ABD seçimleri: Derin bölünmeler ve umut

Ülke, siyasi öfkenin ve gerginliğin gölgesinde şiddet olaylarına tanık olur mu?

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

ABD seçimleri: Derin bölünmeler ve umut

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Robert Ford

Eski Başkan Donald Trump, 2 Haziran'da Fox News televizyon kanalına verdiği bir röportajda, ticari dolandırıcılık suçundan hapis cezasına çarptırılması halinde şiddet olaylarının patlak verebileceği uyarısında bulundu. Trump, “Belli bir noktada çöküş gerçekleşir” ifadelerini kullandı. Yargı sürecini eleştiren Trump, Biden yönetimini mahkemeleri muhaliflerine karşı bir silah olarak kullanmakla suçladı. Cumhuriyetçi Parti’den müttefikleri de ona bu konuda destek oldu.

Trump’ın destekçilerinin birçoğunun fanatikliği tartışma konusu bile olamaz. Trump’ın New York'taki ‘sus payı’ davasında aleyhine hüküm verilmesinin ertesi günü başkanlık kampanyasına yapılan mali bağışlar iki katına çıktı. X platformunda yaklaşık bir milyon takipçisi olan aşırı sağcı vlogger Laura Loomer, Trump hakkında verilen mahkeme kararına, Trump önümüzdeki kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimlerini kazanır kazanmaz Demokrat Parti liderlerinin idam edilmesi çağrısında bulunarak tepki gösterdi. Kongrenin Georgia eyaleti Cumhuriyetçi Üyesi Marjorie Taylor Greene, Trump'ı Hz. İsa’ya benzeterek siyasi otoritelerin her ikisini de yanlış suçlamalarla mahkum ettiğini söyledi. Anketlere göre Amerikalıların yüzde 40'ından fazlası, Trump'ın hüküm giymesinden sonra bile başkan olmaya uygun olduğunu düşünüyor. Trump, New York'ta 11 Temmuz'daki duruşmasında, ‘ticari dolandırıcılık’ suçundan dört yıla kadar hapis cezasına çarptırabilir.

Önümüzdeki seçimlerde yeni şiddet olayları yaşanır mı?

Trump, hapse girmesi halinde şiddet olayları çıkabileceği tehdidinde bulunmanın yanı sıra kim kazanırsa kazansın seçimin sonucuna saygı göstermeyi de reddediyor. Trump, geçtiğimiz nisan ayında Time dergisine verdiği röportajda, seçim sürecinde hile yapılmadığı takdirde kaybetmesinin mümkün olmadığını söyledi. Mart ayında Michigan'da düzenlenen bir mitingde ise kaybetmesi halinde sokakların ‘kan gölüne’ döneceği uyarısında bulundu. Trump, 6 Ocak'ta Kongre Binası'na düzenlenen baskında yer aldıkları için hapse atılanları sık sık ‘rehineler’ olarak tanımlıyor.

Bugüne kadar hiçbir başkan adayı hapse girmesi ya da seçimi kaybetmesi halinde üstü kapalı olarak şiddet tehdidinde bulunmamıştı. Fakat birçok uzman siyasi şiddetin artma riskinin gerçek olduğu konusunda uyarıyor. PBS haber kanalı ve Maris anket şirketi tarafından mart ayında yapılan bir ankete katılanların yüzde 20'si ABD’yi yeniden rayına oturtmak için şiddetin gerekli olabileceğini söyledi. Ankete katılan Cumhuriyetçilerin yüzde 28’i şiddet kullanımını onayladı.

Barack Obama yönetimi döneminde eski İç Güvenlik Bakanı Yardımcısı olan Juliette Kayyem, geçtiğimiz nisan ayında CNN'e yaptığı açıklamada, Trump ve kampanya ekibinin şiddet tehdidini sık sık dillendirdiğini, ancak ABD devletinin 6 Ocak 2021 tarihindekine benzer bir başka ayaklanmaya karşı hazırlıksız olduğunu söyledi.

