Fransa ve İsrail arasında Gazze ve Lübnan’daki savaşla ilgili derin görüş ayrılıkları

Fransa Dışişleri Bakanı: Ortadoğu uçurumun eşiğinde

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Vietnam Devlet Başkanı To Lam dün Elysee Sarayı'nda düzenlenen imza törenine katıldılar (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Vietnam Devlet Başkanı To Lam dün Elysee Sarayı'nda düzenlenen imza törenine katıldılar (AFP)
TT

Fransa ve İsrail arasında Gazze ve Lübnan’daki savaşla ilgili derin görüş ayrılıkları

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Vietnam Devlet Başkanı To Lam dün Elysee Sarayı'nda düzenlenen imza törenine katıldılar (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Vietnam Devlet Başkanı To Lam dün Elysee Sarayı'nda düzenlenen imza törenine katıldılar (AFP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un İsrail’e Gazze Şeridi'nde yürüttüğü savaşı durdurana kadar silah tedarik edilmemesi çağrısının ardından ilki cumartesi günü France Inter radyosuna verdiği röportajda, ikincisi ise Paris'teki Frankofon Zirvesi'nin sonunda düzenlenen basın toplantısında olmak üzere Macron’a karşı hakarete varan sert eleştirilerde bulunmuştu. Fransa şimdi Cumhurbaşkanı Macron ile İsrail Başbakanı Netanyahu arasındaki tartışmayı hızla geride bırakmaya çalışıyor.

İki taraf arasındaki gerginlik karşısında Elysee çevreleri, aynı günün akşamından itibaren, Fransa'nın İsrail'in güvenliğine olan bağlılığını teyit ederek ve Netanyahu'nun “İsrail'i kendini savunma hakkından mahrum bırakma çağrısında bulunanlar utanç içinde kalacaktır” şeklindeki sözlerinin ‘abartılı’ olduğunu vurgulayarak ülke içinde taşınabilecek gerilimi azaltmak için harekete geçti. Ardından pazar günü öğleden sonra Macron aynı amaçla Netanyahu'yu aradı. Macron, dün sabah 7 Ekim’in yıldönümü vesilesiyle X platformundan yaptığı paylaşımda “7 Ekim. Acı, bir yıl önceki kadar taze. İsrail halkının acısı, bizim acımız ve yaralı insanlığın acısı. Kurbanları, rehineleri ya da kalpleri yokluktan veya beklemekten kırık aileleri unutmuyoruz. Onlara kardeşçe düşüncelerimizi gönderiyoruz” diye yazdı. Fransa Cumhurbaşkanı, akşam saatlerinde ise Hamas'ın elindeki Fransız rehinelerin aileleriyle bir araya geldi.

Fakat Netanyahu ile yapılan telefon görüşmesi daha önemliydi. Elysee Sarayı'ndan telefon görüşmesine ilişkin yapılan açıklamada, görüşmenin diplomatik dilde gerçekleştirildiği ve iki tarafın görüş ayrılıklarını kabul ettiği anlamına gelen ‘açık sözlü’ bir görüşme olduğu belirtildi. Macron, Fransa'nın İsrail'in güvenliğine olan bağlılığının sarsılmazlığını ve İsrail'in de herkes gibi teröre karşı kendini savunma hakkına sahip olduğunu vurguladı. Ancak ateşkes zamanının geldiğine inandığını ifade eden Macron, “Silah sevkiyatı, Gazze'deki savaşın uzaması ve savaşın Lübnan'a sıçraması, İsraillilerin ve bölgedekilerin beklediği güvenliği sağlayamaz. İsrail'in ve Ortadoğu'daki herkesin güvenliği için gerekli siyasi çözümlerin daha fazla geç kalınmadan hayata geçirilmesi için kararlı bir çaba sarf edilmeli” ifadelerini kullandı. Elysee Sarayı'ndan yapılan açıklamaya göre Macron sözlerin, “Fransa, İsrail’de ve Ortadoğu'da adil ve kalıcı bir barışın inşasıyla ilgilenen tüm bölgesel ve uluslararası ortaklarıyla güvenle çalışmaya devam edecektir” diyerek sonlandırdı.

