‘İkili ötanazi’ Hollanda’da giderek büyüyen bir olgu haline mi geliyor?

Hollanda’da Eski Başbakan ve eşi, ötanazi hakkını kullanmıştı

Eski Hollanda Başbakanı Dries van Agt, eşi Eugenie ile birlikte (Telegram)
Eski Hollanda Başbakanı Dries van Agt, eşi Eugenie ile birlikte (Telegram)
TT

‘İkili ötanazi’ Hollanda’da giderek büyüyen bir olgu haline mi geliyor?

Eski Hollanda Başbakanı Dries van Agt, eşi Eugenie ile birlikte (Telegram)
Eski Hollanda Başbakanı Dries van Agt, eşi Eugenie ile birlikte (Telegram)

İkisi de 93 yaşında olan Eski Hollanda Başbakanı Dries van Agt’ın eşi Eugenie ile el ele ölmesinin ardından ‘ikili ötanazi’, Hollanda’da dikkat çeken bir olgu haline geldi.

Agt ve eşi Eugenie Krekelberg birlikte hayata veda etti. Çift 70 yıldan fazla bir süredir birlikteydi. Geçtiğimiz pazartesi günü gerçekleşen ötanazi, Hollanda’da çiftlere yönelik ‘ikili ötanaziye’ yönelik artan eğilimin bir parçası olarak görülüyor.

Van Agt’ın sağlık durumu 2019’da felç geçirmesinin ardından kötüydü. Hristiyan Demokrat Van Agt, birkaç yıl Adalet Bakanlığı görevini yürüttükten sonra 1977-1982 yılları arasında Hollanda Başbakanı olarak görev yapmıştı.

Eski Başbakan, birkaç yılını Filistinlilerin hakları için kampanya yürüterek geçirdi. Bu nedenle ‘Hak Forumu’nu kurdu ve 2021’de partiden ayrıldı. Son yıllarında partisinin İsrail politikasını şiddetle eleştirdi.

Ötanazi, Hollanda’da belirli koşullar altında yasa dışı sayılır. İngiliz gazetesi The Telegraph'ın haberine göre, çiftlere yönelik ötanazi, ilk kez 2020 yılında tüm vakaların incelenmesinin ardından 26 kişiye partnerleriyle aynı anda uygulandığında kaydedildi.

Toplam 9 bin ötenazi vakasında sayılar bir sonraki yıl 32’ye, 2022’de ise 58’e yükseldi.

Hollanda’da yılda yaklaşık bin kişinin ötenazi dileklerini yerine getiren Ötenazi Uzman Merkezi’nin sözcüsü Elke Swart, herhangi bir çiftin yardımlı ötenazi başvurularının birlikte değil, bireysel olarak katı şartlara göre incelendiğini söyledi.

Swart, “Bu konuya ilgi artıyor ancak hala nadir görülüyor” ifadelerini kullandı.

The Guardian gazetesinin araştırmasına göre, “İki kişinin aynı anda hiçbir kurtuluş umudu olmadan dayanılmaz acılar çekmesi sadece bir tesadüf... İkisi de ötanazi yapılmasını istiyor” ifadelerine yer verdi.

Ötanazi ve tıbbi yardımlı intihar, Hollanda’da 2002’den beri dayanılmaz acılar, kurtuluş umudunun olmaması ve bağımsız, uzun vadeli ölme arzusu da dahil olmak üzere 6 koşulun olması durumunda yasal sayılıyor.

Ülke yasaları, ötanazi isteğinin doğrulanması için ikinci bir uzmanın onayını gerektiriyor. Ötanazilerin çoğu, evde bir aile doktoru tarafından gerçekleştiriliyor.

Ötanaziye bağlı ölümlerin küçük bir yüzdesini çiftler oluştursa da uygulamayı destekleyen NVVE Vakfı'nın başkanı Fransien van ter Beek, birçok kişinin bu isteğini dile getirdiğini söyleyerek, “Fakat bu pek sık olmuyor çünkü bu kolay bir yol değil” ifadelerini kullandı.

