Suriye-Türkiye normalleşmesinin tuhaf süreci

Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilirler

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
TT

Suriye-Türkiye normalleşmesinin tuhaf süreci

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)

Ömer Önhon

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Arap Ligi (AL) Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı’nın yapıldığı salona girer girmez Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ve beraberindeki heyet protesto amacıyla salonu terk etti.

Bu olay, 10 Eylül 2024 tarihinde Türkiye’nin tam 13 yıl sonra ilk kez bir AL toplantısına davet edildiği Mısır’ın başkenti Kahire'de yaşandı. Suriye, belki de ev sahibi ülke olarak Mısır'ın ve diğer önemli üye devletlerin talebi üzerine AL’in Türkiye'yi davet etme kararına itiraz etmedi. Ancak itirazını bu şekilde ifade ederek Türkiye ile Suriye arasındaki normalleşme sürecini daha da karmaşık hale getirdi.

Şimdi akıllarda ‘Türkiye ile Suriye arasında bir normalleşme süreci var mı? Eğer varsa bu süreç nasıl olacak?’ sorusu var.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, ağustos ayının sonlarında Şam'da Halk Meclisi'nin dördüncü yasama döneminin açılış töreninde yaptığı konuşmada, Rusya, İran ve Irak tarafından sunulan uzlaşı girişimlerini her ne kadar Türkiye'ye yönelik şüpheleri olsa da destekleyeceğini açıkladı.

Esed'in sözleri, Türkiye ile önkoşulsuz, ama ‘Türk güçlerinin Suriye topraklarından çekilmesi ve terörizme desteğin kesilmesi’ gibi belirli hedefler doğrultusunda anlaşmaya hazır olduğunun bir teyidi olarak değerlendirildi.

İster yakınlaşma ister normalleşme ister barış isterse başka bir şey diyelim, 2017 yılında başlayan bu süreç halen devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed’e bağlı güçlerin 2016 yılı sonlarında Halep'i geri almasının ardından Suriyeli muhaliflerin Esed'i umduğu gibi deviremeyeceğini anladı ve Suriye'ye yönelik yeni bir politika arayışına girdi.

ABD Başkanlığı döneminde bir yıl Trump'ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Korgeneral Herbert Raymond McMaster, kısa bir süre önce yayınlanan anılarında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017 kasımında Donald Trump ile yaptığı bir telefon görüşmesinde Esed'i ‘Suriye iç savaşının kaçınılmaz galibi’ olarak tanımladığını yazdı.

Suriye, Türkiye’nin dış politikasının en ciddi başarısızlığı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti için bir yük haline geldi. Destekçileri de dahil olmak üzere Türk seçmenler Erdoğan'ın politikalarını yoğun şekilde eleştirmeye başladılar. Erdoğan, bununla ilgilenmek zorunda kaldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Suriye istihbaratıyla bir kanal açtı ve süreç başladı. Daha sonra iki ülkenin savunma ve dışişleri bakanları bir araya geldi. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Devlet Başkanı Esed, başta Türkiye’de 2023 mayısında milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı genel seçimlerinden önce Türk seçmenlere somut bir şeyler sunmak için acele etmesi olmak üzere çeşitli nedenlerle bir araya gelemediler. İki ülke arasında çok fazla sorun vardı ve henüz çözülmemişti. Bu yüzden zamanın çok kısa olduğu anlaşıldı.

Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilir. Görüşmenin yapılacağı tarih ise büyük ölçüde müzakerelerin gidişatına bağlı.

Ancak şu an bu sürecin yeni bir aşaması yaşanıyor.

2023 mayısından bugüne kadar - ki bu bir duraklama dönemi olarak değerlendirilebilir - temaslar tamamen kesilmese de Türk ve Suriyeli istihbarat görevlileri ve diğer yetkililer daha seyrek ve daha temkinli olarak görüşmeleri sürdürdüler.