Birbiriyle uyumsuz iki okuma

Dün İsrail'i ziyaret eden, 7 Ekim anma törenlerine katılan ve İsrialli mevkidaşı Israel Katz ile görüşen Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot da Macron tarafından dile getirilen bu hususları vurguladı. Fransız Bakan gazetecilere yaptığı açıklamada, “Güç tek başına İsrail'in güvenliğini garanti etmez ve siyasi bir yaklaşımın yerini de alamaz” dedi. Bu vesileyle ülkesinin Gazze, Lübnan ve bölgedeki topyekûn bir savaşa ilişkin bütüncül bakış açısını özetleyen Barrot, “Çoğu ülke gibi Fransa da ateşkesten ve askeri gücün yerini diplomasiye bırakmasından yana. Aylardır, dünyanın büyük bir bölümü gibi biz de tüm rehinelerin serbest bırakılmasını ve insani yardımların engelsiz olarak ulaştırılmasını sağlayacak bir ateşkes yapılması çağrısında bulunuyoruz” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Macron'un İsrail'e silah sevkiyatının durdurulması yönündeki tutumunu destekleyen Barrot, “Tutarlı olmak zorundayız. Savaşan tarafları silahlandırırken ateşkes çağrısında bulunamayız” dedi.

Fransa Dışişleri Bakanı, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Böyle bir ateşkes İsrail'in Gazze'den gelebilecek tehlikelere karşı güvenliğini sağlamaya yeterli olmaz. Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'ne geri dönmesine izin verilmeli. İsrailliler ve Filistinliler arasında adil ve kalıcı bir barışın sağlanmasının tek yolu olan iki devletli bir çözüme ulaşılması amacıyla müzakerelere başlanmalı. Bu çözümün uygulanabilirliğini tehlikeye atan Batı Şeria'daki yerleşim biri inşaları durdurulmalı. Bu konuları İsrailli mevkidaşımla da görüştüm.”

İsrail askeri operasyonlarında çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesinin kabul edilemez olduğunu söyleyen Barrot, sivillerin acılarına son verilmesi çağrısında bulundu. Kalıcı barış ve güvenliğin ancak adalete dayalı olabileceğini ve bu krizlere yönelik çözümlerin mevcut olduğunu vurgulayan Fransız Bakan, “Zaman daralıyor ve eğer başarılı olamazsak ne İsrail, ne İran ne de Ortadoğu'daki herhangi bir ülkenin galip gelemeyeceği, dünya, Avrupa ve Fransa için çok ciddi sonuçları olacak bölgesel bir savaşa doğru sürükleniyoruz. Uçurumun kenarındayız. Sorumlu bir şekilde hareket etmenin zamanı geldi” diye konuştu.

Yukarıdakilerden de anlaşılacağı üzere iki farklı okuma söz konusu. Bu okumalardan birincisi, Fransızların, ikincisi ise İsraillilerin yaptığı okuma. Birinci okuma Fransa'da, Cumhurbaşkanı Macron'un partisi Cumhuriyet İçin Hep Birlikte İttifakı da dahil olmak üzere İsrail destekçileri tarafından da destekleniyor. Öte yandan Elysee'nin telefon görüşmesine ilişkin açıklaması ile Netanyahu'nun ofisi tarafından yapılan açıklama arasındaki farklar dikkati çekti. Bu farklar, iki taraf arasındaki uçurumun oldukça derin olduğunu gösteriyordu. Konuyla ilgili bilgi sahibi kaynaklara göre Elysee, Netanyahu'nun Birleşmiş Milletler Genel Kurul görüşmelerinin oturum aralarında, ABD Başkanı Joe Biden ve Cumhurbaşkanı Macron'un doğrudan tasdiki, Arap ve Avrupa ülkelerinden verilen geniş kapsamlı desteği ve Lübnan'ın onayı ile başlatılan Fransa-ABD girişimini etkisiz hale getirmedeki aceleciliği karşısında şoke oldu. Girişim, Lübnan ve İsrail arasındaki sınırda güvenlik düzenlemeleri yapılması, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1701 sayılı kararının uygulanması ve sınır anlaşmazlıklarının çözümü için müzakerelerin gerçekleştirileceği 21 günlük bir ateşkes öngörüyordu. Paris, Netanyahu'nun İsrailliler ve Amerikalılar arasında girişimle ilgili müzakerelerin devam ettiğini söylerken ‘yalan söylediğini’ ve aynı sıralarda Hizbullah'ın merkez karargâhına saldırarak Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ı ve girişimi öldürmeye hazırlandığını düşünüyor.

