Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: “UNRWA’ya sağlanan fonun iadesi, devam eden soruşturmaların sonuçlarına bağlıdır”

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
TT

Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, Gazze’deki insani durumun ‘felaket’ olduğunu söyleyerek, Riyad ile Viyana arasındaki ilişkiler stratejisini ve Ortadoğu bölgesindeki mevcut gerilimleri kontrol altına almak için birlikte çalışma stratejisine dikkati çekti. Tel Aviv’in Filistinlilere uyguladığı çifte standartların haksız olduğunu belirten Schallenberg, Batı Şeria’daki yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurguladı.

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “İsrailli yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum” diyerek, aynı zamanda 7 Ekim’de yaşanan olayın sonuçlarından da Hamas’ı sorumlu tuttu.

Ülkesinin UNRWA’ya sağladığı fonun askıya alınmasıyla ilgili olarak Schallenberg, yöneltilen suçlamalara ilişkin bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmesinin gerekli olduğunu söyledi. Hükümetinin fonları geri çekmediğini, bunun yerine ajansa fon sağlamayı geçici olarak durdurduğunu belirterek, Avusturya’nın 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladığını açıkladı.

İkili ilişkiler düzeyinde ise Schallenberg, “Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır. Ekonomik açıdan iddialı Suudi 2030 Vizyonu, Avusturya kurumları ve şirketlerine, özellikle yenilenebilir enerjiye, ilgi çekici fırsatlar sunmaktadır. Avusturya’yı 2023 yılında 200 bine yakın Suudi turist ziyaret etti. Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasındaki çalışmalarına yeniden başlandı” dedi.

Öte yandan Schallenberg, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarını pervasız ve rastgele olarak nitelendirirken, bunların uluslararası hukuku ihlal ettiğini, bölgesel güvenliğe zarar verdiğini ve küresel ticaretin yüzde 15’ini tehdit ettiğini belirtti. Ayrıca ticari gemilerin Ümit Burnu’na yönlendirilmesinin, gıda, ilaç ve enerji fiyatlarında küresel olarak artışa yol açtığını vurguladı.

ABD eski Başkanı Donald Trump’ın NATO’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarına ilişkin olarak ise Schallenberg, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarını frenlemek için Washington’un güçlü ortaklara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Alexander Schallenberg ayrıca, “Şu anda Rusya ve Ukrayna arasında yapıcı bir diyalogdan çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi kilit aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ukrayna’yı insani alanda destekledik, ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle asla askeri teçhizat açısından destek vermedik” açıklamasında bulundu.

İşte Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı;

-İsrail’in Gazze, Refah ve Han Yunus’a yönelik saldırıları konusunda Avusturya’nın tutumu nedir?

*Gazze’deki her geçen gün daha da kötüleşen felaket niteliğindeki insani durumdan derin endişe duyuyorum. Orada tanık olduğumuz muazzam insani acılar kimseyi bu konuya donuk bırakamaz. Filistinli sivil nüfusa yardım etmek ve onları korumak için elimizden gelen her şeyi yapmamız zorunludur. Bu, İsrail için de geçerli. İsrail’in, Hamas’ın barbar terörüne karşı uluslararası hukuk ve uluslararası insancıl hukuk uyarınca kendisini savunma hakkını kabul ederken, sivillerin korunmasının da güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz. İsrail, daha fazlasını yapmalı ve ordu, askeri ve sivil hedefler arasında net bir ayrım yapmalıdır. Filistinlilerin Gazze Şeridi’nden sürülmesi çağrısının çözüm olmadığı açıktır. Acilen ihtiyacımız olan şey, güney üzerinden Gazze’ye daha fazla yardım (yiyecek, su ve tıbbi bakım) ulaştırmak için insani bir ateşkestir.

dsfvdf
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

Planlanan kara saldırısına gelince, İsrail açısından Refah’ta Hamas’a ve sivillerin arkasına saklanan teröristlere karşı önlem alınması gerektiğini anlıyorum. Dünyanın hiçbir ülkesi 7 Ekim’de yaşananları kabul etmeyecektir. Ancak sivil halkı Gazze’nin güneyine kaçmak zorunda bırakıp, ardından güneyin saldırı bölgesi ilan edilmesi benim anlayabileceğim bir mantık değil. İsrail hükümeti, güney Gazze’deki sivil nüfusu nasıl korumayı planladığı konusunda inandırıcı bir planı masaya koymalı. Bölge ziyaretimde bu planın savunuculuğunu yapacağım.

Aynı zamanda sivil halkın acılarına çifte standart uygulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. İnsanların çektiği acıların hiyerarşisi yoktur. Yaklaşık beş aydır Gazze’de hala 130’dan fazla rehinenin tutulduğunu unutmamalıyız; aralarında Avusturyalı iki çocuk babası da var. Hamas bir terör örgütüdür ve amacı İsrail’de ve Gazze’de yıkım, korku, acı ve sefalet yaymaktır. Masum Filistinlilerle, erkeklerle, kadınlarla ve çocuklarla yaptıkları ticaret de dahil olmak üzere onların ticareti ölümdür.

-Bazı gözlemciler, Avusturya’nın UNRWA’ya yaptığı yardımın durdurulmasına ilişkin gerekçelerin ikna edici olmadığına inanıyor. Ajansı finanse etmeye ne zaman devam edeceksiniz?

*Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıda UNRWA çalışanlarının parmağı olduğuna ilişkin iddialar son derece kaygı verici. Başta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri olmak üzere UNRWA ve Birleşmiş Milletler adına tam şeffaflık çağrısında bulunuyoruz. Bu bizim için çok üzücü, çünkü biz Avusturya vatandaşlarının BM ile özel bir ilişkisi var. BM’nin genel merkezlerinden birine Viyana’da ev sahipliği yapıyoruz. Ancak bu suçlamalarla ilgili bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yapılması gerekiyor. Tüm iddialar incelenene ve ortaya çıkan sonuçlar netlik kazanana kadar Avusturya, uluslararası ortaklarla koordineli olarak UNRWA’ya yapılan tüm ek ödemeleri askıya aldı. Bir kez daha açıklığa kavuşturmak gerekirse, parayı geri çekmedik, bunun yerine ödemeyi şimdilik durdurduk ve soruşturmanın sonuçlarını bekliyoruz. Ne olursa olsun Avusturya, diğer uluslararası yardım kuruluşları, Dünya Gıda Programı ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu aracılığıyla Gazze’deki sivil nüfusu desteklemeye devam ediyor. Avusturya, insanların çektiği acıları hafifletmek amacıyla 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladı.

