İran ve İsrail: Zaferin ve hezimetin sınırları

Tahran'ın elindeki kartları oynaması giderek daha zor ve riskli hale geliyor

Tahran’ın merkezinde, üzerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin armasının olduğu ateşlenmiş bir roketin gösterildiği bir posterin önünden geçen İranlı bir kadın, 15 Nisan 2024 (AFP)
Tahran’ın merkezinde, üzerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin armasının olduğu ateşlenmiş bir roketin gösterildiği bir posterin önünden geçen İranlı bir kadın, 15 Nisan 2024 (AFP)
TT

İran ve İsrail: Zaferin ve hezimetin sınırları

Tahran’ın merkezinde, üzerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin armasının olduğu ateşlenmiş bir roketin gösterildiği bir posterin önünden geçen İranlı bir kadın, 15 Nisan 2024 (AFP)
Tahran’ın merkezinde, üzerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin armasının olduğu ateşlenmiş bir roketin gösterildiği bir posterin önünden geçen İranlı bir kadın, 15 Nisan 2024 (AFP)

Elie Kossaifi

İran’ın cumartesiyi pazara bağlayan gece İsrail’e yaklaşık 300 İHA ve füzeyle düzenlediği saldırı, İsrail'in Gazze Şeridi'ne karşı savaşı sırasındaki stratejik çerçevesinden soyutlanıp tek başına ele alındığında, İsrail'in kazandığını ve İran'ın kaybettiğini söylemek için ne kanıta ne de argümana ihtiyaç var. Ancak aynı saldırı daha geniş kapsamlı bir stratejik bağlamda ele alındığında zafer ve yenilgi hesapları değişiyor ve ‘İsrail İran'a karşı mutlak bir zafer elde etti mi? İran tamamen yenildi mi?’ soruları ortaya çıkıyor.

İsrail, cumartesi gecesi ‘uluslararası-bölgesel bir koalisyonun’ desteğiyle İran saldırısını başarılı bir şekilde püskürterek Gazze Şeridi'nde Hamas Hareketi’ne karşı yürüttüğü savaşta şimdiye kadar elde edemediği bir ‘zafer pozu’ verdi. Ancak İsrailliler, başarılarının ya da zaferlerinin boyutunu İran saldırısının sahadaki sonuçlarıyla mı yoksa Tahran’ın uzun vadede İsrail’e zarar verme kararlılığı açısından niyetleriyle mi ölçmeleri gerektiği sorusunun yanıtını arıyorlar.

‘İran saldırısı’ aslında genel çerçevesi itibariyle özellikle öncesinde sızdırılan bilgiler ve bilgilendirmeler sayesinde sürpriz olma özelliğini yitirdiğinden ya da bu özelliği en aza indiğinden beklenenin dışına çıkmadı. İsrail her ne kadar İran saldırısının ‘sınırlarını’ bilse de daha sonra açıkladığı üzere saldırıyı ‘yüzde 99’ engelleyeceğinden tam emin değildi.

Bir başka deyişle, İran füzelerinin İsrail'e zarar verme ihtimali bir olasılıktı. Dolayısıyla, İran'ın füze saldırısı İsrail'in savunma sistemini test etti ve bu testin başarılı olması kaçınılmaz bir sonuç değildi.

cdfgbnhymj
İran'ın İsrail'e İHA’lar ve füzelerle düzenlediği saldırısı sırasında Aşkelon’da devreye giren savunma sistemi füzeler ve İHA’ları püskürtürken, 14 Nisan 2024 (Reuters)

Bu nedenle, İran saldırısı, karmaşıklıkları ve bir o kadar da karmaşık olan hesaplamaları beraberinde getirmesine rağmen, özellikle de genel stratejik kapsamı çerçevesinde ön hazırlıkları ve sonuçları göz önüne alındığında, şu an bölgedeki başlıca olay olan İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı, sahadaki dalgalanmalar, inişleri-çıkışları ve savaşın ‘ertesi günü’ ile ilgili belirsizlikle karşılaştırıldığında bir ‘yan olay’ olduğu söylenebilir. Buna karşın İran’ın saldırısı, 1973 yılından bu yana ilk kez bölgedeki bir devlet tarafından saldırıya uğraması açısından İsrail üzerindeki etkisi küçümsenemez. Bu yüzden İran'ın İsrail'e saldırısı, sonucu ne olursa olsun başlı başına ‘istisnai’ bir olaydır.

