Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: “UNRWA’ya sağlanan fonun iadesi, devam eden soruşturmaların sonuçlarına bağlıdır”

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
TT

Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, Gazze’deki insani durumun ‘felaket’ olduğunu söyleyerek, Riyad ile Viyana arasındaki ilişkiler stratejisini ve Ortadoğu bölgesindeki mevcut gerilimleri kontrol altına almak için birlikte çalışma stratejisine dikkati çekti. Tel Aviv’in Filistinlilere uyguladığı çifte standartların haksız olduğunu belirten Schallenberg, Batı Şeria’daki yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurguladı.

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “İsrailli yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum” diyerek, aynı zamanda 7 Ekim’de yaşanan olayın sonuçlarından da Hamas’ı sorumlu tuttu.

Ülkesinin UNRWA’ya sağladığı fonun askıya alınmasıyla ilgili olarak Schallenberg, yöneltilen suçlamalara ilişkin bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmesinin gerekli olduğunu söyledi. Hükümetinin fonları geri çekmediğini, bunun yerine ajansa fon sağlamayı geçici olarak durdurduğunu belirterek, Avusturya’nın 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladığını açıkladı.

İkili ilişkiler düzeyinde ise Schallenberg, “Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır. Ekonomik açıdan iddialı Suudi 2030 Vizyonu, Avusturya kurumları ve şirketlerine, özellikle yenilenebilir enerjiye, ilgi çekici fırsatlar sunmaktadır. Avusturya’yı 2023 yılında 200 bine yakın Suudi turist ziyaret etti. Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasındaki çalışmalarına yeniden başlandı” dedi.

Öte yandan Schallenberg, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarını pervasız ve rastgele olarak nitelendirirken, bunların uluslararası hukuku ihlal ettiğini, bölgesel güvenliğe zarar verdiğini ve küresel ticaretin yüzde 15’ini tehdit ettiğini belirtti. Ayrıca ticari gemilerin Ümit Burnu’na yönlendirilmesinin, gıda, ilaç ve enerji fiyatlarında küresel olarak artışa yol açtığını vurguladı.

ABD eski Başkanı Donald Trump’ın NATO’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarına ilişkin olarak ise Schallenberg, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarını frenlemek için Washington’un güçlü ortaklara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Alexander Schallenberg ayrıca, “Şu anda Rusya ve Ukrayna arasında yapıcı bir diyalogdan çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi kilit aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ukrayna’yı insani alanda destekledik, ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle asla askeri teçhizat açısından destek vermedik” açıklamasında bulundu.

İşte Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı;

-İsrail’in Gazze, Refah ve Han Yunus’a yönelik saldırıları konusunda Avusturya’nın tutumu nedir?

*Gazze’deki her geçen gün daha da kötüleşen felaket niteliğindeki insani durumdan derin endişe duyuyorum. Orada tanık olduğumuz muazzam insani acılar kimseyi bu konuya donuk bırakamaz. Filistinli sivil nüfusa yardım etmek ve onları korumak için elimizden gelen her şeyi yapmamız zorunludur. Bu, İsrail için de geçerli. İsrail’in, Hamas’ın barbar terörüne karşı uluslararası hukuk ve uluslararası insancıl hukuk uyarınca kendisini savunma hakkını kabul ederken, sivillerin korunmasının da güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz. İsrail, daha fazlasını yapmalı ve ordu, askeri ve sivil hedefler arasında net bir ayrım yapmalıdır. Filistinlilerin Gazze Şeridi’nden sürülmesi çağrısının çözüm olmadığı açıktır. Acilen ihtiyacımız olan şey, güney üzerinden Gazze’ye daha fazla yardım (yiyecek, su ve tıbbi bakım) ulaştırmak için insani bir ateşkestir.

dsfvdf
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

Planlanan kara saldırısına gelince, İsrail açısından Refah’ta Hamas’a ve sivillerin arkasına saklanan teröristlere karşı önlem alınması gerektiğini anlıyorum. Dünyanın hiçbir ülkesi 7 Ekim’de yaşananları kabul etmeyecektir. Ancak sivil halkı Gazze’nin güneyine kaçmak zorunda bırakıp, ardından güneyin saldırı bölgesi ilan edilmesi benim anlayabileceğim bir mantık değil. İsrail hükümeti, güney Gazze’deki sivil nüfusu nasıl korumayı planladığı konusunda inandırıcı bir planı masaya koymalı. Bölge ziyaretimde bu planın savunuculuğunu yapacağım.