-İsrailli yerleşimcilerin Filistin’de uyguladığı şiddeti nasıl değerlendirirsiniz?

* Batı Şeria’daki yerleşimler uluslararası hukuka aykırı. İsrailli yerleşimcilerin uyguladığı şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aslında aşırıcı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum ve bunu başından beri de söyledim.

-İsrail’in bölgede yarattığı gerilim, savaşın kapsamını ne kadar genişletebilir?

*Savaşı kimin çıkardığını unutmamak gerekiyor. Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırı, Ortadoğu’daki mevcut gerilimlerden bağımsız olarak suçu yalnızca İsrail’e atmıyor, meseleleri aşırı basite indirgemek anlamına geliyor. Gerçekten de diğer bölgesel aktörler, Hamas saldırısını kendi siyasi gündemlerini sürdürmek için bir fırsat olarak kullandılar. Husilerin ticari gemilere yönelik saldırıları bu pervasız davranışın bir örneğidir. Bölge, gerilimin daha da artmasına tahammül edemez. Geçtiğimiz haftalarda iki kez görüştüğüm Suudi Dışişleri Bakanı Prens Bin Farhan da dahil olmak üzere Arap ortaklarla yaptığım ikili görüşmelerde, bu kısır döngüye son verme yönündeki ortak hedefimizin net olmasını büyük takdirle karşılıyorum.

swevfedv
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

-Kızıldeniz’de seyrüseferi güvence altına almak için ABD liderliğindeki koalisyon hakkında ne düşünüyorsunuz?

*Husilerin Kızıldeniz’deki sivil kargo gemilerine yönelik pervasız ve ayrım gözetmeyen saldırıları uluslararası hukuku ihlal ediyor. Bölgesel güvenliği baltalıyor ve küresel ticareti ve tedarik yollarını tehdit ediyor. Dolayısıyla Kızıldeniz’deki güvensizliğin küresel ekonomi ve refah üzerinde büyük etkisi var. Çoğu çatışmanın sadece bölgesel olmadığını görebiliyoruz ve bu belki de yirmi birinci yüzyılın özel bir özelliğidir. Tıpkı Rusya’nın saldırgan savaşının küresel yansımaları olduğu gibi Orta Doğu’daki çatışmanın da etkileri var. Husi saldırıları nedeniyle ticari gemiler, Ümit Burnu’na yönlendirilmek zorunda kaldı. Bu durumun maliyeti yüksektir ve dünya genelinde gıda, ilaç ve enerji fiyatlarının daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

ABD liderliğindeki Refah Muhafızı operasyonu, Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uluslararası çabaların omurgasını oluşturuyor. Ayrıca Avrupa Birliği (AB), bölgedeki deniz güvenliğine katkı sağlamak amacıyla hızla ASPIDES operasyonunu başlattı. Avusturya, küresel ticarette güvenliği desteklemek amacıyla ticari gemileri denizdeki saldırılardan korumayı amaçlayan bu deniz varlığına katılacak.

-Suudi Arabistan- Avusturya ilişkilerinin geleceği nedir? En önemli işbirliği alanları nelerdir? İki ülke arasında üzerinde çalışılan bir işbirliği projesi var mı?

*Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır ve iki ülke arasında özellikle siyasi ve ekonomik alanlardaki yakın ilişkileri takdir ediyorum. Geçtiğimiz aylarda çok sayıda üst düzey ikili ziyaret gerçekleşti. Ekonomik açıdan bakıldığında iddialı Suudi 2030 Vizyonu, özellikle yenilenebilir enerji söz konusu olduğunda Avusturyalı işletmelere ve şirketlere ilginç fırsatlar sunuyor. Avusturya uzun yıllara dayanan deneyime sahip ve bu alanda iyi durumda olan birçok şirkete sahipken, iki ülke arasındaki temaslar da yoğunlaşıyor. 2023 yılında yaklaşık 200 bin Suudi turist, Avusturya’yı ziyaret etti. Avusturya’nın Riyad Büyükelçiliği de Krallık’taki Suudi ve Avrupalı ​​ortaklarla çok çeşitli kültürel projeler uygulayarak ikili kültürel alışverişi geliştirmek için çalışıyor. Bu vesileyle, Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasında çalışmalarına yeniden başlandı.

-Körfez- Avrupa Bakanlar Konseyi toplantıları ne gibi sonuçlar doğurdu? Şu anda ortak bir proje yürütülüyor mu?

*Bu düzenli bakanlar düzeyindeki toplantılar, AB ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik işbirliğini güçlendirmeyi, koordine etmeyi ve genişletmeyi amaçlıyor. Ortaklığımız ticaret, enerji ve yeşil geçiş gibi karşılıklı çıkarları ilgilendiren birçok konuyu kapsamaktadır. Geçen yılki toplantı, Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla aynı zamana denk gelen 7 Ekim’den hemen sonra Maskat’ta yapılmıştı. Bu koşullar altında olağanüstü bir toplantıydı. Ancak bu, Körfez ülkeleri ve Avrupa’nın hem İsrailliler hem de Filistinliler için iki devletli çözümü yeniden canlandırma konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Hepimiz istikrarlı ve müreffeh bir Orta Doğu istiyoruz. Bu, aynı zamanda Arap ülkeleri ile İsrail arasında devam eden normalleşmeyi de içeriyor elbette.

