareti olarak tanımlamıştı.

7 Ekim'deki Hamas saldırıları öncesinde de İsrailli eski yetkililerin apartheid açıklamaları gündeme gelmişti.

Gazze'ye yönelik İsrail saldırılarında 27 binden fazla kişi öldü (Reuters)
Gazze'ye yönelik İsrail saldırılarında 27 binden fazla kişi öldü (Reuters)

Mossad'ın eski şeflerinden Tamir Pardo saldırılar öncesi yaptığı bir açıklamada, iki halkın iki farklı hukuk sistemiyle yargılandığına dikkat çekerek "Burada bir apartheid devleti var" ifadelerini kullanmıştı.

Benzer şekilde eski İsrail Başsavcısı Michael Ben-Yair ise 2022'de yaptığı açıklamada, "Büyük bir üzüntüyle söylüyorum ki, ülkem siyasi ve ahlaki olarak dibe batmış durumda ve bu bir apartheid rejimi" diye konuşmuştu.

İsrail devletiyse apartheid suçlamalarını "abes ve yanlış" olarak tanımlıyor ve bir anti-semitizm işareti olarak yorumluyor.

İsrail yanlısı sivil toplum kuruluşu İftira ve İnkârla Mücadele Birliği'ne göreyse, İsrail devletinin eylemleri ırkçı bir motivasyondan çok güvenlik kaygılarına dayanıyor ve bu nedenle apartheid olarak anılmaması gerekiyor.

İsrail için yapılan apartheid yakıştırmasına itiraz edenlerin bir diğer argümanıysa, Filistinlilerin vatandaş olmamasına ve uluslararası olarak kabul edilen İsrail topraklarında yaşamamasına dayanıyor.

Tüm bunlara rağmen Başbakan Binyamin Netanyahu'nun 2019'da yaptığı bir konuşmada kullandığı ifadeler İsrail rejiminin kurumsallaşmış ayrımcılığını kanıtlar nitelikte:

İsrail tüm vatandaşlarının değil, sadece Yahudilerin ulus devletidir.

Independent Türkçe



Filistinli aktivist Mahmud Halil: Trump yönetimi beni susturmaya çalıştı ama bu bana daha büyük bir platform sağladı

 Filistinli aktivist Mahmud Halil, ABD'nin New York şehrindeki evinde, 2 Temmuz 2025 (Reuters)
Filistinli aktivist Mahmud Halil, ABD'nin New York şehrindeki evinde, 2 Temmuz 2025 (Reuters)
TT

Filistinli aktivist Mahmud Halil: Trump yönetimi beni susturmaya çalıştı ama bu bana daha büyük bir platform sağladı

 Filistinli aktivist Mahmud Halil, ABD'nin New York şehrindeki evinde, 2 Temmuz 2025 (Reuters)
Filistinli aktivist Mahmud Halil, ABD'nin New York şehrindeki evinde, 2 Temmuz 2025 (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın seçkin üniversitelerle mücadelesinin başlamasından sadece birkaç gün sonra, federal göçmenlik görevlileri mart ayında New York'taki Columbia Üniversitesi'ndeki yurdunda Filistinli öğrenci Mahmud Halil'i gözaltına aldı.

Trump yönetimi, Filistinlileri destekleyen diğer yabancı öğrencileri gözaltına alarak ve Halil'in en önde gelen aktivistlerinden biri olduğu Filistin yanlısı öğrenci protesto hareketine tanık olan Columbia, Harvard ve diğer özel eğitim kurumlarına verilen milyarlarca dolarlık araştırma hibelerini iptal ederek mücadelesini artırırken, Halil üç aydan fazla bir süre Louisiana kırsalındaki bir gözaltı merkezinde tutuldu.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre 30 yaşındaki Halil, “Soykırıma karşı durduğum için hiç pişman değilim… Doğru olanı savunduğum için, yani savaşa karşı çıktığım ve şiddete son verilmesi çağrısında bulunduğum için pişman değilim” ifadelerini kullandı.

Halil, hükümetin kendisini susturmaya çalıştığına ama aksine bunun kendisine daha geniş bir platform sağladığına inanıyor.

Halil serbest bırakıldıktan sonra New York'a döndüğünde havaalanında Trump'ın siyasi muhaliflerinden Temsilci Alexandria Ocasio-Cortez tarafından karşılandı. Gözaltına alındığı için doğumunu kaçırdığı eşi ve küçük oğluyla buluştuğu sırada destekçileri Filistin bayrakları salladı.

İki gün sonra Columbia Üniversitesi'nin Manhattan kampüsü yakınlarındaki katedralin merdivenlerinde düzenlenen bir mitingin yıldızı oldu ve burada üniversite yetkililerini eleştirdi.

Geçtiğimiz hafta, 2025 New York Belediye Başkanlığı seçimleri öncesinde Demokrat Parti ön seçimini kazanan Filistin yanlısı Zohran Mamdani ile birlikte coşkulu kalabalığın karşısına çıktı.

Halil şunları söyledi: “Bu durumda olmayı ben seçmedim; Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi (ICE) seçti... Bunun elbette hayatım üzerinde büyük bir etkisi oldu. Dürüst olmak gerekirse halen yeni gerçekliğim üzerine düşünmeye çalışıyorum.”

