Sağ ve sol arasındaki çağdaş hükümetler

İngiltere ve Fransa'daki seçimlerin gündeme getirdikleri, tüm uluslararası toplumu etkileyecek beklentilere kapı açıyor

 İngiltere Başbakanı Keir Starmer (AFP)
İngiltere Başbakanı Keir Starmer (AFP)
TT

Sağ ve sol arasındaki çağdaş hükümetler

 İngiltere Başbakanı Keir Starmer (AFP)
İngiltere Başbakanı Keir Starmer (AFP)

Mustafa Feki

Çağdaş dünya bazen bir sağa dönüş dalgasıyla sarsılıyor. Nitekim İngiliz ve Fransız örnekleri dışında, demokratik Avrupa'daki birçok parlamento seçimleri, sağın iktidar pozisyonlarına gözle görülür bir şekilde geri dönüşü ile sonuçlandı. İngiltere’deki seçim sonuçlarının arkasında İşçi Partisi’ni yeniden iktidar yapmaya yönelik bir coşkudan ziyade, Muhafazakâr Parti’ye verilmek istenen ceza yatıyordu. Fransa örneği ise kötüleşen duruma ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un politikasındaki dengesizliğe verilmiş bir karşılıktı.

Halkların iradesinin yüksek ve şeffaf bir şekilde siyasi hayat sahnesinde doğal ve öncü yerini bulduğunu gördüğünde insan ne kadar mutlu oluyor. Geçtiğimiz günlerde İngiltere ve Fransa'da parlamento seçimleri için yapılan oylamaları takip ederken, kuzeyden gelen rüzgarların taşıdığı bu enfeksiyondan Arap ülkelerimizin de etkilenmesini ve bilhassa son yıllarda Arap bölgesini kasıp kavuran radikal dönüşümlerin ışığında gerçek demokrasinin Arap halklarına da ulaşmasını diledim. Zira bu dönüşümler bazı Arap ülkelerinin siyasi yaşam biçimine damgasını vurmaya çalışan olumlu izler bıraktı ve bunlar da toplumun iliklerine yerleşme yolunda ilerlemeye devam ediyorlar.

Hiç şüphe yok ki, ülkelerin politikaları sıklıkla bir tarafta sol akımların, diğer tarafta ise sağ akımların etkileri arasında gidip geliyor. Ülkeler, vatandaşlarının arzularının hem olumlu hem de olumsuz genel eğilimlerini belirlememize olanak tanıyan parlamenter veya yarı parlamenter bir sisteme sahip olduklarında, hangi yöne meylettiklerini gözlemlemek daha kolay gibi görünüyor. Burada bizim için önemli olan, kamuoyunun politikalarını yönlendirmekte ve onu belirli hedeflere doğru sevk etmekte rol oynayan siyasi akımlarla ilgili bazı vakaları gözlemlemektir. Bunlar arasında aşağıdaki sahneleri sayabiliriz:

Birinci sahne olan Hindistan’da, 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında bir dönem yaşamıştım ve yeni rejim ile birlikte mevcut soldan Amerikan politikası tarafından desteklenen sağa doğru bir değişimin işaretlerine tanık olmuştum. Bunun sonucunda Indira Gandhi yönetiminin son yıllarında ardından oğlu Rajiv kendi döneminde, Yeni Delhi'de eski Sovyetler Birliği ile yakın ilişkilerin varlığına rağmen, kapitalist sistem için can atan bir akımın yerleşmesini sağladılar.

ABD Başkanı Johnson, yanlış hatırlamıyorsam Hindistan'a Gilbreth adında ekonomik kalkınma uzmanı olan bir Amerikan büyükelçisi göndermişti. Bu, ABD’nin o dönemdeki uluslararası konjonktüre uygun olarak Hindistan'ın kapitalist sisteme yönelme politikasını hararetle desteklediği anlamına geliyordu. Eski Sovyetler Birliği ise bunun sonucunda Yeni Delhi'den biraz uzaklaşmaya başladı ama bu büyük Asya ülkesiyle iletişim bağlarını hiçbir zaman koparmadı. Özellikle Afganistan'daki Rus varlığı, Yeni Delhi ile Moskova arasındaki çekişmenin odak noktası olsa da bu aşamada mesele tüm sonuçlarıyla çözüldü. Hint modelini örnek vermemin nedeni, ülkelerin siyasi sistemleri, dış ittifakları ve siyasi yönelimleri arasındaki bağlantıyı netleştirmekti.

