Arjantin Devlet Başkanı Milei, daha önce hakaret ettiği Papa Franciscus ile görüştü

Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, göreve gelmeden önce hakaret ettiği Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus'u ziyaret etti

(AA)
(AA)
TT

Arjantin Devlet Başkanı Milei, daha önce hakaret ettiği Papa Franciscus ile görüştü

(AA)
(AA)

Vatikan ve İtalya'ya resmi ziyarette bulunan Milei, temaslarına bu sabah ilk olarak Roma'ya komşu Vatikan Şehir Devleti'nden başladı.

Arjantin'de Kasım 2023’te yapılan devlet başkanı seçimlerini kazanan aşırı sağcı Milei, seçim kampanyası döneminde "Komünizmi destekleyen deli", "Tanrı'nın evinde kötülüğün temsilcisi" ve "Embesil" gibi ifadelerle hedef aldığı Papa Franciscus ile dün Vatikan'da özel bir ayin vesilesiyle bir araya gelirken, bugün de resmi ziyaret bağlamında görüştü.

Vatikan'dan görüşmeye ilişkin yapılan yazılı açıklamada, konuk Devlet Başkanı Milei'nin, Papa'nın yanı sıra Vatikan Devlet Sekreteri (Başbakan) Kardinal Pietro Parolin ve Vatikan Devletlerle ve Uluslararası Örgütlerle İlişkiler Sekreteri (Dışişleri Bakanı) Monsenyör Paul Richard Gallagher ile görüştüğü bildirildi.

Milei'nin temasları sırasında, Vatikan-Arjantin ilişkileri ve bunun daha da güçlendirilmesi ile Arjantin'de ekonomik krizle mücadele programının üzerinde durulduğu belirtildi.

Ayrıca dünyada devam eden çatışmalar, uluslararası barış ve diğer konulara da değinildiği kaydedildi.

Papa ile Milei arasındaki görüşmenin 1 saat kadar sürdüğü ve konuk Devlet Başkanı'nın, Arjantinli olan Papa Franciscus'a sevdiği tatlılardan getirdiği basına yansıdı.

"Embesil"den "En önemli Arjantinli"ye

İtalyan basını da dünya görüşleri birbirine zıt iki liderin, Arjantin'le ilgili özel bir ayin vesilesiyle dün ilk görüşmelerinde gayet sıcak ve samimi görüntü verdiğine dikkati çekti.

La Repubblica gazetesindeki haberde, Milei'nin daha önce "Embesil" dediği Papa'yı dünkü görüşmede ise "En önemli Arjantinli" diye nitelediği ve elini öptüğü ifade edildi.

Papa'nın da gelecek aralık ayında bir ihtimal ülkesi Arjantin'e gitmeyi değerlendirdiği kaydedildi.

Haberde, Milei'nin benimsediği ultra liberal çizgideki görüşlerinin Papa Franciscus'un sosyal yardım ve yoksulları önemseyen çizgisinden çok uzak olduğu da anımsatıldı.

Basında çıkan diğer haber ve yorumlarda, Papa'nın Milei'nin kendisine yönelik daha önceden ettiği hakaretlerini dikkate almadığı, diğer taraftan Milei'nin de ekonomik ve sosyal sıkıntılarla mücadele eden ülkesine Papa Franciscus'un desteğini alarak dönme hedefinde olduğu belirtildi.

Milei, daha önce "Komünizmi destekleyen deli", "Tanrı'nın evinde kötülüğün temsilcisi" ve "Embesil" şeklinde ifadelerle hakaret ettiği Papa'dan, görevine seçildikten sonra özür dileyerek, Katoliklerin ruhani liderini Arjantin'e davet etmişti. Papa Franciscus da Milei'yi seçimi kazandıktan sonra arayarak tebrik etmişti.

Arjantin Devlet Başkanı Milei'nin bugün ayrıca İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella ve Başbakan Giorgia Meloni ile de görüşmesi bekleniyor.



Ayırma ve ilhakın tehlikeleri: Bölünmeden sonra birlik

Suriye'deki haritanın değişmesi Ortadoğu'daki haritalara değişimi dayatıyor (AFP)
Suriye'deki haritanın değişmesi Ortadoğu'daki haritalara değişimi dayatıyor (AFP)
TT

Ayırma ve ilhakın tehlikeleri: Bölünmeden sonra birlik

Suriye'deki haritanın değişmesi Ortadoğu'daki haritalara değişimi dayatıyor (AFP)
Suriye'deki haritanın değişmesi Ortadoğu'daki haritalara değişimi dayatıyor (AFP)

Refik Huri

Suriye'nin birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi yönündeki resmi Arap ve uluslararası çağrıların yanında, Suriye'nin bölünmesi yönünde seslerin yükselmesi şaşırtıcı değil. İlginç olan, bölünmeyi savunanların üç temel hususu göz ardı etmeleridir. Birincisi, Suriye'nin 2011 yılından bu yana bölgesel veya uluslararası bir gücün ya da her ikisinin kontrolünde olan kısımlara bölünmüş olduğudur. İkincisi, rejimin yıkılmasından sonraki doğal eğilim, bölünmeden birleşmeye doğru gitmektir; bölünmeyi resmen veya zorla kökleştirmek değildir. Üçüncüsü, Suriye haritası bölge haritasından izole bir harita değildir, dolayısıyla aktörler ister yerel ister bölgesel veya küresel olsunlar, bu haritayla oynamak, diğer haritalarla oynamaya kapalı bir süreç değildir.

