Huzistan ve İran: İlhak mı, işgal mi?

"Huzistan'ın yaklaşık 100 yıl önce işgal edilmesini ve İran'a ilhak edilmesini inkar etmeyen ve çözümü Ahvaz halkına kendi kaderini tayin hakkının verilmesinde gören üçüncü bir seçenek var."

Arabistan (Huzistan) Eyaleti'nin yönetim merkezi Muhammara (Hürremşehir) (Independent Arabia)
Arabistan (Huzistan) Eyaleti'nin yönetim merkezi Muhammara (Hürremşehir) (Independent Arabia)
TT

Huzistan ve İran: İlhak mı, işgal mi?

Arabistan (Huzistan) Eyaleti'nin yönetim merkezi Muhammara (Hürremşehir) (Independent Arabia)
Arabistan (Huzistan) Eyaleti'nin yönetim merkezi Muhammara (Hürremşehir) (Independent Arabia)

Bir asır önce, dünya haritasında, Arapların “Muhammara Emirliği” veya “Arabistan Emirliği”, Farsların ise “Arabistan Krallığı” adını verdikleri, başkenti Muhammara olan bir devlet vardı. İran Savaş Bakanı Rıza Pehlevi'nin güçleri, askeri ve siyasi bir plan doğrultusunda 1925 yılında bu krallığın topraklarına baskın düzenledi. Söz konusu plana Arabistan Hükümdarı Hazal Han'a karşı Tahran'daki Fars gazetelerinde yaygın düşmanca propaganda yürütmek de eklendi. İranlı yöneticiler daha sonraları bölgeyi Arabistan yerine Huzistan şeklinde isimlendireceklerdi.

Tarihi Arabistan nerede?

Şah Nasıruddin Kaçar'ın oğlu Sultan'ın Ahvaz Elçisi Mirza Taki Han El-Ensari'ye ait Genc Şâyegân (Şâyegan’ın Hazinesi) isimli kitapta krallığın sınırları şu şekilde anlatılmıştır: “Arabistan, Şattü'l-Arab'dan Dizful'un ötesine yani Arabistan ile Luristan arasındaki sınırı oluşturan El-Hüseyiniye'ye kadar uzanır. Genişliği Râmhürmüz ve Şadgan'ın sonundan Huveyze'nin en uzak kısmına ve Osmanlı toprakları ile Irak-ı Arab sınırlarına kadardır. Bu krallığın uzunluğu 100 fersah, genişliği ise yaklaşık 40 fersahtır.” Arabistan Krallığı'nın 1881 yılındaki coğrafi sınırlarını gösteren kitap, el yazması olarak İsfahan şehrindeki Ferheng Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.

Mirza Muhammad Taki Han El-Ensari, Huzistan Krallığı'nın kendi dönemindeki coğrafi sınırlarını şu şekilde ifade etmektedir: “Ülkenin güneyinde Şattü'l-Arab, kuzeyinde ise El-Hüseyniyye kasabası bulunmaktadır. Şu anda şehir olan El-Hüseyiniye, Dizful ve Şadgan'ın (Andimeşk) kuzeyinde ve ayrıca Şadgan'ın ile Luristan Eyaleti'ndeki Poldohter şehri arasında yer almaktadır.” El-Hüseyniye'nin sakinleri Lur halkına göre daha kültürlü Araplardır ve çoğu, Arapların El-Hüseyniyat olarak tanımladığı "Sekondi" kabilesine mensuptur. Luri dilindeki "Sekondi" kelimesi Arapça'da "Beni Kuleyb" anlamına gelir. Yazar, Ramhürmüz ve Şadgan şehirlerinin Huzistan Krallığı'na ait olduğunu ve Krallığın doğusunda yer aldığını belirtmektedir. Bu da El-Ensari'nin, Şadgan'ın sonunda Mahşehr ve Hindiyan limanlarında olduğu anlamına gelir. Mahşehr ve Hindiyan Şah Muhammed Rıza Pehlevi yönetiminin ilk dönemlerine kadar idari olarak Şadgan'a tabiydi. Yazar aynı zamanda Huveyze ve o zamanki Osmanlı İmparatorluğu'nun Irak sınırlarını Huzistan Krallığı'nın batı kısmı olarak görüyordu. Bu tanımlama halen geçerli olup İran'ın güneybatısı ve güneyinde bir Arap coğrafyası bölgesinden bahsetmek mümkündür. Bu coğrafya Elam ve Kohkiluyye bölgelerinin kuzeyini sınırlayan tarihi Huzistan'ın kuzeyinden güneydeki Arap kıyı bölgelerine kadar uzanır. Burası onlarca yıl önce şeyhlikler ve emirlikler tarafından yönetilen ve Arap vatandaşların yaşadığı yerdir.

