Iraklı Ezidiler: Suç ve utanç

Iraklı politikacılar suçun üzerinden geçen on yıl boyunca suçluları masumlardan ayırmak için ne yaptılar? Sadece sessiz kalmadılar mı?

Iraklı Ezidiler: Suç ve utanç
TT

Iraklı Ezidiler: Suç ve utanç

Iraklı Ezidiler: Suç ve utanç

Rüstem Mahmud

Terör örgütü DEAŞ’ın eline geçip “esir ve köle” muamelesi gören mağdur Ezidi/Iraklı bir genç kızın, dört yıl önce Almanya'da görülen Hamburg davasını okuyup ayrıntılarını takip ettiğini, duruşmalar sırasında savunma tarafının sunduğu gerekçeleri ve yargıcın buna verdiği yanıtı öğrendiğini hayal edelim. Stutthof Nazi kampının eski gardiyanı Bruno Dey’in yargılandığı söz konusu davada, savunma tarafı, sanığın 93 yaşında olması nedeniyle konsantre olamadığı, dikkatinin dağınık olduğu, bedenen zayıf ve kötürüm olduğu, suçunun üzerinden 80 yıl geçtiği, o dönemde genç, 17 yaşında yani reşit olmadığı, suçun işlendiği soykırım kampının onlarca yıl önce  bir anıta dönüştürüldüğü gibi objektif olduğunu düşündüğü bir dizi durum, olgu ve delil sunarak yargılanmasından vazgeçilmesini talep etmişti. Yargıç Mayer Goering ise savunmaya şu basit ve incelikli ifadelerle yanıt vermişti: Bu duruşma yalnızca mahkum etme ve cezalandırma amacıyla yapılmıyor, aksine öncelikle neyin nasıl ve neden olduğunu anlamamız ve bilmemiz için yapılıyor. Bu geçmişte kalmış bir suç değil. Yaşananların tekrarı ihtimalinden korunmayı hak eden milyonlarca insan var.

Bu genç kız, Irak parlamentosunun, şüphesiz kendisine ve kendisi gibi binlerce kişiye karşı işlenen Ezidi soykırımı suçuna bulaşan binlerce kişiyi kapsayacak bir genel af çıkarmaya hazırlandığını bildiği bir dönemde, bu davanın ayrıntılarını takip ederse nasıl bir duygu ve hisse kapılır? Teröristlerinin kendilerine karşı en iğrenç suçları işlediği DEAŞ’ın pençesine düşen bu genç kız ve binlercesinin, ailelerinin tüm fertleri öldürülüp dağınık toplu mezarlara gömüldüler. Nitekim adli makamların bu toplu mezarların bir yenisini keşfetmediği bir hafta neredeyse geçmiyor.

Alman adaletinin ve Nazi suçlarına ilişkin hukukunun gelişim süreci, binlerce failin bu tür aflar yoluyla yargılama ve cezadan kaçabildiğinin açık kanıtını sunuyor. Bilhassa gelecek nesillere ve her şeyden önce özellikle Irak'ta Ezidi dinine mensup olan mağdurlara ve ailelerine, affın mağdurların haklarına ve insani statülerine yönelik etkisinin dehşetine dair kesin deliller sunuyor.

Örneğin, Hamburg'daki bahsi geçen mahkeme sonunda Bruno Dey’i soykırım suçuna katılmaktan suçlu buldu ve iki yıl hapis cezası verdi. Mahkeme kararında, soykırım yapıldığını bildiği bir kampın kule muhafızı olarak görev yerini değiştirebileceği, başka bir yere nakledilmesini talep edebileceği ama bunu yapmadığı gerekçesine dayandı. Bu kararı ile mahkeme, iddia makamının, sanıkların cinayetlere doğrudan katıldığını kanıtlamasını gerektiren Alman yargısının geleneksel teamüllerinin ötesine geçmiş oldu. Söz konusu teamül, Bruno Dey ve onun gibi binlerce kişinin onlarca yıl özgürce yaşamasına olanak tanıdı.

2009 yılında Thomas Walter ve Christine Goetze'nin Almanya'daki Nazi Dönemi Suçlarını Soruşturma Merkezi Bürosu'nun başkanlığını üstlenmesiyle, “soykırım suçu faili” ilkesi konusunda Alman yargısının farkındalığında radikal bir değişim meydana geldi.  Bu değişim, Auschwitz, Treblinka, Sobibor ve Belzec gibi birçok imha kampının, otomobil üretim hatlarına benzer şekilde, toplu katliamların gerçekleştirildiği fiili fabrikalar olduğu fikrine dayanıyordu. Dolayısıyla bu büyük ölüm makineleri/fabrikalarında çalışan tüm aktörler, son derece detaylı, gerçekleştirilmesi kolay, rutin işleri olan insanlar olduğundan, hiçbir kamusal veya özel iddia makamının, üreticinin/katilin şu ya da bu kişi olduğunu ispat edemeyeceğini, bu nedenle de sadece bu basit işlerini yaptıklarını iddia ederek hepsinin kovuşturma/mahkumiyetten kurtulabileceklerini söylüyordu.

