Tavanı olmayan bir savaş ve sınırları olmayan bir devlet

İsrail her türlü vahşeti ve saldırganlığı uyguladı, ırkçılığın her türlüsüne başvurdu ve Araplara yasa dışı bir şekilde davrandı

İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)
İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)
TT

Tavanı olmayan bir savaş ve sınırları olmayan bir devlet

İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)
İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)

Mustafa Feki

Evet, İsrail, 20. yüzyılda ortaya çıkan ve insanlığa milletler ve halklar arasındaki bir arada yaşamanın doğası hakkında önemli bir soru sorduran o garip oluşumdur. Uluslararası toplum, İsrail'in on yıllar içinde Filistin'de toprağın asıl sahibi yerli halka yaptıklarının bir benzerine, yalnızca Amerikalı sömürgecilerin ya da genel olarak beyaz adamın Kızılderililere karşı yürüttüğü imha savaşında tanık olmuştu.

İsrail her türlü vahşeti ve saldırganlığı uyguladı, ırkçılığın her türlüsüne başvurdu ve Araplara, insan ırkına yönelik soykırım dışında neredeyse alternatif bir isim bulamadığımız bir yasa dışılık ile davrandı. Bunu yaparken etrafına korku yaymak için her türlü yöntem ve aracı kullandı, geniş anlamıyla terörden bir baskı, taciz ve korkutma yöntemi olarak yararlandı. Karada ve havada her türlü saldırıyı gerçekleştirdi, soğukkanlılıkla çocukları ve kadınları öldürdü, suikastlar düzenlemekten çekinmedi. Dahası uluslararası meşruiyeti aşağılamaya ve çağdaş dünyada yürürlükte olan norm ve kuralları küçümsemeye çalıştı.

İsrail ayrıca uluslararası toplumun en üst düzey yetkilisi olan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ni aşağılamaktan da çekinmiyor çünkü o, uluslararası toplumun ülkeler ve halklar arasındaki ilişkileri denetlemek için kabul ettiği mevzuata uymak istiyor. İsrail gerçekten tavanı olmayan bir savaş yürütüyor ve kan dökerek, cesetleri parçalayarak, kadınlara, çocuklara, yaşlılara saldırarak eşi benzeri görülmemiş bir yolda ilerliyor. Bu yolda hiçbir şey onu caydırmıyor, hiçbir güç kaygılandırmıyor çünkü çağımızın en güçlü kuvveti tarafından, yani Amerika Birleşik Devletleri tarafından destekleniyor. ABD İsrail'i kendisinin ayrılmaz bir parçası, ona bağlı bir oluşum, annesi onu Güvenlik Konseyi'nde Amerikan vetosu dediğimiz şeyle koruyacağı için istediğini yapma ve cezadan kurtulma hakkına sahip şımarık bir evlat olarak görüyor.

Ve işte İsrail de normların ötesine geçiyor ve savaşlarda veya silahlı çatışmalarda yaygın olmayan, ancak kendisinin bunları yapma hakkına sahip olduğuna inandığı yeni davranışlarda bulunuyor. Mısır'da yaygın olan ve sanırım Arap dünyasında da aynı anlamda kullanılan” Çingene kadın, komşularının efendisidir” atasözü, iğrenç suçları, beklenmedik eylemleri ve onu yönetenlerin derinliklerinde saklı intikam arzusuyla İsrail için tam anlamıyla geçerli. Bunlara ilave olarak İsrail, gözle görülür bir şekilde kana susamış ve açıkça insanları öldürmeyi, cesetlerini dahi parçalamayı, şehirleri enkaza, evleri, binaları, okulları ve hastaneleri moloz yığınına dönüştürmeyi, Filistin çevresi içinde nefret ağaçları dikmeyi arzuluyor. Öyle ki, insan, çağımızın tanık olduğu tüm bu İsrail suçlarından sonra gelecekte bir arada yaşamanın nasıl mümkün olacağını merak ediyor. Bu noktada, tam bir tarafsızlık ve tam bir objektiflik ile Ortadoğu'da yaşananlara ve yaşanmakta olanlara ilişkin bazı gözlemlerimi sunmak istiyorum.