İkinci sahne, 14 yıllık kesintisiz iktidar döneminin ardından kamuoyunun sandık yoluyla Muhafazakarları iktidardan söküp attığı İngiltere’dir. Son 2 yılda art arda 4 kabinenin kurulmasına yol açan birikmiş hataları nedeniyle partiyi cezalandıran da aynı kamuoyuydu. İşçi Partisi'nin seçilmesinin nedeni siyasi programının beğenilmesi değil, Muhafazakâr Parti'nin son 2 yıldaki faaliyetlerinden intikam almaktı.

Burada şunu itiraf etmeliyim ki, Batı Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere çoğu ülkede siyasi arenada önemli siyasi figürlerin eksikliği yaşanıyor. 1971'in sonlarına doğru, İngiltere’de benzer bir sahnenin yaşandığını hatırlıyorum. Edward Heath liderliğindeki Muhafazakâr Parti parlamento seçimlerinde yenilmiş ve yerine Harold Wilson'ın liderliğindeki İşçi Partisi gelmişti. Downing Sokak 10’uncu numaradaki başbakanlık konutu önünde toplanan kalabalığın önünde Wilson, yerine getirmeye çalıştığımız bir görevimiz var ve işte bu göreve başlıyoruz demişti.

O zaman, Heath, Wilson ve James Callaghan’dan, adı tarihte Winston Churchill'inki ile yarışan, yani İngiliz ekonomisinde özelleştirmenin öncüsü ve aynı zamanda Falkland Savaşı’ndan zaferle çıkan, İngiltere’nin bu uzak adaların kontrolünü yeniden ele geçirmesini sağlayan Margaret Thatcher'a kadar uzanan büyük politikacıların dönemiydi.

Üçüncüsü, Fransız siyasi arenasıysa daha farklı görünüyor. Fransız siyasi sistemi parlamenter ve başkanlık modellerini harmanlıyor ve Fransa cumhurbaşkanının azımsanmayacak gibi görünen yetkilerine rağmen, devlet felsefesinde parlamentoya hâkim bir rol biçiyor. Muzaffer lider Charles de Gaulle, kurnaz sosyalist başkan François Mitterrand ve hatta Jacques Chirac'ın ölümünün ardından, Fransa da cumhurbaşkanlığını sıradan isimlerin üstlenmesinin sıkıntılarını çekti. Genç, uzun bir siyasi geçmişi olmayan, aksine farklı bir yönetim tarzını ve kamuoyuyla yüzleşme yöntemini benimseyen, zorluklarla mücadele yeteneğine sahip Fransa Cumhurbaşkanı Macron yönetime gelene kadar, çağdaş Fransız siyaseti sayfalarında çok az iz bırakan sıradan isimler Elysee'ye yerleşti. Macron’un parlamento seçimleri için zamanlaması belki de kötüydü, zira beklediği ya da hedeflediğinin aksine Fransız solunun zaferiyle sonuçlandı. İşçi Partisi'nin zaferi, Avrupa arenasındaki büyük bir kapitalist hükümetler gölünün ortasında, karşı kıyıdaki İngiliz solunun zaferinin yankısı oldu.

Dördüncüsü, Arap siyasi sistemleri bir bütün olarak, demokratik başkanlık modelini benimsiyor gibi görünüyor. Bunların bazıları verasete dayanan monarşi modeli, bazıları da anayasal monarşi yönetim modeli temelleri üzerinde yükseliyor. Ancak parlamenter devlet, genel olarak Arap sahnesinde belirleyici bir varlığa sahip görünmüyor. Bu, uluslararası arenada ve bölgesel politikalarda büyük değişikliklerin yanı sıra, başta Filistin meselesi, koşulları ve gelişmeleri olmak üzere kronik çatışmalar ile birleşiyor. Aynı şekilde, hâkim Arap siyasi modeli de hukuk kurallarından ziyade çoğunlukla kardeşlik duygularına dayanıyor.