Ötenazi Uzmanları Merkezi’nden Constance de Vries ise Hollanda gazetesi De Volkskrant’a verdiği röportajda, “Birçok insan, özellikle 80’li yaşlara ulaştıklarında ve artık yeterli esnekliğe sahip olmadıklarında, hayata tek başına devam etmek zorunda kalma olasılığından korkuyor” değerlendirmesinde bulundu.  



Apo dersinden kaçış yok

PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)
PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)
TT

Apo dersinden kaçış yok

PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)
PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)

Refik Huri

Amerikalı iş adamı ve sanayici Armand Hammer, komünist lider Vladimir Lenin'in dostuydu ve onun Sovyetler Birliği'ni sanayileştirmesine ve elektriğe kavuşturmasına yardımcı olmuştu. Hammer “Tarihin Tanığı” başlıklı anılarında, Komünist Parti liderinin “1920 yılında komünizmin başarılı olamayacağını anladığını” anlatır. Bu dönem, Marx'ın öngördüğü komünizm dönemi değildi; Lenin'in “burjuvasız bir burjuva devleti” olarak adlandırdığı dönemdi. Sonra, en yüksek düzeyine ulaştığında “devletin ortadan kalkmasıyla” komünizm aşamasını başlatan “sosyalist proletarya” devleti gelecekti.

Ancak Lenin'in Stalin'den Brejnev'e kadar halefleri, George Orwell'in tasvir ettiği, güçlü bir endüstriyel ve askeri temele dayanan “Büyük Birader” polis devletini kurdular. Gorbaçov gelip bu yanlışı açığa çıkardığında, ardından “perestroyka ve glasnost” yoluyla sistemi reform etmek istediğinde, Sovyetler Birliği ellerinin arasında çöktü. Çöküşün sorumlusu olarak onu suçlayanlar da var, 70 yıldır “başarısız olan” şeyi görmekte geç kaldığını düşünenler de.

Ancak Sovyetler Birliği, tarihte önemli roller de oynadı; bunların arasında Amerikan ve Avrupa emperyalizmiyle bağlantılı rejimlere karşı silahlı mücadele yürüten devrimci hareketleri desteklemek de vardı. Lenin'in “Bir rejimi devirmek için devrimci bir örgüte değil, devrimciler örgütüne ihtiyaç vardır” sözünden etkilenenler arasında; 1978 yılında Türkiye'de katı Marksist-Leninist ideolojiyle Kürdistan İşçi Partisi'ni (PKK) kuran Abdullah Öcalan (Apo) da vardı. Örgüt 1984 yılında bağımsız Kürt devleti kurmak için bir silahlı isyan başlattı. Apo, yarım asırdan fazla süren mücadele, kırsalda gerilla savaşları, şehirlerde “hendek savaşı” sonrasında başarısız olduğunu gördü ve çıtayı giderek düşürdü; önce “demokratik konfederalizm”, sonra federalizm, ardından özyönetim, sonra da ademi merkeziyetçilik ve demokratik bir sistem içinde Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarının tanınması taleplerine geçiş yaptı. Bu da onu ​​en sonunda silahlı mücadele aşamasının başarısızlığa uğradığını ve sona erdiğini itiraf etmeye, örgütünü feshettiğini, silah bırakacağını ve demokratik mücadele çerçevesinde faaliyet göstereceğini açıklamaya yöneltti. Belki de bu zor kararı 20 yıl önce Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra almalıydı.