Öncelikle İsrail Başbakanı Netanyahu'nun BM'de yaptığı konuşma sırasında sanki evrenin en büyük mimarı Ortadoğu'yu yeniden düzenliyor ve hiçbir zaman kaybolmayan İsrail ajandasına göre ayarlıyormuş gibi yeni bir Ortadoğu haritası sunduğunu görünce pek şaşırmadım. Zira sahte “Fırat'tan Nil'e İsrail Devleti” sloganını yükselten İsrail’in kendisidir. Bu nedenle Filistin halkına karşı işlediği suçlardan sıyrılıp, genişleme emellerinin, insanları ve kiliseler ile camiler dahil her şeyi yok etmeye yönelik çılgın arzusunun gölgesinde, havadan askeri helikopterler, savaş uçakları, karadan zırhlı araçlarla parçalanan suçsuz Lübnan'dan başlayarak komşu ülkelere yöneliyor. Çünkü İsrail'in aşırılığa öncülük eden, sözde Savunma Ordusu'nu hain saldırılara ve sürekli öldürmeye yönlendiren dik başlı bir oğlu var. Geçmişte Arap ülkelerinde, “Kötü komşuya sabret, bir gün ölüm haberini alabilirsin” derlerdi. Ancak İsrail'in suçları çok genişledi ve asla durmadı. Saldırganlığı BM barışı koruma güçlerine bile uzandı. Uluslararası toplumu ve onu temsil eden BM’yi açıkça aşağılayarak barışı koruma güçlerine ateş açtı.

Burada İsrail'in yalnızca Filistin ya da onunla birlikte Lübnan'a yönelik toprak hırsları olmadığını, bu saldırgan devletin ve zorba oluşumun temellerini sağlamlaştırma çabasıyla hayallerinin gerçekten de Ürdün, Suriye ve Irak'a uzandığını iddia edebilirim. Hem de Filistinlilerin meşru haklarının tanınması ve kendi ulusal topraklarında bağımsız devletlerinin kurulması şartıyla, Arapların İsrail Devleti'ni kabul etmenin eşiğine gelmesine rağmen. Ancak İsrail bunu hiç istemiyor, sözde haritasına hizmet etmesi için zaman kazanmak ve sahadaki statükoyu yerleştirmek için kaçamak davranıyor.

Bu nedenle her fırsatı değerlendiriyor ve Savunma Bakanı'nın ifadesiyle, elinin Ortadoğu'da her yere uzanabileceğini söylemek için bahaneler uyduruyor. Savunma Bakanı halkları korkutmaya, yıldırmaya, gözünü korkutmaya, toplumları boyunduruk altına almaya yönelik açıklamalarında bunu hep tekrarlıyor.

İkincisi, devlet ve devrim olarak İran'ın, bölgedeki rolünü gözden geçirmesi gerekiyor. Eğer Filistin davasına içtenlikle destek vermek istiyorsa bunu ancak açık siyasi destekle, ABD, İsrail ve yardımcıları nezdindeki rolünü Filistin’in çıkarlarına hizmet edecek biçimde kullanarak yapabilir. Zira yeni çatışma sahaları ve cepheleri açmak bu bölgesel savaşın kapsamının genişlemesinin ve Arap bağlamında Filistin kimliğini silme girişimlerinin önünü açtı. Bu aynı zamanda zorunlu olarak mezhepsel çekişmeleri kışkırtıyor, Arap ve İslam düzeyinde bölünmeye yol açıyor, Filistin sahnesinde ise yan çatışmalara kapıyı aralıyor.

