İsrail ordusunun ön cephede ölüme gönderdiği Falaşa Yahudileri kimler?

İsrail ordusunun ön cephede ölüme gönderdiği Falaşa Yahudileri kimler?
TT

İsrail ordusunun ön cephede ölüme gönderdiği Falaşa Yahudileri kimler?

İsrail ordusunun ön cephede ölüme gönderdiği Falaşa Yahudileri kimler?

Mehmed Mazlum Çelik

Gazze halkı fütursuzca katlediliyor.

Kadın, çocuk, hasta ve yaşlılar Holokost'a rahmet okutan bir barbarlıkla açlığa mahkûm ediliyor yahut öldürülüyor. 

Müslüman politikacılar felç geçirmiş durumda. 

Politikacıların aksine Gazze halkı Ortadoğu'da tüm milletlere örnek olacak bir direniş ve metanet örneği ortaya koyuyor.

Ayağı çarıklı Gazze'nin inançlı evlatları ekim ayından bu yana "Merkava-4" olarak bilinen tankların yüzde 40'ını imha etti. 

Üstelik bu rakam Hamas'ın değil, İsrail ordusunun resmi verisi.

İsrail ordusu çöp olarak tanımladığı Merkava-3 tanklarını sahaya sürdü. Bunları Afrika'daki bazı ülkelere satmayı planlıyorlardı.

Ayrıca daha önce tanklarda dört askeri personel bulunurken bu rakam üçe çekildi. 

Bildiğimiz kadarıyla İsrail ordusu bu rakamı ikiye çekebilmenin yollarını arıyor.

Savaşın başından beri yine İsrail'in verilerine göre 500 binin üzerinde Yahudi ülkeyi terk etti. 

İsrail'in en önemli misyonu dünyanın her yerinde yaşayan Yahudileri, Ortadoğu'ya getirmekti.

Dolayısıyla bu rakam hiç de küçümsenmeyecek ve görmezden gelinemeyecek bir sayı olarak karşımıza çıkıyor.

Ayrıca İsrail'in turizm geliri neredeyse durmuş, tarım sektörü büyük oranda Filistinli işçilere bağlı olması nedeniyle bitmenin kıyısına yaklaşmış durumda.

Velhasıl, İsrail için insan nüfusu bu denli değerliyken cephenin önünde ve en tehlikeli noktalara göndermekten çekinmediği bir grup var: Falaşalı Yahudiler!

Daha önce İsrail kan bankasında toplanan kanları çöpe atılmalarıyla gündeme gelmişlerdi.

İsrailliler, bu durumu "Afrika'dan gelen Falaşalı Yahudilerin kanlarında çeşitli virüsler olabilir" şeklinde geçiştirmişti; ama bunun arkasında Apartheid tarzı bir gerekçe olduğunu tüm dünya biliyordu. 

Bugün İsrail'de eşitlik mücadelesi veren Etiyopyalı Falaşalı Yahudilerin hikayesi ise tamamen tesadüflere dayanıyordu. 

(Independent Türkçe)

Falaşalı Yahudiler

"Falaşa" kelimesi Yahudilik mensuplarının kadim mukadderatı olan "sürgün" anlamına geliyor. 

Etiyopyalı Yahudiler ise kendilerini "Beta Yahudileri" yani "Ev sahibi Yahudiler" olarak tanımlamayı tercih ediyor. 

Falaşalılar, kendilerini Hz. Süleyman'ın ilk ve gerçek evlatları olarak tanımlıyor ve hatta bazıları Yahudiliği kendileriyle başlatıyorlar.

İsrail Siyonist'i çoğu beyaz ise onların aslında Yahudi olmadığını ve Hıristiyanlıkla eski bir Afrika Pagan dinini harmanlayan bir çeşit dinsizlik olarak görüyor.

Yine de Falaşalar güçlü fizikleri ve çaresiz vaziyetleri sebebiyle İsrail'in aradığı "vazgeçilebilir insan gücü" açısından son derece kıymetli bir yere sahip.