Türkiye bu dönemi kendi vizyonunu ve Esed'in Suriye'si ile sahada neler yapabileceğini netleştirmek ve Suriye muhalefeti ile görüşerek pozisyonlarını yumuşatmak ve onları sürece karşı çıkmamaya ikna etmek için kullandı. Fakat Suriyeli muhalif grupların çoğu geçmişten beri Esed ile normalleşmeye şiddetle karşı çıkıyor.

scyhum
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer partili yetkililer, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda elde ettikleri zaferden sonra Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda destekçilerini selamlarken, 29 Mayıs 2023 (AFP)

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, 3 Eylül’de Suriye ile ilişkilere dair bir soruya verdiği yanıtta bu süreci resmen teyit etmekle kalmadı, aynı zamanda temel yol haritasını da özetledi.

Daha sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bir basın toplantısında yaptığı açıklamada yeni detaylar ekledi. Mültecilerin geri dönüşünün yanı sıra herhangi bir terör tehdidini Türk askerlerinin Suriye’de kalmasını gerektirmeyecek şekilde bastırmaya yönelik tedbirler üzerinde çalışıldığını belirten Lavrov, Rusya, Türkiye, Suriye ve İran'ın yakın gelecekte bir toplantı daha yapacağını duyurdu.

Rusya, stratejik çıkarları doğrultusunda her zaman Erdoğan ve Esed'i uzlaştırmaya çalıştı ve bu kez çabalarında daha kararlı ve açık bir tutum sergiliyor. Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilir. Görüşmenin yapılacağı tarih ise büyük ölçüde müzakerelerin gidişatına bağlı. Bu zor bir süreç ve kimse hemen sonuçlanmasını beklememeli. Çözülmesi gereken çok taraflı ve karmaşık meseleler var. Bir meselenin çözülmesi bile yeni meselelerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Mesele sadece Türkiye ve Suriye ile sınırlı değil. Aynı zamanda Rusya, İran, ABD gibi üçüncü tarafların ve birçok farklı devlet dışı aktörün dahil olduğu çok taraflı bir mesele bu.

Ümmet kavramına sarılan bazı siyasal İslamcı gruplar ve bazı ideolojik gruplar dışında Türkiye toplumu Suriyeli mültecilerin geri dönmesi gerektiği konusunda genel olarak hemfikir.

Esed, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye'den çekilmesi gerektiğini vurguluyor. Türk yetkililer de birçok kez Türk askerinin Suriye’de kalıcı olmadığını açıkça ifade ettiler. Türkiye ayrıca, askerlerini geri çektikten sonra bu bölgelerden Türkiye'ye yönelik herhangi bir güvenlik tehdidinin ortaya çıkmamasını sağlayacak düzenlemelere gidilmesini ve garantiler verilmesini beklediğini açık bir şekilde belirtti.

Türkiye-Suriye yakınlaşması siyasi irade ve ‘Türkiye on binlerce Esed karşıtı silahlı milis üyesini entegrasyona ikna edebilecek mi? Esed onların ve milyonlarca muhalifinin yeniden entegrasyonuna izin verecek mi?’ gibi başlıca soruların ele alınmasında ciddi bir çaba gerektiriyor.

Her iki ülke için de en önemli konu ‘terörizm’. Türkiye'nin bu başlık altında aklındaki ilk soru, Halk Koruma Birlikleri (YPG) ile nasıl başa çıkılacağı ve YPG'nin şu an kontrol ettiği, Suriye'nin yaklaşık yüzde 25'ini oluşturan bölgelerde bağımsız olarak varlığını sürdürmesi halinde ne yapılacağı.

csdfvbgn
Suriye'nin kuzeydoğusunda bir YPG unsurlarıyla birlikte devriye gezen ABD askerleri, Kasım 2019 (AFP)

Suriye ise tüm silahlı grupları terör örgütü olarak sınıflandırırken İdlib'deki Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ) ile Suriye'nin kuzeybatısındaki diğer silahlı örgütlerin Türkiye'nin desteği olmadan ayakta kalamayacağını iddia ediyor.

