BM kararıyla kurulan İsrail, uluslararası örgütle neden ‘savaşıyor’?

BM ile İsrail arasında olağanüstü ilişki

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera
TT

BM kararıyla kurulan İsrail, uluslararası örgütle neden ‘savaşıyor’?

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera

Remzi İzzettin Remzi

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) ile başka bir benzerine rastlanmayan bir ilişkisi var. Uluslararası örgütün kararıyla kurulan İsrail, aynı zamanda örgütün kararlarını en sık ihlal eden ülke. İsrail’in bu siciline ve sayısız kez kınanmasına rağmen BM, İsrail’e başka hiçbir üyesinin sahip olmadığı nadir bir hoşgörü gösteriyor.

BM Genel Kurulu, Filistin Mandası'nı bir Arap ve bir Yahudi devleti olarak bölmeye karar verdiği 1947 tarihli 181 sayılı kararıyla İsrail'i kurdu. Eğer bu karar olmasaydı, uluslararası toplum İsrail Devleti'ni kabul etmezdi. Ancak İsrail'in uluslararası alanda kabul gören bu gerçeği görmezden geldiğini görüyoruz. Öyle ki Başbakan Binyamin Netanyahu geçtiğimiz günlerde bu gerçeğe açıkça meydan okudu.

İsrail parlamentosu Knesset, uluslararası topluma açıkça meydan okuyarak BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) faaliyetlerini yasaklayan ve kararın 90 gün sonra yürürlüğe girmesini öngören yasa tasarısını oybirliğiyle kabul etti.

İsrail, ister BM Güvenlik Konseyi (BMGK), ister BM Genel Kurulu ve alt organları, ister Uluslararası Adalet Divanı (UAD), isterse de BM’nin diğer kuruluşları tarafından alınmış olsun BM tarafından alınan kararlara meydan okuma konusunda rekor kırdığını söyleyebiliriz. İsrail'in, ‘evlerine dönmek ve komşularıyla barış içinde yaşamak isteyen mültecilere mümkün olan en erken tarihte bunu yapmalarına izin verilmeli ve geri dönmemeyi seçenlerin malları için tazminat ödenmeli ve uluslararası hukuk veya eşitlik ilkeleri uyarınca sorumlu Hükümetler veya yetkililer tarafından telafi edilmesi gereken mal kaybı veya hasarı için tazminat ödenmeli’ diyen 1949 tarihli 194 sayılı BM Genel Kurulu kararını hiçe sayması, bunun ilk açık örneklerinden biridir. Kararın kabul edilmesinin üzerinden geçen yetmiş beş yılın ardından İsrail karara uymak için hiçbir adım atmamıştır.

İsrail, BM barış güçlerini kasıtlı olarak hedef alan tek ülkedir. İsrail ordusu1996 yılında Lübnan'ın güneyindeki Kana köyünde Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) mevzilerine saldırdı. Bugün de Güney Lübnan'ı işgali sırasında çeşitli yerlerde doğrudan ve defalarca kez UNIFIL’i hedef aldı.

İsrail, BM barış güçlerini kasıtlı olarak hedef alan tek ülke.

Öte yandan İsrail, bir BM kuruluşunu terör örgütü olarak tanımlamak üzere adım atan tek ülke. İsrail parlamentosu Knesset, temmuz ayında UNRWA’nın terör örgütü olarak tanımlanmasını öngören ve pazartesi günü kabul edilen bir yasa tasarısını ön onaydan geçirdi. UNRWA 1949 yılında BM Genel Kurulu tarafından Filistinli mültecilere doğrudan yardım ve istihdam programları uygulamak üzere kuruldu. UNRWA, Filistinliler arasındaki eğitim seviyesini Arap dünyasındaki en yüksek seviyeye çıkarmasıyla biliniyor.