İsrailli Yahudiler onlara meşruiyet kazandırmak için Mısır'a götürülen kölelerden türediklerini yahut Afrika'daki Aksum Krallığı'na satılan Yahudi kölelerden meydana geldiklerini savunmaktadır.

Yine de bu konuda hiçbir arkeolojik kanıt olmaması İsrailliler arasında ciddi soru işaretlerine neden olmaktadır. 

Etiyopyalı Yahudiler ise Yahudi mitolojisinde Hz. Süleyman ile bir gecelik ilişki yaşayan Kraliçe Makeda'dan (Seba) dünyaya gelen bir soy olduklarını ve tarih boyunca Afrika'da saflıklarını korudukları görüşündedirler. 

Falaşalara göre Hz. Süleyman Kraliçe'ye şu sözleri sarf eder:

Bu yüzüğü al, eğer benden bir çocuğun olursa bu yüzük bir işaret olacaktır. Eğer bir erkek çocuk olursa o bu yüzüğü taksın ve bana gelsin. Seninle yatarken rüyamda İsrail'in üzerine bir güneşin doğduğunu, fakat orada kalmayıp Etiyopya'ya gittiğini ve oranın üzerinde ışığını verdiğini gördüm. Muhtemelen senin aracılığınla ülken kutsanacak. Benim söylediklerimi yap ve bir tanrıya itaat et.

Bu iddia, Yahudilerin Kutsal Metinlerinde de kendisine şu sözlerle yer bulması Falaşalıların kendi paradigmasına güçlü bir argüman sunar:

Kral Süleyman, Sebe Kraliçesi'nin her isteğini, her dileğini yerine getirdi. Ayrıca ona gönülden kopan birçok armağan verdi. Bundan sonra kraliçe adamlarıyla birlikte oradan ayrılıp kendi ülkesine döndü. (Krallar Kitabı)

(Independent Türkçe)

Falaşalı Yahudiler, Etiyopya'da milattan sonra 546 yılında Aretas isimli bir lider ile bölgede güçlü bir hale gelmeyi başarır; ama Hıristiyanlara karşı giriştikleri katliamlar sonrası Hıristiyan alemi ayağa kalkar ve Roma İmparatorluğu bölgeye bir ordu göndererek bu katliamların önüne geçer.

Hıristiyan ordusu Etiyopya'ya girdikten sonra bu kez Falaşalılar için zor günle başlar; çünkü gücü eline geçiren Hıristiyanlar ciddi bir asimilasyon süreci başlatır. Bu olay sonrası Falaşalılar, evlerini terk ederek dağlara çekilir.

Bazı kaynaklar Falaşa (Sürgün) isminin de bu hadiseden sonra verildiğini söylemektedir.

Etiyopya'da Aksum Krallığı kurulduğunda dağlara çekilen Falaşalılar, bu kez merkezi sisteme baş kaldırır ve bu krallığı yıkmayı başarır.

Falaşalıların bu isyan hareketini ise Yodit isimli zenci bir Yahudi kadın yönetir.

Yodit'in ölümüyle, 912 yılında, Falaşalı Yahudilerin Etiyopya'da bir daha esamisi okunmaz.

Müslümanlar 17'nci yüzyılda bölgeye hâkim olmaya başlayınca Falaşalılar eski düşmanları Hıristiyanlarla ittifak yaparlar; ama bu ittifaktan da istediklerini alamayınca siyasi işlerden tamamen ellerini eteklerini çekerek kabuklarına kapanırlar. 

Hem İslam alemi hem de Batı dünyası Falaşalı Yahudileri neredeyse üç asır boyunca tamamen unutacaktı. 

1867 yılında Azriel Hildesheimer isimli Yahudi, tesadüf eseri Etiyopya'da Falaşalıları tekrar keşfetti. 

19'uncu yüzyılın sonu Yahudilerin yurt arayışlarının arttığı ve dünya sermayesinde önemli konumlara gelmeye başladığı tarih dilimiydi.

