Suriye-Türkiye normalleşmesinin tuhaf süreci

Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilirler

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
TT

Suriye-Türkiye normalleşmesinin tuhaf süreci

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)

Ömer Önhon

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Arap Ligi (AL) Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı’nın yapıldığı salona girer girmez Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ve beraberindeki heyet protesto amacıyla salonu terk etti.

Bu olay, 10 Eylül 2024 tarihinde Türkiye’nin tam 13 yıl sonra ilk kez bir AL toplantısına davet edildiği Mısır’ın başkenti Kahire'de yaşandı. Suriye, belki de ev sahibi ülke olarak Mısır'ın ve diğer önemli üye devletlerin talebi üzerine AL’in Türkiye'yi davet etme kararına itiraz etmedi. Ancak itirazını bu şekilde ifade ederek Türkiye ile Suriye arasındaki normalleşme sürecini daha da karmaşık hale getirdi.

Şimdi akıllarda ‘Türkiye ile Suriye arasında bir normalleşme süreci var mı? Eğer varsa bu süreç nasıl olacak?’ sorusu var.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, ağustos ayının sonlarında Şam'da Halk Meclisi'nin dördüncü yasama döneminin açılış töreninde yaptığı konuşmada, Rusya, İran ve Irak tarafından sunulan uzlaşı girişimlerini her ne kadar Türkiye'ye yönelik şüpheleri olsa da destekleyeceğini açıkladı.

Esed'in sözleri, Türkiye ile önkoşulsuz, ama ‘Türk güçlerinin Suriye topraklarından çekilmesi ve terörizme desteğin kesilmesi’ gibi belirli hedefler doğrultusunda anlaşmaya hazır olduğunun bir teyidi olarak değerlendirildi.

İster yakınlaşma ister normalleşme ister barış isterse başka bir şey diyelim, 2017 yılında başlayan bu süreç halen devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed’e bağlı güçlerin 2016 yılı sonlarında Halep'i geri almasının ardından Suriyeli muhaliflerin Esed'i umduğu gibi deviremeyeceğini anladı ve Suriye'ye yönelik yeni bir politika arayışına girdi.

ABD Başkanlığı döneminde bir yıl Trump'ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Korgeneral Herbert Raymond McMaster, kısa bir süre önce yayınlanan anılarında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017 kasımında Donald Trump ile yaptığı bir telefon görüşmesinde Esed'i ‘Suriye iç savaşının kaçınılmaz galibi’ olarak tanımladığını yazdı.

Suriye, Türkiye’nin dış politikasının en ciddi başarısızlığı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti için bir yük haline geldi. Destekçileri de dahil olmak üzere Türk seçmenler Erdoğan'ın politikalarını yoğun şekilde eleştirmeye başladılar. Erdoğan, bununla ilgilenmek zorunda kaldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Suriye istihbaratıyla bir kanal açtı ve süreç başladı. Daha sonra iki ülkenin savunma ve dışişleri bakanları bir araya geldi. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Devlet Başkanı Esed, başta Türkiye’de 2023 mayısında milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı genel seçimlerinden önce Türk seçmenlere somut bir şeyler sunmak için acele etmesi olmak üzere çeşitli nedenlerle bir araya gelemediler. İki ülke arasında çok fazla sorun vardı ve henüz çözülmemişti. Bu yüzden zamanın çok kısa olduğu anlaşıldı.

Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilir. Görüşmenin yapılacağı tarih ise büyük ölçüde müzakerelerin gidişatına bağlı.

Ancak şu an bu sürecin yeni bir aşaması yaşanıyor.

2023 mayısından bugüne kadar - ki bu bir duraklama dönemi olarak değerlendirilebilir - temaslar tamamen kesilmese de Türk ve Suriyeli istihbarat görevlileri ve diğer yetkililer daha seyrek ve daha temkinli olarak görüşmeleri sürdürdüler.

Türkiye bu dönemi kendi vizyonunu ve Esed'in Suriye'si ile sahada neler yapabileceğini netleştirmek ve Suriye muhalefeti ile görüşerek pozisyonlarını yumuşatmak ve onları sürece karşı çıkmamaya ikna etmek için kullandı. Fakat Suriyeli muhalif grupların çoğu geçmişten beri Esed ile normalleşmeye şiddetle karşı çıkıyor.

scyhum
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer partili yetkililer, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda elde ettikleri zaferden sonra Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda destekçilerini selamlarken, 29 Mayıs 2023 (AFP)

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, 3 Eylül’de Suriye ile ilişkilere dair bir soruya verdiği yanıtta bu süreci resmen teyit etmekle kalmadı, aynı zamanda temel yol haritasını da özetledi.