Gazze Şeridi'nin, Beyrut'un güney banliyösünün, diğer Lübnan ve Filistin bölgelerinin uğradığı yıkım ve tahribatın boyutlarını düşünürsek, İsrail'in hiçbir zaman barış arayışında olmadığını, bir arada yaşamayı kabul etmediğini hemen anlarız. Aksine baskıyla, yıkımla, saldırganlıkla bölgede kalmak istiyor. Öte yandan İran'ın da Arap dünyasının doğu sınırlarında bir Pers devletinin varlığının temellerini atmak için Filistin davasından yararlanan kendi projesi olduğunu görüyoruz. İran diplomasisinin İbrani devletiyle açık rekabet içinde bölgenin tek jandarması olma çabasında olduğuna inanıyorum. İranlılar ve Yahudiler arasındaki Araplarsa, hakikaten kötülük masasındaki yetimler gibi duruyorlar.

Arap bölgesi halkları için İran tehdidinin Siyonist tehdide eşit olduğunu değil, her birinin ajandasının farklı olsa da aynı hedefte buluştuklarını ve aynı yolda ilerlediklerini iddia ediyorum. O hedef de bölge halklarını kontrol altına almak ve onları İsrail veya İran'ın hedefleriyle tutarlı hedeflere yönlendirmek. Geçtiğimiz günlerde, İran'ın son Şahı'nın, ölümünden kısa bir süre önce verdiği, bölgenin geleceği ve ABD'nin İsrail'e mutlak desteği hakkında konuştuğu bir röportajını izledim. Sözleri, devrimci İran'ın kontrolünden önce bir devlet olarak İran’ın önemini teyit ediyordu.

Üçüncüsü, mevcut uluslararası koşulların, yerel ve bölgesel dosyaların iç içe geçmesi, içinde bulunduğumuz durumdan kaçmayı zorlaştırıyor. Filistin halkının ve komşu halkların göğsüne çökmüş sömürgecilik kanseri ile sürekli mücadele olasılığını gelecek nesillerimizin omuzlarına yüklüyor. Savaşların ve askeri çatışmaların tükettiği bölge halklarının artık kendilerini imar ve kalkınmaya adamalarının zamanı geldi. Bu da ancak güçlü bir Arap iradesi ve tehlikelerin herkesi sardığının farkında olan milli bir arzu ile gerçekleşebilir.

Arap Maşrık (Levant) bölgesindeki kan serisi, İsrail düşüncesinde köklü bir değişiklik ve ABD politikasında gerekli ılımlılık olmadığı, İsrail'e karşı mutlak taraflılığının bu bölge halklarına karşı işlenmiş büyük bir suç olduğunun farkına varmadığı sürece durmayacak. Zira Batılı halklar dahil herkes için bu çifte standart politikası aşikâr hale geldi. Nitekim son ziyaretim sırasında Londra sokaklarındaki gösterileri gördüm. On binlerce kişi, nesilleri sömürgecilik, ırkçılık, halkların haklarını çalma ve vatanlarını işgal etme girişimlerinin muazzam baskıları altında yaşayan Arap halklarını desteklemek için sokağa dökülmüşlerdi.

Bu, savaş için bir çıta belirlemeyen, saldırganlığı sınırlamayan, yayılmacı emellerini sahte bir haritayla, yanlış bilgilerle ve bitmek bilmeyen savaşlarla gizleyen garip ve tuhaf bir dosyaya dair bir okumadır.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



Sih diasporası siyaseti: Hindistan ve Kanada arasında bir beka mücadelesi

Eduardo Ramon/Al Majalla
Eduardo Ramon/Al Majalla
TT

Sih diasporası siyaseti: Hindistan ve Kanada arasında bir beka mücadelesi

Eduardo Ramon/Al Majalla
Eduardo Ramon/Al Majalla

Şakir Hüseyin

Hindistan ve Kanada, hızlı ve yoğun gelişmelerin yaşandığı bir günde karşılıklı olarak üst düzey diplomatlarını sınır dışı ederek Kanada Başbakanı Justin Trudeau'nun Eylül 2023'teki G20 zirvesi için Yeni Delhi'ye yaptığı ziyaretten bu yana tırmanan diplomatik krizi daha da kötüleştirdi.