Ucu açık bir olay

Dolayısıyla Tel Aviv'deki karar vericiler saldırıyı İran’ın New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilciliği’nin açıklamasında belirtildiği gibi ‘bu iş şu an sonuçlandı sayılır’ şeklinde değerlendiremezler. Aksine İsrail Batılı müttefikleriyle birlikte bunun tekrarlanmayacağını garanti edene kadar ucu açık bir olaydır. Haliyle bu saldırı, 13 nisanı 14 nisana bağlayan geceden sonra artık sadece İsrail’i değil, uluslararası müttefiklerini ve bölge ülkelerini de ilgilendiren İsrail-İran çatışmasında yeni dinamiklerin ortaya çıkmasına neden oldu.

İran, İsrail’e saldırmak zorunda kalmayı değil, Tel Aviv’in Gazze’deki ‘çıkmazını’ sürdürmeyi ve derinleştirmeyi tercih ederdi

İran'ın bölgedeki güncel olaylarla başa çıkma stratejisi, İsrail'in Şam'daki konsolosluk binasını hedef alan ve başta Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) önde gelen komutanlarından Muhammed Rıza Zahidi olmak üzere 7 DMO subayının öldürülmesine yol açan saldırısına karşılık olarak cumartesiyi pazara bağlayan gece İsrail'e düzenlediği saldırının daha derin ve daha doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlıyor.

İran hiçbir zaman İsrail'e saldırmaya zorlanmak istemedi. Bunun yerine İsrail'in Gazze'deki ‘çıkmazının’ detaylarını takip etmeyi ve bu çıkmazı elinden geldiğince derinleştirmeye çalışmayı tercih ederdi. Buna rağmen İran’ın, Gazze Şeridi'nde sahadaki gerçekleri etkileme kabiliyeti yok. İran’ın vekillerinin de Gazze’deki çatışmaların seyri üzerinde ne kadar etkili olabileceği biliniyor. Sadece savaşan taraflar arasındaki askeri güç dengesi bakımından değil, aynı zamanda İran ve bölgedeki vekillerinin Hamas Hareketi’ni destekleyecek kadar ilerletmekten kaçındıkları belirli bir noktada savaştıkları gerçeği de göz önüne alındığında neredeyse yok denecek kadar az bir etkiye sahipler.

Yani Gazze Şeridi'nde İsrail'in kafasını karıştırmak ve savaş çabalarını dağıtmak için İsrail'e karşı gerçek bir savaşa hazır değiller. Bunun nedenlerinin başında savaşa sürüklenmeyi ve vekillerinin, özellikle de Hizbullah'ın ciddi bir şekilde zarar görmesini istemeyen İran'ın karmaşık hesapları geliyor. Özellikle ABD'nin Gazze’de savaşın patlak vermesinden önce de Tahran'ı ve bölgedeki müttefiklerini bölgede geniş çaplı bir savaş başlatmayı akıllarına bile getirmemeleri için bölgede konuşlandığı ortaya çıktıktan sonra İran’ın hesapları daha da karmaşık bir hal aldı.

sdfvebrt
Tahran’da İran’ın İsrail’e düzenlediği operasyona verilen ‘El-Vaat es-Sadık’ (Sadık Vaat) adının Arapça yazılışı ile Farsça olarak ‘İsrail örümcek ağından bile daha zayıftır’ ifadesiyle İran'ın balistik füzelerinin görüldüğü bir afişin önünden geçen İranlı bir kadın, 15 Nisan 2024 (AFP)

Tüm bu anlattıklarımız İran'ın ‘stratejik sabır’ kavramını güçlü bir şekilde çağrıştırıyor. Her ne kadar cumartesiyi pazara bağlayan gece gerçekleşen ‘İran işgali’ bu stratejiye zorunlu değişiklikler getirmiş olsa da bu stratejiden bir sapma ya da bu stratejinin dışlanması söz konusu değil. Halen İran'ın mevcut savaşın sırasında karşı karşıya kaldığı bölgesel ve uluslararası zorluklarla başa çıkma stratejisinin özünü bu oluşturuyor. İran, Hamas Hareketi’nin askeri kanadının büyük ölçüde zarar görmesine, savaşta çok sayıda Filistinli sivilin ölmesine ve Gazze Şeridi'nin yıkıma uğramasına rağmen İsrail'in Gazze Şeridi’nde Hamas Hareketi’ne karşı ‘mutlak bir zafer’ elde edemeyeceği üzerine bahis oynuyor.