Son yıllarda yapılan anketler, Amerikalıların yüzde 10 ila 30'unun ülkedeki bir iç siyasi krizi çözmek için şiddet kullanılmasını onaylayabileceğini gösterdi.

Silahlı Şiddet Yer ve Olay Verileri Projesi (ACLED) adlı araştırma kuruluşu, geçtiğimiz ocak ayında ABD’deki aşırı sağcıların seçimleri yeni destekçiler kazanmak ve onları harekete geçirmek için kullanacağı uyarısında bulunan bir rapor yayınladı.

Şarku’l Avsat’ın ACLED raporundan aktardığı bilgilere göre bu yıl kasım ayında yapılacak seçimlere hile karıştırılacağı iddiaları, özellikle başkanlığa aday olan Trump ve Biden’ın Oval Ofis'i ele geçirmek için kazanmaları gereken Arizona, Pennsylvania ve Wisconsin eyaletlerinde aşırı sağcıları harekete geçirebilir. Bloomberg News tarafından geçtiğimiz mayıs ayında yapılan bir anket, bu üç eyalette ve seçimler için kritik öneme sahip diğer dört eyalette seçmenlerin yarısının seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından şiddet olaylarının yaşanmasından endişe ettiğini ortaya koydu.

Çok sayıda Amerikalının siyasi şiddet kullanılmasını beklediğini gösteren bu anketler yeni sayılmaz. Son yıllarda yapılan başka anketler de Amerikalıların yüzde 10 ila 30'unun ülkedeki bir iç siyasi krizi çözmek için şiddet kullanılmasını onaylayabileceğini gösterdi. Şu an için farklı olansa aşırı sağcı grupların sayısının önemli ölçüde artmış olması.

Onlarca yıldır ABD’deki nefret gruplarının faaliyetlerini inceleyen Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi (SPLC), bu ayın başlarında yayınladığı raporda, bu tür grupların sayısının 2021 yılında bu yana iki kattan fazla artarak ülke genelinde bin 400'e ulaştığını bildirdi. Cumhuriyetçi Parti’nin yargı sistemine yönelik eleştirileri mahkemelerin meşruiyetini zayıflatmaya katkıda bulunurken daha fazla Amerikalıyı anlaşmazlıkları şiddet yoluyla çözmeye teşvik ettiğinden aşırılık yanlısı grupların çoğalması özellikle önem arz ediyor.

Aynı zamanda ABD'deki muhafazakâr çevreler, siyasi şiddet konusunda asıl tehdidi aşırı sol grupların oluşturduğu uyarısında bulunuyor. Üyeleri arasında Trump yönetiminden pek çok eski yetkilinin de bulunduğu Önce Amerika Politika Enstitüsü (AFPI) Başkanı Brooke Rollins, mayıs ayında American Mind dergisinde kaleme aldığı makalede, ABD’deki üniversite kampüslerinde gerçekleştirilen Gazze’ye destek protestolarının solcular tarafından verilen gözdağının sadece son örneği olduğunu yazdı. Seçim yıllarında her zaman solcu grupların yer aldığı şiddetin ortaya çıktığını ve bu şiddetin kaos ve nihayetinde ayaklanma başlatmayı amaçladığını söyledi. Rollins, hiçbir iş yerinin Cumhuriyetçilerin politikalarından korktukları için kepenklerini kapatmak zorunda kalmadığını söyleyerek sağcıları tehdit olarak görmeyi reddetti. Rollins’in suçlamaları, Cumhuriyetçi Parti'nin Amerikan demokrasisi için bir tehdit olduğu uyarısında bulunan Demokratların suçlamalarını oldukça andırıyordu.

Kutuplaşma daha da derinleşiyor

YouGov tarafından mart ayı sonları, nisan ayı başlarında yapılan bir anket, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti destekçileri arasındaki düşmanlığın geçtiğimiz yıl daha da arttığını gösterdi. YouGov tarafından 2023 baharında yapılan bir anket, Demokrat Parti üyelerinin yüzde 69'unun Cumhuriyetçi Parti hakkında olumsuz görüşe sahip olduğunu gösteriyordu. Ancak bir yıl sonra aynı dönemlerde yapılan son anket bu oranın yüzde 85’e yükseldiğini gösterdi.