İsrail Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre Netanyahu, Macron'u İsrail’e silah sevkiyatı yapılmaması yönündeki çağrısından dolayı suçladı. Netanyahu, Macron'a “İran'ın terör ekseninin tüm parçalarını desteklediği gibi, İsrail'in dostlarından da İsrail'i desteklemeleri ve sadece İran'ın şer eksenini güçlendirecek kısıtlamalar getirmeleri beklenir” dedi. Netanyahu ayrıca “İsrail'in Hizbullah'a karşı eylemi, tüm bölgede daha iyi istikrar, güvenlik ve barış için Lübnan'daki gerçekliği değiştirme fırsatı yaratıyor” diyerek Lübnan'a karşı yürüttüğü savaşı savundu. Bu okuma, Fransa’nın okumasıyla tamamen çelişirken iki taraf arasındaki uçurumun derinliğini yansıyor. İsrail’in Lübnan'ı yeni bir Gazze'ye dönüştürme korkusu görmezden gelinen Macron, cumartesi günü de yinelediği üzere bu ay sona ermeden önce Lübnan için bir destek konferansı düzenlenmesi çağrısında bulunmak istiyor.

Macron iki ayrıca cephede mücadele ediyor

Macron'un sorunu iki cephede birden mücadele ediyor olması. Macron, bir yandan dışarıda İsrail'le diğer yandan içeride Fransa Yahudi Kurumları Temsilci Konseyi’nin (CRIF) yanı sıra aşırı sağ ve geleneksel sağın bir bölümü ile eski Başbakan Gabriel Attal'ın partisinin meclis grubu üyelerinin de olduğu Fransa içindeki İsrail yanlılarıyla mücadele içinde.

Macron'un parti listesinden seçimlere katılan ve Macron'un milletvekillerinin oylarıyla yeniden Ulusal Meclis Başkanı seçilen Yaël Braun-Pivet'in tepkisi de oldukça dikkat çekiciydi. 7 Ekim'den birkaç gün sonra İsrail'i ziyaret eden ve Senato Başkanı Gerard Larcher ile birlikte Fransızlara İsrail yanlısı büyük bir gösteriye katılmaları için çağrıda bulunan Braun-Pivet, Macron'un ‘İsrail'i silahsızlandırma’ görüşünü paylaşmadığını söyledi. Braun-Pivet, “İsrail bugün pek çok terör saldırısıyla karşı karşıya... Terör örgütü Hamas'ın elinde hala rehinelerimiz var. Vatandaşlarımız halen Gazze'de tutuluyor. Dolayısıyla teröre karşı savaş durmuş değil ve İsrail'in bu varoluşsal savaşta kendisini savunmak için yeterli güce sahip olması gerekiyor. Bu koşullar altında İsrail silahsızlandırılmamalı” ifadelerini kullandı. İsrail yanlısı Fransız Milletvekili Caroline Yadan da Macron'un çağrısı karşısında ‘öfkelendiğini’ ve ‘bunu hiç anlamadığını’ söyledi. Pazartesi günü İsrail'i ziyaret eden ve Yadan ile aynı partiden olan Milletvekili Sylvain Maillard ise “İsrail'i silahsızlandırmak onu terör örgütleriyle eşit konuma getirmek demektir” dedi.



Savaşlar ve anlaşmalar ABD’si: Karmaşık bir dünyayı basitleştirmek

 6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)
6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)
TT

Savaşlar ve anlaşmalar ABD’si: Karmaşık bir dünyayı basitleştirmek

 6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)
6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)

Refik Huri

ABD, “uluslar inşa etme” başlıklı savaş döneminden Ukrayna, Gazze ve İran nükleer dosyasında acil uzlaşılar dönemine geçişi tamamlıyor. Her iki durumda da ABD dünyadaki komplikasyonları anlamaktan aciz gibi görünüyor.

Savaşlar döneminde, Başkan George W. Bush başkanlığında neo-muhafazakarlar, el-Kaide’nin New York'taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik saldırısını Afganistan'ı, ardından Irak’ı istila etme, Taliban ile Başkan Saddam Hüseyin rejimlerini devirme, dönemin ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice’ın, “Yeni Ortadoğu” olarak adlandırdığı planı gerçekleştirmeye çalışarak dünyayı zorla değiştirme hırsları için kullandılar.