Rıza Han'ın (Rıza Pehlevi) Huzistan ve hükümdarı Hazal bin Cabir'e (Hazal Han) karşı yaptıklarına dair farklı rivayetler var. 1921'de Kaçar Hanedanı’nı deviren darbe hükümetinde, yani kendisini İran Şah’ı ilan etmeden ve 1925'te Şah Rıza Pehlevi unvanını almadan önce, Savaş Bakanı ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanıydı. Birbirini takip eden İran rejimleri Huzistan'ın işgali iddiasını kabul etmedi.

Arap, Avrupa ve Pehlevi söyleminde Arabistan

Avrupalılar ve Araplar, İranlı Muhammara güçlerinin Huzistan Eyaleti’nin yönetim merkezini iki tarihi dönemde işgal ettiğini söylüyor: İlki 1841’de ve ikincisi 1925’te. İlk işgalle ilgili olarak İngiliz siyaset adamı ve yöneticisi Lord George Curzon'un Farsçaya çevrilen “İran ve İran Meselesi” kitabında şu ifadeler yer alıyor: “Layard’a göre Huzistan Eyaleti’nin yönetim merkezi Kasım 1841’de İran ordusu tarafından işgal edildi. Daha sonra İran ordusu Karun Nehri yakınındaki Beni Kab kabilesine mensup Arapların üzerine yürüdü. Ancak savaş bittiğinde Türkler, Karun'un ana kıyısında değil, bir kanalın kıyısında yer aldığını öne sürerek bu şehrin mülkiyetini üstlendiler. Bu kanalı Şattü’l-Arab'ın kuzey kıyısında kazmışlardı. İranlılar, şehrin aslında Karun Sahili'nin doğal kıyıları ve doğal ağzı boyunca yer alması nedeniyle, söz konusu kanalın yerini kimsenin belirleyemeyeceğini vurgulayarak şehri boşaltmayı reddettiler. Bölgeyi iyi tanıyan Layard'a, İngiltere Başbakanı Lord Aberdeen tarafından bu anlaşmazlık hakkında rapor hazırlaması talimatı verildi. Layard buranın Osmanlılara verilmesini önerdi ancak Rus hükümeti Osmanlılara karşı İran'a güçlü bir destek verdi. İngiliz devleti de Rusya'yı örnek alarak Erzurum Antlaşması'nda Muhammara’yı İran'ın eline bıraktı. O günden bu yana Muhammara hep bu hükümetin elinde oldu.” Muhammara, Huzistan Krallığı'nın başkentiydi ve bazen kendi adıyla da anılırdı: Muhammara Emirliği.

Paris Times gazetesi "Fars Ülkesi'nde Bir Devrim" başlıklı 22 Ocak 1928 tarihli raporunda ikinci işgalle ilgili olarak şu bilgiyi veriyor: "Huzistan, nesiller boyunca özerklikle yönetilmiş, ancak Şah Rıza Pehlevi, ordusunu 1925'te Muhammara'ya yürüttüğünde bölgenin özerkliği sona erdirmiştir. Muhammara Şeyhi tarafından yönetilen bölgenin Pers İmparatorluğu ile hiçbir işi yoktu, yani Huzistan'ın ticareti İran'la değil Irak'la, Körfez şeyhlikleriyle ve Avrupa'ylaydı. Ayrıca Ahvazlılar, Pers'te gerçekleşen siyasi olaylara, özellikle Anayasa Devrimi'ne katılmamışlardı.

