İsrail Dışişleri Bakanı’ndan İngiliz mevkidaşına Lübnan'a yönelik saldırının “yakında sona ereceğine” dair güvencehttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5075996-i%CC%87srail-d%C4%B1%C5%9Fi%C5%9Fleri-bakan%C4%B1%E2%80%99ndan-i%CC%87ngiliz-mevkida%C5%9F%C4%B1na-l%C3%BCbnana-y%C3%B6nelik-sald%C4%B1r%C4%B1n%C4%B1n-
İsrail Dışişleri Bakanı’ndan İngiliz mevkidaşına Lübnan'a yönelik saldırının “yakında sona ereceğine” dair güvence
Lübnan'dan gelen mülteciler Suriye'nin kuzeybatısında Türkiye sınırına yakın bölgelere yerleştirildi (DPA)
İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, dün İsrailli mevkidaşı Yisrael Katz'ın pazar günü kendisine Lübnan'daki askeri harekatın ‘yakında sona ereceği’ konusunda güvence verdiğini açıkladı.
Lammy Birleşik Krallık Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada “Dün (pazar) İsrail Dışişleri Bakanı (Yisrael) Katz ile Lübnan'daki durum hakkında konuştum. İsrailliler tarafından yürütülen hassas operasyonun yakında sona ereceğini söyleyerek beni rahatlatmaya çalıştı” dedi.
Öte yandan İngiltere Başbakanı Keir Starmer, dün öğleden sonra Downing Street'te bir araya geldiği Lübnanlı mevkidaşı Necip Mikati'ye ‘başsağlığı’ diledi.
Fransız Haber Ajansı AFP'nin resmi raporlara dayandırdığı haberine göre İsrail'in güneyde kara harekatı düzenlediği ve Hizbullah'ın kalelerine ağır hava saldırıları düzenlediği Lübnan'da bir aydır devam eden savaşta en az bin 634 kişi hayatını kaybetti.
İsrail’in dün öğleden sonra Lübnan'ın güneyindeki liman kenti Sur'u hedef alan hava saldırılarında yedi kişi hayatını kaybetti.
Lammy, Gazze Şeridi'ndeki durumla ilgili olarak ‘İsrail hükümeti tarafından insani yardıma getirilen kısıtlamaların hiçbir haklı gerekçesi olmadığını’ vurguladı. İngiltere Dışişleri Bakanı, “Şimdi daha fazla yardımın girmesine izin vermeliler” diye ekledi.
Lammy sözlerini şöyle sürdürdü:
“Birçok durumda yardımlar Birleşik Krallık ve ortaklarımız tarafından finanse ediliyor. Ancak bu yardımlar, en çok ihtiyacı olanların ulaşamayacağı yerlerde sıkışıp kalıyor. Bu kısıtlamalar İsrail'in yükümlülüklerine aykırı ve uluslararası insancıl hukuku ihlal etme tehdidi taşıyor.”
İngiliz Bakan, “İngiltere hükümeti bu kısıtlamaları en güçlü şekilde kınamaktadır” ifadelerini kullandı.
Asilah Uluslararası Kültür Forumu'nda “hicivli” bir uluslararası adalet oturumuhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5076067-asilah-uluslararas%C4%B1-k%C3%BClt%C3%BCr-forumunda-%E2%80%9Chicivli%E2%80%9D-bir-uluslararas%C4%B1-adalet-oturumu
Asilah Uluslararası Kültür Forumu'nda “hicivli” bir uluslararası adalet oturumu
Fas'ın kuzeyindeki Asilah kentinde düzenlenen 45’inci Asilah Uluslararası Kültür Forumu’ndan bir kare (Asilah Forumu Vakfı)
Adil Ali
Çifte standart ve güç, Fas'ın kuzeyindeki Asilah kentinde düzenlenen 45’inci Asilah Uluslararası Kültür Forumu kapsamında gerçekleştirilen ve ilki ‘Yeni Çerçevesinde Uluslararası Adaletin Hukuki Yapısı’ ikincisi ise ‘Yeni Uluslararası Diplomasi ve Küresel Adalet’ başlığını taşıyan iki önemli oturumda yapılan çeşitli konuşmaların çerçevesini oluşturan iki anahtar kavram olarak karşımıza çıkıyor.