Arap rejimleri genel olarak sağ ve sol ayrımına tabi değiller, bunun yerine milliyetçi proje ile dini etki arasındaki başka bir ayrıma daha yakın olabilirler. Arap-İsrail çatışmasının, ABD liderliğindeki dış güçlerin, bölgenin zenginliklerini ve politikalarını Washington'un çıkarlarına hizmet edecek şekilde kontrol etme arzularına karşıtlık teşkil ettiğine şüphe yok. Buna Şubat 1979'da ortaya çıkan İran rejimi başta olmak üzere diğer bölgesel güçlerin ortaya çıkışı da eşlik ediyor. Tahran, Ortadoğu, Batı Asya ve hatta Kuzey Afrika siyasetinde zor bir oyuncu haline geldi, çünkü herkes bir tür siyasi kutuplaşmaya, yönetişim sistemlerinde oluşan ve bazılarının varlığı, kendi içinde belirli bir tanımlamaya veya ayrıma tabi olmayan teorik akışkanlığa doğru ilerlediğimizin farkında.

Buna ek olarak, bazı Arap ülkelerinin kuruluşuna aşiret ve kabile kesişmelerinin eşlik etmesi, ulusal düzeyde insani yönü, yasal ve modern düzeylere göre çok daha güçlü hale getirdi. Arap devleti, bir ülkeden diğerine değişen koşullar altında kuruldu ve her zaman anayasal veya yasal karşılıklı bağımlılıktan ziyade insani bağımlılığa dayalı kaldı.

Beşincisi, Bir hafta içinde İngiltere ve Fransa'da yapılan seçimlerin gündeme getirdikleri, tüm uluslararası toplumu etkileyecek beklentilere kapı açıyor. Bizim gözümüzde Amerikan devleti kapitalist sağın aşırı uçlarını temsil ederken, Batı Avrupa ülkeleri piyasa yasalarına, ticaret özgürlüğüne ve modern kapitalizmin tüm yönlerine aynı düzeyde bağlılık göstermiyorlar. Bu, elbette, Avrupalı ​​Batı'nın Atlantik'in diğer yakasındaki Batı'dan farklı olduğu anlamına gelmiyor; ancak çarpıcı olan, ABD’de iki egemen parti arasındaki anlaşmazlıkların ikincil meseleler etrafında dönmesi ve çoğu zaman dış meselelere değinmemesidir. Nitekim Demokratlar ve Cumhuriyetçiler İsrail'i desteklemek, korumak, siyasi uzlaşmazlığı ve bölgesel kibri için her türlü gerekçeyi sağlamak için yarışıyorlar. Bu ise sağ ve sol arasındaki gidiş gelişin Avrupa ülkeleri ve bazı Asya veya Latin ülkeleri için geçerli olabileceği, ancak sağ ve sol arasındaki farkların “radikal siyasi dönüşüm” olarak adlandırılabilecek bir şeyi temsil etmediği diğer ülkelerde açık bir olgu gibi görünmediği anlamına geliyor. Buna örnek olarak Asya’daki Hindistan'ı, Avrupa’da Fransa ve İngiltere'yi, ardından da kendine özgü Amerikan modelini verdik. Amerikan modeli, özü bununla çelişse bile -Arap-İsrail çatışmasına yönelik tutumunda açıkça görüldüğü gibi-, özgürlük meselelerini ve bunun çeşitli tezahürlerini destekleyerek varlığını kanıtlamaya çalışan tamamen başkanlık modeline dayalı bir sistemdir.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



ABD Hazine Bakanlığı Maduro'ya yakın 7 kişiye yaptırım uyguladı

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent (Reuters)
ABD Hazine Bakanı Scott Bessent (Reuters)
TT

ABD Hazine Bakanlığı Maduro'ya yakın 7 kişiye yaptırım uyguladı

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent (Reuters)
ABD Hazine Bakanı Scott Bessent (Reuters)

ABD Hazine Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Washington'un Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro üzerindeki baskısını artırma çabalarının bir parçası olarak, Maduro'nun aile üyeleri ve eşiyle yakın ilişkisi olan kişiler de dahil olmak üzere 7 kişiye Venezuela ile ilgili yeni yaptırımlar uyguladığını duyurdu. Hazine Bakanı Scott Bessent,, bu kişileri "Nicolás Maduro liderliğindeki haydut bir uyuşturucu devletini desteklemekle" suçladı.