Lübnan ve ardından Irak'tan öğrendiğimiz ders Sykes-Picot haritalarının, yüz yıldan fazla bir süredir milliyetçi birleştirme çabalarının ve mezhepçi bölme çabalarının başarısına direndiğidir. Ne ülkeler arasındaki birlik girişimleri başarılı oldu ne de bölünmeler gerçekleşti. Sir Mark Sykes ve François Georges-Picot'nun bölge hakkındaki bilgisizliklerine, İngiliz ve Fransız stratejik tercihler, iki manda ülkesi arasındaki petrol ve diğer hususlarla ilgili rekabet nedeniyle heterojen grupları kapsayan sınırlar çizmekte keyfi davrandıklarına dair hikayelere rağmen, bölge ülkelerinin haritaları iç içe geçmiş ve birbiriyle bağlantılıdır.

Diğer bir deyişle Suriye'de haritanın değişmesi, Lübnan, Irak, Filistin, Türkiye ve İran'daki haritaların da değişmesi anlamına geliyor. Bu da bir tür ayırma ve bir tür ilhak demektir. Zayıf ülkelerden toprak almak ve hayallerini gerçekleştirmek isteyen güçlü ülkelere eklemektir. Burada Osmanlı İmparatorluğu'nun özellikle Halep ve Musul'u ilhak etme hayallerine, Velayeti Fakih’in “Gizli İmam'ın zuhuru ve devletinin kurulması” için her şeyi ilhak etme ve dünyayı yönetme hayalleri, Suriye'deki Golan Tepeleri, Hermon Dağı'nın zirvesi, su kaynakları, Batı Şeria ve tabii Gazze’yi kapsayan ve hatta Güney Lübnan'da Evveli Nehri'ne kadar uzanan “Büyük İsrail” hayalleri ekleniyor.

Ayırma ve ilhak denkleminin gerçekten başarılı olması durumunda bölgede nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını bilmeyen yoktur. Topraklarını kaybeden ülkeler ile kendilerine ait olmayan toprakları ilhak eden ülkeler arasında bir barış, kalkınma ve iş birliği tablosu olmayacağı kesindir. Aksine çatışmalara ve savaşlara sahne olacaktır. Dahası sadece İsrail ile toprağı kurtarmak için bir yüz yıl daha sürecek askeri çatışma yaşanmayacak, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu ile Pers İmparatorluğu arasındaki yüzyıllar süren çatışmalara da geri dönülecektir. Bu ikisi arasındaki çatışma ise sadece nüfuz için değildir.

Bölgesel oyunun, ister şiddetli çatışma bağlamında isterse her bir bölgesel gücün kendine özgü alanlarda nüfuzunu artırma ve böylece yeni bir bölgesel güvenlik sistemi düzenleme anlayışı bağlamında olsun, Türkiye, İran ve İsrail ile sınırlı olduğu düşünülemez. Uluslararası oyun daha büyük. Fransız siyaset bilimci Bertrand Badie'nin “ittifakların giderek ortadan kalktığı ve mevcut gerçekliğe damga vuran bir aşırı akışkanlığın hâkim olduğu, böylece korunan müttefik veya vekilin asıl güç karşısında bir tür bağımsız hareket etme marjına sahip olduğu bir döneme giriş” olarak adlandırdığı bir dönemde, fırsat verilen devlet dışı güçler olgusunun rolü açıktır.

Rusya Ukrayna savaşıyla meşgulse de Suriye'deki Hmeymim Hava Üssü ve Tartus Deniz Üssü'nün korunması için de aktif olarak çalışıyor. Ukrayna savaşında bile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yürüttüğü savaş Ukrayna'dan çok daha büyük bir savaştır. Şarku'l Avsat'ın  Indepenedent Arabia'dan aktardığı analize göre Soğuk Savaş sonrasında Batı'nın Rusya'ya karşı haddini aşma durumunu “düzeltmek” ve Moskova'nın büyük bir gücün odak noktası olduğunu kanıtlamak için yapılan bir savaştır.

Mara Karlin'in “Topyekûn Savaş” ile ilgili bir makalesinde söylediği gibi, ABD “Kızıldeniz'in güvenliğini sağlamada başarısız olduysa ve Hint ile Pasifik Okyanuslarını güvence altına alma gücü ile ilgili soru karşısında durduysa” da Ortadoğu ve Uzakdoğu’da büyük oyunu oynamaya kararlı. Çin, ABD tarafından korunan Tayvan'ı geri almakla çok ilgilense ve 130 ülkenin katıldığı “Kuşak ve Yol” projesi konusunda çok rahat olsa da kendisine nüfuz alanları aramaya zorlayan devasa bir deniz ve hava kuvveti inşa ediyor. Ortadoğu ise sadece ticaretten ibaret değil.

Ayırma ve ilhak konuşmaları ile ilgili olarak George Washington Üniversitesi'nde siyaset bilimi ve uluslararası sorunlar profesörü Mark Lynch, “Ortadoğu'nun sonu”ndan bahsediyor. Neden? Çünkü ona göre “eski bir harita yeni bir gerçekliği çarpıtıyor.” Ortadoğu artık Amerikan üniversitelerinin ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nın haritalarındaki gibi Arap dünyası, İsrail, Türkiye ve İran’dan ibaret değil. ABD Merkez Komutanlığı haritasına göre artık Afganistan, Cibuti, Eritre, Etiyopya, Kenya, Pakistan ve Somali'yi de kapsıyor. Edgar Morin'in dediği gibi “Hayatın tümü belirsizlik denizinde yüzmektir.”

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.