Tahran'ın bahisleri

Ancak İran hesaplarını buna göre yapmıyor. Her şeyden önce İsrail'in Binyamin Netanyahu’nun söz verdiği gibi ‘mutlak bir zafer’ elde edemediğini, yani 7 Ekim saldırısı sonrası Tel Aviv’de atılan İsrail ordusunun Hamas'ı ortadan kaldıracağı şeklindeki meşhur sloganda olduğu gibi Hamas’ın yok edemediğini savunuyor. Hamas’ı eli zayıf da olsa müzakere masasında ve bir şekilde ‘ertesi gün’ ile ilgili planlara dahil etmek, İran’ın bölgedeki yayılmacı stratejisini gerçekleştirmek için kilit bir söylem ve operasyonel araç olarak çok önemli olan Filistin kartını kaybetmemesini sağlıyor. Ancak bu İran için artık garanti değil, en azından 7 Ekim'den önce olduğu kadar güçlü bir garanti yok. Şu an sorulması gereken asıl soru Hamas'ın ayakta kalıp kalmayacağından ziyade nasıl ve hangi güçle ayakta kalacağı ve yeteneklerini yeniden inşa edip edemeyeceği sorusudur.

Hamas'ın Gazze'de yenilgiye uğratılması, İran'ın bölgedeki nüfuzunun azalmaya başlaması ve bölge ülkelerindeki vekillerinin zayıflaması demek.

İsrail'in savaşı sürdürme konusundaki motivasyonu, savaşın başında belirtildiği gibi Hamas'ı tamamen yok etmek değilse bile, mümkün olduğunca zayıflatma ve yeniden ayağa kalkması ihtimali bırakmama kararlılığı üzerine kurulu. Bu, savaşın başlardaki hızında, yani ağır ve yoğun bombardımanlar ve geniş çaplı kara saldırısı şeklinde devam edebileceği ya da yeniden başlayabileceği anlamına gelmiyor, ama İsrail'in açıklamalarından Refah’a kara saldırısı gerçekleşse de gerçekleşmese de Hamas’a ait hedeflere yönelik ‘cerrahi’ operasyonların ve saldırıların devam edeceği anlaşılıyor. Başka bir deyişle Tel Aviv’in, yenilenmiş ateşkes anlaşmalarıyla ya da kelimenin geleneksel anlamıyla bir ateşkese ulaşma şansı olup olmadığına bakmaksızın Hamas ile ‘uzun soluklu’ bir askeri-güvenlik savaşına gireceği kesin. Aynı zamanda Filistin-İsrail çatışmasına değilse bile İsrail’in bakış açısına göre mevcut savaşta ‘nihai bir çözüm’ bulunana kadar İsrail, Gazze Şeridi'ndeki askeri hareket özgürlüğünü sürdürebilir.

cdfbrgt
Tel Aviv’de ABD Başkanı Joe Biden'ı Kaptan Amerika kostümü giymiş halde arkasında İsrail bayrağı elinde Davut Yıldızlı bir kalkan tutarken gösteren grafiti duvar resminin yanından bisikletiyle geçen İsrailli bir kadın, 15 Nisan 2024 (AFP)

Bu sebeple İran, Hamas'ı mümkün olduğunca korumak amacıyla kalıcı bir ateşkes için baskı yapıyor. Ancak özellikle kendisi ve vekilleri İsrail'e açık askeri baskı yapmaktan caydırıldıkları için elinde bu baskıyı yapabilmesini sağlayacak çok az araç var. Dolayısıyla sadece savaşın kendi içindeki çelişkilerine, bilhassa İsrail’in içinde yarattığı çelişkilere, savaşı ve savaşın ertesi gününü yönetmede ABD ile İsrail arasındaki çelişkilere ve Batılı ülkelerde halkların savaşın sona ermesi için yaptığı baskıya bahis oynayabilir. Öte yandan Gazze’deki bombardımanların yoğunluğunun azalması Batı ülkelerindeki kamuoyunu bir şekilde ‘etkisizleştirdiği’ ve İran'ın İsrail'e saldırısının yönelimini etkileyebileceği düşünüldüğünde bu bahis de İran’a garantili sonuçlar vermiyor. En azından, son zamanlarda savaşın yönetimi konusunda, özellikle de ABD ile İsrail arasında Refah'a olası kara harekatı konusunda yaşanan anlaşmazlığın savaşın gidişatında, yani İsrail'i Hamas'ı askeri ve siyasi olarak kuşatma ve etkisiz hale getirme planından vazgeçmeye zorlamada belirleyici bir çelişkiye dönüşeceği üzerine bahis oynanmaması gerektiğini gösteriyor.