Bessent açıklamasında, "Venezuela'nın ülkemizi ölümcül uyuşturucularla doldurmaya devam etmesine izin vermeyeceğiz" diyerek, "Maduro ve suç ortakları Batı Yarımküre'deki barış ve istikrarı tehdit ediyor. Trump yönetimi, onun gayrimeşru diktatörlüğünü destekleyen ağları hedef almaya devam edecektir" ifadelerini kullandı.

Venezuela Enformasyon Bakanlığı, yorum talebine henüz yanıt vermedi.

Maduro ve hükümeti, suçla herhangi bir ilgilerinin olduğunu şiddetle reddediyor ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Venezuela'nın geniş petrol rezervlerini ele geçirmek için rejim değişikliği aradığını söylüyor.

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro (AP)Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro (AP)

Bu hamle, Trump'ın Maduro üzerindeki baskıyı artırması, iktidardan uzaklaştırılmasını istemesi ve güney Karayipler'e büyük bir askeri güç konuşlandırmasıyla eş zamanlı olarak geliyor.

Trump yönetimi ayrıca bölgede uyuşturucu kaçakçılığından şüphelenilen gemilere karşı saldırılar düzenledi, Venezuela kıyılarında yaptırım uygulanan bir petrol tankerine el koydu ve Venezuela'ya giren veya çıkan tüm yaptırım uygulanan petrol tankerlerine abluka ilan etti.

Trump, Venezuela toprakları içindeki hedeflere yönelik saldırıların yakında gerçekleştirileceğini defalarca belirtti.

Dün açıklanan yaptırımlar, ABD'nin devlet petrol şirketinde yolsuzluk planına karıştığını söylediği Maduro'nun eşinin yeğeni Carlos Eric Malpica Flores'in akrabalarını hedef aldı. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre Washington geçen hafta Flores'e de yaptırımlar uygulamıştı.

Yaptırımlar ayrıca annesini, babasını, kız kardeşini, eşini ve kızını da hedef aldı.


ABD’nin Venezuela ablukası, Çin - Tayvan gerginliğine nasıl yansır?

ABD Adalet Bakanlığı, tankere düzenlenen operasyonun görüntülerini sosyal medyada paylaşmıştı (Reuters)
ABD Adalet Bakanlığı, tankere düzenlenen operasyonun görüntülerini sosyal medyada paylaşmıştı (Reuters)
TT

ABD’nin Venezuela ablukası, Çin - Tayvan gerginliğine nasıl yansır?

ABD Adalet Bakanlığı, tankere düzenlenen operasyonun görüntülerini sosyal medyada paylaşmıştı (Reuters)
ABD Adalet Bakanlığı, tankere düzenlenen operasyonun görüntülerini sosyal medyada paylaşmıştı (Reuters)

ABD'nin Venezuela açıklarındaki tankere el koyup limanları ablukaya almasıyla gerginlik tırmanırken, analistler bu hamlelerin olası Tayvan işgalinde Çin'in elini güçlendirebileceğine dikkat çekiyor.

ABD Başkanı Donald Trump, Venezuela limanlarında yaptırıma tabi tankerlere tam abluka uygulanması talimatını salı günü vermişti.

Reuters'a konuşan uzmanlar, Pekin yönetiminin Tayvan'ı ablukaya alması durumunda Venezuela'daki hamleleri Washington'a karşı koz olarak kullanabileceğini belirtiyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Demokrasileri Savunma Vakfı'ndan Çin uzmanı Craig Singleton şunları söylüyor:

ABD, Venezuela'daki siyasi yapıyı değiştirmek için abluka uyguluyor, Çin de bundan hareketle sözümona güvenlik gerekçesiyle Tayvan'a karşı zorlayıcı önlemler alabilir.