İsrail, özellikle uluslararası insancıl hukuk ve insan haklarıyla ilgili olanlar başta olmak üzere, onlarca uluslararası anlaşma ve sözleşmeyi de diğer tüm devletlerden daha fazla ihlal etti. Bu durum, uluslararası organlar tarafından kabul edilen sayısız kararın yanı sıra BM özel raportörlerinin ve işgal altındaki topraklardaki durumla ilgilenen İsrailli ve uluslararası insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlarla da kanıtlandı.

dvd
Refah Sınır Kapısı’ndan Gazze Şeridi'ne girmek için bekleyen UNRWA yardım tırı, 19 Kasım 2023 (DPA)

İsrail, aynı zamanda UAD önünde soykırım suçundan yargılanan ilk ve tek ülke. Güney Afrika, diğer bazı ülkelerle birlikte İsrail'i Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere karşı soykırım yapmakla suçladı. Bu suçlamaların değerlendirilmesini gerektirecek makul kanıtlar bulan UAD, iki kez ‘ihtiyati tedbir’ kararı aldı ve bu kapsamda İsrail'den 1948’de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal eden eylemleri önlemek için gerekli tüm tedbirleri almasını istedi. Aynı zamanda Gazze halkı ‘açlık ve yetersiz beslenme’ ile karşı karşıya olduğundan temel gıda malzemelerinin derhal sağlanmasını zorunlu kıldı.

İsrail'in BM’yi küçük düşüren hamleleri geçtiğimiz günlerde hiçbir gerekçe göstermeksizin BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'i ‘istenmeyen kişi’ ilan etmesiyle daha önce görülmemiş bir seviyeye ulaştı. Bunun tek sebebi, Guterres'in küresel vicdanı yansıtmak üzere kurulmuş uluslararası bir örgütün başı olarak en temel görevlerini yerine getirmiş olmasıydı.

İsrail'in BM’ye karşı meydan okumaları çok eskilere dayanıyor. İsrail, uluslararası toplumun iradesini ilk kez 1978 yılında açıkça hiçe saydı. Buna bizzat tanık oldum.

İsrail'in BM’ye karşı meydan okumaları çok eskilere dayanıyor. Buna 1978 yılında Mısır’ın New York'taki Birleşmiş Milletler Daimi Misyonu'nda genç bir diplomatken bizzat ve doğrudan tanık oldum. İsrail'in o dönemki Daimi Temsilcisi Haim Herzog'un (İsrail'in eski cumhurbaşkanı ve mevcut Cumhurbaşkanı İzak Herzog’un babası) kibar diplomatik görünümüne rağmen BM Genel Kurul salonuna bir yığın gazeteyle girip, ülkesi hakkında söylenenlere kayıtsız kaldığını göstermek için bunları delegelerin önünde kasıtlı olarak okumasına bizzat şahit oldum. O dönemde Batılı ülkelerin çok azı İsrail'i savunuyordu.

Herzog'un halefi, seçkin bir uluslararası hukuk profesörü olan Yehuda Blum, İsrail'in BM'ye yönelik meydan okumalarında çıtayı yükseltti. İsrail, BMGK’da uluslararası hukuku ihlal ettiği ve çok sayıda BM kararını çiğnediği için geniş çaplı ve sürekli olarak eleştirildiği sırada Blum’un İsrail’i eleştiren ülkeleri BMGK’nın gündemindeki konuyla ilgisi olmayan konularda saldırmaktan başka seçeneği yoktu. Sadece ABD ve diğer birkaç üye onun öfkeli saldırılarından kurtulabildi.