İki ülke arasındaki bu gerginliğin geçmişi, ayrılıkçı Halistan Hareketi’nin önde gelen destekçilerinden Hardeep Singh Nijjar'ın geçtiğimiz yıl haziran ayında Kanada'nın British Columbia eyaletinin Surrey kentinde maskeli saldırganlar tarafından öldürülmesine kadar uzanıyor. Hindistan, Nijjar'ı ‘terörist’ olarak ilan etmiş ve Nijjar'ın davasını Kanadalı ve Hint yetkililer arasındaki üst düzey toplantılarda görüşmelerin başlıca gündem maddelerinden biri haline getirmişti.

Ancak anlaşmazlığı arkasında Hint diasporası, özellikle de Kanada toplumu ve siyasetinde önemli bir rol oynayan Sih diasporası gibi geniş çaplı bir bağlam yatıyor. Hindistan hükümetinin endişeleri muhtemelen Kanada'daki Sih diasporasının siyasi faaliyetleri ve etkisinin ötesine kadar uzanıyor. Ancak Hint yetkililer, yerel ve diplomatik hassasiyetler nedeniyle bu konuları doğrudan tartışmaktan kaçınıyor olabilir. Hindistan, Kanada'yı yıllardır defalarca kez Halistan Hareketi’nin yanında ‘teröristlere ve suçlulara’ güvenli bir liman olmakla suçladı.

Hindistan'ın Pencap bölgesinde bir Sih devleti kurmayı amaçlayan Halistan Hareketi, 1980'li yıllarda zirveye ulaştı, ancak Hint güvenlik güçleri tarafından düzenlenen ve büyük insani kayıplara neden olan operasyonlar sonucu bastırıldı. Bugün Halistan fikri Hindistan içinde aktif bir desteğe sahip değil. Olaylar, Sihlerde derin yaralar açarken olayların anıları hala acı veriyor.

Hindistan Hükümeti, Halistan Hareketi’nin şimdi ya da gelecekte herhangi bir şekilde yeniden ortaya çıkmasını sağlayabilecek her türlü girişime karşı temkinli olmaya devam ediyor. Böyle bir olasılık Hindistan’ın başlıca endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Bu durum, sık sık yapılan resmi açıklamalar ve Yeni Delhi ile Ottawa arasında devam eden anlaşmazlıkların yanı sıra Hindistan'daki kamuoyu söyleminde de açıkça görülüyor.

Kanada, yaklaşık 800 bin Sih'in yaşadığı Pencap dışındaki en büyük Sih topluluğuna ev sahipli yapıyor. Sihler, kendilerini Hindistan'daki baskın din olan Hinduizm'den ayıran tek tanrılı bir dine mensuplar. Öte yandan Hindistan kökenli Kanada vatandaşlarının sayısı geçtiğimiz yıl itibariyle 1,5 milyonu aşarken aralarında Sihlerin de bulunduğu 178 bin yerleşik olmayan Hindistan vatandaşı Kanada'da ikamet ediyor.

Kanada'daki Sih siyaseti, Hindistan'ın yargı yetkisi ve kontrolü dışında gerçekleştiğinden Hindistan için endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Burada “Hindistan, Justin Trudeau iktidarda olsun ya da olmasın Sih göç politikalarını etkileyebilir mi?” sorusu ortaya çıkıyor.

Hindistan ve Kanada arasındaki diplomatik anlaşmazlık, uluslararası hukuk bölümünde okuyan öğrencilerin için uzun yıllar boyunca önemli bir çalışma konusu olacağa benziyor.

Tartışma Trudeau ile mi sınırlı?

İster Hindu milliyetçisi Hindistan Halk Partisi (Bharatiya Janata Partisi/BJP) iktidarda olsun, ister muhalefetteki seküler eğilimli Hindistan Kongre Partisi (INC) yeniden iktidara gelsin, isterse de inançsız Marksistler Delhi'de kontrolü ele geçirsin, bu mesele var olmaya devam edecek.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda Kanada Başbakanı Justin Trudeau sorunlu ilişkilerin arkasındaki başlıca suçlu olarak gösteriliyor. Hindistan, Liberal Parti lideri olarak 2015 yılından bu yana üç seçim kazanan Trudeau'dan genel olarak rahatsızlık duyuyor.