Teori ile uygulama arasında
Katılımcılar, Bahreyn Kralı'nın Medya İşlerinden Sorumlu Danışmanı Nebil Yakub el-Hamar’ın ifade ettiği üzere adaletin uluslararası uygulamada mutlak kavram olmaktan çıkarıldığında hemfikirdiler. Hamar, konuşmasında “Adalet ve insancıl hukuk arayışındaki sistemler ve teoriler görüyoruz, ama başarısız oldular, çöktüler ve yıkıldılar. Demokratik olduğunu iddia eden rejimler başkalarının zenginliklerini zorla yağmalıyor ve liderler adalet ve insancıl hukuk sloganları altında orada burada ayaklanmaların fitilini ateşliyor, ancak kısa sürede tiranlara dönüşüyorlar” ifadelerini kullandı.
Bunun arkasında çifte standardın yattığını söyleyen Hamar, “Batı demokrasileri tarafından izlenen çifte standartlar, adaletin teorik ilkeleri ile bu ilkelerden yoksun olabilen uygulamaları arasındaki çelişkiyi ortaya koyuyor” dedi.
Hamar’a göre Batılı demokratik sistemler, yasaların herkes için adil ve ayrımcı olmaması gerektiğinden insan hakları, adalet ve eşitlik ilkelerine dayansa da pratikte kanunlar ve prosedürler adil olmayan bir şekilde uygulanarak etnik azınlıklar gibi belirli topluluklara yönelik ayrımcılığa yol açabiliyor.
Bahreynli yetkili, bunun aynı zamanda özgürlüklerin kısıtlanması ve insan haklarına kısıtlama getirilmesi gibi adalet değerleriyle çelişen, etnik köken, din ve kimlik temelinde ayrımcılığa varan istisnai uygulamalara yol açan ekonomik ve sosyal krizler için de geçerli olduğunu vurguladı.
Çifte standardın tezahürlerinden birinin yargının bağımsızlığı üzerindeki etkisi olduğuna dikkati çeken Hamar, bunun adaletin uygulanmasını engellediğini ve yasaların birleşik yorumunu ortadan kaldırdığını, çifte standardın Batılı demokrasilerin bölgedeki Arap meseleleri ve çatışmalarıyla ilgilenirken benimsediği standartlar aracılığıyla siyasi açıdan da açıkça görüldüğünü belirtti.
Bahreyn Kralı'nın Medya İşlerinden Sorumlu Danışmanı, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Arap ülkelerine sert eleştirilerin yöneltildiği bir dönemde, bazı bölgelerde insan hakları ilkeleri sıklıkla göz ardı ediliyor. Bu ideal değerler ve ilkeler, Batılı rejimler tarafından halkların sorunlarıyla ilgilenirken stratejik çıkarlarına göre kullanılıyor.”
Çifte standartların son zamanlarda medyaya da (özellikle Batı'da) yayıldığını, istediklerini öne çıkarıp istediklerini göz ardı ettiklerini ve bunun da gerçeklerden habersiz bir kamuoyu oluşmasına katkıda bulunduğunu vurgulayan Hamar, “Dolayısıyla, Batılı rejimler insan hakları ve demokrasiyi teşvik etmeye çalışırken, adaletin uygulanmasındaki çifte standart, insani bir talep olan insani değerler ve ahlaki ilkelere karşı büyük bir tezat oluşturuyor. Batılı rejimler kendi halkları ve diğer halklar arasında her durumda adalet ve eşitlik ilkelerine bağlı kalmalılar, aksi takdirde bu değerler anlamını ve iletmek istediği mesaj önemini yitirir” diye konuştu.