Falaşalıların keşfi özellikle Avrupa'daki Yahudi cemaatlerin ilgisini çekti ve konuyu araştırmaya başladılar.

"Alliance İsraelite Universelle" yaptığı araştırmalar sonucu onların gerçekten Yahudi olduklarını söyleyecekti.

Bu haber Yahudiler arasında heyecan yaratsa da konuya yeterli ilgi göstermediler. 

Falaşalılar bir 40 yıllık daha unutulma dönemine terk edildi.

1904 yılına gelindiğinde ise Jacques Faitlovitch isimli Yahudi, iki Falaşalı Yahudi çocuğu eğitim alması için Avrupa'ya geitrecekti.

Avrupalı Siyonistler ve Falaşalı Yahudiler bu olayla ilk kez yüz yüze gelmişlerdi. 

Nedeni tam olarak bilinmese de dünyanın her yerinde birbirine sahip çıkan Yahudiler, Falaşalıları benimsemekte güçlük çekiyordu.

Dönem dönem bölgede okullar açsalar da asla aralarına hele cemaatlerine yaklaştırmamayı tercih ediyorlardı.

Bu durum İsrail Devleti kurulduktan sonra da sürdü, ta ki 1970 yılına kadar.

(Independent Türkçe)

İsrail Devleti, Falaşa Yahudilerinin gerçekten de Yahudi olduklarını ve İsrail'e gelebileceklerini ancak 1970 yılında kabul etti. 

Şüphesiz ki bundaki en önemli faktör "1967 Savaşı" sonrası İsrail topraklarının neredeyse iki kat büyümesi ve ciddi oranda insan gücüne duyulan ihtiyacın artmasıydı.

Etiyopya gibi kıtlıktan kırılan bir ülkeden akın akın İsrail'e gelen Falaşalılar en kötü işlerde çalıştırıldı ve orduda cepheye ilk sürülen birlikler oldu. 

İsrail, yalnızca gönüllü göçlerle de yetinmeyecekti. "Musa Operasyonu" ve "Kraliçe Sebe Operasyonu" adını verdikleri askeri unsurlu tahliye harekatlarıyla Sudan'dan yaklaşık 15 bin Falaşalı Yahudiyi İsrail'e getirecekti.

1990'lı yıllarda da bu operasyonlar sürdürülür ve bu kez Etiyopya'dan 30 bin Falaşalı Yahudi tahliye edilerek İsrail'e getirilecekti. 

2000'li yılların başına geldiğimizde İsrail'deki Falaşalı Yahudi nüfusu neredeyse 100 bin civarındaydı. 

Bu rakamın hemen hemen yarısı İsrail'de doğan çocuklardı.

Falaşalı Yahudiler, İsrail'de çoğunlukla, ve beklenildiği gibi, tarım işlerinde yahut ağır sanayi sektöründe çalıştırıldı.

Dini entegrasyon konusunda İsrail ciddi bir problem yaşamadı; ama beyaz Yahudiler toplumsal ve hukuki konularda Falaşalıları kabullenmekte ciddi zorluklar yaşadılar ve bu durum günden güne sayısız toplumsal krizi beraberinde getirmeye devam etti/ediyor. 

Etiyopya asıllı 19 yaşındaki Solomon Tekah'ın İsrail polisi tarafından katledilmesinden sonra Falaşalı Yahudiler İsrail'deki "Apartheid" uygulamalarına daha fazla dayanamayarak sokağa döküldüler. 

İsrail polisinin göstericilere müdahalesi beklenildiği üzere son derece barbarcaydı.

Aslında çoğu beyaz Yahudi, Felaşalıların aslında Hıristiyan olduklarını ve kendi dinleri ile hiçbir ilgilerinin bulunmadığını düşünüyor.

İsrail Kan Bankası'nın bugün dahi Falaşalıların kanını çöpe attığı dikkate alındığında Gazze'deki mazlumların üzerine neden ön birliklerde Falaşalı Yahudilerin gönderildiği sorusu cevabını kolaylıkla bulmaktadır.