Singleton, ABD'nin olası Tayvan işgaline karşı uluslararası kamuoyunu harekete geçirme kabiliyetinin Venezuela politikası nedeniyle zayıflayabileceğine dikkat çekiyor.

Trump, 11 Aralık'taki açıklamasında Venezuela açıklarında petrol taşıyan bir tankere el koyduklarını duyurmuştu. Beyaz Saray, Skipper adlı tankerin "yasadışı petrol taşımacılığı" yaptığını öne sürmüştü.

Venezuela lideri Nicolas Maduro ise tankerin ülkeden çıkarılan 1 milyon 900 bin varil petrolü taşıdığını belirterek ABD'nin hamlesini "hırsızlık ve korsanlık" diye nitelemişti. 

Venezuela ham petrolünün en büyük alıcısı olan Çin de Karayipler'deki gerginlikte Karakas yönetimini destekledi. Pekin'den dün yapılan açıklamada "tüm tek taraflı ve zorbaca eylemlere karşı olunduğu, ülkelerin egemenliklerini ve ulusal haysiyetlerini savunmalarının desteklendiği” bildirildi.

ABD merkezli düşünce kuruluşu Carnegie Uluslararası Barış Vakfı'ndan Isaac Kardon da Çin'in Venezuela'daki mevcut durumu, Tayvan'ı destekleyen küresel bir koalisyon kurulmasını engellemek için kullanabileceğini söylüyor.

Ayrıca Çin'in de benzer hamlelerle Tayvan limanlarından çıkan petrol ve doğalgaz tankerlerine el koyabileceğine işaret ediyor. Bunlara ek olarak ABD'nin Karayipler'deki askeri yığınağı nedeniyle Tayvan Boğazı'nda oluşabilecek acil bir duruma zamanında müdahale edemeyebileceğini belirtiyor.

Pekin, "tek Çin" politikası kapsamında Tayvan'ı kendi toprağı olarak görüyor. Son yıllarda askeri baskıyı artıran Çin, adanın anakarayla yeniden birleşmesi için gerekirse güç kullanabileceğini vurguluyor.

Taipei yönetimiyse Çin tehdidine karşı ABD'nin askeri ve siyasi desteğine güveniyor. ABD'de 1979'da yürürlüğe konan Tayvan İlişkileri Yasası kapsamında Washington, olası bir Çin saldırısına karşı Tayvan'a kendini koruyacak askeri teçhizatı sağlamak zorunda.

ABD'nin Karayipler'deki askeri yığınağı

Trump yönetimi uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele gerekçesiyle Güney Mızrağı Operasyonu'nu başlattığını geçen ay duyurmuştu. Amerikan ordusu, dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'un da aralarında bulunduğu çok sayıda savaş gemisiyle birlikte 15 bin askerini bölgeye sevk etmişti.

Bölgede eylülden bu yana en az 26 operasyon düzenleyen Amerikan ordusu, uyuşturucu kaçakçılığına karıştığını iddia ettiği 100'den fazla kişiyi öldürdü.

Independent Türkçe, Reuters, Guardian


Faşir katliamı: Kolombiyalı paralı askerler Londra’dan gönderilmiş

HDK'yi ordu bünyesine dahil etme süreci nedeniyle Nisan 2023'te patlak veren iç savaş yüzünden 25 milyondan fazla kişi insani yardıma muhtaç (AFP)
HDK'yi ordu bünyesine dahil etme süreci nedeniyle Nisan 2023'te patlak veren iç savaş yüzünden 25 milyondan fazla kişi insani yardıma muhtaç (AFP)
TT

Faşir katliamı: Kolombiyalı paralı askerler Londra’dan gönderilmiş

HDK'yi ordu bünyesine dahil etme süreci nedeniyle Nisan 2023'te patlak veren iç savaş yüzünden 25 milyondan fazla kişi insani yardıma muhtaç (AFP)
HDK'yi ordu bünyesine dahil etme süreci nedeniyle Nisan 2023'te patlak veren iç savaş yüzünden 25 milyondan fazla kişi insani yardıma muhtaç (AFP)

Sudan'da orduya karşı savaşan Hızlı Destek Kuvvetleri'ndeki (HDK) Kolombiyalı paralı askerlerin, Birleşik Krallık'ta (BK) kayıtlı bir şirket tarafından işe alındığı iddia ediliyor.