Başkan Donald Trump'ın varmaya çalıştığı uzlaşılar döneminde ise itici güç anlaşmalar politikasıdır. Dünya Trump'ın ve etrafındaki oligarşinin gözünde savaş alanı değil, bir borsadır. Ukrayna, Gazze ve nükleer dosyada zor uzlaşılar için müzakereleri yürüten kişi ise krizler, savaşlar, jeopolitik ve stratejik çatışmalar dünyasında deneyimsiz olan gayrimenkul geliştiricisi Steve Witkoff'tur.

Beyaz Saray'daki karar alıcıya gelince, temsilcisinden daha deneyimli değil ve kararlarında içgüdü ile basit algıya güveniyor, bu şekilde ABD'yi değiştirmek istedi ve karmaşık bir dünyaya tosladı. Kendilerine hizmet eden anlaşmalara açık olsalar bile, ideoloji tarafından yönlendirilen üç oyuncu ile canlı yayında dilediği iyi dilekler ve iyi niyetli çağrılarla başa çıkmaya çalıştı. Bunlardan ilki, yorumcu Nahum Barnea tarafından “iki ayak üzerinde yürüyen bir yanlış anlama” olarak tanımlanan Binyamin Netanyahu’dur. İkincisi, İmam Humeyni'nin dediği gibi, ABD'ye düşmanlığı devrimin temellerinden biri saymaya bağlı kalan, İslam Cumhuriyeti'nin güçlü bir devlet ve Devrim Muhafızları’nın anayasaya göre ihraç etme görevini üstlendiği bir devrim olduğunda ısrar eden İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney’dir. Sonuncusu, istihbarattan Kremlin liderliğine yükselen, ABD, Avrupa ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği'nin devrilmesinden sonra “tarihin sonu” olduğunu hayal ederek muzaffer gibi davranan herkesten Rusya’nın intikamını almaya başlayan tecrübeli Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’dir.

ABD Taliban’ı devirdikten sonra en uzun Amerikan savaşı haline gelen Afganistan'da 18 yıl boyunca savaştı ve “uluslar inşa etme” planını uygulamaya çalıştı.  General Stanley Allen McChrystal’ın dediği gibi, ABD, “geleneksel yollarla devrimci hedeflere ulaşmak istedi.” Yine ABD’nin en önemli komutanlarından olan McChrystal’a göre “başarı ölçeği öldürdüğümüz Taliban unsurlarının sayısı değil, aksine koruduğumuz nüfus sayısıdır.” Bir görgü tanığına göre, ABD’den yardımlar alanlar ve gündüz polikliniklerinde tedavi edilenler, geceleri ona karşı savaşıyorlardı. ABD, eski istihbarat direktörü Richard Helms'in şu sözlerini okumadı: “Ortadoğu politikaları ile ilgili tüm saçmalıkları unutun ve yüzyıllık ömürleri olan hususlara, dini mezhepler, aşiretler, kabileler ve etnik kökenlere dikkat edin.” Yine ABD, “Bir Afgan'ı kiralayabilirsiniz ama satın alamazsınız” diyen kişinin tavsiyesini dikkate almadı ve savaş Taliban’ın iktidara dönmesi ve kendisinin Kabil'den aşağılayıcı bir biçimde çekilmesiyle sona erdi.

ABD Irak'ı da kısa bir fırtınalı savaşın ardından işgal etti, Saddam Hüseyin rejimini devirdi ama çok geçmeden sokaklarında boğuldu. Terör diye adlandırdığı eylemlerle şiddetli bir direnişle karşı karşıya kaldı. Demokrasinin Irak'tan bölgeye yayılarak onu kaplayacağını hayal etti. Richard Perle'in dediği gibi saf bir şekilde “Saddam'ın devrilmesinin İranlıları Mollalar diktatörlüğünden kurtulmaya motive edeceğine” inandı. Ama bunun yerine Irak'ı “şer ekseni” içinde yer alan İslam Cumhuriyeti'ne altın bir tabakta sundu.