-Donald Trump’ın, NATO’nun AB ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*NATO’nun diğer tarafıyla ilgili açıklamaların özellikle seçim öncesi abartılmaması gerekiyor. Özellikle seçim öncesi dönemde ABD gibi küresel bir oyuncunun bile güçlü ortaklara ihtiyacı var ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı göz önüne alındığında, birbirimize yakın durmamız her zamankinden daha önemli. Avusturya bu transatlantik ortaklığı güçlendirmeye tamamen kararlıdır. Biz NATO’da müttefik değiliz. Ancak demokratik değerler ve ortak çıkarlar çerçevesinde birleştiğimiz ABD ile yakın ilişkilerimize değer veriyoruz.

-Rusya karşısında Ukrayna’ya silahlı maddi desteğinize rağmen Rusya ile diyalog kapısının açık tutulmasını talep ediyorsunuz. Bunun sırrı nedir?

*Savaşlar nadiren savaş alanında, çoğunlukla da müzakere masasında biter. Bu amaçla, iletişim kanallarını sürdürmek için BM ve hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın bağlı olduğu Viyana merkezli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi diyalog platformlarına ihtiyacımız var. Bu en iyi haliyle klasik çoğulculuktur. Kendi dış politikamızın ‘yankı odalarına’ girme eğiliminin hayatlarımıza yönelik bir tehdit olduğuna inanıyorum. Elbette şu anda Rusya ile Ukrayna arasında yapıcı bir diyalog yürütmekten çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi büyük aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ancak bir şey çok açık: Ukrayna müzakereleri Ukrayna olmadan yürütülemez. Rusya’nın egemen bir ülkeyi, neo-emperyalist güdüsüyle, bu ülkenin var olma hakkına sahip olmadığına inanarak işgal ettiğini unutamayız. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü yasadışı ve haksız saldırı savaşında uluslararası hukuku ve insancıl hukuku bariz bir şekilde ihlal etmesi karşısında Avusturya, siyasi açıdan tarafsız kalamaz ve kalmayacaktır. Ukrayna’yı ilk günden itibaren insani alanda güçlü bir şekilde destekledik. Ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle hiçbir zaman askeri teçhizat konusunda desteklemedik.

-Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının Avusturya’nın güvenliği ve ekonomisi üzerindeki etkisi nedir?

*Size bir örnek vereyim: Ukrayna’nın Lviv şehri Viyana’ya Avusturya’nın batı kesiminden daha yakın. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının başlangıcından bu yana, yerinden edilmiş 107 bin Ukraynalı Avusturya’da kayıt altına alındı. Yaklaşık 70 bin kişi şu anda Avusturya’da ikamet ediyor ve 40 binden fazla kişi destek alıyor. Gördüğünüz gibi bu savaş sadece Avusturya’yı değil tüm Avrupa’yı etkiledi. Ancak bu bir Avrupa savaşı değil. Ancak etkileri küresel ölçeğe ulaştı. Küresel gıda fiyatlarını veya enerji güvenliğini düşünün. Rusya’nın yakın çevremiz olan Batı Balkanlar’da yarattığı istikrarsızlığa da tanık oluyoruz. Bu da endişeyle takip ettiğimiz bir diğer gelişme.

-Bazı tarafsız Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*Her ülkenin kendi tarihi ve kendi coğrafi konumu vardır. Rusya’nın doğrudan tehdidine ve Ukrayna’ya yönelik askeri saldırganlığına yanıt olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma kararına saygı duyuyoruz. Ancak Avusturya’nın durumu farklı. Askeri tarafsızlık ve Avrupa dayanışması güvenlik politikamızın ayırt edici özellikleridir ve biz buna çok değer veriyoruz. En önemlisi, hiçbir zaman siyasi ve ideolojik olarak tarafsız olmadık. Uluslararası hukuk kırmızı çizgimiz olmaya devam ediyor. BM Tüzüğü saldırıya uğradığında asla sessiz kalmayacağız. AB’nin onursal üyesi ve NATO’nun uzun vadeli ortağı olarak, kriz yönetimi görevlerinde kuvvetler ve polisle birlikte çalışmak da dahil olmak üzere, Avrupa ve ötesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

-Avusturya’nın Sudan krizi konusundaki tutumu nedir?

*Şu anda sorunlu alanlara inanılmaz derecede odaklanıyoruz. Ancak Ukrayna’da, Ortadoğu’da ve Sahel’de olup bitenlerin ortasında, çok endişe verici diğer gelişmeleri de unutmamalıyız. Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma, Sudan’ı sivil halk için insani bir kabusa sürükledi. Her iki tarafı da saldırıları derhal durdurmaya, müzakere masasına dönmeye ve sivil yönetime sorunsuz ve hızlı bir geçişin önünü açmaya çağırıyoruz. Ancak aynı zamanda, ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlallerinin faillerinden, hangi savaşan gruba mensup olduklarına bakılmaksızın hesap sorulmalıdır.



Rusya Savunma Bakanlığı: Ukrayna'ya ait 65 İHA düşürüldü

Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)
Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)
TT

Rusya Savunma Bakanlığı: Ukrayna'ya ait 65 İHA düşürüldü

Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)
Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)

Rusya Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, Rus hava savunma sistemlerinin gece boyunca ülkenin farklı bölgelerinde Ukrayna’ya ait 65 insansız hava aracını (İHA) düşürdüğünü duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın Sputnik’ten aktardığı açıklamada, düşürülen İHA’ların Kırım, Voronej, Ryazan, Bryansk, Belgorod, Tula, Lipetsk ve Tambov bölgeleri üzerinde etkisiz hale getirildiği bildirildi.

Savunma Bakanlığı verilerine göre, Voronej’de 18, Ryazan’da 16, Belgorod’da 14, Tula’da 7, Bryansk’ta 4, Lipetsk’te 3, Tambov’da 2 ve Kırım’da 1 İHA düşürüldü.

Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’daki savaşı sona erdirmeyi hedefleyen yeni planı, Rusya’ya ülkenin doğusundaki kontrolü altında olmayan bölgeleri devretmeyi ve karşılığında ABD’nin Ukrayna ve Avrupa’ya olası bir Rus saldırısına karşı güvence sağlamasını öngörüyor. Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre Beyaz Saray yetkilileri, savaş devam ederse Ukrayna’nın bu bölgeleri kaybedeceğini ve bu nedenle anlaşmaya varmanın ülke çıkarına olacağını belirtiyor.