O zamandan bu yana İsrail'in BM'ye meydan okuması, Gazze ve Batı Şeria'daki eylemlerinden Lübnan'a kadar geçtiğimiz yıl daha önce eşi ve benzeri görülmemiş seviyelere ulaşarak önemli ölçüde arttı. İsrail, uluslararası insancıl hukuk ve insan haklarıyla ilgili olanlar başta olmak üzere uluslararası hukukun ilkelerini ve normlarını öylesine ihlal etti ki en yakın müttefiklerine bile onun utanç verici sicilini kabul etmekten başka çare bırakmadı. BM Genel Kurulu, geçtiğimiz eylül ayında onuncu acil özel oturumunda, UAD tarafından temmuz ayında yayınlanan ve İsrail'in Filistin topraklarında devam eden varlığının ‘yasadışı’ olduğunu ve ‘tüm devletlerin onlarca yıldır süren işgali tanımaması gerektiğini’ belirten tavsiye kararına ilişkin bir kararı ezici bir çoğunlukla kabul etti. Kararda ayrıca İsrail'e uluslararası hukuka uyması ve askeri güçlerini derhal geri çekmesi, tüm yeni yerleşim faaliyetlerini durdurması, yerleşimcileri işgal altındaki topraklardan tahliye etmesi ve işgal altındaki Batı Şeria'da inşa ettiği ayrım duvarının bazı bölümlerini yıkması çağrısında bulunuldu.

Kararda ayrıca İsrail'in toprak ve taşınmaz mallarının yanı sıra 1967 yılında işgalin başlamasından bu yana el koyduğu tüm varlıkları iade etmesi talep edildi. Buna kültürel varlıklar ile Filistinlilerden ve Filistinli kurumlardan gasp edilen varlıklar da dâhil. Kararda ayrıca, işgal nedeniyle yerlerinden edilen tüm Filistinlilerin eski evlerine dönmelerine izin verilmesi ve İsrail işgalinin neden olduğu zararların tazmin edilmesi gerektiği ifade edildi.

İsrail'in BM’deki belki de tek başarısı 1991 yılında, BM Genel Kurulu Siyonizmi bir tür ırkçılık ve ırk ayrımcılığı olarak gören 1975 tarihli kararını yürürlükten kaldırmaya ikna etmesiydi. Gerçek şu ki, İsrail, bu başarıyı tamamen farklı koşullar altında elde etti. Amaç, İsrail'i BM ile daha iyi iş birliği yapmaya teşvik etmekti, ancak bu gerçekleşmedi; tam tersine, İsrail'in uluslararası topluma daha fazla meydan okuduğuna tanık olduk.

Eğer BM Genel Kurul 1974 yılında Güney Afrika'yı insan hakları ihlalleri ve bölgeyi istikrarsızlaştırması nedeniyle askıya aldıysa aynı ihlalleri gerçekleştiren İsrail'e karşı nasıl sessiz kalabiliyor?

BM tarafından temsil edilen uluslararası toplum, kararlarını sürekli ve bariz bir şekilde ihlal etmesine rağmen İsrail'e karşı büyük bir sabır ve hoşgörü gösterdi. BM, İsrail'in başta uluslararası insani hukuk ve insan hakları hukuku olmak üzere uluslararası hukuku ihlal etmeye devam etmedeki ısrarcılığını defalarca kez ve bariz bir şekilde ortaya koymasına artık daha fazla seyirci kalamaz. İsrail'i caydırmak ve uluslararası meşruiyete saygı göstermeye zorlamak için kararlı bir duruş sergilemenin zamanı geldi.  Eğer somut adımlar atılmazsa bu, BM’nin güvenilirliğini zedeleyecek ve temel insan haklarına saygı başta olmak üzere BM’nin üzerine kurulduğu ilkeleri tehdit edecektir.

Maalesef İsrail'in son dönemde izlediği politikalar ve sergilediği tutumlar ile BM’deki temsilcilerinin açıklamaları, İsrail'in uluslararası barış ve güvenliğin yanı sıra insan haklarına saygıyla ilgilenen bu uluslararası örgüte saygısızlık etmeye devam ettiğini açıkça gösteriyor. Bu durum, İsrail'in BM’nin en üst düzeydeki temsil organı olan Genel Kurul'daki koltuğunu işgal etmeye devam etmeyi hak edip etmediği sorusunu gündeme getiriyor.