Mayıs ayındaki mezuniyet törenine katılamayan Halil gözaltından işsiz olarak çıktı. Uluslararası bir yardım kuruluşunun siyasi danışman olarak çalışması için yaptığı teklifi geri çektiğini söyledi.

Hükümet temyiz başvurusunu kazanıp onu tekrar gözaltına alabilir. Bu nedenle Halil önceliğinin oğlu ve diş hekimi eşiyle mümkün olduğunca çok zaman geçirmek olduğunu ifade etti.

Suriye'deki bir Filistin mülteci kampında doğan Halil'in eşi Dr. Nur Abdullah ABD vatandaşı. Halil'e geçen yıl ABD'de kalıcı oturma izni verildi.

Yüksek lisans öğrencisi olarak 2022 yılında New York'a taşındı ve Columbia Üniversitesi yönetimi ile üniversitenin İsrail ordusunu destekleyen silah üreticileri ve diğer şirketlere yaptığı yatırımlara son vermesini talep ederek kampüs parkında eylem yapan protestocular arasındaki başlıca öğrenci müzakerecilerinden biri oldu.

Filistinli aktivist Mahmud Halil, ABD'nin New York şehrindeki evinde, 2 Temmuz 2025 (Reuters)Filistinli aktivist Mahmud Halil, ABD'nin New York şehrindeki evinde, 2 Temmuz 2025 (Reuters)

Halil herhangi bir suçla itham edilmedi. Ancak ABD hükümeti geniş kapsamlı bir göçmenlik yasasına dayanarak onun ve diğer bazı Filistin yanlısı uluslararası öğrencilerin ‘yasal ancak tartışmalı’ konuşmalarının ABD'nin dış politika çıkarlarına zarar verebileceği gerekçesiyle sınır dışı edilmeleri gerektiğini savundu.

Davaya bakan federal yargıç, Trump yönetiminin Halil'i sınır dışı etmek için öne sürdüğü temel gerekçenin, ifade özgürlüğü haklarının anayasaya aykırı bir şekilde ihlal edilmesi olduğuna hükmetti. Hükümet karara itiraz ediyor.

Beyaz Saray Sözcüsü Abigail Jackson sorulara cevaben şunları söyledi: “Bu ifade özgürlüğü ile ilgili değil, Hamas teröristlerini desteklemek ve kampüsleri güvensiz hale getiren ve Yahudi öğrencileri taciz eden kitlesel protestolar düzenlemek için ABD'de bulunma hakkı olmayan kişilerle ilgili.”

Columbia Üniversitesi'nin politikasına meydan okuma

Halil, antisemitizm bahanesini kınadı ve Yahudi öğrencileri protesto hareketinin ‘ayrılmaz bir parçası’ olarak tanımladı. Hükümetin, Trump'ın Amerikan karşıtı, Marksist ve ‘radikal sol’ ideolojilerin hâkim olduğunu söylediği Amerikan yüksek öğretimini yeniden şekillendirmek için ‘antisemitizmi’ bahane olarak kullandığını söyledi.

Trump yönetimi Columbia'ya ve diğer üniversitelere, çoğunlukla biyomedikal araştırmalar için verilen federal hibe parasının, hükümet kimi kabul ettikleri, işe aldıkları ve ne öğrettikleri konusunda daha fazla denetime sahip olmadıkça devam etmeyeceğini bildirdi ve ‘daha fazla entelektüel çeşitlilik’ çağrısında bulundu.

Harvard'ın aksine Columbia Üniversitesi, hükümetin hibeleri aniden iptal etmesine itiraz etmedi ve Trump yönetiminin protestolarla ilgili kuralların sıkılaştırılması yönündeki bazı taleplerini, finansmanın yeniden başlatılmasına yönelik müzakerelerin ön koşulu olarak kabul etti.

Halil, Columbia'nın eylemlerini yürek parçalayıcı olarak nitelendirdi. Halil, “Columbia, yükseköğretim kurumlarının nasıl yönetildiğine dair her ayrıntıya müdahale etmesine izin vererek kurumu Trump yönetimine teslim etti” dedi.

Columbia Üniversitesi yönetimi, müzakereler devam ederken akademik özerkliği korumanın ‘kırmızı çizgi’ olduğunu belirtti.

Columbia Üniversitesi Sözcüsü Virginia L. Abrams, üniversite yetkililerinin Halil'in nitelendirmesine ‘kesinlikle katılmadıklarını’ ifade etti.

Abrams yaptığı açıklamada, “Columbia Üniversitesi, Halil de dahil olmak üzere, öğrencilerin güçlü bir şekilde inandıkları konularda konuşma hakkını tanır... Ancak üniversitenin, kampüsteki herkesin ayrımcılık ve tacizden uzak bir kampüs topluluğuna katılabilmesini sağlamak için kurallarına ve politikalarına uyması da önemlidir” ifadelerini kullandı.

Halil, Columbia ve Trump'ın hedefindeki diğer üniversiteleri öğrencilerine kulak vermeye çağırdı.

Halil sözlerini şu ifadelerle noktaladı: “Öğrenciler, bu kampüsün insan hakları ve uluslararası hukuka nasıl uyabileceğine ve tüm öğrencileri nasıl kapsayabileceğine dair net bir plan sundular... Meselelerin neresinde dururlarsa dursunlar herkes kendini eşit hissedecek... Üniversite yönetimi öğrencileri dinlemek yerine siyasi baskıya boyun eğmeyi tercih ediyor.”