Trump’ın 28 maddelik planına göre, Rusya Donbas olarak bilinen Luhansk ve Donetsk bölgelerinde fiilen tam kontrol sahibi olacak; Ukrayna’nın hâlâ kısmi kontrol sağladığı bu bölgelerden çekildiğinde ise bölge silahsızlandırılacak ve Rusya’nın asker konuşlandırmasına izin verilmeyecek.

Plan ayrıca, Herson ve Zaporijya bölgelerindeki mevcut kontrol hatlarının korunmasını ve Rusya’ya bazı toprakların müzakereler çerçevesinde devredilmesini öngörüyor.

Buna ek olarak plan, ABD ve bazı diğer ülkelerin Kırım ve Donbas’ı Rusya’ya ait topraklar olarak tanımasını kapsıyor; ancak Ukrayna’nın bunu resmi olarak kabul etmesi zorunlu kılınmıyor.


Pakistan, Afganistan sınırına yakın bir bölgede 23 militanın öldürüldüğünü duyurdu ve Hindistan'ı bu militanlara destek vermekle suçladı

Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)
Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)
TT

Pakistan, Afganistan sınırına yakın bir bölgede 23 militanın öldürüldüğünü duyurdu ve Hindistan'ı bu militanlara destek vermekle suçladı

Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)
Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)

Pakistan güvenlik güçleri bugün, İslamabad'da 12 kişinin ölümüne neden olan ve Pakistan Talibanı (Tehrik-i-Taliban Pakistan) ile bağlantılı bir grup tarafından üstlenilen intihar saldırısından bir hafta sonra, Afganistan sınırına yakın iki operasyonda 23 militanın öldürüldüğünü açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre silahlı kuvvetler yaptığı açıklamada, militanların bu harekete veya ona bağlı gruplara mensup olduğunu belirterek, Hindistan'ı onlara destek vermekle suçladı.

Pakistan ordusu, operasyonların Hayber Pahtunhva eyaletinin Kurram bölgesinde gerçekleştirildiğini, bu bölgede sınır ötesi isyanların aktif olduğunu ve Taliban'ın 2021'de Afganistan'da yeniden iktidara gelmesinden bu yana durumun daha da kötüleştiğini belirtti.

x
İslamabad'da gerçekleşen intihar saldırısında hasar gören bir polis aracı (EPA)

Pakistan ordusu tarafından yapılan açıklamada, “Pakistan, ülke dışından desteklenen ve finanse edilen terör belasını ortadan kaldırmak için tüm gücüyle mücadele etmeye devam edecek” denildi.

İslamabad, Kabil'i, Pakistan'da ölümcül saldırılar düzenleyen silahlı grupları, özellikle de Pakistan Talibanı'nı barındırmakla suçluyor.

Pakistan, son aylarda Hindistan'a karşı sert bir tavır takınarak, kendisine karşı çıkan silahlı grupları desteklemekle suçluyor.

Afganistan ve Hindistan bu suçlamaları reddediyor.

y
İslamabad'daki mahkeme binası önünde patlamada hasar gören bir polis arabasının yanında duran Pakistanlılar (Reuters)

Söz konusu iki saldırı, 14 Kasım'da İslamabad'daki bir mahkeme binası önünde meydana gelen intihar saldırısında 12 kişinin hayatını kaybetmesi ve onlarca kişinin yaralanmasının ardından gerçekleşti.

Pakistan Talibanı ile bağlantılı bir grup saldırının sorumluluğunu üstlenirken, Pakistanlı yetkililer dört şüphelinin gözaltına alındığını doğruladı ve bunların Afganistan'daki Taliban'ın liderliğindeki bir hücreye ait olduklarını söyledi.

Pakistan ve Afganistan arasındaki ilişkiler, geçen ay sınır ötesi çatışmaların patlak vermesiyle kötüleşti. Bir hafta süren çatışmalarda 70’ten fazla kişi hayatını kaybetti.

İki ülke çatışmalarda ateşkes üzerinde anlaştı, ancak bunu kalıcı bir ateşkes haline getirmek için yapılan müzakereler başarısız oldu ve her iki taraf da başarısızlıktan birbirini sorumlu tuttu.


Washington'dan bir kare ve Suudi Arabistan-ABD ortaklığının kurumsallaşması

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)
TT

Washington'dan bir kare ve Suudi Arabistan-ABD ortaklığının kurumsallaşması

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)

Abdullah Faysal er-Ribah

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman bin Abdulaziz, yedi yıllık bir aradan sonra 18 Kasım 2025 tarihinde Washington'a geldiğinde, ABD-Suudi Arabistan ilişkileri tarihinin en önemli anlarından birine tanık oldu. Bu ziyaret, uluslararası gündem çerçevesinde gerçekleştirilen diplomatik bir toplantıdan öte, Veliaht Prens'in de belirttiği üzere resmi bir etkinlik ve ABD Başkanı Donald Trump'ın ‘geleceğin ortaklığı’ olarak adlandırdığı girişimin başlatılması için olağanüstü bir fırsattı.

Beyaz Saray'da Veliaht Prens Muhammed bin Selman onuruna verilen görkemli resepsiyon, ABD yönetiminin Riyad ile Washington arasında geçmişte yaşanan bazı gerginlikleri geride bırakma ve içerideki parti temelli bazı anlaşmazlıklar nedeniyle Riyad ile ilişkileri eleştiren iç sesleri görmezden gelerek, karşılıklı ulusal çıkarlar temelinde ilişkileri yeniden teyit etme arzusunu yansıttığı şeklinde yorumlanabilir. Her partiye yakın medya kuruluşlarının, iktidardaki diğer partinin başarılarını küçümsemek amacıyla ona yönelik eleştirilerini rasyonel veya ahlaki gerekçelerle örtbas ettiği bilinen bir gerçektir. Demokrat Parti'ye yakın medya kuruluşları Trump yönetimine karşı tam da bunu yapıyor. Belki de Trump'ın bazı açıklamaları, ABD’nin önceliklerinin strateji ve büyük anlaşmalara odaklanacak şekilde yeniden düzenlenmesini amaçlayan siyasi bir açıklamaydı.