Bu, bir üyenin BM kararlarını açıkça ihlal ettiği için Genel Kurul çalışmalarına katılımının engellendiği ilk vaka olmaz. Zira BM Genel Kurulu 1974 yılında, Güney Afrika'nın Genel Kurul çalışmalarına katılımını askıya alan 3181 sayılı kararı kabul etti. Sadece BM Genel Kurulu’nun temel insan hakları ihlali olarak gördüğü apartheid politikaları nedeniyle değil, aynı zamanda bölgesel istikrar üzerinde olumsuz etkileri olduğu düşünülen Namibya ve Rodezya'daki politikaları nedeniyle de onu üyeliğini kullanmaktan fiilen mahrum bıraktı. Güney Afrika ancak 1994 yılında apartheid rejiminin sona ermesinden sonra yeniden BM'deki yerine geri döndü ve BM faaliyetlerine katıldı.

Eğer Genel Kurul 1974 yılında Güney Afrika'yı insan hakları ihlalleri ve bölgeyi istikrarsızlaştırması nedeniyle askıya aldıysa, aynı ihlalleri daha büyük ölçekte gerçekleştiren İsrail'e karşı nasıl sessiz kalabilir?

New York Times (NYT) gazetesinin kısa bir süre önce belgelediği üzere aşırı güç kullanımı, meşru müdafaa hakkının kullanılmasına ilişkin gereklilik, orantılılık ve aciliyet gibi uluslararası standartların göz ardı edilmesi, sivil yaşamın tamamen hiçe sayılması, Gazze Şeridi’nin yok edilmesi, arazilere el konulması, evlerin bombalanması , kaba kuvvet kullanılması ve yerleşimcilerin Batı Şeria sakinlerini korkutmasına imkan verilmesi ve Muhaybib'de olduğu gibi Lübnan'daki köylerin tamamen yok edilmesi, Gazzelilerin yeterli gıdadan mahrum bırakılması, hastanelerin ve okulların bombalanması, Filistinlilerin ve Lübnanlıların defalarca kez yerlerinden edilmesi ve Filistinlilerin canlı kalkan olarak kullanılması gibi ihlallerin listesi böyle uzayıp gidiyor... Bunların hepsi İsrail'in işlemeye devam ettiği vahşet ve insanlığa karşı suçların birer örnekleri.

BM üyesi birçok ülkenin bu seçeneği ciddi olarak değerlendirdiğinden eminim. Onları engelleyen ise Kongre'nin baskısı altındaki ABD'nin BM bütçesine yaptığı mali katkıyı keseceği korkusu. Ancak İsrail sadece BM kararlarını çiğnemekle ve uluslararası hukuku ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda ABD yasalarını da ihlal ediyor. ABD Dışişleri ve Savunma bakanları tarafından kaleme alınan 13 Ekim tarihli mektupta, Gazze'ye 30 gün içinde yeterli insani yardımın girmesine izin vermemesi halinde ABD'nin Kongre tarafından kabul edilen yasaları uygulamak ve İsrail'e silah tedarikini durdurmak zorunda kalacağı ima edildi.

Ancak İsrail'in Genel Kurul'dan uzaklaştırılması, İsrail'i uluslararası meşruiyete meydan okuyan politikalarını değiştirmeye zorlamak için tek başına yeterli olmaz. Uluslararası toplum da bu amaca hizmet eden ek adımlar atmalı.

sdfgrthy
Netanyahu Kudüs'te Knesset'te yargı reformu tasarısı oylamasına katıldı, 22 Mart 2023 (EPA)

Bu adımların en önemlileri arasında, İsrail'e silah sevkiyatının tamamen durdurulması zorunluluğu yer alıyor. Bu adım bazı Avrupa ülkeleri tarafından atıldı. Diğerleri de bu adımı atmayı planladıklarını açıkladılar.