Aynı şekilde 2023 yılındaki ankette Cumhuriyetçilerin yüzde 74'ünün Demokratlar hakkında olumsuz görüşe sahip olduğu ortaya çıkarken bu ortan 2024'teki ankete göre yüzde 88'e yükseldi.

Amerikan siyasetinde katı rekabet normal görülse de kullanılan dil artık özellikle aşırıya kaçmış durumda. Eleştiriler politika farklılıkları kadar rakibin şahsiyetini de hedef almaya başladı. Hiçbir zaman ılımlı bir siyasi dil kullanmayan Donald Trump, mayıs ayında Biden'ın yolsuzluk yaptığını iddia etti ve ‘bir kaya kadar aptal’ olduğunu söyledi. Trump, Biden'ı yaşı ve çocukluğundan beri mustarip olduğu ancak büyük ölçüde üstesinden geldiği bir rahatsızlık olan kekemeliğinden ötürü eleştirdi.

ABD’deki seçim kampanyaları sırasında geleneksel olarak bir başkan, başkanlığa aday olan rakibinin şahsiyetine saldırmaz, bunun yerine ABD’nin geleceğine yönelik vizyonunu eleştirir. Ancak Biden, bu yıl bu geleneği bozdu.

Trump’ın siyasi müttefikleri de Demokrat Parti'ye karşı eleştirilerinde en az onun kadar dozu kaçırıyorlar. Örneğin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson, geçtiğimiz haftalarda Ulusal Cumhuriyetçi Avukatlar Birliği'nde yaptığı konuşmada, Demokrat Parti'nin Amerikan devletinin ve toplumunun temel ilkelerini küçümsediğini, sol kanadının ve katı görüşlülerin Amerikan demokrasisini yok edecek ‘Avrupa sosyalizmi tarzında Marksist bir hükümet’ kurmak istediğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ya da Almanya Başbakanı Olaf Scholz, ABD Temsilciler Meclisi’nin tepesindeki bir ismin Fransa ve Almanya'nın Marksist ülkeler olduğu iddiasını reddedebilirler, ancak Ulusal Cumhuriyetçi Avukatlar Birliği üyeleri Johnson'ın konuşmasını coşkuyla alkışladılar.

Başkan Biden ve Demokrat Partililer de Trump'a sert eleştirilerde bulunuyor ve ona ağır darbeler indiriyorlar. Bir başkan yardımcısı adayının başkanlık seçimlerinde rakibini eleştirmesi normal sayılır. Başkan Yardımcısı Camilla Harris, haziran ayı başlarında Michigan'daki bir mitingde Trump'ı ‘yakalanmaktan memnun olmayan bir hilekar’ olarak nitelendirdi. ABD’deki seçim kampanyaları sırasında geleneksel olarak bir başkan, başkanlığa aday olan rakibinin şahsiyetine saldırmaz, bunun yerine ABD’nin geleceğine yönelik vizyonunu eleştirir. Ancak bu yıl bu geleneği bozan Biden, haziran ayı başlarında Connecticut'ta düzenlenen bir bağış etkinliğinde Trump'ın ‘başkanlığa aday olan ilk hüküm giymiş suçlu’ olduğunu söyledi ve yargı sistemini eleştirdiği için Trump’ı ‘pervasız’ olarak niteledi. Biden ayrıca Trump'ın 2020 yılındaki başkanlık seçimlerini kaybettikten sonra ruhsal bir bunalıma girdiğini ve artık tehlikeli bir adam olduğunu öne sürdü.