ABD’nin şirketlerine ve projelerine yaklaşık bir trilyon dolarlık yatırım yapmak, bu yatırımlardan fayda sağlayan bölgeleri temsil eden önemli eyaletler ve Kongre üyeleri de dahil olmak üzere, ABD içinde karmaşık bir çıkar ağı oluşturuyor.

Birkaç ay süren taslak müzakereler üzerine inşa edilen bu ziyaretin temelinde, Riyad'ın Washington ile ilişkisini Trump'ın ilk dönemini karakterize eden ‘geçici şahsi anlaşma’ düzeyinden, Kongre onayı gerektiren ‘bağlayıcı kurumsal anlaşma’ düzeyine taşımaya çalışması yatıyor. Bu değişim, siyasi veya müzakereye yönelik bir lüks değil, Krallık için kapsamlı bir dönüşüm sürecini temsil eden ve önümüzdeki on yıllar boyunca istikrarlı ve öngörülebilir bir güvenlik ortamı gerektiren Vizyon 2030 için stratejik bir gereklilik. Yakın tarih, bir başkanın yürütme emriyle imzaladığı yasayı, başka bir başkanın bir kalem darbesiyle iptal edebileceğini göstermiştir. İran nükleer anlaşması deneyimi, bölgede stratejik bir boşluk yaratan bu dramatik değişkenliğin en belirgin örneğidir. Bu yüzden Suudi Arabistan, Beyaz Saray’dan sadece bir söz değil, Kongre'den açık bir garanti talep etti.

Al Majalla tarafından yayınlanan bir önceki makalemizde, bu tarihi ittifakın ‘güvenlik karşılığında petrol’ denklemine dayandığını belirtmiştik. Ancak, Washington'ın enerji konusunda neredeyse bağımsız hale gelmesi ve 2019 yılında Abkayk ve Hureys petrol tesislerine düzenlenen saldırılarla ‘üstü kapalı güvenlik korumasının’ artık yeterince garanti edilemediği ortaya çıktıktan sonra bu denklem kırılgan hale geldi. Bu istikrarsızlık, ‘Vizyon 2030’ gibi büyük bir projeyi üstlenen ülke için artık kabul edilemez.

sdfv
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da yaptıkları görüşme sırasında (SPA)

Bu yüzden Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ABD ziyaretinin başlıca zorluğu, Riyad'ın ekonomik, askeri ve siyasi nüfuzunu kullanarak kalıcı bir kurumsal anlaşmaya varmayı başarması mı, yoksa geçici mega anlaşmalarla yetinmesi mi olacaktı? Bu makale, ‘başkanlık kararnamesi’ ile ‘kurumsal anlaşma’ arasındaki kavramsal çatışma çerçevesinde ziyaretin sonuçlarını analiz etmeyi amaçlıyor.

Birinci boyut: Ekonomik sıçrama

Ziyaretin en etkileyici yönü ekonomik boyutu oldu. Bu boyut, hem Trump’ın ‘anlaşma yapma’ zihniyetine hem de Suudi Arabistan'ın ‘ekonomik kurumsallaşma’ stratejisine mükemmel bir şekilde hizmet ediyor. 19 Kasım'da Washington'da düzenlenen devasa ortak yatırım forumuna tek bir paket olarak sunulan çeşitli yatırım alanlarına yönelik anlaşmanın duyurulması eşlik etti.

İşte bazı detaylar:

Bir trilyon dolarlık yatırım şoku ve taahhütlerin sağlamlaştırılması

Ziyaretin en önemli haberi, Suudi Arabistan tarafından daha önce açıklanan ABD’ye 600 milyar dolarlık yatırım planının dört yıl içinde 1 trilyon dolara çıkarılmasının açıklanmasıydı. Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF) aracılığıyla aktarılacak bu muazzam likidite, ABD'deki hayati öneme sahip stratejik sektörleri kapsıyor ve Suudi Arabistan'ın küresel ekonomideki rolünü sadece bir ‘petrol ihracatçısı’ olmaktan çıkarak ‘üretim ve inovasyon ortağı’ olarak yeniden tanımlıyor.

Ekonomik ve yasal etki ağı oluşturulması

ABD’nin şirketlerine ve projelerine yaklaşık bir trilyon dolarlık yatırım yapmak, bu yatırımlardan fayda sağlayan bölgeleri temsil eden önemli eyaletler ve Kongre üyeleri de dahil olmak üzere, ABD içinde karmaşık bir çıkar ağı oluşturuyor. Coğrafi olarak dağınık olan bu ekonomik baskı, Riyad'ın Washington'daki yasama alanında konumunu güçlendirmek için ideal bir araç. Buradaki ekonomik güç sadece finansal büyüklükte değil, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın çıkarlarının ‘ABD’nin kalbinde’ yer almasında yatıyor. Bu da ortaklığın korunmasını ABD Kongre üyeleri için en önemli öncelik haline getiriyor.

48 adet F-35A uçağının satışının onaylanmasıyla Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri, Arap dünyasında bu ileri teknolojiye sahip ilk hava gücü oldu.

Karşı garanti olarak Vizyon 2030’un gereklilikleri

Suudi Arabistan'ın mega projeler içeren Vizyon 2030, en az çeyrek asır boyunca istikrarlı ve öngörülebilir bir güvenlik ortamında başarılı olabilir. Bu miktarı ABD’ye yatırmak, anlaşmayı güvence altına almak için dolaylı bir baskı, çünkü Suudi Arabistan bu yatırımla aldığı riske karşılık güvenlik ortamının istikrarı konusunda en üst düzeyde kesinlik talep ediyor. Bu bir nevi ‘Sizin geleceğiniz üzerine bahis oynuyorsak, siz de bizim güvenliğimizi garanti etmelisiniz” demek oluyor. Bu tabir, Suudi Arabistan metodolojisinde radikal bir değişimi yansıtıyor. Geleneksel diplomasiye güvenmek yerine, Amerikan siyasetinin istikrarsızlığı karşısında sermayenin gücü ve modern devletin vizyonu müzakere araçları olarak kullanılıyor.