Bu tür adımlar atılmadı ve gerekli önlemler alınmadığı sürece Netanyahu, Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme ve bölgeyi tamamen kontrol etme planından geri adım atacağa benzemiyor. Bu da sömürgeci güçlerin askeri güç ve teknolojik üstünlük kombinasyonuyla kendi iradelerini dayattıkları 20’inci yüzyıl sömürgeciliğinin bu kez 21’inci yüzyıldaki yansımasından başka bir şey olamaz.

Ancak bu plan, tıpkı sömürgeciliğin nihayetinde başarısız olması gibi başarısız olmaya mahkumdur. Bu plan bölgeyi onlarca yıldır rahatsız eden şiddet ve istikrarsızlığı uzatmaktan başka bir işe yaramaz.

Uluslararası hukukun ve parçası olduğu uluslararası sistemin koruyucusu olarak BM’nin güvenilirliği, temelde BM üyelerinin BM kararlarına olan bağlılığına bağlıdır.

İsrail'in Ortadoğu’da barış içinde yaşayabilmesinin tek yolu, köklü bir tarihi ve geleneği olan bir bölgenin parçası olduğunun farkına varması ve bölgeyi kendi vizyonuna göre yeniden şekillendirmeye yönelik gerçekçi olmayan ve tehlikeli hayalinden vazgeçmesidir.

İsrail ayrıca barışın silah zoruyla sağlanamayacağını anlamalı ve kalıcı barışın ancak adalete dayalı olabileceğini ve Arap topraklarını işgal etmeye devam ettiği sürece adalete ulaşılamayacağını kabul etmelidir.

BM’nin üzerine kurulduğu temellere, özellikle de BM Şartının giriş bölümünde yer alan ‘antlaşmalardan ve uluslararası hukukun diğer kaynaklarından doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesini ve adaletin sağlanmasını mümkün kılacak koşulları tesis etmek’ ilkesine pratik ve somut bir şekilde bağlı kalmasının zamanı geldi.

Son olarak, BM’nin uluslararası hukukun ve dünya düzeninin koruyucusu olarak güvenilirliği, üyelerinin BM kararlarını uygulamaya olan bağlılığına bağlıdır. İsrail'in bu kararları ihlal etmeye devam etmesine izin verilirse, bu sadece BM’ye değil tüm uluslararası düzene ciddi zarar verecektir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Gazzelilerin talepleri ile Hamas'ın stratejik hesapları arasında Gazze’de ateşkes anlaşması

Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)
Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)
TT

Gazzelilerin talepleri ile Hamas'ın stratejik hesapları arasında Gazze’de ateşkes anlaşması

Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)
Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)

Salim er-Reyyis

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Deyr el-Belah ve Han Yunus şehirlerinin batı kıyısı boyunca oraya buraya kurulmuş derme çatma çadırlar arasında ve yollarda yerinden edilen insanlar oturuyor. Yaptıkları günlük sohbetlere, Hamas ve İsrail arasında Katar, Mısır ve ABD’nin himayesinde yaklaşık bir aydır süren ve halen bir anlaşmaya varıldığı duyurulmayan müzakerelerle ilgili son gelişmeler ve medyaya sızan az sayıdaki haber hâkim. İsrail'in kendilerine karşı sürdürdüğü soykırımdan, kaybettiklerinin anılarından ve İsrail ordusunun kendilerini zorla yerlerinden ettiği ve savaşın üzerinden 14 ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen geri dönmelerini engellediği evlerine dönmeyi ne kadar çok istediklerinden ve özlemlerinden bahsediyorlar.

ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump'ın geçtiğimiz kasım ayındaki seçim zaferinin ardından bu ay göreve başlaması beklenirken Hamas ve İsrail arasında Katar, Mısır ve ABD'nin arabuluculuğunda, Katar’da ve Mısır’da yapılan görüşmelerle yeni bir müzakere turu başladı.