Şah Rıza Pehlevi, “Huzistan'a Yolculuk” adlı kitabında şöyle diyor: "Luristan'ın isyancılarını bastırmaya karar verdim, böylece Huzistan ile Irak arasındaki kritik yolu açabilirdim. Bu, Huzistan'da güvenin yeniden sağlanması için yapıldı; çünkü orada güvensizlik, yağma, isyan ve sadakatsizlik hüküm sürüyordu. Ayrıca, vatanını satan ve kendisini bağımsız bir emir ilan eden ihanetle suçlanmış bir kişiyi de ortadan kaldırmış oldum."

Rıza Şah'ın “Huzistan’a Yolculuk” isimli eseri kendinin yazmadığını, sözlü anlatımlarının Savaş Bakanı olduğu dönemdeki baş sekreteri Ferecullah Behrami tarafından kaleme alındığını belirtmek gerekir. Arabistan yerine Huzistan kelimesini kullanıyor ve Irak derken, şu anda “Arak” denen Irak-ı Acem’i kastediyor.

Şah Rıza, Luristan yöneticilerini isyancılara, Hazal Han'ı ise isyancı ve vatan hainine benzetmekte ve Hazal Han yönetimindeki bölgenin bağımsızlığını bir nevi tanımaktadır. Evet, gerçekten de Huzistan çoğu zaman bağımsızdı veya önceki yüzyıllarda İran'daki diğer krallıklarla ittifak dönemlerinde yarı bağımsız bir statüye sahipti. Şah Rıza bundan bahsetmedi. Bu yolculuğunda Hazal Han'a da hakaret ediyor ve onu Bedevi ve çöl adamı olarak tanımlıyor.

Şah Rıza Pehlevi, Arabistan’a (Huzistan’a) giden askeri güçlerinin önünde Lur, Bahtiyari ve Poştkuh kabilelerinin liderlerinin ittifak kurduğundan söz ediyor ve bu ittifakın amacını soruyor. Bu soruya kendi kendine şöyle cevap veriyor: "Kısaca söylüyorum: Güneydeki petrol madenlerinin bağımsız hale getirilmesi ve İran'ın gelecekteki çıkarlarından mahrum bırakılması." Bu ifadeleriyle, çoğu Huzistan'da bulunan petrol madenleri, yani petrol yataklarının bağımsız olma ihtimaline ilişkin endişesini bir kez daha teyit ediyor. Ayrıca kitabın başka bir yerinde, Luristan'dan Tahran'a döndükten sonra şu bilgileri elde ettiğini belirtiyor: "Huzistan'ı [Arabistan'ı] kuşatma ve bağımsızlığını koruma hamlesi bir süredir bekleniyordu. Bu demek oluyor ki bu meseleyle ilgili plan bir süredir hazırlanıyordu.”

Şah Rıza, "Mezopotamya ve Şam gazetelerinin Hazal’ı Huzistan'ın bağımsız Emir’i olarak tanımlamasından" duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Şah Rıza, Hazal Han'ı emirliğine resmi olarak yabancıların atanmasını talep etmekle suçluyor. Şam (Suriye, Lübnan, Filistin, Irak) gazeteleri ve hatta Mısır gazeteleri de Hazal Han'ın bu unvanını (Bağımsız Emir) kullandı. Lübnanlı düşünür Emin er-Reyhani, Hazal Han'ı "Arap Kralları" adlı kitabında "Arap Kralları" kategorisine dahil etti.

Rıza Şah'ın yolculuk kitabında dikkat çeken nokta, İran'da yüzyıllardır hüküm süren ve onun "mezhep kralları" olarak nitelendirdiği merkezi olmayan yönetim sistemini kökten ortadan kaldırmak için gösterdiği çabadır. Yani onun düşmanlığı Hazal Han'ın, Lur ve Bahtiyari liderlerinin ötesine uzanıyor ve onun İran'daki ademi merkeziyetçi sisteme olan düşmanlığında; tek milliyetçi, yani İran milliyetçiliği ile merkeziyetçiliğe vurgu yapmasında kendini gösteriyor.