Çatışmanın yoğunlaştığı nokta neresi?

İsrail-İran anlaşmazlığı tam da bu noktada, yani Gazze'deki savaşın geleceği ve ertesi günü noktasında yoğunlaşıyor. Tüm bunlar İran'ı sadece Filistin'le ilgili nedenlerden dolayı değil, tüm bölgesel projesiyle ilgili nedenlerden ötürü ilgilendiriyor. Hamas'ın Gazze'de yenilgiye uğratılması, İran'ın bölgedeki nüfuzunun azalmaya başlaması ve bölge ülkelerindeki vekillerinin zayıflaması demek. Bu da onları daha katı olmaya ve daha fazla baskı aracı kullanmaya zorlayacağından önünde sonunda başlarına bela açabilir.

Gazze'nin ve bölgenin 7 Ekim öncesine dönebileceğini düşünmek zor.

İran'ın cumartesiyi pazara bağlayan gece İsrail'e düzenlediği saldırının sınırlı olmasının arkasındaki neden de bu. Saldırı, İsrail'i yok etmeye yemin etmiş ve bu doğrultuda askeri yeteneklerini abartmış olan İran'ın, İsrail savunma sistemi karşısında niteliksel olarak dezavantajlı olduğunu ortaya çıkardı. Başka şekilde ifade etmek gerekirse İran, her ne kadar saldırının kasıtlı olarak sınırlandırıldığını ve elinde kullanmadığı ‘daha akıllı’, daha gelişmiş ve daha ölümcül füzeler olduğunu söylese de bir füze programına sahip ve nükleer güç olma eşiğinde bir devlet olarak çizdiği imajı ciddi şekilde sarsıldı. Zira imaj önemli bir konu olmakla birlikte bölge ve dünya halklarının zihinlerinde de İran’ın İsrail’e zarar veremediği, İsrail'i kısıtlayamadığı ve caydıramadığı imajı şekillendi. Sonuç olarak İran gibi stratejisinin büyük bir bölümünü hem içeride hem de dışarıda imaj ve siyasi propagandaya dayandıran bir ülke için bu konu oldukça önemli.

Öte yandan şu an ve özellikle bu saldırıyla ilgili olarak İsrail'in 7 Ekim saldırısında sarsılan caydırıcılık imajının önemli bir kısmını yeniden kazandığı söylenebilir. Ayrıca ABD’nin ve Batılı ülkelerin İsrail’in güvenliğine olan bağlılığının ne kadar sağlam olduğu ve ABD’nin bölgede kendini dayatma planının devam ettiğini de teyit etti. İran saldırısına verilen ‘kolektif’ yanıt, ortak hareket etme potansiyelinin ve İsrail için faydalarının da bir testiydi.

İran yalnızlaştı

Diğer taraftan İran, kendisini askeri olarak savunacak hiçbir uluslararası müttefiki olmadığından yalnız kalmış gibi görünüyor. Ancak İran, Gazze'deki savaşın bölgesel bir savaşa dönüşmesini engelleme başlığı altında ABD’nin kendisiyle arasında angajman kurallarını çiğnemek istemediğinden de emin oldu. Yine de bu, İran'ın güçlü bir konumda, Washington ile karlı anlaşmalar yapabileceğinden emin olması için yeterli değil. İran elindeki kartları kaybettikçe ve gücünün sınırları ortaya çıktıkça Washington, İran'a karşı daha katı bir tutum sergileyecektir. Yani ABD'nin bölgede sükunete ihtiyacı olmasından dolayı kendisiyle anlaşması gerektiği üzerine bahis oynayarak zayıflığını örtbas edemez.

Bu noktada bazı değişiklikler olurken Gazze'nin ve bölgenin 7 Ekim öncesine dönebileceğini düşünmek zor. İran'ın bölgede birçok güç kartına sahip olduğu doğru, ama bu kartları kullanmasının eskisinden daha zor hale geldiği ve özellikle İran için riskler taşıdığı da bir gerçek.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.