Sıradaki tehlike
Öte yandan Yemen’in eski Dışişleri Bakan Yardımcısı ve İspanya ve Hindistan eski büyükelçisi Mustafa Numan, özellikle hukuki yapının ana unsurunun güç haline geldiği anlaşılan mevcut dönemde artık evrensel adalet ya da saldırganın cezalandırıldığı uluslararası standartların olmadığını, bunun yerine, Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da olduğu ve olmaya devam ettiği gibi suçların meşrulaştırıldığını söyledi. Numan'a göre bu çifte standartlar, amacı intikam olan aşırılık yanlısı bir neslin yaratılması olan ‘sıradaki tehlikenin’ oluşmasının arkasındaki itici gücü yaratıyor.
Kimin adalete ihtiyacı var?
Peki tüm bu hicivlere malzeme olan uluslararası adalete kimin ihtiyacı var? Moritanya'nın eski Maliye Bakanı Abdullah Süleyman Şeyh Sidiya bu soruya verdiği yanıtta “Arap halklarının uluslararası adalete ihtiyacı var, çünkü diğerlerinden daha zayıflar. Bu artık en azından adaletsiz gücün gücünün sınırlarına ulaşıp diğerini yok etmesinden duyulan korku anlamına geliyor” ifadelerini kullandı. Ancak Şeyh Sidiya’ya göre istenilen adaletin sağlanması için vicdan tek başına yeterli değil ve bunu sağlayacak sivil toplumun sağladığı baskı araçları dışında başka bir araç da bulunmuyor.
5. Muhammed Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler uzmanı ve Fas Kraliyet Akademisi üyesi Muhammed Taceddin el-Huseyni, özellikle iletişim araçlarındaki inanılmaz gelişmeyle birlikte ‘küresel köy’ olarak tanımlanan uluslararası arenada uluslararası adalet konusunun kamusal tartışmaya açılmasını bir tür vicdani uyanış olarak değerlendirdi.
Ürkütücü bir çıkış
Ama bu da şu soruyu akla getiriyor: Mevcut durumdan çıkış için bir yol öngörülebilir mi? Bu soruya verilecek yanıtın dehşet verici yanları da yok değil. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Milletler Cemiyeti'nin, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da Birleşmiş Milletler’in (BM) ve bugünkü uluslararası sistemin kurulmasına yol açan önceki uluslararası sistem böyle işlemediğini söyleyen Hüseyin’ye göre çünkü güçlüler konumlarından kolay kolay vazgeçmezler ve üçüncü bir dünya savaşı tüm insan uygarlığının sonu anlamına geliyor.
Mevcut sistem tarafından mı yönetiliyoruz? sorusuna ise Hüseyni “Öyle görünüyor. BM Şartı'nın veto kullanan ülkelere verdiği veto kullanma yetkisi, onlara vetonun kendisini kullanarak vetoyu engelleme gücünü de verdi. Bu, uluslararası çoğunluğun maruz kaldığı gerçek bir ‘şaka’. BM çerçevesi dışında ya da BRICS gibi mevcut gruplaşmalar dışında yeni uluslararası gruplaşmaların düşünmek gerçekçi olmaz” değerlendirmesinde bulundu.
“Uluslararası yasalar felç olmuş durumda”
Bu düşünce “Yeni Uluslararası Diplomasi ve Küresel Adalet” sempozyumunda konuşmacılar tarafından detaylandırıldı. Fas Meclis Üyesi Muhammed Zeyduh'a göre koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin devletler arasındaki ilişkilere dayattığı gibi, uluslararası diplomasinin de asil değerlere dayanması gerekiyor.
Ancak Faslı roman yazarı ve araştırma görevlisi Muhammed el-Ma’zuz bu tanımlamaya katılmıyor. Uluslararası yasaları insan hakları ve diğer değerler açısından ‘felç’ geçirmiş halde olduğunu söyleyen Ma’zuz, “Olup bitenleri 7 Ekim 2023 olaylarından önceki düşünsel ve bilişsel mantıkla mı yoksa daha önceki olaylardan kopup gelen yeni düşünsel araçlarla mı tartışıyoruz?” diye sordu.