Daha sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bir basın toplantısında yaptığı açıklamada yeni detaylar ekledi. Mültecilerin geri dönüşünün yanı sıra herhangi bir terör tehdidini Türk askerlerinin Suriye’de kalmasını gerektirmeyecek şekilde bastırmaya yönelik tedbirler üzerinde çalışıldığını belirten Lavrov, Rusya, Türkiye, Suriye ve İran'ın yakın gelecekte bir toplantı daha yapacağını duyurdu.

Rusya, stratejik çıkarları doğrultusunda her zaman Erdoğan ve Esed'i uzlaştırmaya çalıştı ve bu kez çabalarında daha kararlı ve açık bir tutum sergiliyor. Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilir. Görüşmenin yapılacağı tarih ise büyük ölçüde müzakerelerin gidişatına bağlı. Bu zor bir süreç ve kimse hemen sonuçlanmasını beklememeli. Çözülmesi gereken çok taraflı ve karmaşık meseleler var. Bir meselenin çözülmesi bile yeni meselelerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Mesele sadece Türkiye ve Suriye ile sınırlı değil. Aynı zamanda Rusya, İran, ABD gibi üçüncü tarafların ve birçok farklı devlet dışı aktörün dahil olduğu çok taraflı bir mesele bu.

Ümmet kavramına sarılan bazı siyasal İslamcı gruplar ve bazı ideolojik gruplar dışında Türkiye toplumu Suriyeli mültecilerin geri dönmesi gerektiği konusunda genel olarak hemfikir.

Esed, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye'den çekilmesi gerektiğini vurguluyor. Türk yetkililer de birçok kez Türk askerinin Suriye’de kalıcı olmadığını açıkça ifade ettiler. Türkiye ayrıca, askerlerini geri çektikten sonra bu bölgelerden Türkiye'ye yönelik herhangi bir güvenlik tehdidinin ortaya çıkmamasını sağlayacak düzenlemelere gidilmesini ve garantiler verilmesini beklediğini açık bir şekilde belirtti.

Türkiye-Suriye yakınlaşması siyasi irade ve ‘Türkiye on binlerce Esed karşıtı silahlı milis üyesini entegrasyona ikna edebilecek mi? Esed onların ve milyonlarca muhalifinin yeniden entegrasyonuna izin verecek mi?’ gibi başlıca soruların ele alınmasında ciddi bir çaba gerektiriyor.

Her iki ülke için de en önemli konu ‘terörizm’. Türkiye'nin bu başlık altında aklındaki ilk soru, Halk Koruma Birlikleri (YPG) ile nasıl başa çıkılacağı ve YPG'nin şu an kontrol ettiği, Suriye'nin yaklaşık yüzde 25'ini oluşturan bölgelerde bağımsız olarak varlığını sürdürmesi halinde ne yapılacağı.

csdfvbgn
Suriye'nin kuzeydoğusunda bir YPG unsurlarıyla birlikte devriye gezen ABD askerleri, Kasım 2019 (AFP)

Suriye ise tüm silahlı grupları terör örgütü olarak sınıflandırırken İdlib'deki Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ) ile Suriye'nin kuzeybatısındaki diğer silahlı örgütlerin Türkiye'nin desteği olmadan ayakta kalamayacağını iddia ediyor.

Diğer bir önemli konu ise Suriyeli mülteciler. Ümmet kavramına sarılan bazı siyasal İslamcı gruplar ve bazı ideolojik gruplar dışında Türkiye toplumu Suriyeli mültecilerin geri dönmesi gerektiği konusunda genel olarak hemfikir. Mültecilerin geri dönüşü için uygulanabilecek birkaç yöntem olsa da hangi yöntemin kullanılacağına karar vermek siyasi iradeye kalıyor.

Türk hükümeti artık yasaları uygulama konusunda daha kararlı. Kayıt dışı ya da herhangi bir suça karışmış olan Suriyeliler artık geri gönderiliyor.

Öte yandan, bu sorunun kaynağının Suriye olduğunu da unutmamak gerekiyor. Zorlu ekonomik ve sosyal koşullar ve güvenlik durumunun yanı sıra gözaltına alınma ve daha kötü durumlarla ilgili korkular, Suriyelileri geri dönmekten caydıran faktörler.