Siyasi gerginlik tehlike teşkil ediyor

Süregelen bu kısasa kısas eleştiriler, bir yandan birçok Amerikalıyı seçim sürecinden uzaklaştırırken diğer yandan Amerikalılar arasında ülkenin geleceğine ilişkin derin bölünmeleri yansıtıyor. Pew tarafından haziran ayında yapılan bir anket, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler, gençler ile yaşlılar, yüksek eğitimliler ile düşük eğitimliler ve farklı ırklardan Amerikalılar arasında geniş uçurumlar olduğunu ortaya koydu. Din ve hükümetin rolü arasındaki ilişkiden kürtajın yasallaştırılması, silah kontrolü, ırklar arası ilişkiler ve göçmenliğe kadar birçok konuda büyük görüş ayrılıkları söz konusu.

Örneğin anket, Trump destekçilerinin yüzde 63'ünün, ülkeye kaçak yollardan gelen göçmenlerin zorla sınır dışı edilmesine yönelik politikayı desteklediğini gösterdi. Buna karşın, Biden'ın destekçileri arasında bu rakam sadece yüzde 15’le sınırlı kalıyor. Biden’ın destekçilerinin yüzde 85'i yasadışı göçmenlerin ABD'de kalmasına izin verilmesi gerektiğine inanırken, yüzde 56'sı vatandaşlık almalarını destekliyor. Her iki taraf da birbirini yasadışı göç konusunu siyasi kazanç uğruna kullanmakla suçluyor. Bu dinamik, özellikle Demokrat Parti’yi destekleyen kadınlar arasında kürtaj konusunda da kendini gösteriyor. Ankete göre Biden’ın destekçilerinin yüzde 88'i ve ABD halkının yüzde 62'si kürtajın yasal olmasını isterken, Trump’ın seçmenlerinin sadece yüzde 31'i sınırlı yasal kürtajı destekliyor.

Partiler arası bölünmeler artık siyasi anlaşmazlıklardan ziyade kültürel anlaşmazlıklarla ilgili olmaya başladı.

Her iki siyasi parti de bu toplumsal bölünmeleri istismar etmek için harekete geçti. Başkan Biden’ın kampanya ekibi, orta sınıf bir anne ve kızının kürtaj için Cumhuriyetçilerin kontrolündeki bir eyaletten Demokratların kontrolündeki komşu bir eyalete giderken polisten kaçtıklarını gösteren bir televizyon reklamını ekranlarda döndürmeye başladı. Reklam, bir korku hali yaratmayı ve kadınları Demokratlara oy vermeleri için harekete geçirmeyi amaçlıyor. Öte yandan Cumhuriyetçilerin seçim kampanyası çerçevesinde kullandıkları reklamlarda yasadışı göçmenlerin ülkeyi ‘istilası’ vurgulanıyor.

Partiler arası bölünmeler artık siyasi anlaşmazlıklardan ziyade kültürel anlaşmazlıklarla ilgili olmaya başladı. Amerikan siyaset sahnesinin 1960'lı ve 1970'li yıllardaki sorunlarıyla ilgili bir kitap kaleme alan tarihçi yazar Doris Kearns Goodwin, haziran ayı başlarında CNN televizyonuna verdiği demeçte ‘Amerikalıların artık sorunlara göre değil, siyasi ve kültürel kimliklere göre bölündüğünü’ söyledi.

George Washington'ın 1796 yılında bu tür bir siyasi kabileciliğin ABD’nin istikrarını tehdit edebileceği konusunda uyarıda bulunduğunu hatırlatan Goodwin, ülkedeki mevcut siyasi duruş, fırsatçılık ve kullanılan dilin, gözlemcilere Cezayir'de 1989 yılından 1993 yılına kadar İslamcı ve laik siyasetçiler arasındaki rekabeti hatırlattığını vurguladı.

Yeni bir iç savaşın patlak vermesini engellemek

Nisan ve mayıs aylarında yapılan iki ankete göre Amerikalıların yüzde 40’ından fazlası yakında yeni bir iç savaşın patlak verebileceğini düşünüyor.