Aynı zamanda sivil halkın acılarına çifte standart uygulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. İnsanların çektiği acıların hiyerarşisi yoktur. Yaklaşık beş aydır Gazze’de hala 130’dan fazla rehinenin tutulduğunu unutmamalıyız; aralarında Avusturyalı iki çocuk babası da var. Hamas bir terör örgütüdür ve amacı İsrail’de ve Gazze’de yıkım, korku, acı ve sefalet yaymaktır. Masum Filistinlilerle, erkeklerle, kadınlarla ve çocuklarla yaptıkları ticaret de dahil olmak üzere onların ticareti ölümdür.

-Bazı gözlemciler, Avusturya’nın UNRWA’ya yaptığı yardımın durdurulmasına ilişkin gerekçelerin ikna edici olmadığına inanıyor. Ajansı finanse etmeye ne zaman devam edeceksiniz?

*Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıda UNRWA çalışanlarının parmağı olduğuna ilişkin iddialar son derece kaygı verici. Başta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri olmak üzere UNRWA ve Birleşmiş Milletler adına tam şeffaflık çağrısında bulunuyoruz. Bu bizim için çok üzücü, çünkü biz Avusturya vatandaşlarının BM ile özel bir ilişkisi var. BM’nin genel merkezlerinden birine Viyana’da ev sahipliği yapıyoruz. Ancak bu suçlamalarla ilgili bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yapılması gerekiyor. Tüm iddialar incelenene ve ortaya çıkan sonuçlar netlik kazanana kadar Avusturya, uluslararası ortaklarla koordineli olarak UNRWA’ya yapılan tüm ek ödemeleri askıya aldı. Bir kez daha açıklığa kavuşturmak gerekirse, parayı geri çekmedik, bunun yerine ödemeyi şimdilik durdurduk ve soruşturmanın sonuçlarını bekliyoruz. Ne olursa olsun Avusturya, diğer uluslararası yardım kuruluşları, Dünya Gıda Programı ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu aracılığıyla Gazze’deki sivil nüfusu desteklemeye devam ediyor. Avusturya, insanların çektiği acıları hafifletmek amacıyla 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladı.

-İsrailli yerleşimcilerin Filistin’de uyguladığı şiddeti nasıl değerlendirirsiniz?

* Batı Şeria’daki yerleşimler uluslararası hukuka aykırı. İsrailli yerleşimcilerin uyguladığı şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aslında aşırıcı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum ve bunu başından beri de söyledim.

-İsrail’in bölgede yarattığı gerilim, savaşın kapsamını ne kadar genişletebilir?

*Savaşı kimin çıkardığını unutmamak gerekiyor. Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırı, Ortadoğu’daki mevcut gerilimlerden bağımsız olarak suçu yalnızca İsrail’e atmıyor, meseleleri aşırı basite indirgemek anlamına geliyor. Gerçekten de diğer bölgesel aktörler, Hamas saldırısını kendi siyasi gündemlerini sürdürmek için bir fırsat olarak kullandılar. Husilerin ticari gemilere yönelik saldırıları bu pervasız davranışın bir örneğidir. Bölge, gerilimin daha da artmasına tahammül edemez. Geçtiğimiz haftalarda iki kez görüştüğüm Suudi Dışişleri Bakanı Prens Bin Farhan da dahil olmak üzere Arap ortaklarla yaptığım ikili görüşmelerde, bu kısır döngüye son verme yönündeki ortak hedefimizin net olmasını büyük takdirle karşılıyorum.

swevfedv
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

-Kızıldeniz’de seyrüseferi güvence altına almak için ABD liderliğindeki koalisyon hakkında ne düşünüyorsunuz?

*Husilerin Kızıldeniz’deki sivil kargo gemilerine yönelik pervasız ve ayrım gözetmeyen saldırıları uluslararası hukuku ihlal ediyor. Bölgesel güvenliği baltalıyor ve küresel ticareti ve tedarik yollarını tehdit ediyor. Dolayısıyla Kızıldeniz’deki güvensizliğin küresel ekonomi ve refah üzerinde büyük etkisi var. Çoğu çatışmanın sadece bölgesel olmadığını görebiliyoruz ve bu belki de yirmi birinci yüzyılın özel bir özelliğidir. Tıpkı Rusya’nın saldırgan savaşının küresel yansımaları olduğu gibi Orta Doğu’daki çatışmanın da etkileri var. Husi saldırıları nedeniyle ticari gemiler, Ümit Burnu’na yönlendirilmek zorunda kaldı. Bu durumun maliyeti yüksektir ve dünya genelinde gıda, ilaç ve enerji fiyatlarının daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

ABD liderliğindeki Refah Muhafızı operasyonu, Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uluslararası çabaların omurgasını oluşturuyor. Ayrıca Avrupa Birliği (AB), bölgedeki deniz güvenliğine katkı sağlamak amacıyla hızla ASPIDES operasyonunu başlattı. Avusturya, küresel ticarette güvenliği desteklemek amacıyla ticari gemileri denizdeki saldırılardan korumayı amaçlayan bu deniz varlığına katılacak.