Gazze'deki savaş şimdilik İsrail'deki siyasi olduğu kadar toplumsal krizlerin de patlamasının önüne geçiyor. 

Ancak bu savaş İsrail Paradigmasını bitmenin kıyısına getirmiş durumda. Yahudiler artık İsrail'in güvenli bir yer olduğu fikrine kesinlikle katılmıyor.

Yahudiliğin tarihsel serüveninde ise şüpheye asla yer olmayacak kadar derin acılar gizlidir. Dolayısıyla Hamas, aslında savaşı 7 Ekim'de İsrail aleyhine çoktan bitirmişti. 

Bugün Gazzeli anneler evlatlarını mezara düğüne gönderir gibi koyarken İsrail'de "şimdi ne olacak" sorusu ve korkusu tüm ülkeyi esir almış durumda.

Independent Türkçe



Bulgaristan'da siyasi kriz: Euro karşıtları, "bağımsızlık" talebiyle sokakta

"Vazrazhdane" taraftarları BNB önünde protesto düzenledi / Fotoğraf: BTA
"Vazrazhdane" taraftarları BNB önünde protesto düzenledi / Fotoğraf: BTA
TT

Bulgaristan'da siyasi kriz: Euro karşıtları, "bağımsızlık" talebiyle sokakta

"Vazrazhdane" taraftarları BNB önünde protesto düzenledi / Fotoğraf: BTA
"Vazrazhdane" taraftarları BNB önünde protesto düzenledi / Fotoğraf: BTA

Bu insanlara iki şeyi anlatacağız: Bulgaristan'a hoş gelmediklerini ve Bulgaristan'ın euro istemediğini. Bizi zorla euro bölgesine soksalar bile, bunun sonuçları onların bile tahmin edemeyeceği kadar ağır olur. Euro bölgesi çökecek, Bulgaristan finansal bağımsızlığını yeniden kazanacak.

Bu ifadeler, Bulgaristan'da NATO ve Avrupa Birliği (AB) karşıtı siyasi pozisyonuyla tanınan, "Rusya yanlısı" ve "aşırı sağcı" kabul edilen Diriliş Partisi (Vazrajdane) lideri Kostadin Kostadinov'a ait. 

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde'ı karşılamak üzere Bulgaristan Merkez Bankası (BNB) binasının önünde bir araya gelen Diriliş Partisi, "Leva Cephesi" gibi sivil toplum örgütleriyle birlikte ülkenin 1 Ocak 2026'dan itibaren euro'ya geçişine karşı çıkan kesimlerin merkezinde bulunuyor. 

Bulgaristan hükümetinin "Avrupa entegrasyonu" söylemiyle euro'ya geçiş kararı, halkın geniş kesimlerinde egemenlik ve ekonomik bağımsızlık kaygılarını tetikledi.

Kararın açıklandığı günden bu yana, ülke genelinde binlerce kişi sokaklara döküldü ve milliyetçi ve sol gruplar "Brüksel'in ekonomik vesayetine" karşı söylem birliği geliştirdi. 

Avrupa entegrasyonu ve beraberinde atılan adımlar, aynı Romanya ve Moldova gibi diğer "eski sosyalist" Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Bulgaristan'da da siyasetini ikiye böldü.
 

gthyu
Protesto, şehir merkezinin büyük bölümünde trafiği durma noktasına getirdi / Fotoğraf: Anastas Tarpanov,

Bulgaristan'da gençliği de kapsayan kent merkezleri, orta-üst gelir ve eğitim düzeyine sahip kesimler Avrupa yanlısı, ülkenin kırsal kesimlerinde yaşayan, alt gelir düzeyine sahip ve çoğunluğu işçi/köylü kümesine dahil emekçi kesimler ise NATO, AB ve Batı karşıtı bir pozisyona sahip. 