Müzakereler sırasında Katar, Hamas'ın bu makalenin yayınlandığı ana kadar İsrail'den daha fazla bağlı kaldığı müzakerelerin gidişatı hakkında gizlilik ve bilgi sızdırmama şartını koştu. Ancak yaklaşık bir ay süren müzakerelerin ve medya spekülasyonlarının ardından, savaşı sona erdirecek anlaşma veya esir değişimini tamamlayacak bir ateşkes ilan edilmedi.

Basına sızan bilgilere göre Hamas ve İsrail arasında devam eden müzakerelerin merkezinde iki taraf arasında bir esir takası anlaşmasına varılması yer alıyor. Anlaşmanın ilk aşamalarında serbest bırakılacak mahkûmların sayısı ve niteliği, ateşkes, yerlerinden edilen kişilerin evlerine dönmesi ve İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin iç kesimlerinden çekilmesi gibi konular üzerinde anlaşmazlık yaşanıyor.

Hem İsrail hem de Hamas müzakerelerde kendi taleplerini dile getiriyorlar. Öncelikle Filistin direnişini sona erdirmeye, silahlarını teslim etmelerini sağlamaya ve Hamas'ın Gazze Şeridi’nde yeniden iktidara gelmesini engellemeye odaklanan İsrail hükümeti, Hamas'la bir takas anlaşması yapılmasını ve rehinelerin sağ salim geri dönmesini isteyen Hamas'ın elindeki İsrailli rehinelerin ailelerinin taleplerini görmezden geliyor.

Hamas Hareketi ise rehineleri sadece İsrail hapishanelerinde tutulan çok sayıda Filistinli tutuklunun, özellikle de yaşlı, hasta ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış tutukluların serbest bırakılması karşılığında iade etmeyi şart koşuyor. Hamas, rehinelerin serbest bırakılması karşılığında ateşkes, savaşın sona ermesi, İsrail ordusunun Gazze’nin iç kesimlerinden çekilmesi, sınır kapılarının açılması ve son raporlarda yüzde 70'inden fazlasının yıkıldığı belirtilen Gazze Şeridi'nin, birçok uluslararası kurum ve kuruluşa göre on yıldan fazla sürecek olan yeniden inşasını talep ediyor.

Peki, ya kendilerini yazın sıcağından, kışın soğuğundan ve yağmurundan korumayan çadırlarda kalmak zorunda olan yerinden edilen Gazzelilerin talepleri ne olacak? İsrail'in soykırım savaşının kurbanlarının ailelerinin talepleri ne olacak? Gazze'deki Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan son verilere göre ölü sayısı 45 bini aşarken, 10 binden fazla insan halen kayıp ve akıbetleri bilinmiyor. İşlerini, evlerini, hayatlarını ve istikrarlarını kaybeden ve hala bombardıman altında, her an öldürülme riskiyle karşı karşıya olanların talepleri ne olacak? Savaşın başında tedavi, eğitim ya da güvenlik için seyahat etmek zorunda kalan ve ayrılışlarının üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen geri dönemeyen yurt dışındaki Gazzeliler ne olacak?

Yerlerinden edilenler ve İsrail'in soykırım savaşından sağ kurtulanlar, esirlerin serbest bırakılması şartına bağlı kalınması karşılığında, katliamı ve yıkımı durduracak bir çözüme ulaşılmadan müzakerelerin haftalardır devam etmesi karşısında duydukları şaşkınlığı dile getirdiler.

Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yer alan Gazze şehrinden yerinden edilen Mahmud Yunus ve Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'tan yerinden edilen komşusu Bekir Mahmud, güvenli insani bölge olarak belirlenmesine rağmen, İsrail ordusunun Filistinlileri katlettiği Han Yunus'un batısındaki Mevasi bölgesinde çadırlarının karşısında oturup, günlerinin büyük bir bölümünü Hamas ve İsrail arasında süren müzakerelerdeki son gelişmeler hakkında konuşarak geçiriyorlar. Her ikisi de basına sızan bu bilgiler çerçevesinde aileleriyle birlikte yerlerinden edilmeleri sırasında yıkılan evlerine geri dönmek için bir anlaşmaya varılmasını umuyorlar.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’den aktardığına göre Mahmud Yunus (51), bir yılı aşkın bir süre önce ailesiyle birlikte kaçmak zorunda kaldığını, birkaç gün içinde geri döneceğini düşündüğünü, ancak devam eden savaş ve İsrail ordusunun Gazze’nin güneyi ile kuzeyi arasına Netzarim Koridoru’nu inşa etmesi ve bölgeye konuşlanması nedeniyle geri dönemediğini söyledi. Yunus, “Bunun bu kadar uzun süreceğini bilseydim, evimden ayrılmazdım. Çocuklarım ve eşimle birlikte evimde kalırdım. Önce çalınan, sonra da bombalanıp yıkılan evimden çok uzaklara gitmezdim” ifadelerini kullandı.

Görsel kaldırıldı.Gazze'deki çadırının dışında yemek pişiren Filistinli bir çocuk, 31 Aralık 2024 (AFP)

Yunus’un Gazze'nin güneybatısındaki Tel el-Heva Mahallesi’nde bulunan evinin altında bir bakkal dükkânı vardı. Bu dükkân kendisinin ve ailesinin ekmek teknesiydi. Evinin ve iş yerinin yıkılmasıyla iş yerini, mallarını ve veresiye defterlerini kaybetti. Kendi ifadesiyle ‘kara gün’ için biriktirdiği bir miktar parayla kendini bir çadırda otururken buldu. Ancak o ‘kara gün’ haftalara, aylara ve bir yılı aşkın bir süreye dönüştü. Artık çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuştu. Bu yüzden, yerinden edilenler için alınan gıda yardımlarından pazarda bulunan bazı gıda maddelerini satmak için çadırının önünde bir tezgâh açtı.

Savaşın durduğunun açıklanacağı umuduyla her gün haberleri takip ettiğini belirten Yunus, yıkılan evinin enkazına geri dönebilmek ve yeniden inşa sürecinin bir parçası olarak hayatını yeniden kurmak üzere çalışabilmek için savaşın sona ermesini sabırsızlıkla beklediğini söyledi. Yunus, “Ölümün ve yıkımın durmasından ve evimizi yeniden inşa edip hayatımıza devam edebilmemiz ve çocuklarımızın okullardaki ve üniversitelerdeki eğitimlerini tamamlayabilmeleri için hiçbir koşul olmaksızın geri dönebilmemizden başka bir şey istemiyorum” diyor.

Bekir Mahmud ise (46) komşusunun sözlerine katıldığını belirterek, savaş sırasında yıkılan evlerin yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurguladı. Eskiden müteahhit olduğunu söyleyen Mahmud, “Evimi ve işimi kaybettim. Savaşta kimse bir şey inşa edemez, sadece ölüm ve yıkım olur. Evi yeniden inşa edebileceğimize ve işlerimizi de yeniden kurabileceğimize dair umudum var. İnsanlar maddi olarak tükenmiş durumda. Hiç kimse kendi imkanlarıyla evlerini yeniden inşa edemiyor. Biraz parası olan insanlar o parayı da çadıra ve yiyeceğe harcadı. Fiyatlar çok yüksek. Yeniden inşa olmazsa yavaş bir ölüm cezasına mahkûm edileceğiz” ifadelerini kullandı.