-Suudi Arabistan- Avusturya ilişkilerinin geleceği nedir? En önemli işbirliği alanları nelerdir? İki ülke arasında üzerinde çalışılan bir işbirliği projesi var mı?

*Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır ve iki ülke arasında özellikle siyasi ve ekonomik alanlardaki yakın ilişkileri takdir ediyorum. Geçtiğimiz aylarda çok sayıda üst düzey ikili ziyaret gerçekleşti. Ekonomik açıdan bakıldığında iddialı Suudi 2030 Vizyonu, özellikle yenilenebilir enerji söz konusu olduğunda Avusturyalı işletmelere ve şirketlere ilginç fırsatlar sunuyor. Avusturya uzun yıllara dayanan deneyime sahip ve bu alanda iyi durumda olan birçok şirkete sahipken, iki ülke arasındaki temaslar da yoğunlaşıyor. 2023 yılında yaklaşık 200 bin Suudi turist, Avusturya’yı ziyaret etti. Avusturya’nın Riyad Büyükelçiliği de Krallık’taki Suudi ve Avrupalı ​​ortaklarla çok çeşitli kültürel projeler uygulayarak ikili kültürel alışverişi geliştirmek için çalışıyor. Bu vesileyle, Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasında çalışmalarına yeniden başlandı.

-Körfez- Avrupa Bakanlar Konseyi toplantıları ne gibi sonuçlar doğurdu? Şu anda ortak bir proje yürütülüyor mu?

*Bu düzenli bakanlar düzeyindeki toplantılar, AB ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik işbirliğini güçlendirmeyi, koordine etmeyi ve genişletmeyi amaçlıyor. Ortaklığımız ticaret, enerji ve yeşil geçiş gibi karşılıklı çıkarları ilgilendiren birçok konuyu kapsamaktadır. Geçen yılki toplantı, Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla aynı zamana denk gelen 7 Ekim’den hemen sonra Maskat’ta yapılmıştı. Bu koşullar altında olağanüstü bir toplantıydı. Ancak bu, Körfez ülkeleri ve Avrupa’nın hem İsrailliler hem de Filistinliler için iki devletli çözümü yeniden canlandırma konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Hepimiz istikrarlı ve müreffeh bir Orta Doğu istiyoruz. Bu, aynı zamanda Arap ülkeleri ile İsrail arasında devam eden normalleşmeyi de içeriyor elbette.

-Donald Trump’ın, NATO’nun AB ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*NATO’nun diğer tarafıyla ilgili açıklamaların özellikle seçim öncesi abartılmaması gerekiyor. Özellikle seçim öncesi dönemde ABD gibi küresel bir oyuncunun bile güçlü ortaklara ihtiyacı var ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı göz önüne alındığında, birbirimize yakın durmamız her zamankinden daha önemli. Avusturya bu transatlantik ortaklığı güçlendirmeye tamamen kararlıdır. Biz NATO’da müttefik değiliz. Ancak demokratik değerler ve ortak çıkarlar çerçevesinde birleştiğimiz ABD ile yakın ilişkilerimize değer veriyoruz.

-Rusya karşısında Ukrayna’ya silahlı maddi desteğinize rağmen Rusya ile diyalog kapısının açık tutulmasını talep ediyorsunuz. Bunun sırrı nedir?

*Savaşlar nadiren savaş alanında, çoğunlukla da müzakere masasında biter. Bu amaçla, iletişim kanallarını sürdürmek için BM ve hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın bağlı olduğu Viyana merkezli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi diyalog platformlarına ihtiyacımız var. Bu en iyi haliyle klasik çoğulculuktur. Kendi dış politikamızın ‘yankı odalarına’ girme eğiliminin hayatlarımıza yönelik bir tehdit olduğuna inanıyorum. Elbette şu anda Rusya ile Ukrayna arasında yapıcı bir diyalog yürütmekten çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi büyük aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ancak bir şey çok açık: Ukrayna müzakereleri Ukrayna olmadan yürütülemez. Rusya’nın egemen bir ülkeyi, neo-emperyalist güdüsüyle, bu ülkenin var olma hakkına sahip olmadığına inanarak işgal ettiğini unutamayız. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü yasadışı ve haksız saldırı savaşında uluslararası hukuku ve insancıl hukuku bariz bir şekilde ihlal etmesi karşısında Avusturya, siyasi açıdan tarafsız kalamaz ve kalmayacaktır. Ukrayna’yı ilk günden itibaren insani alanda güçlü bir şekilde destekledik. Ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle hiçbir zaman askeri teçhizat konusunda desteklemedik.

-Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının Avusturya’nın güvenliği ve ekonomisi üzerindeki etkisi nedir?

*Size bir örnek vereyim: Ukrayna’nın Lviv şehri Viyana’ya Avusturya’nın batı kesiminden daha yakın. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının başlangıcından bu yana, yerinden edilmiş 107 bin Ukraynalı Avusturya’da kayıt altına alındı. Yaklaşık 70 bin kişi şu anda Avusturya’da ikamet ediyor ve 40 binden fazla kişi destek alıyor. Gördüğünüz gibi bu savaş sadece Avusturya’yı değil tüm Avrupa’yı etkiledi. Ancak bu bir Avrupa savaşı değil. Ancak etkileri küresel ölçeğe ulaştı. Küresel gıda fiyatlarını veya enerji güvenliğini düşünün. Rusya’nın yakın çevremiz olan Batı Balkanlar’da yarattığı istikrarsızlığa da tanık oluyoruz. Bu da endişeyle takip ettiğimiz bir diğer gelişme.

-Bazı tarafsız Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*Her ülkenin kendi tarihi ve kendi coğrafi konumu vardır. Rusya’nın doğrudan tehdidine ve Ukrayna’ya yönelik askeri saldırganlığına yanıt olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma kararına saygı duyuyoruz. Ancak Avusturya’nın durumu farklı. Askeri tarafsızlık ve Avrupa dayanışması güvenlik politikamızın ayırt edici özellikleridir ve biz buna çok değer veriyoruz. En önemlisi, hiçbir zaman siyasi ve ideolojik olarak tarafsız olmadık. Uluslararası hukuk kırmızı çizgimiz olmaya devam ediyor. BM Tüzüğü saldırıya uğradığında asla sessiz kalmayacağız. AB’nin onursal üyesi ve NATO’nun uzun vadeli ortağı olarak, kriz yönetimi görevlerinde kuvvetler ve polisle birlikte çalışmak da dahil olmak üzere, Avrupa ve ötesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

-Avusturya’nın Sudan krizi konusundaki tutumu nedir?

*Şu anda sorunlu alanlara inanılmaz derecede odaklanıyoruz. Ancak Ukrayna’da, Ortadoğu’da ve Sahel’de olup bitenlerin ortasında, çok endişe verici diğer gelişmeleri de unutmamalıyız. Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma, Sudan’ı sivil halk için insani bir kabusa sürükledi. Her iki tarafı da saldırıları derhal durdurmaya, müzakere masasına dönmeye ve sivil yönetime sorunsuz ve hızlı bir geçişin önünü açmaya çağırıyoruz. Ancak aynı zamanda, ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlallerinin faillerinden, hangi savaşan gruba mensup olduklarına bakılmaksızın hesap sorulmalıdır.



İç çamaşırında kuş kaçırmaya kalktı, ABD sınırında yakalandı

Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)
Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)
TT

İç çamaşırında kuş kaçırmaya kalktı, ABD sınırında yakalandı

Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)
Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)

ABD-Meksika sınırında görev yapan Gümrük ve Sınır Koruma memurları, pantolonunda şüpheli bir şişkinlik fark ettikleri adamın iç çamaşırında iki muhabbet kuşu sakladığını ortaya çıkardı. Olayın ardından hakkında kaçakçılık suçlamasıyla dava açıldı.

Kaliforniya Güney Bölgesi Savcılığı'nın açıklamasına göre, Meksika'nın Tijuana kentinde yaşayan 35 yaşındaki ABD vatandaşı Jesse Agus Martinez'e, geçen ayın sonunda koruma altındaki iki turuncu alınlı muhabbet kuşunu, aşırı derecede sakinleştirilmiş halde Birleşik Devletler'e kaçak yollardan sokmaya çalıştığı gerekçesiyle cuma günü dava açıldı.

Savcılar, Meksika'ya özgü ve türünün nesli tükenmekte olan kuşların, 23 Ekim'de iki kahverengi kesenin içinde "görünüşte bilinçsiz ama nefes alan ve aşırı derecede sakinleştirici ilaç verilmiş" halde bulunduğunu söyledi.

Gümrük görevlileri tarafından sorgulanan Martinez, pantolonundaki şişkinliğin İspanyolcada penis anlamına gelen "pirrin" olduğunu "defalarca iddia etti".