HDK militanları, ekimde düzenledikleri saldırılarda Faşir'deki Suudi Hastanesi'ni basıp 450'den fazla kişiyi öldürmüştü. 

Ülkenin batısındaki Darfur bölgesinin en büyük kentinde düzenlenen katliamda toplamda en az 60 bin kişi hayatını kaybetmişti.

Guardian'ın incelemesine göre katliamda rol oynayan Kolombiyalı paralı askerler, Londra'da kayıtlı bir şirket tarafından işe alındı.

Zeuz Global, ABD Hazine Bakanlığı tarafından bu ay yaptırım listesine alınan kişiler tarafından yönetiliyor.

Bu kişilerden biri Kolombiya ve İtalya pasaportlarına sahip Kolombiya ordusundan emekli subay Álvaro Andrés Quijano Becerra. Subayın eşi Claudia Viviana Oliveros Forero da yaptırım listesine alınmıştı.

Şirketin başındaki diğer isimse Kolombiya ve İspanya vatandaşı Mateo Andrés Duque Botero.

Duque ve Oliveros'un Zeuz Global'ı 10 bin sterlin (yaklaşık 573 bin TL) yatırımla 8 Nisan'da kurduğu belirtiliyor. Bundan üç gün sonra HDK militanları, Sudan'daki Zamzam Mülteci Kampı'na saldırı düzenlemiş, 1500'den fazla sivili katletmişti.

HDK, 13 Nisan'da kampın kontrolünün ele geçirildiğini açıklamıştı. Haberde, kampın Kolombiyalı paralı askerlere devredildiği, bu savaşçıların da Faşir katliamını planladığı aktarılıyor.  

Haberde, firmanın Tottenham'daki adresini ABD'nin yaptırımları açıkladığı 9 Aralık tarihinden sonra Londra merkezine taşıdığına dikkat çekiliyor. Şirkete ait iki adreste de otellerin yer aldığı ve bu işletmelerin Zeuz Global'la herhangi bir bağı olmadığını savunduğu belirtiliyor.

Gazete, BK'deki şirketlerin sicil kayıtlarını tutan devlet kurumlarından firmaya dair bilgi taleplerine yanıt alınamadığını belirtiyor.

Birleşmiş Milletler Sudan Uzmanlar Paneli'nin eski üyesi Mike Lewis, BK'de kurulan paravan şirketlerin sayısının arttığına dikkat çekerek, "Spor salonuna kayıt yaptırmak BK'de firma kurmaktan daha zor" diyor.

Araştırmacı, Kolombiyalı paralı askerlerin HDK militanlarına drone ve uzun menzilli silah kullanmayı öğrettiğini, bunun Kuzey Afrika ülkesindeki iç savaşın gidişatını değiştirdiğini belirtiyor:

Sudan'daki savaş, güdümlü silahlar ve uzun menzilli insansız hava araçlarının her gün sivillerin ölümüne neden olduğu, yüksek teknolojinin kullanıldığı bir savaş. Bunların çalıştırılabilmesi için dışarıdan destek gerekiyor. Kolombiyalı paralı askerlerin operasyonunun bu dış yardımın önemli bir bileşeni olduğunu biliyoruz.

Kolombiyalı savaşçıların Sudan'daki rolü ilk kez geçen yıl ortaya çıkmıştı. Bogota merkezli medya kuruluşu La Silla Vacía'nın haberinde, 300'den fazla emekli askerin savaşmak üzere sözleşmeyle Sudan'a gittiği belirtilmişti. Bunun üzerine Kolombiya Dışişleri Bakanlığı özür dilemişti.

Independent Türkçe, Guardian, Sudan Tribune