Esed, yurtdışındaki Suriyelileri geri dönmeye çağıran açıklamalarında ılımlı görünse de çoğu kişi onun gerçek niyetine dair şüphe duyuyor. Esed'ın özgüveni artıyor, çünkü üstünlüğün kendisinde olduğunu düşünüyor. Bunda da haksız sayılmaz. Şam'daki koltuğunu korumayı başaran Esed, iç savaş sırasında kaybettiği birçok yerde kontrolü yeniden geri aldı. Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltti. Suriye, AL üyeliğine geri döndü.

Türkiye-Suriye yakınlaşması, Suriye'de barışın ve istikrarın sağlanması için yeterli olmayacak. Taraflar kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşmadığı sürece yeni bir çatışma ve hatta iç savaş riski bulutları Suriye'nin üzerinde dolaşmaya devam edecektir.

Diğer taraftan ABD ve diğer bazı ülkeler, Esed'e yaptırım ve diplomatik izolasyon uygulamaya devam ediyor. Avrupa Birliği (AB) ikiye bölünmüş durumda. İtalya, Avusturya, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Slovenya, Suriye rejimiyle normalleşmeyi destekliyor. Konu birkaç gün önce AB üyelerinin katıldığı bir toplantıda ele alındı.

Öte yandan her şey güllük gülistanlık değil. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 35'i halen Esed'in kontrolü dışında. Çok sayıda ülkenin askeri güçleri Suriye topraklarında konuşlu. Ülkenin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda on binlerce silahlı muhalif var. Ülkenin güneyindeki Suveyda ve Dera tansiyonun yüksek olduğu bölgeler olarak görülüyor. YPG ve hatta DEAŞ, sahada hale güçlüler. Ekonomi oldukça zor bir durumda. Esed, bu koşullar altında nasıl zaferini ilan edebilir?

Bazı gözlemciler Esed'in tüm Suriye'yi kontrol etmeyi ve Suriyeli mültecilerin geri dönmesini gerçekten istediğinden şüphe ediyorlar. Esed Ürdün sınırından Şam'a, Humus'a, Hama'ya, Halep’e uzanan ve Tartus ile Lazkiye'yi de içeren sahil kesimine kadar olan bir bölgeyi kontrol etmekle yetinebilir.

Esed’in düşmanları karşı karşıya gelecek ve Suriye'nin geri kalanında birbirleriyle savaşmaya devam edecekler. Bu da Esed’in ‘koruyucu melekleri’ Rusya ve İran'ın onu düşmanlarından korumak amacıyla yanında durmaya devam etmeleri için gerekçeler sağlayacak. Türkiye-Suriye yakınlaşması her halükârda kendi başına bir etki yaratacak. Ama tek başına Suriye'de barışın ve istikrarın sağlanması için yeterli olmayacak. Taraflar kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşmadığı sürece yeni bir çatışma ve hatta iç savaş riski bulutları Suriye'nin üzerinde dolaşmaya devam edecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İran, UAEA toplantısında çatışma uyarısında bulundu

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi
TT

İran, UAEA toplantısında çatışma uyarısında bulundu

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Batılı güçleri bugün başlayacak olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) üç aylık toplantısında çatışmaya karşı uyardı.

Tahran cuma günü, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık'ı toplantıda ‘stratejik bir hata’ yapmamaları konusunda uyarırken, diplomatik kaynaklar bu ülkelerin ve ABD'nin toplantıda İran’a karşı bir karar tasarısı sunmayı planladıklarını doğruladı.

UAEA Yönetim Kurulu'nun yaklaşık 20 yıl sonra ilk kez İran'ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması yükümlülüklerine uymadığını ilan etmesi ve Batılı güçlerin İran dosyasını Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ne götürmesinin önünü açması bekleniyor.

Bekayi, “Çatışmaya verilecek yanıt daha fazla iş birliği olmayacak. İran bir dizi önlem hazırladı ve karşı taraflar kapasitemizin farkında. Bir sonraki aşamadaki gelişmelere bağlı olarak ve UAEA ile iş birliği içinde bir dizi adım atacağız” ifadelerini kullandı.

Geçen hafta başında yayınlanan gizli bir UAEA raporunda İran'ın yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğu ve bunun daha yüksek bir seviyede zenginleştirilmesi halinde 10 nükleer silah yapımında kullanılabileceği belirtilmişti.