Ancak yetkililer daha yakından baktığında, iç çamaşırının içinde iki muhabbet kuşunun gizlendiğini keşfetti.

fgthy
Jesse Agus Martinez, 23 Ekim'de ABD-Meksika sınırında koruma altındaki kuşları kaçırırken yakalandı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)

ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi görevlileri daha sonra kuşları muayene etti ve bunların genç turuncu alınlı muhabbet kuşları olduğunu saptadı.

Karantinaya alınmak üzere Tarım Bakanlığı Hayvan İthalat Merkezi'ne gönderilen kuşların durumlarının stabil olduğu bildirildi.

Eupsittula canicularis diye de bilinen turuncu alınlı muhabbet kuşları, Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği'nin Tehlike Altındaki Türlerin Kırmızı Listesi'nde "savunmasız" olarak listeleniyor.

Birlik, evcil hayvan ticaretinin, popülasyonları tuzaklar nedeniyle azalmaya devam ettiğinden kritik düzeyde nesli tükenmekte olan kuşlar için en büyük tehdidi oluşturduğunu belirtiyor.

ty
Aşırı sakinleştirici verilmiş kuşlar, Martinez'in iç çamaşırlarının içindeki keselere sokulmuştu. Durumlarının stabil olduğu söyleniyor (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi).

1998'le 2008 arasında 8 binden fazla yeşil ve turuncu muhabbet kuşu yasal olarak yakalandı ve bu da onları Meksika'da en çok aranan ikinci papağan türü haline getirdi. Meksika, 2008'de 22 papağan türünün geçimlik ticaret ve satışını yasaklamış olsa da kaçakçılar hâlâ çok aranan bu türlerden kâr elde etmeye çalışıyor.

Martinez, suçlu bulunursa 250 bin dolara kadar para ve 20 yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıya kalacak.

ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi olayı araştırıyor.

Independent Türkçe


Tel Aviv Gazze’de siyasi boyutlu bir çözümü reddederken, Lübnan ve Suriye'de kalıcı bir anlaşmaya öncelik verilmesi konusunda ısrarcı

İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)
İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)
TT

Tel Aviv Gazze’de siyasi boyutlu bir çözümü reddederken, Lübnan ve Suriye'de kalıcı bir anlaşmaya öncelik verilmesi konusunda ısrarcı

İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)
İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)

Tony Francis

İsrail, siyasi bir ufuk olmadan güvenlik kavramından artık memnun değil. Bu yüzden Lübnan veya Suriye ile müzakere konusunda acele etmiyor. Bu iki ülkeyle ilişkilerinde bu yaklaşımı benimserken, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi’ndeki savaşı sona erdirme planının onaylanmasının ardından Gazze ile ilişkilerinde tam tersini yapıyor. Gazze Şeridi’nde kendisine uygun bir güvenlik formülü bulmakta ısrar eden İsrail, özellikle Gazze'deki barışı Filistin devletinin kurulmasına yol açabilecek bir süreçle ilişkilendirmek gibi daha sonra üstlenmesi gereken siyasi yükümlülükleri reddediyor.

Pratikte Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın İsrail ile müzakerelerin başlatılması ve bunun sonucunda İsrail'in Lübnan’ın güneyinde işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve sınırların belirlenmesi çağrısı, Tel Aviv'i giderek daha şüpheci ve saldırgan hale getiren koşullara büründü. Avn’ın statükoyu sona erdirmek için başlattığı girişim, birleşik ve destekleyici bir iç pozisyona dayanmıyordu, bu da girişimin ilk zayıf noktasıydı. Lübnan hükümeti bu konuyu tartışmadı. Meclis Başkanı Nebih Berri, müzakerelerin önceki hükümet tarafından onaylanan İsrail ile Hizbullah arasındaki 27 Kasım 2024 tarihli anlaşmanın uygulanmasını denetleyen komite aracılığıyla yürütülmesi şartını getirerek girişimi boşa çıkardı. Ayrıca, denklemdeki başlıca yerel taraf olan Hizbullah, devletin müzakere girişimini reddediyor ve devletle çatışmasını tırmandırmaya devam ediyor. Meşru otoritelerin elindeki silahların münhasırlığı konusundaki kararlarını reddediyor ve İsrail’in kuzeyinin güvenliği için garantiler sağlayacağını açıklıyor.