ABD anayasa uzmanı Noah Feldman'ın “hızlı seçimler yapmak demokrasiye hizmet etmeye kendisini adamamış, yanlış kişileri iktidara getirir” sözünü görmezden geldi. Irak'ın mutlak yöneticisi olarak atanan, ordunun ve Baas Partisi'nin dağıtılmasını emreden bilgisiz Paul Bremer da en azından şu itirafta bulundu: “Zaferden sonra Irak'taki güvenlik tehditlerine karşı koymaya hazır değildik.” Irak hükümetinin Amerikan güçlerinin yardımına ihtiyacı olmasına rağmen, Suriye'de Esed rejiminin devrilmesinden sonra İran’ın taraftarlarının bu güçlerin ülkeden hızla çekilmesi talebinin gerileyeceğini gösteren hiçbir şey yok. Artık Ahmet eş-Şara’nın başkanlığı konusunda rahatlamış olan Amerikan güçleri de kendisine karşı eylemlerde bulunan İran ve Suriye rejimleri arasında sıkışmış değil.

Steve Coll, “Aşil Tuzağı: Saddam Hüseyin, CIA ve ABD’nin Irak İşgalinin Kökenleri” kitabında: “Saddam'ın dayısı, eğitimcisi ve öğretmeni Hayrullah Kifah’ın, ailenin felsefesini ‘Allah üç şeyi yaratmamalıydı; Persler, Yahudiler ve sinekler’ şeklinde özetlediğini” anlatır.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline gelince, Başkan Vladimir Putin bunu NATO’nun Rusya sınırlarına yaklaşmasına ve neo-Nazilerin Kiev’i kontrol etmesine karşı kendini savunmak olarak tasvir ediyor. Ukraynalı gazeteci Illia Ponomarenko ise “Sana nasıl olduğunu göstereceğim” kitabında böyle olmadığına inanıyor ve şöyle diyor: “Ukrayna savaşının NATO ve hayali Batı tehditleriyle hiçbir ilgisi yok. Aksine, bu işgal, devleti Rus halkının çıkarlarına değil, kendi çıkarlarının hizmetine sunan bir diktatörün deliliğiyle ilgilidir.” Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Putin Gürcistan'dan iki bölgeyi koparıp aldı, oğul Bush ve Obama ile bağları iyi olduğunda da Kırım'ı ilhak etti.

Kimse Trump'ın üç karmaşık sorunu çözecek anlaşmalarda nasıl başarılı olabileceğini bilmiyor. Bu sorunların ilki, İran'ın uranyum zenginleştirmesini ve yaptırımlara katlandıktan, nükleer eşikteki devlet olmak için milyarlarca dolar harcadıktan sonra nükleer silah sahibi olmasını önlemektir. İkincisi, Putin’in üçüncü yılında olmasına rağmen halen “özel operasyon” olarak adlandırdığı kapsamlı savaşı durdurmayı kabul etmesi için Cumhurbaşkanı Zelenskiy’yi, Kırım ve çoğu şu anda Rusya tarafından işgal edilmiş dört bölgenin kaybını kabul etmeye zorlamaktır. Üçüncüsü, Netanyahu’yu, savaşı bitirmeye ve Hamas hareketi ile İsrail'deki aşırı radikal hükümet arasındaki bir anlaşmayla rehineleri geri getirmenin bedeli olarak yıktığı Gazze'den çekilmeye zorlamaktır. Ama İsrail’in aşırı radikal hükümeti, Filistin devletini reddediyor ve Batı Şeria'yı ilhak etmekte diretiyor, eski rejimin silahlarının yok edilmesinden, onunla imzalanan güçleri ayırma anlaşması bölgesinin işgalinden sonra Suriye'deki yeni durumdan memnun, ayrıca Lübnan'daki Hizbullah'a şiddetli darbeler indirmeye de devam ediyor.

İronik olan, bu anlaşmalarda varsayılan başarının sadece statükoyu kabul etme ve “hakkın gücünden güç ile dayatılan hakka geçiş”ten ibaret olmasıdır.

Pascal De Sutter “Bizi Yönetenler” kitabında şöyle der: “En çılgın insanlara, kibirli ve yalancılara oy veriyoruz, çünkü hataları bize kendimiz hakkında güven veriyor. Bu yüzden bizim gibi olanlara oy veriyoruz.” ABD de bu konuda ilk değil, aksine listenin sonunda.

*Bu analiz Şarkul Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.