Gerçekte suç nedir? Sadece binlerce vatandaşın öldürülmesi, kadınların esir alınması ve toplu mezarlar mı? Yoksa yönettiği ülkeyi zulme açık bir alan haline getirmek için her şeyi yapmak veya hiçbir şey yapmamak mı?

Bundan yola çıkarak yüzlerce yeni sanık, şu hukuki dayanakla yeniden yargılandı; masum bir davranışta bulunmamış ve bu imha kamplarında/fabrikalarında yürütme görevini sürdüren herkes, bir fail ve suç ortağıdır. Bu sayede Alman yargısı, kamplarda çalışan mali muhasebecileri, hatta daha önce Almanya'da veya başka ülkelerde açılan davalarda beraat etmiş olan kişileri bile yargılayabildi. Yeni Alman hukuk ve yargı yönetimi ve felsefesi, topluma ve insanlığa sadakat ve bağlılığın önceliğinin altını çizdi. Duyarlı davranmamak, sanık/faillerin haklarını ve gerekçelerini öne çıkarmak yerine, yaşananların tekrarını önlemek için, öncelikle mağdurların belirlenmesi ve desteklenmesi yoluyla daha fazla koruma garantisi hakkının öncelikli olduğunu vurguladı.  

Bugün buna paralel olarak, ailesi ile birlikte bu büyük aşamanın, iğrenç soykırımın kurbanı olan herhangi bir Iraklı Ezidi ve diğer Iraklı mezheplerden ve yerel gruplardan kurbanlar genel affı sorgulayabilirler. Ancak Ezidiler siyasi açıdan en zayıf ve kendilerini en az korunan ve güvende hisseden kesim oldukları için,  bu konuda önceliğe sahiptirler. Dolayısıyla büyük bir parantez açmalı ve böyle bir affın çıkarılmasında görev alan Iraklı siyasi güçlere şu üç basit soruyu sormalılar.

Birincisi; gerçekten bu afla sadece masum insanların serbest bırakılmasını mı istiyorsunuz? Peki suçluları masumlardan ayırmak için suçun üzerinden geçen on yıl boyunca ne yaptınız? Faillere en iyi ihtimalle bir açıklama ve gerekçe cephaneliği sunarak sadece sessiz kalmadınız mı? Araştırma, soruşturma, caydırıcı kanunlar çıkarma ve mağdurları koruyan siyasi stratejiler benimseme konusundaki hamasetiniz nerede kaldı? Neden binlerce mağdur, terör örgütünün pençesinden kurtulduktan sonra, sizin yönettiğiniz ülkelerden kaçtı, size olan güvensizlikten değil mi?

İkincisi; demokratik ve sivil değerleri benimsediğini iddia eden siyasi taraflar, iki korkunç yasayı geçirmek için ortak bir mutabakata varmayı amaçlayan, utanç verici bir siyasi pazarlığa katılarak nasıl bir siyasi çıkmaza sürüklenebilirler? Nitekim Şii siyasi güçler, genel af yasasını onaylamalarını, Sünni mevkidaşlarının yeni, son derece mezhepçi ve erkeklerin lehine olan bir nüfus yasasını onaylamasına bağlıyor ve şart koşuyorlar.

Üçüncüsü; gerçekte suç nedir? Sadece binlerce vatandaşın öldürülmesi, kadınların esir alınması ve toplu mezarlar mı? Yoksa yönettiği ülkeyi caydırıcılık ve ceza olmadan kötülüklere açık bir alan haline getirmek için her şeyi yapmak veya bunu engellemek için hiçbir şey yapmamak mı?