Lübnan’daki ilgili tarafların ‘müzakere çağrısına’ verdikleri yanıt, Lübnan’ın iç sorunlarını körüklüyor. Bu durum, İsrail'in kuzeyden gelen her türlü tehdidi ortadan kaldırmak için açıkladığı planını uygulamaya koymayı beklerken statükoyu korumasına olanak tanıdığı için İsrail'in hoşuna gidiyor. İsrail, ‘nihai çözümü’ beklerken Hizbullah üyeleri ve üst düzey isimlerini avlamayı veya Hizbullah’ın bulunduğu çeşitli bölgelerde silah deposu olarak gördüğü yerlere saldırmayı sürdürüyor. Bununla eş zamanlı olarak İsrail basınında başkent Beyrut, Bekaa Vadisi ve güneydeki bölgelere düzenlenen hava saldırıları da dahil olmak üzere büyük operasyonlar için hazırlık yapıldığına dair haberler dolaşıyor.

İsrail'in nasıl bir ‘nihai çözüm’ istediğini artık herkes biliyor. İsrail, sınırlarda kalıcı barışı garanti altına alan, gelecekteki tehditleri ortadan kaldıran ve Ürdün ile İsrail ve Mısır ile İsrail arasında imzalanan anlaşmalar gibi ilişkilerin kapısını açan siyasi bir anlaşmaya varmak istiyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu'nun geleceği için yaratıcı fikirlerinin zirvesi olarak gördüğü ve bir gün İran'ı da kapsaması gerektiğini düşündüğü ‘Abraham (İbrahim) Anlaşmalarının’ kapsamının genişletilmesini daha da çok istiyor.

İsrail, Lübnan'daki mevcut durumdan memnun olduğundan Lübnan ve sınırlarındaki şu anki durumu bozacak bir anlaşma yapmaya pek istekli değil. Suriye ile ilişkilerinde de aynı yaklaşımı tercih ediyor gibi görünüyor. İsrail, şimdiye kadar Trump yönetiminin Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve hükümetine verdiği desteğin boyutuna şüpheyle yaklaştı ve yeni Suriye yönetimiyle ‘güvenlik anlaşmaları’ imzalama konusunda isteksiz davranıyor.

İsrail gazetesi Ma'ariv, Suriye ile güvenlik anlaşması imzalanmasının ‘tarihi bir hata’ olacağını yazdı. Gazeteye göre bu, mevcut durumun Suriye'ye, Golan Tepeleri'nin ilhakının çok ötesine geçen bölgesel hırslarını hesaba katmayan herhangi bir anlaşmadan daha fazla hareket özgürlüğü sağlamasından kaynaklanıyor.

İsrail, Lübnan'ı mezhepler ve gruplar arasında bölünmüş yahut ABD Başkanı’nın Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dediği gibi ‘başarısız’ bir ülke olarak görürken Suriye'yi ‘tehlikeli bir mozaik’ olarak görüyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan  aktardığı analize göre İsrail, Suriye’ye (Hafız Esed ile 1974 yılında imzalanan anlaşmaya nostaljik bir göndermeyle) tek bir bütün olarak değil, farklı dini ve etnik gruplar ve ‘doğrudan Türkiye'nin vesayeti altında’ olan yeni bir yönetim olarak bakıyor.

İsrail, tıpkı Suriye’de olduğu gibi Lübnan’da da mevcut durumu siyasi yükümlülükler içermeyen bir güvenlik anlaşması olasılığıyla karşılaştırarak, ‘Suriye'de (ve Lübnan'da) tam askeri hareket özgürlüğü’ sağlayan bir statüko tercih ediyor. Ma'ariv gazetesine göre Şara yönetimi daha büyük ve daha güvenilir bir uluslararası meşruiyet elde etmek için ‘ip üstünde yürümek’ zorunda kalırken, güvenlik anlaşması tek başına İsrail'i kısıtlayacak ve hiçbir karşılığı da olmayacak.

İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası sınırlarında yapılan basit güvenlik anlaşmalarıyla yetinmiyor. Biladu’ş-Şam (Levant) bölgesi haritasını yeniden çizecek şekilde, eski Sykes-Picot anlaşmalarının sonuçlarını altüst eden barış anlaşmaları ve siyasi çözümlerin yanı sıra ilişkilerin kurulması ve Abraham Anlaşmalarına yeni katılımlar dayatmayı hedefliyor. İsrailli analistlere göre Trump'ın Suriye ve Lübnan Özel Temsilcisi Barrack'ın önerilerini yeniden gündem getiriliyor ve bunlara kişisel gayret veya dil sürçmesi olarak tanımlamanın ötesinde bir anlam yükleniyor.