Tarihçi Anne Cox Richardson geçtiğimiz ekim ayında PBS televizyon kanalına verdiği röportajda, ABD'nin ‘bıçak sırtında’ olduğunu söyledi. Ancak burada yukarıda bahsi geçen iki anketin de ABD’de hayali bir iç savaşı konu alan yeni bir Hollywood filminin gösterime girmesinden hemen sonra yapıldığını belirtmekte fayda var. Dahası, her iki ankette de katılımcıların büyük bir kısmının bir iç savaş ihtimalini dışladığının altı çizilmeli.

dfvbrgtnh
Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump (solda) ve Demokrat başkan adayı ve mevcut Başkan Joe Biden, 27 Ocak 2024 (Reuters)

Genç Cumhuriyetçiler, yaşlı Cumhuriyetçilere göre yasadışı göçmenlik ve kürtaj yasası gibi hassas konularda Demokratların görüşlerine daha yakın bir görüşe sahipler.

Ancak bazı gözlemciler ABD’nin göründüğü kadar uçurumun kenarında olmadığını düşünüyor. Hatta tarihçi Richardson'ın kendisi bile yeni bir iç savaşın kaçınılmaz olmadığını belirtiyor. Dartmouth Üniversitesi profesörlerinden Sean Westwood'un araştırmalarına göre anketlerde şiddeti desteklediğini ifade eden pek çok Amerikalının bu tür eylemlerde bulunma ihtimali düşük. Burada genç Amerikalıların iki büyük siyasi parti etrafında daha az kutuplaşmış olduğunu hatırlatalım. Siyaset bilimciler Sally Friedman ve David Schultz, 1982 yılından sonra doğan Amerikalılar arasında sosyal konularda daha fazla fikir birliği olduğunu gösteren bir araştırmaya dikkati çektiler. Pew tarafından haziran ayında yapılan bir anketin Genç Cumhuriyetçiler, yaşlı Cumhuriyetçilere göre yasadışı göçmenlik ve kürtaj yasası gibi hassas konularda Demokratların görüşlerine daha yakın bir görüşe sahip olduklarını göstermesi de bu hususu destekliyor. Friedman ve Schultz, bu yeni kuşaklar daha fazla siyasi güç kazandıkça ABD'deki kutuplaşmanın önümüzdeki yıllarda azalabileceğini öngörüyorlar.

Biden ve Trump arasındaki kasım ayın yapılması planlanan başkanlık seçimleri yarışı kıyasıya geçecek. Siyasi partizan eleştiriler çok daha şiddetli olacak ve özellikle Trump'ın 11 Temmuz'da hapis cezasına çarptırılma ihtimaliyle birlikte iç siyasi şiddet riski daha da yükselecek.



Lübnan savaşı: İsrail'in bölgeyi değiştirmeye açılan kapısı

İsrail ordusu 23 Eylül'den beri yoğunlaştırdığı Lübnan saldırılarında en az 1100 kişiyi öldürdü (AFP)
İsrail ordusu 23 Eylül'den beri yoğunlaştırdığı Lübnan saldırılarında en az 1100 kişiyi öldürdü (AFP)
TT

Lübnan savaşı: İsrail'in bölgeyi değiştirmeye açılan kapısı

İsrail ordusu 23 Eylül'den beri yoğunlaştırdığı Lübnan saldırılarında en az 1100 kişiyi öldürdü (AFP)
İsrail ordusu 23 Eylül'den beri yoğunlaştırdığı Lübnan saldırılarında en az 1100 kişiyi öldürdü (AFP)

Con Coughlin

İran, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesine yanıt olarak İsrail'e büyük bir balistik füze saldırısı düzenleme kararının ardından şüphesiz 1979 devriminden bu yana en büyük kriziyle karşı karşıya bulunuyor.

Tahran ile Tel Aviv arasındaki düşmanca eylemlerin büyük ölçüde artmasıyla İran, İsrail'e yaklaşık 200 balistik füze fırlattı ve bu saldırı İsraillileri bombardımanlara dayanıklı barınaklara sığınmaya yöneltti. Füzelerin Tel Aviv'den Kudüs'e kadar İsrail hava sahasına girdiği görüldü.

İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari, İsrail hava savunma sistemlerinin çok sayıda füzeyi önlediğini, ancak füzelerin bir kısmının güney ve orta İsrail'e düştüğünü belirtti. Amerikan hava savunma sistemleri de bu füzeleri engellemeye katkıda bulundu ve saldırı sonucunda Batı Şeria'da yalnızca bir kişinin öldüğü kaydedildi.

Buna rağmen saldırı, İsrail için büyük bir provokasyon teşkil etti. Nitekim İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Tahran'ın “ağır bir bedel ödeyeceğini” söyleyerek intikam sözü vermekte gecikmedi. Yahudi yeni yılı Roş Aşana arifesinde meydana gelen saldırının ardından yaptığı açıklamada şunları söyledi: “İran rejimi kendimizi savunma konusunda ne kadar kararlı olduğumuzun farkında değil ama anlayacak. Biz koyduğumuz kurala bağlı kalacağız; kim bize saldırırsa biz de ona saldıracağız.”

Biden yönetimi ise İran'ın ağustos ayında Hamas lideri İsmail Heniyye'ye Tahran'da, geçtiğimiz günlerde de Hasan Nasrallah'a Beyrut'ta düzenlenen suikastlara yanıt olduğunu iddia ettiği saldırıyı kınadı. İran bu iki suikastın sorumluluğunu İsrail'e yüklüyor.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, saldırıların ardından yaptığı kısa açıklamada şunları söyledi: “Ortadoğu'daki Amerikan kuvvetleri, İran'ın İsrail'e fırlattığı çok sayıda füzeyi engelledi.” Bakan saldırıyı “İran'ın menfur bir saldırı eylemi” olarak nitelendirdi.

İran saldırısı, İsrail içinde ve İsrail hükümeti ile ABD gibi ana müttefikleri arasında, İsrail'in yanıtının niteliği konusunda yoğun tartışmalara yol açtı. En belirgin korku, İsrail'in yanıtının sert olması durumunda bölgede topyekûn bir savaşın çıkması korkusu.

İran saldırısı, İsrail içinde ve İsrail hükümeti ile ABD gibi önemli müttefikleri arasında, İsrail'in yanıtının niteliği hakkında yoğun tartışmalara yol açtı.

İran, Geçen nisan ayında Şam'daki İran konsolosluğunu hedef alan saldırıya yanıt olarak İsrail'e füze ve insansız hava araçlarıyla ilk doğrudan saldırısını düzenlediğinde, İsrail'in yanıtı, İsfahan yakınlarındaki bir radar tesisini hedef alan özenle planlanmış bir hava saldırısı oldu.

Ancak İsrail'in Güney Lübnan'daki İran destekli Hizbullah militanlarına karşı askeri operasyonlarını genişletmesiyle birlikte, İsraillilerin İran'a karşı, ülkenin nükleer ve petrol tesisleri gibi potansiyel hedefleri de içeren daha kapsamlı bir saldırı planladığı yönündeki korkular artıyor.

Hiç şüphe yok ki, Nasrallah ve iki yardımcısının Lübnan'da öldürülmesi, İsrail güvenlik kurumundaki pek çok önemli şahsiyetin, Hizbullah liderliğinin etkisiz hale getirilmesinin Ortadoğu'daki jeopolitik dengeyi yeniden şekillendirmek için bir fırsat olduğunu düşünmesine yol açtı. Eski Mossad şefinin Nasrallah'ın öldürülmesinin ardından söylediği gibi, İsrail “kaçırılmaması gereken bir fırsatla” karşı karşıya ve bu, İsrail'in İran'daki rejime ölümcül bir darbe indirmeyi başarması halinde daha da pekişecek bir fırsat.

Wall Street Journal gazetesi, Arap yetkililerin İsrail'in İran'a, büyüklüğü veya kurban sayısı ne olursa olsun, kendi topraklarını hedef alan herhangi bir saldırıya, İran'ın petrol ve nükleer tesislerini hedef alma olasılığıyla karşılık vereceğini belirten açık mesajlar gönderdiğine inandığını bildirdi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Tahran'a karşı mutlak bir saldırı başlatması yönünde büyük bir iç baskıyla karşı karşıya bulunuyor. Eski Başbakan Naftali Bennett, ülkesine İran'ın nükleer kapasitesini yok etme fırsatını kaçırmama çağrısında bulundu.