Sih protestocular bir protesto gösterisi sırasında Kanada ulusal bayrağını ve Kanada Başbakanı Justin Trudeau'yu tasvir eden pankartları ateşe verdiler, 23 Eylül 2023 (AFP)

Hindistan ve Kanada arasındaki diplomatik anlaşmazlık, uluslararası hukuk bölümünde okuyan öğrencilerin için uzun yıllar boyunca önemli bir çalışma konusu olacağa benziyor. Altı Hint ve altı Kanadalı diplomatın karşılıklı olarak sınır dışı edilmelerinden önce Hindistan tarafından yapılan açıklamalar krizin tırmanacağının açık sinyallerini veriyordu.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı tarafından o gün Kanada'ya ilişkin yapılan üç yazılı açıklamadan ilkinde Hindistan'ın Kanada'dan, Hindistan Yüksek Komiseri (İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerindeki büyükelçiye eşdeğer) ve diğer diplomatların Kanada'da devam eden bir soruşturma davasıyla ilgili olabileceğini belirten diplomatik bir mesaj aldığı duyuruldu.

Birkaç saat sonra Kanada Büyükelçiliği maslahatgüzarı bakanlığa çağrıldı. Bunu, aralarında Yüksek Komiser Vekili Stuart Ross Wheeler'ın da olduğu Kanadalı diplomatların sınır dışı edildiğini duyuran bir başka açıklama izledi.

Mevcut dinamikler, Trudeau yönetimindeki Hindistan-Kanada ilişkilerinde önemli zorluklar olduğunu gösteriyor.

Wheeler bakanlıktaki toplantıdan çıktıktan sonra gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Kanada, Hindistan hükümetinin ajanları ile Kanada topraklarında bir Kanada vatandaşının öldürülmesi arasında bağlantı olduğuna dair inandırıcı ve tartışılmaz kanıtlar sundu. Şimdi Hindistan'ın yapacağını söylediği şeyi yapma ve bu iddiaları soruşturma zamanı. Bu olayın aydınlatılması her iki ülkenin ve her iki ülke halkının menfaatine olacaktır. Kanada, Hindistan ile iş birliği yapmaya hazır.”

Kanada'ya kadar ulaştı. Trudeau, yaptığı bir açıklamada “Yabancı bir hükümetin Kanada topraklarında Kanada vatandaşlarını tehdit etmesine ya da öldürmesine asla müsamaha göstermeyeceğiz” dedi. Kanada Başbakanı, Hint diplomatları ‘gizli-kapaklı ve zorlayıcı uygulamalarla’ bilgi toplamak ve bunları Kanadalıları hedef almak üzere organize suç gruplarına aktarmakla suçladı.

Hindistan aynı gün Trudeau'yu Hindistan’a karşı ‘düşmanlık yapmakla’ suçlayan bir açıklama yayınladı. Açıklamada Kanada Başbakanı’nın 2018 yılında Agra, Ahmedabad, Mumbai, Amritsar ve Mumbai'yi ziyaret ettiği ve Delhi'deki etkinliklere katıldığı yedi günlük resmi ziyaretine atıfta bulunuldu.

Siyasi gözlemciler, Hindistan hükümetinin açıkça istekli görünmediği ziyaretle ilgili gerginliğe dikkat çekmişlerdi. Hindistan basını da o dönemde Hindistan hükümetinin ‘ziyaretin düzeyini düşürdüğünü’ bildirmişti. Hindistan Başbakanı Narendra Modi de Trudeau'ya Gujarat gezisinde eşlik etmezken diğer yabancı ülke liderlerinin ziyaretleri sırasında alışılageldiği üzere bir karşılama tweeti atmadı.