Suriye ve Lübnan'ın İsrail işgali altındaki bölgelerinin geleceği için bu öngörüler son derece ciddi olsa da burada gördüklerimiz İsrail'in Gazze ve Filistin topraklarının geleceği için hazırladığı planlardan daha az vahim. Lübnan ve Suriye ile geçici güvenlik düzenlemeleri yerine siyasi bir anlaşmaya öncelik verme arzusu, İsrail ile Filistin arasında sözde barışı sağlayabilecek siyasi bir çözümü feda ederek Filistin'de güvenliğe öncelik verilmesinin önünü açıyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Trump'ın planının ikinci aşamasının uygulanmasını pekiştiren ABD’nin karar taslağını görüşürken (BMGK’nın bugün karar vermesi bekleniyor), İsrail Gazze Şeridi’nde istikrarı desteklemek için konuşlandırılması önerilen uluslararası gücün Hamas'ı silahsızlandırabileceğinden şüphe duyuyor ve savaşın yeniden patlak vermesi olasılığıyla birlikte uygulanacak bir askeri plan hazırlığı için kolları sıvıyor.

İsrail, BMGK’daki görüşmelere katılım bağlamında ABD'nin önerdiği karar taslağına ‘Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına’ giden bir sürecin dahil edilmesini ve BM’nin insani yardımların dağıtımını denetleme ve Gazze Şeridi’ni yönetmekle görevli geçici yönetim organının yetkilerini genişletme rolünün belirlenmesine karşı çıkıyor.

İsrail, özellikle ABD’nin önerdiği karar tasarısının üçüncü taslağında gelecekte bağımsız bir Filistin devleti kurulması olasılığına açıkça atıfta bulunulması ve metinde, Filistin Yönetimi tarafından reformların uygulanması ve Gazze'nin yeniden inşasında ilerleme kaydedilmesi ile ‘kendi kaderini tayin etme ve Filistin devletinin kurulması yolunda güvenilir bir yol için koşulların uygun hale gelebileceği’ ifadesinin yer almasından duyduğu endişeyi dile getirmişti.

İsrail'in Gazze Şeridi, Lübnan ve Suriye olmak üzere üç cephedeki öncelikleri, silahlı örgütlerin varlığının sona erdirilmesi ve işgal ve kontrol alanlarının korunmasına dayanan Gazze Şeridi’nde güvenliği destekleyen düzenlemeler arasında farklılık gösteriyor. Lübnan ve Suriye ile ilgili siyasi ve güvenlikle ilgili düzenlemeler arasında değişiyor. Bu düzenlemeler, askeri kapasitelerini korurken iki ülkeyi nihai barış anlaşmalarına dahil etmeye dayanıyor. Trump'ın vizyonu son sözü söyleyecek olsa da bu durum, Beyrut, Şam ve Ramallah'taki yetkililerin temel hakları koruyan uygun formüllere ulaşma konusundaki isteklerini göz ardı etmeleri gerektiği anlamına gelmiyor. Gazze'deki olayların seyri ve gelişmeler, her iki ülkedeki ilgili taraflar ve yetkililer için bir rehber görevi görebilir. Suriye yönetimi konumunu ve ifade ettiği taahhütleri güçlendirmeye devam ederse, özellikle de Cumhurbaşkanı Şara'nın Washington'a yaptığı son ziyaret sırasında bu yapıldıysa Lübnan'ın karşı karşıya olduğu zorluk, devletin savaş ilan etme ve barış yapma konusundaki münhasır hakkı üzerindeki tartışmayı sona erdirir. Bunun için Hizbullah'ın politikalarının, Cumhurbaşkanı Avn ve Başbakan Nevvaf Selam tarafından yürütülen müzakere girişimini tam olarak destekleme yönünde radikal bir şekilde gözden geçirilmesi gerekiyor.

Bu alanda ilerleme sağlanmazsa, tehlikeler artmaya devam edecek ve Trump'ın ne karar vereceğini ve İsrail'i Lübnan ve Suriye ile müzakereye zorlayıp zorlamayacağını beklemek yeterli olmayacak. Lübnan'ın hazırlıklı olması, ne istediğini bilmesi ve Aksa Tufanı’nın (Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği operasyon) tüm bölgeyi vurmasından bu yana meydana gelen devasa değişiklikleri gözden kaçırmaması daha onun için iyi olur.


İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
TT

İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)

İsrail hükümeti dün, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te güneydeki kasabalara düzenlediği saldırının koşullarını ve böyle ani bir saldırının engellenememesine yol açan hataları incelemek üzere ‘bağımsız’ bir soruşturma komisyonu kurulmasını onayladı.

Resmi bir soruşturma komisyonu kurmasını gerektiren yasayı atlatmaya çalıştığı yönündeki suçlamalarla karşı karşıya kalan hükümet, yeni komisyona ‘tam soruşturma yetkisi’ verdi ve ‘komisyonun yapısının muhalefetle mümkün olan en geniş konsensüsü sağlayacak şekilde oluşturulmasını’ sağladı.