Diğer bir önemli konu ise Suriyeli mülteciler. Ümmet kavramına sarılan bazı siyasal İslamcı gruplar ve bazı ideolojik gruplar dışında Türkiye toplumu Suriyeli mültecilerin geri dönmesi gerektiği konusunda genel olarak hemfikir. Mültecilerin geri dönüşü için uygulanabilecek birkaç yöntem olsa da hangi yöntemin kullanılacağına karar vermek siyasi iradeye kalıyor.

Türk hükümeti artık yasaları uygulama konusunda daha kararlı. Kayıt dışı ya da herhangi bir suça karışmış olan Suriyeliler artık geri gönderiliyor.

Öte yandan, bu sorunun kaynağının Suriye olduğunu da unutmamak gerekiyor. Zorlu ekonomik ve sosyal koşullar ve güvenlik durumunun yanı sıra gözaltına alınma ve daha kötü durumlarla ilgili korkular, Suriyelileri geri dönmekten caydıran faktörler.

Esed, yurtdışındaki Suriyelileri geri dönmeye çağıran açıklamalarında ılımlı görünse de çoğu kişi onun gerçek niyetine dair şüphe duyuyor. Esed'ın özgüveni artıyor, çünkü üstünlüğün kendisinde olduğunu düşünüyor. Bunda da haksız sayılmaz. Şam'daki koltuğunu korumayı başaran Esed, iç savaş sırasında kaybettiği birçok yerde kontrolü yeniden geri aldı. Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltti. Suriye, AL üyeliğine geri döndü.

Türkiye-Suriye yakınlaşması, Suriye'de barışın ve istikrarın sağlanması için yeterli olmayacak. Taraflar kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşmadığı sürece yeni bir çatışma ve hatta iç savaş riski bulutları Suriye'nin üzerinde dolaşmaya devam edecektir.

Diğer taraftan ABD ve diğer bazı ülkeler, Esed'e yaptırım ve diplomatik izolasyon uygulamaya devam ediyor. Avrupa Birliği (AB) ikiye bölünmüş durumda. İtalya, Avusturya, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Slovenya, Suriye rejimiyle normalleşmeyi destekliyor. Konu birkaç gün önce AB üyelerinin katıldığı bir toplantıda ele alındı.

Öte yandan her şey güllük gülistanlık değil. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 35'i halen Esed'in kontrolü dışında. Çok sayıda ülkenin askeri güçleri Suriye topraklarında konuşlu. Ülkenin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda on binlerce silahlı muhalif var. Ülkenin güneyindeki Suveyda ve Dera tansiyonun yüksek olduğu bölgeler olarak görülüyor. YPG ve hatta DEAŞ, sahada hale güçlüler. Ekonomi oldukça zor bir durumda. Esed, bu koşullar altında nasıl zaferini ilan edebilir?

Bazı gözlemciler Esed'in tüm Suriye'yi kontrol etmeyi ve Suriyeli mültecilerin geri dönmesini gerçekten istediğinden şüphe ediyorlar. Esed Ürdün sınırından Şam'a, Humus'a, Hama'ya, Halep’e uzanan ve Tartus ile Lazkiye'yi de içeren sahil kesimine kadar olan bir bölgeyi kontrol etmekle yetinebilir.

Esed’in düşmanları karşı karşıya gelecek ve Suriye'nin geri kalanında birbirleriyle savaşmaya devam edecekler. Bu da Esed’in ‘koruyucu melekleri’ Rusya ve İran'ın onu düşmanlarından korumak amacıyla yanında durmaya devam etmeleri için gerekçeler sağlayacak. Türkiye-Suriye yakınlaşması her halükârda kendi başına bir etki yaratacak. Ama tek başına Suriye'de barışın ve istikrarın sağlanması için yeterli olmayacak. Taraflar kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşmadığı sürece yeni bir çatışma ve hatta iç savaş riski bulutları Suriye'nin üzerinde dolaşmaya devam edecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
TT

UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)

Hayfa: Asad Ghanem

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı, İsrail'de büyük tepkiye yol açarken, kararı reddettiğini açıklamayan hiçbir yayın organı, makam sahibi ve gazeteci kalmadı.