Huzistan'a iki farklı bakış

Daha önce belirttiğimiz gibi, Savaş Bakanı Rıza Şah Pehlevi'nin Huzistan Krallığı'na karşı başlattığı askeri operasyon ve kuvvetlerinin Ahvaz ve Mahşehr şehirlerini işgali, geniş bir ulusal medya kampanyasının bir sonucuydu. Bu kampanya, Tahran'daki çoğu Fars gazetesinin yürüttüğü kapsamlı bir ulusal çabaya dayanıyordu ve odak noktası Hazal Han'ın imajını zedelemek ve onu bir hain ve isyancı olarak tasvir etmekti. 1925'te yayınlanan Arap gazeteleri ise ister Irak'ta ister Şam'da ister Mısır'da, Hazal Han'ın yanında yer aldı ve onu destekledi.

Mahmud Afşar gibi radikal milliyetçi yazarlar ve ikinci Pehlevi döneminde senato üyesi olan Ali Deşti gibi gazeteciler, Arap basınında Hazal Han ve Arabistan yönetimini destekleyen yayınlara cevap vermeye çalıştılar. Bu yazarlar ve başkaları, "Hablu’l Metin" gibi Fars gazetelerinde, Fars milliyetçiliği ve Arap karşıtı nedenlerden dolayı Hazal Han’a yönelik saldırgan kampanyada önemli bir rol oynadılar. Hazal Han'a yönelik bu saldırıya Rıza Pehlevi'ye düşman olanlar da dahil olmak üzere birçok İran milliyetçisi katıldı.

Güney Azerbaycan’ın lideri Cafer Beyşuhuri ve Kürdistan Mahabad özerk bölgesinin lideri Kadı Muhammed'e karşı, yönetimleri sırasında ve sonrasında, bu ayrıştırıcı siyasi retorik 20 yıl sonra tekrar kullanıldı.

Muhammara ve Huzistan Krallığı tarihine yaklaşımım ve Avrupalı siyasetçiler ve yazarların yanı sıra Arap dünyasındaki Araplar tarafından yazılanları ve bu tarihin özü hakkında konuşulanları incelemem yoluyla şunu söyleyebilirim ki çoğu, bu krallığın ve başkentinin İranlılar tarafından iki kez işgal edildiğine inanıyor: İlki 1841'de Şah Muhammed Kaçar'ın hükümdarlığı sırasında, ikincisi ise 1925'te Şah Rıza Pehlevi'nin hükümdarlığı sırasında. İranlı tarihçilerin çoğu, yöneticiler, partiler ve siyasi örgütler bu görüşü reddederken, Arabistan'ın ya da söyledikleri şekliyle Huzistan'ın tarih boyunca İran'a bağlı olduğunu iddia ediyorlar. “Huzistan ve İran'da Ulus Devletin Kaderi” başlıklı kitabımda Huzistan Krallığı'nın Kaçar Hanedanı'na bağlı olduğuna ve 19. yüzyılın ortalarında Muhammara'nın işgali ve ikinci "Erzurum Antlaşması"nın imzalanmasının ardından müttefik krallıklara dayanan siyasi-idari sisteme sahip olduğuna dair bir vurgu yaptım. Bu dönemde Huzistan, bağımsız bir emirlik veya krallıktan, yarı bağımsız ancak bir ölçüde sömürgeleştirilmiş bir krallığa dönüştü ve bu durum 1925 yılına kadar devam etti. Peki neden yarı bağımsız, yarı sömürge diyorum? Çünkü Kaçar Hanedanı bu dönemde, 19. yüzyılın ortalarından 1925'e kadar süren 75 yılı aşkın bir süre boyunca Huzistan'da sadece Huveyze ve Muhammara'da savunma amaçlı iki üs bulundurmuştur. Bu üsler, Osmanlı Devleti'ne karşı sadece savunma amaçlıydı ve Huzistan yöneticisinin gücüne ve yetkisine bağlı olarak büyüklükleri değişiyordu. Ancak, bu üslerin unsurları, Hindistan veya Cezayir örneğindeki klasik sömürgelerde olduğu gibi, krallığın içişlerinde herhangi bir rol oynamadılar. Örneğin, Hazal Han'ın kendi özel ordusu ve polisi vardı. Bu güçler aracılığıyla, Huveyze, Beni Taraf ve Şadgan gibi bölgelerden Tuster, Dizful, Ramhürmüz ve Hindiyan'a kadar Arabistan'ın tüm emirliklerinin kontrolünü ele geçirmeyi başardı. Hazal Han'ın devrilmesinin ardından Huzistan işgal edildi, ardından Pehlevi devletine ilhak edildi ve Ahvaz toplumu siyasi, idari ve hukuki olarak öncekinden farklı bir sömürge aşamasına girdi. Bazı Ahvaz toplum kesimleri bu sömürgeci durumu unuttu ve bu kesimlerde ikinci görüş, yani Farsça söylemin üstün gelmesi hakim oldu. Bunda, İran yetkililerinin son doksan yıl boyunca İran içinde Huzistan topraklarının işgali hakkındaki tarihsel gerçeği doğrulayan herhangi bir kitap, çalışma veya makalenin resmi ve yasal bir şekilde yayınlanmasını yasaklamasının payı var. Huzistan Krallığı ve halkıyla ilgili tarihî, siyasî ve ekonomik birçok kitap ve şerhe rağmen, Huzistan'ın hukuki durumunu açıklamak için uluslararası hukuki bir çerçeve veya tanım bulunmamaktadır: İşgal mi, yoksa ilhak mı? Bu konu, İran'ın kendi içindeki bölgesel ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlardaki statüsünü belirlemek için önemlidir. Durum böyle olduğu sürece Huzistan, Filistin meselesi ve Güney Sudan meselesi gibi Arap ve uluslararası boyutu olan meseleler gibi değil, bir İran vilayeti olarak kalacak.