Bennett, İran'ın son füze saldırısının ardından “X” platformundan yaptığı açıklamalarda şunları söyledi: “Satranç oyununda usta olan İran liderliği bu gece çok büyük bir hata yaptı. İran'ın nükleer programını, kilit enerji tesislerini yok etmek ve bu terörist rejimi sonsuza dek felç etmek için hemen harekete geçmeliyiz.”

İsrail ile İran arasındaki gerilimin son dönemde artması, İran liderliğini geleceğini tehdit edebilecek kritik bir konumda bırakıyor. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre rejim karşıtı aktivistlerin bu krizi hükümet üzerindeki baskıyı yoğunlaştırmak için kullanacağına dair korkular, İran Devrim Muhafızları'nın İranlılara sosyal medyada İsrail yanlısı paylaşımlar yayınlamama çağrısı yapan talimatlarına da yansıdı.

İran Devrim Muhafızları'nın istihbarat kanadı tarafından çarşamba günü erken saatlerde Tahran'da yayınlanan açıklamada: “Siyonist rejimi destekleyen her türlü faaliyet suçtur. Suçlularla sert bir şekilde mücadele edilecektir” denildi.

İran rejiminin, açık düşmanları İsrail'e destek vermemeleri konusunda vatandaşlarını uyarmak zorunda kalması, rejimin maruz kaldığı büyük baskının açık bir örneği. Zira Ayetullahlar 7 Ekim saldırılarından bu yana böyle bir davranıştan kaçınmaya çalıştılar.

İsmail Heniyye ve Hasan Nasrallah'ın öldürülmesinden önce İran, İsrail ile Hamas, Hizbullah ve Yemen'deki Husiler gibi vekil güçleri arasındaki çatışma ile arasına mesafe koymaya çalıştı. Ancak İsrail'in, özellikle Güney Lübnan'da Hizbullah'a karşı kazandığı askeri başarı, Tahran'a doğrudan çatışmaya girmekten başka seçenek bırakmadı, ki bu da rejimin geleceği açısından vahim sonuçlar doğurabilecek bir gelişme.

İsrail'in İran'ı doğrudan bir savaşa çekmeye çalıştığı yönündeki önceki uyarılara rağmen, Tahran'ın en yakın ve en etkili müttefiklerinden biri olan Nasrallah'ın öldürülmesinin ardından İranlılar, karşılık vermekten başka seçenekleri olmadığının farkına vardılar.

İran Devrim Muhafızları tarafından yayınlanan bir videoda, saldırı emrini veren Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, saldırıyı şu sözlerle haklı gösteriyordu: “Allah’ın izniyle ve Tahran'da öldürülen İsmail Heniyye'nin kanına, İran İslam Cumhuriyeti'nin egemenliğine yönelik saldırıya, Hizbullah liderlerinin ve büyük liderinin şehit olmasına yol açan bu cani rejimin işlediği mezalimlere karşı misilleme olarak (Gerçek Vaat-2) operasyonunu başlatıyoruz.”

İran, saldırıların ardından çatışmaya son vermeye çalışıyor, bu nedenle İranlı yetkililer ek provokasyonlar yaşanmadığı sürece İsrail'e yönelik füze saldırılarının sona erdiğini açıkladılar. İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, çarşamba sabahı X platformundan yaptığı paylaşımda şu açıklamayı yaptı: “İsrail rejimi ilave bir yanıt vermememizi gerektirecek bir adım atmaya karar vermediği sürece eylemimiz sona ermiştir. Bu durumda cevabımız daha güçlü ve kararlı olacaktır.”

Ancak bu, İran rejimi açısından sadece bir iyimserlik olabilir; zira İsrail'deki pek çok kişi, Lübnan'da Hizbullah'a karşı kazanılan başarıyı, bölgede yeni bir barış ve istikrar çağının taşlarını döşeyecek şekilde Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek için bir fırsat olarak görüyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.