Günlük haberleri takip eden Mahmud, müzakerelerin, rehinelerin serbest bırakılması koşuluna bağlı kalınması karşılığında ölümü ve yıkımı durduracak bir çözüme ulaşılmadan haftalardır devam etmesi karşısında duyduğu şaşkınlığı ifade etti. Kimsenin özgürlüğünü kazanmasına karşı olmadığını vurgulayan Mahmud, “Esirlerin de özgürlük hakkı var, ancak yıkımın, ölümlerin ve devam eden katliamların acısını çeken ve bunlarla karşı karşıya gelen sadece biziz, müzakereciler değil. Savaştan sonra vereceğimiz bir milyon savaşımız daha var. Nasıl geri döneceğiz, hayatlarımızı nasıl yeniden kazanacağız, okulları ve üniversiteleri yıkılan çocuklarımızın eğitimleri nasıl sürdüreceğiz, evimizi yeniden inşa etme hakkını nasıl elde edeceğiz, elektrik, su, kanalizasyon, sokaklar ve diğerleri gibi temel hizmetleri nasıl alacağız gibi tüm bu bireysel savaşlar halen biz yerinden edilmiş insanları bekliyor” diye konuştu.

Yerinden edilen Gazzelilerin basit temel ihtiyaçlarını ve taleplerini ifade etme biçimleri, müzakerelerde Hamaslı yetkililer tarafından temsil edilen Filistinli müzakerecilerinkinden farklı.

Yerinden edilmiş Gazzelilerin basit temel ihtiyaçlarını ve taleplerini ifade etme biçimleri, müzakerelerde Hamaslı yetkililer tarafından temsil edilen Filistinli müzakerecilerinkinden farklı. Hamas Hareketi, kendi açısından stratejik siyasi taleplerini dile getirmeye ve Hamas'ın askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları üyelerinin 7 Ekim 2023 tarihinde Gazze Şeridi'nin doğu sınırında İsrail’e saldırıp elde edilen verilere göre 100'den fazla İsrailliyi kaçırmasının ardından, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve aşırı sağcı hükümetinin Gazze Şeridi'ne karşı soykırım savaşı başlamasından bu yana İsrail'in saldırıları ve uzlaşmazlığı karşısında mümkün olduğunca uzun süre hem siyasi hem de askeri olarak  kararlı bir tutum sergilemeye devam etti.

İsrail, geçtiğimiz yılın ocak ayında Sümeyye Abdunebi’nin (44) evini bombaladı. Saldırı sonucu Sümeyye’nin ailesinden bazıları hayatını kaybetti, aralarında bacağından ağır yaralanan 12 yaşındaki oğlunun da bulunduğu bazı aile fertleri yaralandı. İsrail ordusu geçtiğimiz mayıs ayında Refah'ı işgal edip Mısır'la olan kara geçişini kontrol altına almadan önce tedavi için oğluyla birlikte Mısır'a gitmişti. Diğer üç çocuğu ise Gazze'nin orta kesimlerindeki bir çadırda babalarıyla birlikte kalmaya devam etti.

Al Majalla’ya yaptığı açıklamada oğlunun Mısır'daki hastanelerde tedavi ve iyileşme sürecini tamamladığını ve artık orada bulunmalarının haklı bir gerekçesi kalmadığını söyleyen Sümeyye, geçtiğimiz ekim ayından önce geri dönmeleri gerektiğini, ancak sınır kapısının kapanması nedeniyle çocuğuyla birlikte tek başına küçük bir daire kiralamak zorunda kaldığını belirtti. Diğer çocuklarının ve eşinin aklından çıkmadığını söyleyen Sümeyye, “Ben uzaktayken onlara bir şey olmasından ve yanlarında olamamaktan korkuyorum. Tek düşündüğüm nasıl tekrar bir araya gelebileceğimiz, oğlumla Gazze'ye nasıl geri dönebileceğimizi düşünüp duruyorum” dedi.

Bir ev kiralamış olmasına rağmen, halen bavullarını boşaltmadıklarını belirten Sümeyye, “Burada olmak istemiyorum, savaşın bitmesini ve Gazze'ye geri dönebilmeyi istiyorum. Her gün haberleri takip ediyorum, bir haber bekliyorum. Umarım Refah Sınır Kapısı açılır ve geri dönebiliriz. Yorulduk. Ne yolculuk yapabilecek ne de masrafları karşılayabilecek gücümüz var” ifadelerini kullandı.