Burada kararın analizine, yansımalarına ve olası sonuçlarına girmeyeceğim. Zira hem karardan önce hem de sonra bunlar üzerine derinlemesine incelendi, düşünüldü ve analiz edildi. Fakat ben burada İsrail'in karar karşısındaki öfkeli tutumunu anlatmakla ilgileniyorum. Bunun için kendi aralarında iç meselelerde anlaşmazlıklar yaşayan, ama UCM’nin kararını reddetme konusunda birleşen resmî kurumlardan gelen bazı tepkilere bakmamız yeterli.

Bir yandan bizzat suçlanan Netanyahu'nun tepkisi, diğer yandan her gün Netanyahu'yu yolsuzluk, dolandırıcılık ve diğer suçlardan sanık sandalyesine oturtmaya ve İsrail mahkemeleri önünde hesap verdirmeye çalışan İsrail Başsavcısı Gali Baharav-Miara tepkisi.

Netanyahu'yu yolsuzluk yapmakla ve İsraillilerin yaşadıklarıyla ilgilenmemekle eleştiren Yeş Ahid Partisi lideri Yair Lapid ve Mavi-Beyaz İttifakı (Kahol Lavan) Lideri Benny Gantz gibi İsrailli merkez ve sol parti liderlerinin Gazze Şeridi’nde Hamas Hareketi tarafından kaçırılıp rehin alınanların geri dönmesi için bir esir takası anlaşmasına varılamamasına karşı verdikleri tepkilere hızlıca bir göz atacak olursak, Netanyahu ve Baharav-Miara’nın tepkilerinden temelde farklı olmadıklarını görebiliriz. İç meselelerde farklı düşünseler de Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'daki suç politikalarını destekleme ve uluslararası meşru kararları reddetme konusunda hemfikirler.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

İç meselelerdeki anlaşmazlıklarda, önemli ve ciddi meselelerde bunlar tartışılır, protesto edilir, gösteri düzenlenir. İşte tamda bu yüzden birçok ayrıcalığa sahip olan ülkenin yarısı, ülkenin diğer yarısına karşı soluğu mahkemede alıyor. Devletin kuruluşundan günümüze kadar geçen süre zarfında kendilerine yapılan haksızlıkların intikamını diğer yarıdan almak istiyorlar.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

Dolayısıyla bu, muhalefetin ‘yargıya yönelik bir darbe’ olarak değerlendirdiği, hükümetin ‘yargı düzenlemesi’ reformu bağlamında olup bitenlerin ya da en azından olayın bir kısmının temel açıklamasıdır ve tarihte ezilmiş toplulukların daha fazla güç kazanmaya ve kendi görüşlerine göre kurucularının, kabilelerinin ve çevrelerindekilerin çıkarlarını gözeten kurumlara saldırarak siyasi zaferin meyvelerini toplamaya çalışırken ayrıcalıkların korunmasıyla ilgilidir. Bu tür anlaşmazlıklar, Arap basınındaki bazı analistlerin İsrail'in çöküşe doğru gittiğini ve bunun çok yakında gerçekleşeceğini öngörmelerine yol açtı.

Ancak İsrail'in kendisi, Filistinlilerden intikam almada, komşularıyla savaş ve barış konularında ve İsrailli liderleri suçlayan UCM kararı karşısındaki tutumunda bunu bize tekrar tekrar gösteriyor. İsrail, ordusuyla, halkıyla, güvenlik, siyasi ve yargı kurumlarıyla 7 Ekim 2023 tarihinden sonra soykırım suçları, yerinden etme, etnik temizlik, aç bırakma, aşağılama ve devletin doğuşundan bugüne kadar insan aklının tüm ahlaksızlıklarını içeren topyekûn bir savaşa girişti. Bu konuda birlik ve beraberlik içinde bir tutum sergileyen İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

Tüm bunlar temelde Avrupa'dan ve başka yerlerden Filistin topraklarına zorla ya da seçilerek getirilen Yahudi yerleşimcilerin özüne ilişkin uluslararası toplumda, Arap dünyasında, akademik çevrelerde ve halk arasındaki tartışmalarla ilgili. Bu tartışma esasen şiddetin Siyonizm'in doğasında var olduğu fikri ile şiddetin siyasi gelişmeler bağlamında ve aşamalı olarak edinilen bir durum olduğu fikri arasında yapılıyor. Bu tartışma, sonuçlanması ve çözüme kavuşturulması mümkün olmadığından uzun yıllar daha devam edecek.