Ancak Trudeau, mevcut duruma meydan okumaya karar verdi ve turu kendi ülkesindeki siyasi profilini yükseltmek için kullanıyor gibi bir tablo çizdi. Sihizm'in en kutsal dini mekânı olan Altın Tapınak'ı ziyaret ederken büyük bir saygı gösteren Trudeau, Sihlerin en kutsal dini mekanını ziyaret eden Trudeau, o zamanki eşi Sophie, c ve oğlu Xavier James ile Mumbai'de film yıldızı Shah Rukh Khan ve ailesiyle birlikte poz verirken Bollywood yıldızlarından daha göz alıcı görünüyordu.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı tarafından geçtiğimiz hafta pazartesi günü yapılan açıklamada, ‘2018 yılında Hindistan'a yaptığı ve belirli bir seçmen kitlesinin gözüne girme çabası olarak görülen ziyaretin geri teptiği ve kendisini utandırdığı’ sözleriyle Hindistan'ın Trudeau'ya yönelik rahatsızlığı bir kez daha ifade edildi.

Hindistan, bu ziyaret sırasında Trudeau'yu görmezden gelirken Hint basını onun abartılı kıyafetleriyle alay etti. Trudeau, Hindistan'ın umduğunun aksine, 2019 yılında ve iki yıl erken yapılan 2021 seçimlerinde yeniden galip çıktı.

Mevcut dinamikler, Trudeau iktidarı sırasında Hindistan-Kanada ilişkilerinde önemli zorluklar olduğunu gösterirken Kanada’da farklı bir partinin iktidara gelmesi halinde ilişkilerin iyileşmesinin umulmasa da Kanada'da hangi parti iktidarda olursa olsun sorunların var olmaya devam edeceği ön görülüyor.

Hindistan, bu yılın nisan ayında Toronto'da Sih topluluğunun düzenlediği ve Halistan Hareketi yanlısı sloganların atıldığı bir etkinlik nedeniyle sert bir diplomatik protestoda bulunmuştu. Etkinliğe Trudeau'nun yanı sıra muhalefet Lideri ve Muhafazakar Parti Başkanı Pierre Poilievre, Yeni Demokrat Parti (NDP) lideri Jagmeet Singh, Toronto Belediye Başkanı Olivia Chow ve çok sayıda milletvekili katıldı.

NDP lideri Singh

Kanada’da NDP lideri Jagmeet Singh, Sih meselelerine ilişkin açık sözlü tutumları, özellikle de Hindistan'daki 1984 yılında yaşanan olayları ‘soykırım’ olarak tanınması yönündeki çağrıları nedeniyle Hindistan hükümeti için tartışmalı bir isim. Jagmeet Singh, geçtiğimiz nisan ayında Khalsa Günü münasebetiyle düzenlenen bir etkinlikte Sihleri Hindistan'daki 1984 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımaya çağırdı.

scsdvd
Yeni Delhi'deki Kanada Yüksek Komisyonu, 16 Ekim 2024 (AFP)

Dönemin Hindistan Başbakanı Indira Gandhi, 1984 yılının haziran ayında bir grup silahlı Sih ayrılıkçıyı Sihler için en kutsal dini mekan olan Altın Tapınak'tan çıkarmayı amaçlayan bir askeri operasyon olan 'Mavi Yıldız Operasyonu' için talimat verdi. Operasyon, aynı yılın ekim ayında kendisine suikast düzenleyen İndira Gandhi'nin Sih korumaları da dahil olmak üzere pek çok Sih'i kızdırdı. Suikast, Sihlere karşı aşırı bir şiddet ve kaos dalgasının fitilini ateşledi.

O yıl yaşanan olaylar Sihlerin zihninde hâlâ tazeliğini koruyor.

Mavi Yıldız Operasyonu sırasında iktidarda olan INC, son yıllarda Sih toplumunun desteğini yeniden kazanmayı başardı. INC tarafından geçtiğimiz ay yapılan açıklamada BJP ve Rashtriya Swayamsevak Sangh'ın (RSS) Indira Gandhi hükümetine Altın Tapınak'a askeri operasyon düzenlemesi için ‘baskı yaptığı’ öne sürüldü.