2025 baharında yapılan Eurobarometer ve benzeri anketlerde de, Bulgar kamuoyunun euroya karşı bölündüğü, yaklaşık yüzde 43 civarı destek, yüzde 50 karşı gibi rakamlarla rapor edildi.

sdfr
Fotoğraf: Anastas Tarpanov

Yine aynı şekilde, diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Bulgaristan'da da "aşırı sağ" ve sol, bu kesim içerisinde örgütleniyor. 

Söz konusu "euro rahatsızlığı" ise yeni değil, tarihi, Bulgaristan'ın Avrupa'ya uyum tarihiyle paralel ilerliyor. 
 

ERM II sistemi nedir?

Bulgaristan, 2020'den bu yana Avrupa Döviz Kuru Mekanizması II (ERM II) sistemine dahil.

Bu mekanizma, euroya geçmeden önce aday ülkelerin para birimlerini euroya sabitlemelerini ve mali disiplin kriterlerine uymalarını şart koşuyor.

Yani bu sistem, euroyu kabul etmek isteyen ülkelerin para birimlerini euroya sabitlemek zorunda olduğu bir nevi "bekleme odası"... 

Bu mekanizmaya dahil olan bir ülke, ulusal parasının kurunu euroya bağlar, bütçe, borçlanma, enflasyon gibi ekonomik politikalarını Brüksel-Frankfurt ekseninin onayladığı çerçeveye göre belirler ve en az 2 yıl boyunca bu kur rejiminden çıkamaz.

AB'nin "adaptasyon süreci" olarak tanımladığı bu dönem, AB karşıtı çevreler açısından "ekonomik karantina" olarak görülüyor.

Bulgaristan da dahil olmak üzere, ERM II sürecindeki ülkelerde stagnasyon, kamu sektöründe küçülme, genç nüfusun göç etmesi, ucuz işgücü nedeniyle yabancı sermayenin avantajlı konuma sahip olması ve kamu sektörünün küçülmesi gibi "kaçınılmaz ortak sonuçlar" görülüyor. 

Dolayısıyla bu süreç, Bulgaristan için gönüllü bir tercih olmaktan çok Brüksel'in sistematik baskısının sonucu olarak görülüyor.

Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası, Bulgaristan'ın enflasyon oranlarının hala yüksek olmasına rağmen, euroya geçiş takvimine "geri dönülmez biçimde" bağlanmasını istiyor.

Başbakan Dimitar Glavchev, süreci "Euroya geçiş, Bulgaristan'ın Avrupa'nın kalbine entegre olma kararlılığının göstergesidir" ifadeleriyle açıklasa da, bu vaatler ülkenin geniş kesimini oluşturan yoksullar için inandırıcı olmaktan çok uzak. 

frgthy
Fotoğraf: Dessislava Kulelieva/BNT

Böyle bir siyasi ve ekonomik ortamda, euro karşıtı cephenin merkezindeki Diriliş Partisi, ulusal paranın kaldırılmasını "yeni bir bağımlılık biçimi" olarak tanımlıyor.

Partinin lideri Kostadinov, süreci "Leva bizim bağımsızlığımızın sembolüdür. Euro, Brüksel'in boyunduruğudur" ifadeleriyle açıklıyor.  

​​​​​​"Referandum yapıls​ın" talebi

Diriliş Partisi ayrıca, kararın "halka sorulmamasını" da kampanyasında öne çıkararak, ülke çapında euroya geçiş için referandum kampanyası başlattı ve "Euroyu değil, levayı savun" çağrısıyla binlerce kişi sokaklara çıktı.

Bu arada euro referandumu, yalnızca Diriliş partisinin değil, doğrudan Cumhurbaşkanı Rumen Radev'in de önerisiydi, ancak bu öneri parlamento tarafından reddedildi.

Öte yandan, euro karşıtları yalnızca milliyetçilerden ibaret değil.

Komünistler, sol sendikalar, küçük çiftçi birlikleri ve bağımsız ekonomistler de euroya geçişin Bulgaristan'ı "Avrupa'nın ucuz işgücü deposu" haline getireceği söylemiyle euro karşıtı cephede yer alıyor. 