Nesil değişiminin temeli olarak yapay zeka ve nükleer alanda iş birliği

Anlaşmalar, ilişkilerin petrol bağımlılığından teknolojik ittifaka doğru kayışını teyit eden önemli ayrıntılar içeriyordu. Gelişmiş yapay zeka çiplerinin ihracatını kolaylaştırma ve ABD'nin yapay zeka altyapısına ortak yatırım yapma anlaşması, bu konuda atılmış önemli bir adımdı. Bu adım özellikle ABD ve Çin arasında bu sektördeki liderlik için yaşanan yoğun rekabet ışığında Suudi Arabistan’ı gelecekteki dijital ekonominin merkezine yerleştiriyor. Bu teknolojik anlaşmalar, Suudi Arabistan'ın artık sadece bir pazar değil, aynı zamanda gelecekteki teknolojilerde stratejik bir ortak olduğunu ve Asya'nın artan etkisine karşı ABD tedarik zincirlerini korumaya katkıda bulunduğunu dolaylı olarak kabul ediyor.

Öte yandan ivil nükleer alanında iş birliği konusunda yapılan ön anlaşma, ABD'nin Suudi Arabistan'ın belirli koşullara tabi olarak nükleer enerjiyi kullanma hakkını tanıdığını gösteriyor ve enerji karışımını çeşitlendirme ve emisyonları azaltma stratejisine hizmet ediyor. Bu teknolojik ve sivil başarı Vizyon 2030'un hedeflerine doğrudan hizmet ederken, Riyad'ın nihai güvenlik garantileri karşılığında masaya koyduğu bir dosya. Burada sadece teknik bir konu olarak nükleer enerji değil, aynı zamanda yeni Ortadoğu’nun talep ettiği gücün ve hakların kabulünün bir sembolü olarak da nükleer enerji üzerine bahis oynanıyor.

xcd
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Beyaz Saray'da onuruna düzenlenen akşam yemeğine katılırken, ABD Başkanı Trump ve eşi First Lady Melania tarafından karşılandı (SPA)

Ziyaret, en üst düzeyde ‘anlaşma’ sağlanmasında başarılı olurken Trump için büyük bir ‘teşvik’ oluşturdu. Ama bu sadece anlaşma için itici bir güç olmakla sınırlı ve anlaşmanın tamamının sonuçlandırılması anlamına gelmiyor. Trump trilyon dolarlık anlaşmayı şahsi bir başarı olarak görürken, Riyad bunu stratejik istikrarı sağlamak için kurumsal bir ivme olarak görüyor. İki taraf ayrıca, Suudi Arabistan'ın ABD'deki yatırımlarını önemli ölçüde artırma taahhüdünü teyit etti ve toplam yatırımları 600 milyar dolardan 1 trilyon dolara çıkarma sözü verdi. Bu hamle, stratejik ve ekonomik iş birliğine vurgu yapan iki ülke arasındaki ilişkilerde ‘yeni bir aşamanın’ başlangıcı olarak nitelendirildi.

İkinci boyut: F-35'ler ve caydırıcılığın güçlendirilmesi

Savunma dosyası, özellikle 142 milyar dolarlık silah paketi çerçevesinde Suudi Arabistan'a F-35 savaş uçaklarının satışı için nihai onayın açıklanmasından sonra, ziyaretin en öne çıkan ve tartışmalı konusu oldu. Bu anlaşma, 2017'de başlayan Suudi Arabistan'ın uzun süredir devam eden taleplerinin bir sonucu ve Washington'ın İran'a güçlü bir caydırıcılık mesajı verme arzusunu yansıtıyor. Lockheed Martin F-35 Lightning, beşinci nesil bir savaş uçağıdır ve Suudi askeri kapasitesinde büyük bir sıçrama anlamına geliyor. 48 adet F-35A uçağının satışının onaylanmasıyla Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri, Arap dünyasında bu ileri teknolojiye sahip ilk hava gücü oldu.

Trump her ne kadar F-35’lerin satışını kolaylaştırma gücüne sahip olsa da anlaşmanın hassas güvenlik yönleri, kurumsal ve yasal standartlara tabi olmalıdır.

Bilgi üstünlüğü ve caydırıcılık

F-35 savaş uçağı, Suudi Arabistan'a sadece hava üstünlüğü sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bilgi üstünlüğü ve önleyici caydırıcılık yeteneği de kazandırıyor. Gelişmiş sensör ve radar sistemleri (AN/APG-81) ile donatılan uçak, hedefleri tespit edebilen ve güvenli mesafelerden operasyonları yönlendirebilen bir ‘uçan komuta merkezi’ görevi görüyor ve balistik füzeler ve insansız hava araçları (İHA) gibi geleneksel ve geleneksel olmayan tehditlerin etkinliğini önemli ölçüde azaltıyor. Bu da Suudi Arabistan'ın caydırıcılık doktrinini, ABD’nin ‘koruma kalkanına güvenmekten, saldırganlara bedel ödetme konusunda kendi kendine yeterliliğe sahip olmaya’ doğru yeniden tanımlıyor.

Anlaşmanın bölgesel silahlanma yarışına etkisi

Bu anlaşma Körfez bölgesinde istikrarın sağlanması açısından önemli olsa da bölgedeki diğer ülkeler de benzer teknolojileri edinmeye veya eski hava savunma sistemlerini yenilemeye çalışacağından, kaçınılmaz olarak bölgesel bir silahlanma yarışını tetikleyecek. Beşinci nesil savaş uçaklarına geçiş, tüm bölgesel aktörlerin savunma ve saldırı stratejilerini gözden geçirmelerini gerektiriyor.