Bekayi sözlerini şöyle sürdürdü: “UAEA raporu, üç Avrupa ülkesi ve ABD'den gelen siyasi bir talimata dayanıyor ve gerçeği yansıtmıyor. Raporda taahhütlerden sapma yönünde bir husus yer almıyor, aksine Ortak Eylem Planı (nükleer anlaşma) çerçevesinde çözüme kavuşturulan eski suçlamalar yeniden gündeme getiriliyor. Ne yazık ki Siyonist varlığın sunduğu sahte belgeler ve bazı ülkelerin siyasi tutumları UAEA'nın bu konuları yeniden gündeme getirmesine yol açtı.”

Bekayi, İsrail'in 2018 yılı başlarında İran'ın nükleer arşivini karmaşık bir operasyonla ele geçirmesinin ardından UAEA’nın araştırılmasını talep ettiği gizli tesislerle ilgili soruşturmaya atıfta bulundu.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bekayi, “Raporun içeriği tamamen siyasi. UAEA'nın davranışlarını Yönetim Kurulu'nun daha önce verdiği bir yetkiye dayandırarak meşrulaştırmasını kabul etmiyoruz. Bu tür raporlar bazı tarafların kendi pozisyonlarına sadık kalmaları için siyasi zemin sağlamaktadır” şeklinde konuştu.

Bekayi, “UAEA Genel Direktörü'nün son açıklamaları teknik yetkilerinin ötesine geçiyor. Barışçıl nükleer tesislere yönelik her türlü tehdidi barışa yönelik bir tehdit olarak değerlendiren 533 sayılı karar uyarınca, İran'ın nükleer tesislerine yönelik her türlü tehdide karşı net bir tavır alınmalı” dedi.

Bekayi, “Uluslararası bir kuruma başkanlık eden ve BM'de yüksek mevkilere talip olan her kim olursa olsun, tehdit ve gerginliği artırma aracı değil, barışın sesi olmalıdır” ifadesini kullandı.

UAEA şu anda ‘İran'ın nükleer programının tamamen barışçıl olduğuna dair güvence veremeyeceğini’ söylüyor.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre UAEA’nın Viyana'daki toplantısı öncesinde İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi devlet televizyonuna açıklamalarda bulundu. Kemalvendi, “Elbette UAEA, İran İslam Cumhuriyeti'nin kapsamlı ve dostane iş birliğini sürdürmesini beklememelidir” dedi.

Diplomatik kaynaklar perşembe günü, Tahran'ın nükleer programına ilişkin 2015 anlaşmasına taraf olan üç Avrupa ülkesi ve ABD'nin, Tahran'ın dört gizli sahadaki nükleer faaliyetlerine ilişkin yıllardır süren soruşturmada ‘tam iş birliği yapmaması’ nedeniyle BM Güvenlik Konseyi'ne bir karar tasarısı sunmayı planladıklarını söyledi.

UAEA bir raporunda İran'ın nükleer programı konusunda ‘tatmin edici olmayan’ iş birliğini kınayarak, İslam Cumhuriyeti'nin yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum üretimini hızlandırdığına dikkat çekti.

İran'ın önerisi

Bu gelişme Tahran ile Washington'un İran'ın nükleer programı konusunda yeni bir anlaşma arayışı için görüşmeler yürüttüğü bir dönemde yaşandı.

Bekayi, ABD'li yetkililere İran'ın nükleer müzakereler kapsamında Umman üzerinden yakında ABD'ye sunacağı öneriyi değerlendirmeleri tavsiyesinde bulundu.

Bekayi, “İran halkının çıkarlarını ve haklarını dikkate almayan hiçbir öneri kabul edilemez. Ayrıntılara girmeyeceğim ama yakında Umman aracılığıyla teklifimizi sunacağız. ABD'ye bu fırsatı ciddiye almasını tavsiye ediyoruz” dedi. Bekayi, teklifin içeriğiyle ilgili ayrıntı vermedi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu'na (DMO) bağlı Tesnim haber ajansının kaynaklara dayandırdığı haberine göre İran, ABD'nin önerisine yanıtını önümüzdeki iki gün içinde diplomatik kanallar aracılığıyla yazılı olarak gönderecek.

Ajansa göre, Tahran'ın yanıtı, yaptırımların etkin bir şekilde kaldırılması karşılığında Washington'un endişelerini giderecek önlemler sunarken, kendi topraklarında zenginleştirme ilkesini koruyan bir öneri içerecek. İran ayrıca kırmızı çizgilerine saygı gösterilmesi koşuluyla yeni bir müzakere turuna hazır olduğunu ifade edecek.