Ancak bu iki farklı görüş ve durumun dışında, Huzistan'ın yaklaşık 100 yıl önce işgal edilmesini ve İran'a ilhak edilmesini inkar etmeyen, ancak Ahvaz halkına kendi kaderini belirleme hakkını tanımanın ve bu hakkın uygulanması için federatif bir sistem kurmanın çözüm olduğunu düşünen üçüncü bir seçenek bulunmakta.

2012 yılında Filistin Yönetimi uluslararası hukukçulardan oluşan bir hukuk ekibi atadı ve bu ekip aracılığıyla Birleşmiş Milletler'i Filistin'i gözlemci devlet olarak kabul etmeye ikna etti. Görünüşe göre bu Ahvaz özelinde de uygulanabilir. Örgüt veya konsey adı ne olursa olsun, Ahvaz figürlerinin ve oluşumlarının çoğunu içermeli ve İran'da özerklik ya da federal bir sistem kurarak ülke içinde bir yer edinme mücadelesi vermelidir.

* Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



Entebbe Zirvesi’nin terörle mücadelede Mogadişu’yu destekleme çabaları üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Entebbe Zirvesi katılımcıları (Mısır Bakanlar Kurulu)
Entebbe Zirvesi katılımcıları (Mısır Bakanlar Kurulu)
TT

Entebbe Zirvesi’nin terörle mücadelede Mogadişu’yu destekleme çabaları üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Entebbe Zirvesi katılımcıları (Mısır Bakanlar Kurulu)
Entebbe Zirvesi katılımcıları (Mısır Bakanlar Kurulu)

Afrika Birliği (AfB) Somali'yi Destekleme ve İstikrar Misyonu'na (AMISOM) katılan ülkelerin devlet başkanları ve başbakanları Uganda'nın Entebbe kentinde gerçekleştirdikleri zirvenin sonuçları, zirvenin Somali hükümetinin terörle mücadele kapasitesini ne ölçüde desteklediğine dair bazı soru işaretlerini de beraberinde getirdi.

Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni’nin çağrısıyla cuma günü yapılan Entebbe Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde AMISOM'a destek sağlanması gerektiği vurgulandı. Mogadişu'daki mevcut güvenlik durumunun ele alınması için AU güçlerinin bir parçası olarak ilave 8 bin askerin konuşlandırılması gerektiğine işaret edildi.

Uzmanlara göre Entebbe Zirvesi, AMISOM’un Somali’de terörle mücadeledeki rolünü desteklemek ve operasyonel hale getirmek için ‘niteliksel bir sıçrama’ niteliği taşıyor. Ancak AMISOM’un özellikle finansman açısından pek çok zorlukla karşı karşıya olduğunu ifade eden yine aynı uzmanlar, terör örgütü eş-Şebab'dan kurtarılan bölgelerin korunması için Somali ordusunun desteklenmesi gerektiği çağrısında bulundu.

Afrika Birliği Destek ve İstikrar Misyonu (AUSSOM) ocak ayı başında resmen faaliyetlerine başladı. Misyon, görev süresi geçen yılın sonunda sona eren AMISOM’un yerini aldı.

Entebbe Zirvesi'ne Uganda Devlet Başkanı Museveni, Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud, Mısır, Kenya ve Cibuti'den yetkililer, AfB Komisyonu Başkanı Mahmud Ali Yusuf, Birleşmiş Milletler (BM) ve Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi (IGAD) temsilcileri ile Avrupa Birliği (AB), ABD ve İngiltere büyükelçileri katıldı.

y56juk
Entebbe Zirvesi sonuç bildirgesinde AMISOM'a destek vurgusu yapıldı (Mısır Bakanlar Kurulu)

Entebbe Zirvesi’nin cuma akşamı yayınlanan sonuç bildirgesinde terör örgütü eş-Şebab'ın yeniden toparlanmasının engellenmesi gerektiği ve AMISOM’un Somali’deki rolünü güçlendirmek için diğer ikili güçlerin yanı sıra Mısır güçlerinin konuşlandırılmasını hızlandırmak için çalışmanın önemi vurgulandı. Bildirgede ayrıca uluslararası ortakların Somali'de güvenlik ve istikrarı destekleme çabalarının önemine işaret edildi.

Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli'ye göre uluslararası toplumdaki belirsizlik, eş-Şebab terör örgütünün Somali ordusunun geçtiğimiz yıl elde ettiği kazanımlara yönelik tehdidinin yeniden ortaya çıkmasına yol açtı. Medbuli, zirve sırasında yaptığı açıklamada uluslararası çabaların Somali için gerekli güçlendirme mekanizmalarının harekete geçirilmesi, gücünün iki katına çıkarılması ve Somali ordusunun geçmişte elde ettiği operasyonel kazanımları sürdürebilmesi için eğitim programlarına yönelik olması gerektiğini vurguladı.

Medbuli, ülkesinin ‘uluslararası toplumla birlikte Somali'yi desteklemekte kararlı’ olduğunu vurguladı. Mısır Bakanlar Kurulu tarafından yapılan açıklamaya göre Medbuli, AMİSOM’un ‘uluslararası topluma çabalarını yeniden odaklaması ve Somali'nin barış, istikrar ve kalkınmaya ulaşmasına yardımcı olma taahhüdünü yenilemesi için bir fırsat sunduğunu ve terörizmi ortadan kaldırmasını ve yaşayabilir bir ulusal devleti yeniden inşa etmesinin önünü açtığını’ söyledi.

Öte yandan Somali Cumhurbaşkanı Şeyh Mahmud, zirve sırasında ülkesinin istikrara kavuşturulması için daha fazla çaba gösterilmesi çağrısında bulundu. Ülkesindeki son gelişmelerin uluslararası ortakların sağladığı desteğin bir sonucu olduğunu belirten Şeyh Mahmud, AMISOM'un çalışmalarını yürütebilmesi için gerekli finansmanın sağlanmasının yanı sıra Somali ordusunun yeniden inşası ve desteklenmesini gerektiren terörle mücadele çabalarının karşılaştığı zorluklara işaret etti.