İsrail'in niteliksel üstünlüğü ve Çin ikilemi

Güvenlik tartışması, ABD’yi İsrail’in bölgedeki diğer ülkelere karşı askeri üstünlüğünü sağlamaya mecbur kılan 2008 Niteliksel Askeri Üstünlük Yasası'nda yatıyor. Burada Washington'ın karşı karşıya olduğu iki sorun ortaya çıkıyor. Bunlar İsrail'in konumu ve silahlarını yeni teknolojilere güncellemesi. İsrail, ABD-Suudi Arabistan arasındaki ittifakı memnuniyetle karşılasa da niteliksel üstünlüğünü sağlamak için F-35I filosunun güncellenmesi veya diğer gelişmiş silahların tedarik edilmesi gibi ek garantiler talep ediyor. Bu durum, iki önemli müttefikinin çıkarları arasında denge kurmak zorunda olan Beyaz Saray'a artı bir yük getiriyor. Suudi Arabistan ile yapılan anlaşmanın onaylanması, yasal gereklilikleri yerine getirmek için ABD'nin İsrail'in askeri kapasitesini artırma taahhüdünü yerine getirmesini gerektiriyor.

xsd
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman onuruna Beyaz Saray'da düzenlenen akşam yemeğinden (SPA)

Çin engeli ve teknoloji güvenliği: Güvenlik koşulları, teknolojinin Çin veya Rusya'ya aktarılmayacağına dair Suudi Arabistan'ın sıkı garantilerini içeriyordu ve ihlal durumunda uçağı devre dışı bırakmak için ‘kill switch’ (acil durdurma butonu) takılması olasılığı da vardı. Bu endişeler teorik değildir; bir ABD istihbarat raporu (13 Kasım 2025), özellikle Suudi Arabistan'ın BRICS grubuna katılması ve Çin para birimi (yuan) cinsinden işlemlerini artırmasının ardından Çin'in F-35 teknolojisini çalma riskine karşı uyarıda bulunmuştur.

Bu, Riyad için büyük bir zorluk teşkil ediyor, çünkü Riyad, Pekin ile büyüyen ekonomik ortaklığı ile teknoloji güvenliği konusunda müttefiki Washington ile stratejik dengeyi sürdürme ihtiyacı arasında bir denge kurmak zorunda.

Bu tartışma, başkanlık kararnamesinin sınırlarını ortaya koyuyor. Trump her ne kadar F-35’lerin satışını kolaylaştırma gücüne sahip olsa da anlaşmanın hassas güvenlik yönlerinin olmasından ötürü kolayca atlanamayacak kurumsal ve yasama denetiminden (QME ve Kongre incelemesi) geçmesi gerekiyor. F-35'lerin satışı, iki ülke arasındaki ‘ittifak’ ilişkisinde büyük bir sıçrama anlamına gelse de Riyad'ın aradığı bağlayıcı güvenlik garantisi değil.

Gazze’deki savaş ABD-Suudi Arabistan ilişkilerine yeni bir boyut kazandırırken Suudi Arabistan, Abraham Anlaşmalarına katılmak için Hamas'ın silahsızlandırılması, Gazze Şeridi’nin yeniden inşası ve istikrarın sağlanması için kendisinin desteğinin gerekli olduğunu açıkça vurguladı.

Üçüncü boyut: Stratejik bedel ve 67 oy ikilemi

Stratejik düzeyde, ziyaretin en hararetli anı, Riyad'ın Trump'ın istediği büyük ödülü (Riyad'ın İsrail ile diplomatik bir anlaşma imzalaması) Suudi Arabistan'ın istediği büyük garantiyle (savunma anlaşması) ilişkilendirdiği andı.

Tel Aviv ile ilişkiler ‘iki devletli çözüm’ şartına bağlı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman kesin bir dille “Biz bunun bir parçası olmak istiyoruz, ancak iki devletli bir çözüme giden net bir yol ve Gazze'de Hamas'ın silahsızlandırılması şartıyla” ifadelerini kullandı. Bu tutum, yalnızca tarihi bir ilke veya ulusal ve ahlaki bir taahhüt değil, daha çok önceki analizimizin özünü oluşturan ABD Kongresi'nin işleyişine dair derin bir anlayışın sonucu. Anlaşmanın gerçek karşılığı, ekonomik veya askeri bir anlaşma değil, Trump'ın anlaşmayı geçirmek için Kongre'ye ödemesi gereken siyasi bedeldir.

Karşılıklı savunma anlaşmasının onaylanması için ABD Kongresi’nin üçte ikisinin oyu (67 oy) gerekiyor. Bunun için hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların, özellikle de oy dengesi sağlayan ‘ılımlı Demokratların’ oyunun alınmasını gerektiriyor.

scdf
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'daki görüşmeleri sırasında. İki ülke arasında stratejik bir savunma anlaşması imzalamaları bekle niyor (SPA)

Demokratik anahtar ve siyasi koruma: Merkez Demokratlar, Filistin konusunda gerçek ve geri dönüşü olmayan bir ilerleme olmadan bu büyüklükteki tarihi bir savunma anlaşmasına oy vermezler. Trump ve geleneksel muhaliflerine verdikleri oyu haklı çıkarmak için siyasi korumaya ihtiyaçları var. Bu koruma, iki devletli çözümün yeniden canlandırılması ve işgalin sona ereceğinin garanti edilmesinden geçiyor.

Böylece Filistin meselesi, Suudi Arabistan'ın yerel ve bölgesel kamuoyunu yatıştırmak için öne sürdüğü bir şart olmaktan çıkıp, Trump'ın ABD Kongresi’ni ikna etmek ve gerekli çoğunluğu sağlamak için ihtiyaç duyduğu ideal anahtar ve en iyi siyasi bahane haline geliyor. Suudi Arabistan'ın tutumu, tarihsel ilkeleri (Arap Barış Girişimi) soğuk siyasi gerçekçilikle (Senato'daki oylama mekanizmaları) birleştirerek Filistin meselesini, ABD’nin Ortadoğu'daki projesinin başarısı için ‘stratejik bir gereklilik’ düzeyine yükseltiyor.