Yerleşimci-sömürgeci bir hareket olarak Siyonizm’in amacı yerli Filistinlilerin yerine Yahudileri ve diğerlerini geçirmekti. 1948 yılında yaşanan Nekbe (Büyük Felaket) öncesinde, sırasında ve sonrasında Filistinlilere karşı çeşitli şiddet yöntemleri geliştiren İsrail’in bu şiddeti geçtiğimiz yıldan bu yana Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da eşi ve benzeri görülmemiş suçlarla doruğa ulaştı.

Öte yandan, Siyonizm'in şiddete, Filistinlilerin ve Arapların kanına bulaşmayan başka bir yol izleyip izleyemeyeceğini anlayamayız, çünkü bunu yapmadı. Örneğin 1979 yılında Mısır'la, 1994 yılında Ürdün'le ve Oslo'da Filistinlilerle yapılan barış anlaşmalarından sonra bu konuda umut veren aşamalar ya da dönüm noktaları olduysa da bunların hepsi geçiciydi. Hatta İsrail barış ve göreceli olarak sakin denilebilecek zamanlardan faydalanarak başka bölgelerde başka suçlar da işledi.

xcsvfg
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant (AFP)

İsrailli, Filistinli ve uluslararası çevrelerden akademisyenlerin Filistin'in Siyonizm tarafından sömürgeci bir kolonizasyon hareketi olarak kontrol edilmesine ilişkin gelişmeleri belgeleyen çalışmalarını ele alırsak Nekbe'den önce ve sonra Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin devam eden şiddetine dair önemli belgelere ulaşmış oluruz.

Princeton Üniversitesi’nden Filistinli akademisyen Areej Sabbagh-Khoury tarafından kaleme alınan ve 2023 yılında yayınlanan Colonizing Palestine: The Zionist Left and the Making of the Palestinian Nakba (Filistin'in Kolonileştirilmesi: Siyonist Sol ve Filistin Nekbesi Süreci) adlı kitap, Siyonist solun ve genç muhafız Hashomer Hatzair'in, Nekbe'ye giden iki dünya savaşı arasındaki ve sonrasındaki dönemde Filistin topraklarının orta kesimlerinde yer alan Emir Vadisi’ne bağlı Filistin köylerinin ele geçirilmesindeki ve Filistinlilerin coğrafi olarak bu önemli bölgede neredeyse tamamen etnik temizliğe uğramasındaki rolüne ilişkin önemli belgeler içeriyor.

İsrail'in kuruluşundan önce ve sonra ‘halkların kardeşliği’, ‘çoğulculuk’ ve ‘eşitlik’ sloganları atan Siyonist hareketin sol kanadından isimler, Ben Gurion ve haleflerinin hükümetlerine katıldılar. Başka bir deyişle, sömürgeci projenin başlangıcından bu yana Filistinlilere karşı işlenen suçlara ve devletin kuruluşundan bu yana Filistinlilere ve Araplara karşı işlediği suçlara dahil oldular. Bu da iç meselelerde kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşayan, ancak iş Filistinlilerin anavatanlarını kontrol etmek, onları sürüp yerlerine başkalarını getirmek ve kapsamlı bir ırksal üstünlük sistemini pekiştirmek için Filistinlileri ve diğer Arapları ezmek, öldürmek, terörize etmek ve sürgün etmek olunca bunda hemfikir ve bunu yapmak için en iğrenç suçları işlemeye hazır olan Siyonist hareket ve İsrailli akımlar arasındaki bu birlik ve beraberlik halinin bir diğer tezahürü.