INC, Sihlerin BJP'nin Pencap'ın çıkarlarına zarar verdiğini düşündükleri, Hindistan'daki Hindu milliyetçiliğinin en yaygın şekli olan ‘Hindutva’ ideolojisine uygun politikalarına ilişkin artan endişelerinden faydalanıyor. BJP hükümetini 2021 yılında tartışmalı tarım yasalarını kabul edildikten bir yıl sonra yürürlükten kaldırmaya zorlamayı başaran Pencap liderliğindeki ‘çiftçi hareketi’ de INC’nin son zamanlarda çıkarı için kullandığı en önemli konulardan biri.

1984 yılında yaşanan olaylar Sihlerin zihninde hâlâ tazeliğini koruyor.

Kanada'daki ve başka ülkelerdeki Sih diasporası çiftçilerin hükümete karşı başlattığı protesto hareketini destekliyor. Sihler – tıpkı diğer dini azınlıklar ve Müslümanlar gibi - Hindistan'ın Hindutva politikalarını, kimliklerine yönelik bir tehdit olarak görüyor. BJP'nin ideolojik babası olarak RSS, Hindistan siyasetini büyük ölçüde etkiliyor. RSS’nin amacının Hindistan'ı bir ‘Hindu devletine’ (Hindu Rashtra) dönüştürmek olduğu biliniyor.

NDP lideri Jagmeet Singh, Hindistan hükümetini ve politikalarını şiddetle eleştiren bir bildiri yayınladı. Singh’in lideri olduğu NDP ise Kanada hükümetinden Hindistan'a karşı diplomatik yaptırımlar uygulamasını istedi ve RSS’nin Kanada'da yasaklanması çağrısında bulundu.

Bu siyasi ortamın Hindistan ve Kanada'nın aralarındaki anlaşmazlıkları gidermelerini kolaylaştırması pek mümkün görünmüyor. Kanada'da Başbakan Justin Trudeau, Dışişleri Bakanı Melanie Joly ve Kamu Güvenliği Bakanı Dominic LeBlanc'ın Hintli diplomatları sınır dışı etme kararlarını desteklemek için kullandıkları belgeleri polis ve güvenlik kurumları sağladı. Kanada Kraliyet Atlı Polisi (RCMP) tarafından ‘Kanada'da Hindistan hükümeti ajanlarıyla bağlantılı şiddet içeren suçların işlendiği’ belirtilen yazılı bir açıklama yayınlandı. Bu açıklamada, Kanada siyasi liderliği tarafından yapılan suçlamaları güçlendirdi.

Kanada tarafından Hint diplomatlara sınır dışı edildikleri bildirmeden önce Kanada Dışişleri Bakanı Melanie Joly, yaptığı bir açıklamada, “Hindistan'dan soruşturmada iş birliği yapmak üzere diplomatik ve konsolosluk dokunulmazlıklarından feragat etmesi istendi” dedi.

Hindistan ise Kanada'yı Hint diplomatlara yöneltilen suçlamaları ‘uydurmakla’ suçladı ve bunları Trudeau hükümetinin ‘oy kazanma siyasetine odaklanan siyasi gündeminin’ bir parçası olduğunu öne sürdü.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau, geçtiğimiz yıl G20 Liderler Zirvesi’nin oturum aralarında Hint mevkidaşı Narendra Modi ile bir görüşme gerçekleştirdi. Kanada Parlamentosu'nda yaptığı konuşmada bu görüşmeden duyduğu memnuniyetsizliği açıkça dile getiren Trudeau Nijjar'ın öldürülmesi konusunu doğrudan Modi'ye ‘kesin bir dille’ ilettiğini belirtti.