BM Güvenlik Konseyi (BMGK) geçtiğimiz aralık ayında eş-Şebab ile mücadele etmek, istikrar çabalarını desteklemek ve insani yardımların ulaştırılmasını kolaylaştırmak üzere AUSSOM'un kurulmasına yetki veren kararı kabul etti.

Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki (BAE) Zayed Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü ve Afrika meseleleri uzmanı olan Hamdi Abdurrahman, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, Entebbe Zirvesinin Somali'yi desteklemek ve AUSSOM’un terörle mücadelede karşılaştığı zorluklara çözüm bulmak için önemli bir platform olduğunu söyledi. AUSSOM’un operasyonel meseleler, mali açıklar ve bölgesel iş birliğiyle ilgili önemli engellerle karşı karşıya olduğunu belirten Abdurrahman, AUSSOM için tahmini 96 milyon dolarlık bir finansman açığı olduğunu ve bunun da misyonun operasyonel kabiliyetlerini zayıflattığını söyledi. Abdurrahman, AfB Komisyonu’nun misyonun çalışmalarının istikrarını sağlamak için 190 milyon dolar olarak tahmin edilen mali destek talep ettiğini de sözlerine ekledi.

frgthy
Somali'ye destek için gerçekleşen Entebbe Zirvesi’nin katılımcıları (Mısır Bakanlar Kurulu)

AfB Komisyon Başkanı zirvede AMISOM için gerekli finansmanın sağlanmasının yanında Somali devlet kurumlarının desteklenmesi ve inşasında ilerleme kaydedilmesi ve Somali halkı arasında iç uzlaşının sağlanması gerektiğini vurguladı.

AMISOM'un çalışmalarındaki zorluklara rağmen zirve sonuçlarının Somali'nin terörle mücadelede desteklenmesinde niteliksel bir sıçrama teşkil ettiğini düşünen Abdurrahman, zirvenin en önemli sonuçları arasında, terör örgütü eş-Şebab'ın son dönemde artan saldırılarının ardından Somali ordusunun desteklenmesi ve kabiliyetlerinin güçlendirilmesi ile AMISOM'a katılan ülkeler ve bağışçılar arasındaki koordinasyonun vurgulanmasın olduğunu söyledi. Abdurrahman, Mogadişu'nun eş-Şebab’tan kurtarılan bölgeleri korumasının önemini de vurguladı.

Öte yandan Afrika Boynuzu bölgesi işleri uzman Sudanlı gazeteci Abdulmunim Ebu İdris, Entebbe Zirvesi’nin Somali'ye bölgesel destek konusunda önemli bir gelişmeyi temsil ettiğini söyledi. İdris, zirve sırasında Somali ordusunun eğitim, istihbarat ve hava desteği alanlarında desteklenmesi konusunda varılan anlaşmanın, terör tehdidi karşısında Mogadişu'nun desteklenmesi için bölgesel bir konsensüs yaratılmasında önemli bir adım olduğunu belirtti.

Mısır'da yaşayan Somalili araştırmacı Numan Hasan ise Entebbe Zirvesi’nin sonuçlarının fazla etkili olmayacağını düşünüyor. Zirveye katılan Somali'ye komşu bazı ülkelerin terörle mücadelede Mogadişu'yu destekleme konusunda ciddi olmadıklarına inanan Hasan, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada söz konusu ülkelerin Somali içinde güvenliği sağlamaktan başka çıkarları olduğunu ifade etti.

AUSSOM'a katkıda bulunan ülkelerin zirve düzenlemesinin amacının AMISOM'un finansmanı konusuna çözüm bulmak olduğunu düşünen Somalili araştırmacı, Mogadişu’nun iç siyasi uzlaşmazlık ortamında doğrudan gizli oyla başkanlık seçimleri düzenleme eğilimi de dahil olmak üzere siyasi ve güvenlik istikrarsızlığını arttıran başka iç zorluklar olduğuna dikkati çekti. Hasan, iç güvenlik durumuyla birlikte seçimlerin yapılmasının zor olduğunu da sözlerine ekledi.