İsrail'in UCM’nin kararına verdiği tepkileri gözden geçirirken, bunu İsrail'in iç meselelerdeki ciddi anlaşmazlıkları ve Filistinlileri ezmek, anavatanlarını kontrol etmek ve hatta Filistin'den en uzak noktada olsalar bile onları destekleyen ya da onlara yaklaşanları anti-Semitizmle suçlayarak haklarında soruşturma başlatmakla ilgili konularda tamamen hemfikir olmaları bağlamına oturtmak gerekir. Kısacası İsrail, içeride birbirinden kopuk görünen -ki bu doğru değildir- ve dışarıda ya da dışarıdan düşman olarak gördükleri karşısında uyumlu görünen -ki bu doğrudur- bir makinedir.

Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir.

İsrail’in hem dışarıdan hem de içeriden gelen baskılara karşı çok hassas ve duyarlı olduğuna şüphe yok. Bu da İsrail'i siyasi olarak kuşatmayı amaçlayan adımlar arasında en üst düzeyde koordinasyon ya da en azından bir homojenleşmenin olmasını gerektiriyor. İsrail'in Filistinli vatandaşlarına olduğu kadar organize ve etkin bir Filistin ulusal hareketinin yeniden canlandırılmasında Filistinli politikacılara, kararlılıklarını güçlendirmede Batı Şeria ve Kudüs’ün Filistinli sakinlerine, Filistinlilerin bu kararlılıklarını ortaya koymaları için sarf edilen diplomatik çabalarda ve destekte Arap dünyasına ve Filistin mücadelesini destekleyen ülkelere, rasyonelleştirilmesi ve devam ettirilmesi büyük önem taşıyan protesto gösterilerine ve boykot çabalarında Birleşmiş Milletler (BM) organları, uluslararası insan hakları kurumları, Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı alan UCM ve İsrail'in Gazze'de soykırım suçu işlediğine dair Güney Afrika tarafından açılan davada yakında benzer bir karar alması beklenen Uluslararası Adalet Divanı (UAD) da dahil olmak üzere İsrail uygulamalarını ifşa eden uluslararası kurumlara çok önemli bir siyasi rol düşüyor. Filistin'de adaleti sağlamaya ve İsrail'in Filistinli, Lübnanlı, Arap ve Müslüman komşularına karşı kontrolsüz canavarlığını engellemeye yönelik diğer faaliyetlerin ve çabaların da rolü büyük.

Tüm bunlar, Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin sonuçlarını ortadan kaldırmayı, öncelikle Siyonizm’in ve İsrail'in işlediği suçlara bir son vermeyi ve ırksal üstünlük (apartheid) sistemini ve yansımalarını gidermeyi amaçlayan birikmiş bir süreç bağlamında bir gelişme olarak anlaşılmalı. Hedefleri olan, bunun için gerekli araçları içeren bir Filistin stratejik projesi geliştirmek ve çabaları, özelde Filistinlilerin, genel olaraksa Arapların çektiği acıların sona erdirecek açık bir yola ulaşacak şekilde organize etmek ve düzenlemek önemli.

Tüm bunlar için, meseleleri yönetebilecek bir liderlik ekibine sahip olunması büyük önem taşıyor. Filistinli ve Arap liderlerin bunu yapabilecek kapasitede olmaları önemli. Arapların performansı yetersiz ve Filistinlilerin şimdiye kadar sergiledikleri performans tam bir fiyasko. Ortak, yetenekli ve etkili bir Filistin liderliği inşa etmek, UCM kararının da bir parçası olduğu birikmiş sürecin Filistinlileri içinde bulundukları durumdan çıkarmayı amaçlayan başarılara ulaşmasının ön şartıdır. Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir. Her şeyden önce, Filistinliler olarak bu yönde çalışmaya başlamamız ve aynı anda hem iç hem de dış zorluklarla başa çıkma konusundaki başarısızlıklar serisine bir son vermemiz gerekiyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla tarafından çevrilmiştir.