Trudeau'nun Parlamentonun alt kanadı Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmadaki sert tutumu Hindistan ve Kanada arasındaki diplomatik gerilimi arttırdı. Trudeau bu konuşmasında Nijjar'ın öldürülmesiyle ‘Hindistan hükümeti ajanları arasında olası bir bağlantıya’ atıfta bulunarak iki ülke arasındaki gergin ilişkileri daha hassas bir aşamaya taşıdı. Bu gerilim çerçevesinde son tartışma kimseyi şaşırtmadı.

Kanada polisinin Hindistan hükümetini ‘31 yaşındaki azılı gangster Lawrence Bishnoi tarafından yönetilen suç şebekesiyle çalışmakla’ suçlaması sonrası suçlamalar yeni bir boyut kazandı. Hindistan’da bir hapishanede tutulan Bishnoi, halen suç şebekesine emirler vererek suç işlemeye devam ediyor gibi görünüyor. Bishnoi'nin adı, 2022 yılında Pencaplı şarkıcı Sidhu Musiwala'nın ve kısa bir süre Mumbai'de 66 yaşındaki eski Maharaştra Yasama Meclisi Üyesi Baba Siddique'nin öldürülmesi gibi yüksek profilli suçlarla ilişkilendirildi.

Bishnoi'nin suç şebekesinin geçtiğimiz yıl 20 Eylül'de Kanada'nın Winnipeg kentinin kuzeybatısında ölü bulunan Sukhdul Singh Gill cinayetinde de parmağı olduğundan şüpheleniliyor.

Kanada, Hindistan'a son derece ciddi ve uzun vadede diplomatik gerilimi tırmandırma potansiyeline sahip suçlamalar yöneltiyor. Şu an ne Kanada ne de Hindistan, gerilimin daha fazla tırmanmasını istiyor. Bunun nedeni, iki ülke arasındaki yakın ticari faaliyetler ve halkları arasındaki temas da dahil olmak üzere güçlü bağların olması.

Kanada'nın Trudeau'nun geçtiğimiz yıl yaptığı gibi Hindistan'dan kendileriyle iş birliği yapmasını istemeye devam etmesi, Hindistan'ın ise Kanada'nın baskılarına cevap vermeden Kanada'ya karşı sert bir tutum sergilemesi bekleniyor. Hindistan ayrıca Kanada'nın suçlamalarının Araştırma ve Analiz Kanadı (RAW) olarak bilinen dış istihbarat teşkilatınin üzerinde topladığı dikkatleri dağıtmak için elinden geleni yapacaktır.

Ancak Hindistan, son tartışmalarda daha özgüvenli ve iddialı görünen Kanada ile ilişkilerinde daha temkinli davranabilir. Kanada'nın kendine olan güveninin bir kısmı Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda ve ABD'den oluşan istihbarat ittifakı Beş Göz’den (FVEY) aldığı destekten kaynaklanıyor olabilir.

En nihayetinde Hindistan'ın Batı teknolojisine, finansına ve pazarlarına ihtiyaç duyması ve Hint diasporası ile olan bağları göz önüne alındığında, Kanada'ya karşı katı önlemler alma ihtimali oldukça zayıf. Buna karşın Kanada'nın FVEY ortaklarından gelen açıklamalar, Hindistan'ın bu ülkelerle iyi ilişkilere sahip olmasına rağmen Kanada'ya karşı tutumunu desteklemek için onlara güvenemeyeceğini gösteriyor.

Geçtiğimiz yıl yaşanan olaylar, Hindistan'ın Kanada'nın gelecekteki adımlarını garantili bir şekilde tahmin edemeyeceğini kanıtladı. Zira her an yeni bir diplomatik kriz patlak verebilir ve bu durum uzun vadeli iş ve yatırım kararları için önemli zorluklar yaratabilir. Nihai sonuçlara varmak için henüz çok erken olsa da kesin olan bir şey var ki o da Kanada'daki Sih diasporası siyasetinin etkisinin, Hindistan-Kanada ilişkilerinin Hindistan'ın çıkarlarının aksine şekillenmesinde rol oynayacağı gerçeğidir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Lodra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.