Bekayi, Batı medyasında altıncı turun planlandığına ve ABD'nin İran'a uranyum zenginleştirmeyi yüzde 3'e düşürme önerisinde bulunduğuna dair çıkan haberleri yalanladı. “Toplantı planlanmıştı ancak gerçekleşmedi. Bu medya haberlerinin çoğu doğrulanabilir değil ve genellikle psikolojik baskı yaratmayı amaçlıyor” dedi.

Bekayi şöyle devam etti: “Eğer taviz alışverişine dayalı gerçek müzakerelerden bahsediyorsak, ABD'nin önerisi bu anlayışı yansıtmıyor.”

Bu açıklama, Tahran'ın ‘kabul edilemez’ olarak nitelendirdiği ABD önerisine yanıt olarak geldi.

Bekayi gazetecilere yaptığı açıklamada, Washington ile Tahran arasındaki dolaylı müzakerelerin bir sonraki turuna ilişkin belirli bir noktasının olmadığını söyledi. Bekayi gazetecilere şunları söyledi: “Bu konuda bir karar alınırsa derhal duyurulacaktır.”

İki ülke, yaptırımların hafifletilmesi karşılığında İran'ın nükleer programını engellemeyi amaçlayan 2015 anlaşmasına bir alternatif bulmak için nisan ayından bu yana beş tur müzakere gerçekleştirdi.

ABD Başkanı Donald Trump, 2018'deki ilk döneminde bu anlaşmadan vazgeçerek Tahran'a yeniden sert yaptırımlar uygulamaya başladı.

İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf’ın dün devlet televizyonunda yayınlanan açıklamalarında, “ABD'nin önerisi yaptırımların kaldırılmasından bile bahsetmiyor. Hayalperest ABD Başkanı gerçekten İran'la bir anlaşma istiyorsa yaklaşımını değiştirmelidir” ifadeleri yer aldı.

Bekayi ise “Yaptırımların kaldırılmasının temel bir gereklilik olduğunu defalarca vurguladık. Başta nükleer kazanımların korunması ve yaptırımların etkin bir şekilde kaldırılması olmak üzere İran'ın meşru hakları dahil edilmeden hiçbir anlaşmaya varılamaz. Bu talepleri içermeyen herhangi bir metin kabul edilemez” değerlendirmesinde bulundu.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio 20 Mayıs'ta Senato Dış İlişkiler Komitesi'ndeki oturumda yaptığı açıklamada, “İran'ın herhangi bir şekilde uranyum zenginleştirmesine izin vermeyeceğiz. Olası bir anlaşmadan sonra bile füze ve terörizmle ilgili yaptırımları uygulamaya devam edeceğiz. Zenginleştirmenin bir ulusal haysiyet meselesi olduğunu iddia ediyorlar ama gerçek şu ki bunu caydırıcı bir unsur olarak kullanmak istiyorlar. Çünkü gelişmiş zenginleştirme kapasitesine sahip olmanın onları nükleer silahın eşiğinde bir devlet haline getirdiğine ve dolayısıyla tehditlere karşı bağışıklık kazandırdığına inanıyorlar” ifadelerini kullandı.

Buna karşılık Bekayi şunları söyledi: “Bu doğru değil. Zenginleştirme yapan herkesin bir silah programı yok. ABD'nin müttefikleri de dahil olmak üzere, silahlanma amacı gütmeden zenginleştirme yapan ülkeler var. Bu anlamda, İran'ın baskılar karşısındaki direncinin kendisi bir tür caydırıcılıktır. Zenginleştirme, nükleer yakıt döngüsünün ve ulusal endüstrimizin önemli bir parçasıdır; müzakere edilemez ya da taviz verilemez.”

Bekayi, İranlı milletvekillerinin ülkelerinin silahların teknik yönlerine sahip olması konusunda ne söylediklerine ilişkin bir soruya şu yanıtı verdi: “Ülke içinde çeşitli görüşler var, ancak bizim tarafımızdan defalarca teyit edilen şey İran'ın nükleer programının tamamen barışçıl olduğudur. Siyasi nedenlerle hazırlanan son rapor, programımızın barışçıl doğasını kanıtladı. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na bağlı bir devlet olarak İran, barışçıl yaklaşıma olan bağlılığını sürdürecektir.”