*Bu makaşe Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Rusya tepkili: "Hindistan'da üretilen mühimmat Ukrayna'ya gidiyor"

Ukrayna, Kursk'ta harekat başlattıktan sonra Rusya da Donetsk'te kritik öneme sahip Pokrovsk şehrine doğru ilerliyor (AP)
Ukrayna, Kursk'ta harekat başlattıktan sonra Rusya da Donetsk'te kritik öneme sahip Pokrovsk şehrine doğru ilerliyor (AP)
TT

Rusya tepkili: "Hindistan'da üretilen mühimmat Ukrayna'ya gidiyor"

Ukrayna, Kursk'ta harekat başlattıktan sonra Rusya da Donetsk'te kritik öneme sahip Pokrovsk şehrine doğru ilerliyor (AP)
Ukrayna, Kursk'ta harekat başlattıktan sonra Rusya da Donetsk'te kritik öneme sahip Pokrovsk şehrine doğru ilerliyor (AP)

Avrupalı firmaların, Hindistan'daki silah üreticileri aracılığıyla son bir yıldır Ukrayna'ya top mermisi tedarik ettiği bildiriliyor.

Birleşik Krallık merkezli haber ajansı Reuters, Rusya'nın transferlere tepki gösterdiğini fakat Hindistan'ın bunları durdurmak için herhangi bir adım atmadığını yazıyor. 

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen Avrupalı ve Hindistanlı yetkililere göre, Hindistan'da üretilen top mermilerini Ukrayna'ya gönderen ülkeler arasında İtalya ve Çekya yer alıyor. Ürettiği top mermileri cephede kullanılan firmalardan biri de Hindistan devletine ait Yantra India.

İsveç merkezli düşünce kuruluşu Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün verilerine göre Hindistan 2018-2023'te en az 3 milyar dolarlık silah ihracatı yaptı. 

Hindistan Savunma Bakanı Rajnath Singh, 30 Ağustos'ta yaptığı açıklamada, savunma sanayisindeki ihracatın geçen mali yılda 2,5 milyar doları aştığını ve 2029'a kadar bu rakamı 6 milyar dolara çıkarmak istediklerini söylemişti. 

Reuters'ın incelediği gümrük kayıtlarına göre, 2020'den savaşın başladığı Şubat 2022'ye kadar Hindistanlı üç büyük mühimmat üreticisi Yantra India, Munitions India ve Kalyani Strategic Systems; İtalya, Çekya, İspanya ve Slovenya'ya 2,8 milyon dolarlık mühimmat ihraç etmişti.

Ancak Şubat 2022-Temmuz 2024'te bu rakamın 135,25 milyon dolara yükseldiği bildiriliyor. 

Analizde, dünyanın en büyük silah ithalatçısı konumundaki Hindistan'ın, Avrupa'da uzayan savaşı bir fırsat olarak gördüğü yorumu paylaşılıyor. 

ABD'nin prestijli üniversitelerinden Stanford'da görev yapan savunma uzmanı Arzan Tarapore, Yeni Delhi yönetiminin silah ihracatını genişletmek istediğini ve söz konusu artışın bu politikayla ilgili olduğunu belirtiyor. 

Diğer yandan Yeni Delhi'nin silah ithalatının yüzde 60'ından fazlasını karşılayan Rusya, Hindistan için değerli bir ortak. Hindistan Başbakanı Narendra Modi, üçüncü dönem için seçilmesinin ardından temmuzda yaptığı ilk uluslararası gezide Moskova'ya gitmişti. 

Modi, görüşmenin ardından barış için diplomatik çözüm çağrısı yaparken, Rusya lideri Vladimir Putin de Modi'ye ülkenin en önemli devlet nişanı olarak bilinen Aziz Andreas Nişanı'nı takdim etmişti.

Reuters, aynı ay Kazakistan'daki bir toplantıda Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar'la Rus mevkidaşı Sergey Lavrov'un mühimmat meselesini görüştüğünü de aktarıyor. 

Kaynaklar, Lavrov'un bazıları Hindistan devletine ait firmalar tarafından üretilen mühimmatların Ukrayna cephesinde kullanılmasından rahatsızlık duyduklarını dile getirdiğini söylüyor. Diğer yandan Jaishankar'ın Lavrov'a ne yanıt verdiğine dair bilgi paylaşılmıyor.

Reuters, Rusya ve Hindistan yönetimlerinin yorum taleplerini reddettiğini aktarıyor. Aynı şekilde Ukrayna, İspanya, İtalya ve Çekya da yorum yapmayı reddediyor.

Soğuk Savaş boyunca Hindistan'la Sovyetler Birliği arasında güçlü bir stratejik, askeri, ekonomik ve diplomatik ilişki sürdürülmüştü. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra da iki ülke arasındaki yakın bağlar korundu. 

BRICS'in ortak kurucu üyelerinden Rusya ve Hindistan, "özel ve ayrıcalıklı bir stratejik ortaklığa" sahip. Ayrıca Hindistan; Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın 1996'da kurduğu Şanghay İşbirliği Örgütü'ne de 2017'de katılmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Hindustan Times