Euro karşıtları birkaç haftadır Sofya, Plovdiv, Varna ve Burgaz başta olmak üzere birçok kentte binlerce kişi sokaklara döküldü.

Gösterilerde "Leva bizimdir", "Euro'ya hayır", "Brüksel değil, Sofya karar verir" gibi sloganlar öne çıktı.

Göstericilerle güvenlik güçleri arasındaki çatışmaların sayısı da günden güne artıyor.

Son olarak Sofya'da parlamento önünde toplanan göstericilerle polis arasında kısa süreli gerginlik yaşandı. 

Bazı protestocular Avrupa Birliği bayraklarını yakarken, çiftçiler de traktörleriyle yolları kapattı.

Diriliş partisinin dışında, protestolara destek veren Sol Alternatif Hareketi ve bazı sendikalar da "Euroya geçiş Bulgaristan'ı kendi ekonomisini yönetemez hale getirecek" açıklamaları yaptı.

Hükümet ise, euro'ya geçiş kararının arkasında.

Maliye Bakanı Lyudmila Petkova, "Euroya geçiş fiyat istikrarı sağlayacak ve yatırımcı güvenini artıracaktır" savunmasıyla protestolara rağmen hükümetin geri adım atmayacağını belirtti.

Ancak Bulgaristan'da Batı karşıtı kesimlere göre bu tür söylemler, AB finansal kurumlarının dayattığı neoliberal reçeteleri meşrulaştırmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Zira Bulgaristan ekonomisi, düşük ücret, yüksek enflasyon ve sermaye bağımlılığı arasında sıkışmış durumda.

Aynı şekilde Bulgaristan, 2007'de AB'ye üye olmasına rağmen hala Avrupa'nın en düşük gelirli ülkesi konumunda.

Euro tartışması, Bulgaristan için salt bir ekonomik konu değil; bağımsızlık ve egemenlik meselesi haline gelmiş durumda.

"Ekonomik entegrasyon" politikaları, hükümetleri ikna etse de, yaşanan ekonomik kriz, Avrupa'da AB karşıtı dip dalgayı büyütüyor. 

Independent Türkçe


İspanya İç Savaşı'na katılan yabancı gönüllülerin torunlarına vatandaşlık verildi

Franco'ya bağlı birlikler, 1939'da Madrid'i ele geçirmişti (Reuters)
Franco'ya bağlı birlikler, 1939'da Madrid'i ele geçirmişti (Reuters)
TT

İspanya İç Savaşı'na katılan yabancı gönüllülerin torunlarına vatandaşlık verildi

Franco'ya bağlı birlikler, 1939'da Madrid'i ele geçirmişti (Reuters)
Franco'ya bağlı birlikler, 1939'da Madrid'i ele geçirmişti (Reuters)

İspanya, iç savaşta Francisco Franco diktatörlüğüne karşı çatışmalara katılan yabancı savaşçıların akrabalarına vatandaşlık verdi. 

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, 31 Ekim'de yaptığı açıklamada, iç savaşta diktatörlüğe karşı silahlı mücadeleye katılan Uluslararası Tugaylar'daki (Brigadas Internacionales) gönüllü savaşçıların torunlarına vatandaşlık verildiğini duyurdu. 

Bu uygulama kapsamında 170 kişiye İspanyol vatandaşlığı hakkı tanındığı bildirildi.

Franco'nun darbesiyle 1936'da patlak veren iç savaş 1939'da sona ermişti. Diktatörlüğe karşı Cumhuriyetçilerin safında yer almak için yaklaşık 32 bin gönüllü Uluslararası Tugaylar'a katılmıştı. 

Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) lideri Sanchez, başkent Madrid'deki konuşmasında anti-faşist direnişe katılanlar hakkında şunları söyledi: 

Onları yurttaşlarımız olarak adlandırmak bizim için bir onurdur. Biz de dünya çapında tehdit altında olan aynı demokrasinin savunulması için onların yaptığı gibi çağrıda bulunuyoruz.