Bölgesel bir pazarlık kozu olarak Gazze ve yeniden inşası

Gazze’deki savaş ABD-Suudi Arabistan ilişkilerine yeni bir boyut kazandırırken Suudi Arabistan, Abraham Anlaşmalarına katılmak için, Hamas'ın silahsızlandırılması, Gazze Şeridi’nin yeniden inşası ve istikrarın sağlanması için kendisinin desteğinin gerekli olduğunu açıkça vurguladı. Bu da Suudi Arabistan'ı istikrar araçlarına (para, siyasi destek) sahip ve barışın sağlanması için kendi koşullarını belirleyen bölgesel bir lider konumuna getirerek, elindeki ‘anlaşma’ kartını daha da güçlendirdi.

Anlaşmaya giden yol uzun. Bu yüzden Riyad'ın Washington ile sürdürdüğü diyalog kartını elinde tutması gerekiyor. Washington ise bağlayıcı bir tarihsel garanti sağlamak için benzeri görülmemiş bir siyasi irade göstermeli.

Suudi Arabistan’ın Gazze'nin yeniden inşası için finansman kaynağı olacağı açıkça görünüyor. Savaş sonrası dönemde öncü bir rol oynamaya hazır, ancak karşılığında, bu adımın bölgede sadece geçici bir ateşkes değil, sürdürülebilir bir barışa yol açacağına dair bir garanti olmadan İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmanın bedelini ödemeyi reddediyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu tutum Washington'ı zor durumda bırakırken, İsrail'e sürdürülebilir bir çözümün şartlarını kabul etmesi için baskı yapmakla Suudi Arabistan ile anlaşma imzalamak gibi ‘büyük ödülü’ feda etmek arasında seçim yapmaya zorluyor.

Anlaşmanın tamamlanması ve anlaşmaya varılmasına ilişkin mücadelenin devam etmesi

Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Beyaz Saray ziyaretinin, niyetlerin değil sonuçların bir meyvesi olduğuna şüphe yok. Öyle ki F-35’ler, trilyon dolarlık yatırımlar, yapay zeka gibi alanları kapsayan en üst düzeyde askeri ve teknolojik bir anlaşmanın imzalanmasıyla, ekonomik ve savunma iş birliğine büyük bir ivme kazandırmayı başardı. ABD, Suudi Arabistan'a ‘NATO Üyesi Olmayan Önemli bir Müttefik’ statüsü vereceğini resmen açıkladı. Bu gelişme, ikili ilişkilerin güçlendirilmesinde önemli bir adım olarak değerlendirildi.

İki taraf ayrıca, Suudi Arabistan'ın ABD'deki yatırımlarını önemli ölçüde artırma taahhüdünü teyit etti ve özellikle yapay zeka ve savunma dahil olmak üzere altyapı, kurumsal ve teknoloji sektörlerinde toplam yatırımları 600 milyar dolardan 1 trilyon dolara çıkarma sözü verdi.

sdefr
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman onuruna Beyaz Saray'da düzenlenen akşam yemeğinden bir kare (SPA)

Ayrıca, Tel Aviv ile diplomatik ilişkilerin kurulması konusunu güvenlik garantileriyle ilişkilendirerek askıda tutmayı başardı ve Riyad'ın stratejik yaklaşımını teyit etti.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman ve Başkan Trump arasındaki görüşmenin sonunda, stratejik savunma anlaşması imzalandı. İki taraf ayrıca Yapay zeka için stratejik ortaklık Sivil Nükleer Enerji İşbirliği Müzakerelerinin Tamamlanmasına İlişkin Ortak Bildiri, Uranyum, Mineraller, Kalıcı Mıknatıslar ve Kritik Minerallerin Tedarik Zincirlerinin Güvenliği için Ortaklık Stratejik Çerçevesi, Suudi Yatırımlarının Hızlandırılmasına İlişkin Prosedürlerin Kolaylaştırılması Anlaşması, Ekonomik Refah için Finansal ve Ekonomik Ortaklık Düzenlemeleri, Finansal piyasa otoriteleri sektöründe iş birliği düzenlemeleri, eğitim ve öğretim alanında mutabakat zaptı, araç güvenlik standartlarına ilişkin yazışmalar gibi ikili anlaşmalar imzalayıp mutabakatlara vardı.

Ancak analitik olarak temel soru şu: Washington ile kurumsal bir ‘anlaşma’ sağlanması konusunda başarı şansı ne? Buna verilebilecek en kısa cevap, anlaşma henüz imzalanmamış olsa da ziyaret sayesinde talep yürütme organından yasama organına taşınmış olmasıdır.

Ziyaret, Suudi Arabistan'ın taleplerini Washington’da basit ‘isteklerden yasama ve diplomatik süreçlere’ dönüştürdü. Düzen karşıtı (anti-establishment) bir başkan olarak Trump, kendisini, ABD Kongresi’nde ‘67 oy ikilemi’ ile karşı karşıya kalmasını gerektiren, yerleşik düzenin kurallarına uymak zorunda buldu.

Anlaşmaya giden yol uzun. Bu yüzden Riyad'ın Washington ile sürdürdüğü diyalog kartını elinde tutması gerekiyor. Washington ise bağlayıcı bir tarihsel garanti sağlamak için benzeri görülmemiş bir siyasi irade göstermeli. Nihayetinde bu stratejik ortaklığın başarısı, Kongre koridorlarında yankılanan ‘Riyad, anlaşmayı güvence altına almak için bedeli ödemeye istekli olacak mı ve Trump, Kongre'nin talep ettiği siyasi bedeli ödeyebilecek mi?’ sorusunun cevabına bağlı olacak. Gelecek nesil için Ortadoğu'yu şekillendirecek bir sonraki kurumsal mücadele de bu olacak.

Burada sadece, Riyad'ın – şimdiye kadar – Washington ile ilişkilerinin ağırlığını, tarihi müttefikinin sürdürülebilir taahhüdünün tek garantisi olarak, yürütme organı, başkan ve hükümetinden, yasama organı, Temsilciler Meclisi ve Senato'ya başarılı ve istikrarlı bir şekilde kaydırdığını söyleyebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.