Hükümet, bu komisyonun çalışma alanının 45 gün içinde, muhalefette iş birliği yapmaya istekli herkesle istişare edilerek belirleneceğine karar verdi.

Karara göre Başbakan Binyamin Netanyahu, soruşturma komisyonuna verilecek görev ve yetkilerin belirlenmesinden sorumlu özel bir bakanlar komitesine başkanlık edecek. Söz konusu görevler arasında komisyonun ele alacağı konuların ve inceleyeceği zaman dilimlerinin belirlenmesi de yer alıyor. Bu komiteye, komisyonun fiilen kurulması için hazırlık amacıyla tavsiyelerini hükümete sunması için 45 gün süre verildi.

Netanyahu, 7 Ekim’deki başarısızlıklara ilişkin bir soruşturma komisyonu kurmaktan, temel sorumluluğunun ortaya çıkmasından korktuğu için kaçınmıştı. Savaşın henüz sona ermediğini ve savaş devam ederken soruşturma yapılamayacağını iddia etmişti. Ancak, erteleme talebini kabul etmeyen Yüksek Mahkeme'nin görüşmeleri sonrasında bu kararı almak zorunda kaldı.

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde, Yüksek Mahkeme hakimleri, 7 Ekim saldırılarıyla ilgili başarısızlıkları incelemek için geniş soruşturma yetkilerine sahip ulusal bir komisyon kurulması gerektiği konusunda gerçek bir ihtilaf olmadığını belirttiler. Hükümete komisyonun kurulmasını onaylaması için bir son tarih verdiler ve daha fazla gecikmeye izin vermeyeceklerini vurguladılar.

Mahkemenin kendisine dayatılacak bir komisyon kurma kararı alacağından korkan Netanyahu, kendi özel komisyonunu kurmaya başvurdu. Böylece, Yüksek Mahkeme başkanının inisiyatifiyle kurulması ve yürütme ve siyasi organlardan tamamen bağımsız olması gereken, yasaya dayalı resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını fiilen engelledi.

Geçtiğimiz hafta Knesset'te yapılan oturum sırasında Netanyahu, ‘geniş kamuoyu desteğine’ dayalı olması şartıyla geniş bir soruşturma komisyonunun kurulmasını desteklediğini açıkça belirtti ve muhalefetin resmi bir soruşturma komisyonu kurulması talebini reddettiğini vurguladı. Anlaşmazlığın özünün ‘sadece neyi veya kimi soruşturduğumuz değil, kimin soruşturma yetkisine sahip olduğu’ olduğunu vurguladı. Netanyahu, muhalefetin, İsrail halkının büyük bir kesiminin güvenini kazanamayacak bir yapı dayatmaya çalıştığını savundu.

Siyasi değerlendirmelere göre, komisyonun bu yeni formatının, eksikliklerden sorumlu kişilere profesyonel bir şekilde işaret edilen kapsamlı bir soruşturma talep eden kamuoyu baskısı ile koalisyonun soruşturma süreci üzerinde siyasi kontrolünü sürdürme ve dosyayı yürütme yetkisinden tamamen bağımsız resmi bir hükümet komitesine devretmeme isteği arasında bir orta yol oluşturabileceği öngörülüyor. Önümüzdeki haftalarda, komisyonu yönetecek isimlerin belirlenmesi için siyasi temasların yoğunlaşması bekleniyor. Bu süreç, komisyonun gerçekten vaat edilen bağımsızlığa ve geniş yetkilere sahip olup olmayacağını görmek isteyen Yüksek Mahkeme ve muhalefetin yakından takibi altında gerçekleşecek.

Hükümetin kararı, bağımsız bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep eden ve Netanyahu'yu kovuşturma tehdidini önlemek için yasayı çiğnemekle suçlayan İsrail muhalefet partilerini şaşkına çevirdi. İnsan hakları grupları, hükümetin kararının bozulması ve başka bir komisyon kurulması için bir kez daha Yüksek Mahkeme'ye başvuracaklarını doğruladılar, çünkü tek etkili soruşturmanın geniş yetkilerle donatılmış resmi bir komisyon tarafından yürütülebileceğine inanıyorlar.

Hamas tarafından esir alınan İsraillilerin aileleri, soruşturmanın şu soruyu yanıtlamasını talep ediyor: “Gazze Şeridi'ndeki savaş neden iki yıl sürdü? Netanyahu'nun iktidarını sürdürmesini sağlamak için siyasi nedenlerden miydi?”