Bugün soru şu: Peki, ya diğer silahlı mücadele hareketleri ne olacak? Onların deneyimi, koşullar farklı olmasına rağmen, PKK'nınkinden farklı mı? Hamas deneyimi hakkında neler söyleyebiliriz? Filistin Ulusal Otoritesi içinde parlamento seçimlerini ve hükümet başkanlığını kazandı, ancak Ramallah'taki yönetime karşı askeri darbe yaparak Gazze Şeridi'ni tek başına yönetmeye başladı. Bunu yapmakta elbette stratejik bir hedefi vardı; Oslo Anlaşması'nı reddetmek ve denizden nehre kadar Filistin'in kurtarılmasında diretmek. Oysa bu görev, yalnızca ulusal birlik, siyasi irade, Arap katılımı ve uluslararası destek gerektirmiyor, aynı zamanda Gazze'yi tamamen abluka altına alabilecek bir düşman aracılığıyla gelen su, elektrik, yiyecek ve ilaca bağımlı bir Gazze’den daha geniş alandan harekete geçmeyi gerektiriyor. İlave olarak 1948'den günümüze Arap-İsrail çatışmasının tarihi, İsrail'in kurulmasına Amerikan, Avrupa ve Sovyetler Birliği'nin destek vermesinin ve daha sonra yıkılmasını reddetmelerinin, “iki devletli çözüm” çerçevesinde Filistin devleti çağrısı yapmalarının ardındaki sır da derinlemesine okunmalı.

Eğer Başkan Harry Truman İsrail'i kuruluşundan dakikalar sonra tanıdıysa, dışişleri bakanı olmadan önce o dönem Sovyetler Birliği Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi olan Andrey Gromiko, İsrail'in kurulmasını engellemek için “Filistin'e giren Arap ordularını” “İsrail'e karşı saldırganlık” ile suçlamıştı. Son dönemde yaşanan Gazze ve Lübnan savaşları deneyimi ise daha büyük bir ders. Ne ABD, ne Rusya, ne de Çin Gazze'ye ve halkına karşı yürütülen imha savaşını durdurmaya çalışmadı veya başaramadı. İsrail'i tanıyan Arap ülkeleri de katliamı reddetme yönünde pratik bir karar almadılar. Şarku'l Avsat'ın Insependent Arabia'dan aktadığı analize göre gerçek acılar ile öğrenilen dersten en azından herkesin anladığı husus, İsrail'i ortadan kaldırmak isteyenin önce ABD’yi ortadan kaldırmak için çalışılması gerektiğidir.

Peki, Hizbullah'ın Gazze'ye yönelik “destek savaşı” deneyimine, aldığı ağır darbelere, Lübnan’ın uğradığı yıkıma ve sonunda Hizbullah'ın onayıyla ateşkes anlaşmasına varılmasına, 1701 sayılı kararın uygulanmasına, dahası İsrail'in sanki zafer kazanmış gibi davranmasına, İslami direnişten hiçbir karşılık almadan savaşını sürdürmesine ne demeli? Bu nasıl bir strateji ki, aktörleri ne meşru otoritenin ne de Lübnan halkının çoğunluğunun görüşü sorulmadan ve rolü olmadan, İsrail'i İran’ın kararı ile Lübnan'dan ortadan kaldırmanın mümkün olduğunu hayal ediyorlar? Cevap aslında sahada. İran’ın kollarının İran'ı ve bölgesel projesini koruma rolü, Esed rejiminin çökmesi ve Suriye köprüsünün kaybedilmesiyle birlikte gerileme dönemine girdi. Lübnan'daki direniş için oyun bitti, ancak Tahran hâlâ zamanı geri alabileceğini öne sürüyor. ABD ile bir anlaşma için müzakerelerde bulunurken, Hizbullah ise hâlâ kullanımı intihara ve Lübnan'dan geriye kalanların kesin yıkımına yol açacak bir reçeteye dönüşen silahını korumaktan bahsediyor.

Öcalan yaşananları gözden geçirip dersler çıkardı, Hamas da en azından Gazze halkının durumundan dolayı bir gözden geçirmede bulunmalı ve dersler çıkarmalı. Lübnan'daki yeni durum da Hizbullah'a yaşananları gözden geçirip ders çıkarmaktan başka seçenek bırakmadı, aksi takdirde hem yeni durum hem Hizbullah başkalarına ders olacaktır.

Carl von Clausewitz’in “Savaş Teorisi” adlı kitabında üzerinde durduğu husus da savaşta siyasi hedefin önemidir.

* Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Insependent Arabia'dan çevrilmiştir.