Uluslararası Tugaylar'a katılanlardan yaklaşık 2 bin 500 kişi Britanya ve İrlanda vatandaşıydı. Guardian'ın aktardığına göre bu gönüllü savaşçılardan 530'u çatışmalarda can verdi.

Londra'daki Uluslararası Tugaylar Anma Vakfı Başkanı Jim Jump, Sanchez yönetiminin kararına ilişkin şunları söyledi: 

İspanyol hükümetinin kararı, Franco diktatörlüğünün zehirli mirasını silme iradesini vurguluyor. Uluslararası Tugaylar'a katılanların ailelerinden birçok kişi, o karanlık yıllarda İspanya'da demokrasinin yeniden tesis edilmesi için mücadeleye devam etmişti.

Franco'ya bağlı birliklerin iç savaşı kazanmasıyla İkinci İspanya Cumhuriyeti sonlanmıştı. General Franco ise ülkeyi 1975'te ölene dek yönetmişti.

Tugalyar'da savaşanların torunlarına vatandaşlık verilmesi, İspanya'daki hak gruplarının uzun süredir yürüttüğü kampanyaların bir sonucu. 2009-2013'te Uluslararası Tugaylar'dan o dönemde hayatta olan 23 gönüllü savaşçıya vatandaşlık hakkı verilmişti.

Independent Türkçe, Guardian, Spanish Eye


UAEA: İran iş birliğini ciddi şekilde geliştirmeli

İran'ın Buşehr Nükleer Santrali (AP)
İran'ın Buşehr Nükleer Santrali (AP)
TT

UAEA: İran iş birliğini ciddi şekilde geliştirmeli

İran'ın Buşehr Nükleer Santrali (AP)
İran'ın Buşehr Nükleer Santrali (AP)

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi, İran'ın Batı ile gerginliğin artmasını önlemek için UAEA müfettişleriyle iş birliğini ‘ciddi şekilde iyileştirmesi’ gerektiğini söyledi.

Grossi, Financial Times’a verdiği demeçte, UAEA'nın haziran ayında İsrail ile savaşından bu yana İran'da 10'dan fazla denetim gerçekleştirdiğini, ancak ABD tarafından bombalanan Fordo, Natanz ve İsfahan gibi nükleer tesislere erişim izni verilmediğini bildirdi.

Grossi ekim ayında İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stokunun yakınında hareketlilik tespit edildiğini, ancak bunun ‘zenginleştirme faaliyeti olduğu anlamına gelmediğini’ ifade etmişti.

Bu açıklamaların ardından İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Grossi'nin İran'ın nükleer programının ‘barışçıl niteliğini tam olarak anladığını’ ve bu konuda ‘asılsız görüşler’ belirtmemesi gerektiğini söyledi.

xscdfr
İsrail saldırılarında hayatını kaybeden İranlı askeri liderlerin ve nükleer bilim adamlarının fotoğrafları, Tahran'ın güneyindeki Beheşti Zehra Mezarlığı (Reuters)

İranlı yetkililer, UAEA'yı, Yönetim Kurulu’nun İran'ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğini ilan etmesinden bir gün sonra başlayan İsrail bombardımanını meşrulaştırmakla suçladı.

Grossi, Financial Times'a verdiği demeçte, UAEA’nın İran ile ‘gergin’ ilişkileri anlayışla ele almaya çalıştığını, ancak Tahran'ın yine de yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini söyledi.

Grossi, “Hiç kimse ‘Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'na bağlıyım’ deyip sonra yükümlülüklerini yerine getirmemezlik edemez” dedi.

Grossi, “Kimse UAEA'nın ‘Savaş olduğu için siz farklı bir kategoridesiniz’ demesini bekleyemez... Aksi takdirde, bu malzemelere erişimimi tamamen kaybettiğimi ilan etmek zorunda kalırım” ifadelerini kullandı.