Ma’zuz’a göre hukuki bir okuma yapılmalı, ancak hukuki okumamız ile epistemolojik ve tarihsel okuma arasında bir mesafe oluşturulmalı. Ma’zuz, İsrail'in Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaşın başlamasından sonraki uzlaşmazlığının ve saldırganlığının durdurulmasına yönelik uluslararası çağrıları yanıtsız bırakması diplomasinin her türlü rolünü zayıflattığını da sözlerine ekledi.
Sosyal medya devriminin, gizli olanı ifşa etme ve meşruiyetin yapısını bozma söylemine güç verdiğini ve adaletin anlamı ve Batı tarafından vaaz edilen özgürlük değerlerine yönelik nesnel bir eleştiri kaynağı haline geldiğini söyleyen Ma’zuz, yeni nesil tarafından ‘tek gerçeğin şiddet olduğu’ gerçek olmayan bir dünya görüşü oluşturduğunu vurguladı. Bu neslin teknolojiye kaçmaktan ve gerçek dünyadan kopmaktan başka çaresi olmadığını ve gerçek dünyaya döndüğü anda, şiddete ve direnişin yeni dirilişi olarak adlandırılan şeye doğru yol alacak olan intikam çağrışımının başladığını belirtti. Ma’zuz, arzunun, akla üstün geldiğini söyledi.
Adaletin özgürlüğün referansı olması gerektiğinin altını çizen Ma’zuz, özgürlüğün kendisinin aynı zamanda hem kötülük hem de iyilik anlamı taşıdığını, bugün Batı tarafından ortaya atılan tüm değerlerin güce bağlı olduğunu ve bu gücün potansiyelinin de galip gelmek olduğunu ifade etti.
İki iç darbe
Moritanyalı yazar ve öğretim görevlisi Abdallah es-Seyyid Veled Ebah ise, birincisi değerler sistemi içinde gerçekleşen, ikincisi ise meşru güç kaynaklarına saldıran iki darbeye değindi.
İlk darbenin garip bir paradoks yarattığını söyleyen Veled Ebah, Batılı güçlerin onlarca yıl önce kalkınma, insan hakları ve modernite değerlerini teşvik ettiklerini, ancak bugün Güney (ya da diğer adıyla totaliter Güney), saldırganlık karşısında ‘son savunma hattı’ haline gelen bu değerlerin beşiği haline geldiğini vurguladı.
Meşruiyet ve iktidar arasındaki ilişkiyi ele alan Veled Ebah’a göre meşruiyet sisteminin onları kontrol altına alamamasına karşı savaşların bütünsel konseptine geri dönmesi, bizi siyasi modernite aşamasının öncesine götürüyor.
Darbelerin yol açtığı dönüşümün bizi “Bugünün dünyası hala dünya barışını garanti altına alacak yasal, normatif ve prosedürel araçlara sahip mi?” sorusunu sormaya ittiğini söyleyen Veled Ebah’a göre büyük ülkeler büyük bir ikilemin içine düşmüş durumda. Çünkü İsrail'in saldırganlığına, küstahlığına ve ciddi insan hakları ihlallerine yeşil ışık yaktılar ve terörle mücadele ya da meşru müdafaa gibi meşru savaş gerekçeleri altında tüm bunları görmezden geldiler.
Çifte standart, güç, adalet, meşruiyet, haklar ve değerler, söz konusu iki seminerdeki konuşmacıların çoğunlukla siyasi hiciv içeren bir dille ve durumun ciddiyetini öne çıkaran gerekli liyakatle yaklaştıkları kavramsal başlıklardı. Bu gerçekliğin kapalılığından çıkış yolu, tanımlamanın ötesinde bir şeyi, kavramlar ve roller sistemi içinde daha şiddetli bir darbe ya da tüm kavramları ve rolleri devirecek bir üçüncü dünya savaşını gerektirebilir.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arapça’dan çevrilmiştir.