Yeni bir Ortadoğu için yeni planlar

ABD ve diğer güçler bölgeyi nasıl yeniden şekillendirmeye çalışıyor?

ichelle Thompson/Al Majalla
ichelle Thompson/Al Majalla
TT

Yeni bir Ortadoğu için yeni planlar

ichelle Thompson/Al Majalla
ichelle Thompson/Al Majalla

Washington: Paul Salem

Bundan tam 18 yıl önce, Lübnan'da İsrail ve Hizbullah arasındaki savaş devam ederken, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ateşkes çağrılarını reddetmiş ve savaşı ‘yeni Ortadoğu'nun doğum sancılarının’ bir parçası olarak nitelendirmişti. Bugün ABD bir kez daha kendisini İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeyi amaçladığı yayılmacı politikanın içinde buldu.

Dış güçlerin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye yönelik devam eden girişimleri, temel bir gerçeklik olarak bölgenin (Arap ülkeleri, Türkiye, İsrail ve İran gibi) büyük güçlerini birleştiren kapsamlı bir siyasi ya da güvenlik çerçevesi geliştirilemediğini ortaya koyuyor. İstikrarlı bir bölgesel yapı olmadan, siyasi sistemler birbirinden farklı kalmaya ve devletler arası çoklu çatışmalara girmeye devam ederse, Ortadoğu dış müdahalelere ve hırslı planlara karşı savunmasız kalmaya devam edecek.

Bir önceki dönüşüm dalgası radikal İslamcıların 11 Eylül 2001 saldırısı ile başladı. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush yönetimini bölgede geniş çaplı bir askeri operasyon başlatmaya itti. Amaç sadece Taliban ve Saddam Hüseyin rejimlerini devirmek değil, aynı zamanda İran ve Suriye'yi de dramatik bir şekilde dönüştürmek ve böylece ABD ile müttefik olan ve muhtemelen demokratikleşen bir Ortadoğu yaratmaktı.

Şu an süregelen çatışma, bu kez Hamas Hareketi tarafından İsrail'e yapılan radikal İslamcı bir saldırı sonucunda patlak verdi. Bunun üzerine İsrail hükümeti, sadece Hamas'ı yenilgiye uğratmak ve Gazze Şeridi üzerindeki kontrolü yeniden sağlamak için değil, aynı zamanda önce İran'ın bölgedeki vekilleriyle sonra da İran'ın kendisiyle yüzleşerek Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek için askeri güç kullanmaya yönelik geniş ve agresif bir strateji geliştirdi. ABD yönetimi, bu kez çatışmayı kontrol altına almaya ve ateşkes anlaşması için girişimlerde bulunmaya çalışarak işe başladı. Ancak bu girişimlerin hepsinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından ABD kendisini, İsrail'in daha iddialı ve tehlikeli dönüştürücü stratejisinin yanında buldu.

ABD, Ortadoğu’yu etkilemeye ve yeniden şekillendirmeye çalıştığı uzun bir geçmişe sahip. Bu girişimler kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz, kimi zaman başarılı kimi zaman da başarısız sonuçlar verdi. ABD, bir asrı aşkın bir süre önce Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra Arap topraklarını kontrol etmeye çalışan Avrupa'nın sömürgeci hırslarının aksine, halkların kendi kaderini tayin etme hakkını savunan dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından ortaya koyulan ve ‘Wilson İlkeleri’ diye adlandırılan on dört madde çerçevesinde kendisini Avrupalı güçlerden ayırdı. ABD, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından bölgedeki İngiliz ve Fransız sömürge yönetiminin sona erdirilmesinde de kilit bir rol oynadı. Bu rol, dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower'ın 1956 yılında İngiltere, Fransa ve İsrail'in Süveyş Kanalı ve Sina Yarımadası’ndan çekilmesi konusundaki ısrarıyla doruğa ulaştı.

Bush yönetiminin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye çalışırken Afganistan, Irak, Suriye ve İran'da uğradığı korkunç başarısızlık, Eski ABD Başkanı Barack Obama'dan yine eski ABD Başkanı Donald Trump ve mevcut Başkan Joe Biden'a kadar peş peşe Beyaz Saray’a gelen tüm yönetimlerin bölgeyle ilgili büyük hedeflerden vazgeçmesine neden oldu.

Ancak ABD ve Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'yu rakip kamplar temelinde yeniden şekillendirdiği Soğuk Savaş dinamikleri bu sömürgecilik karşıtı ve bağımsızlık yanlısı duruşu baltaladı. ABD, düşman olarak gördüğü hükümetleri peş peşe devirdi ve yerlerine kendisine sadık yöneticiler getirdi. Bunun en önemli örneklerinden biri 1953 yılında İran'da Başbakan Muhammed Musaddık'ın devrilmesine verdiği destektir. Bu olayın yankıları, ABD-İran ilişkilerinde halen etkili olmaya devam ediyor. ABD aynı zamanda Suriye ve diğer Arap ülkelerindeki darbeleri de destekledi. Sovyetler Birliği de müttefiki olan ülkelerde benzer bir yaklaşım benimsedi. Bu, her iki durumda da otoriter rejimleri, polis teşkilatlarını ve istihbaratın Ortadoğu'daki rolünü güçlendiren bir dış müdahale modeli yarattı.

ABD, 1970'li yılların sonlarında Sovyetler Birliği’nin nüfuzuna karşı stratejisini değiştirerek 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin işgaline karşı Afganistan'daki radikal İslamcı grupları destekledi. Geçmişten beri ABD ile müttefik olan İran Şahı'nın 1979 yılında devrilmesinin ardından, Şah sonrası İran'ın Moskova ile yakın müttefik olacağından endişe eden ABD, İran’daki solcu ve komünist devrimci partiler yerine, Ayetullah Humeyni tarafından temsil edilen İslamcı alternatifi tercih etti.

Michelle Thompson/Al MajallaMichelle Thompson/Al Majalla

Sovyetler Birliği'nin 1990'lı yılların başlarında çöküşü ABD'ye Ortadoğu'nun geleceğine yön vermesi için eşsiz bir fırsat sundu. ABD, Irak'ın Kuveyt'i işgalinden sonra Körfez'de istikrarı sağlamak için uluslararası bir koalisyona öncülük etti. Dönemin ABD Başkanı George H.W. Bush yönetimi bu başarıyı İsrail-Filistin ve daha geniş anlamda İsrail-Arap çatışmalarında bir atılım sağlamak amacıyla Madrid Barış Konferansı ile taçlandırmaya çalıştı. Ancak Dışişleri Bakanı James Baker'ın çabalarına rağmen bu girişim arzu edilen barışı sağlamada başarılı olamadı.

ABD'nin geçmişten beri İsrail'e verdiği destek, Arap ülkelerindeki nüfuzunu sürdürme çabalarıyla çatıştı. Washington, 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra ‘barış sürecini’ başlatarak bu çabaları diri tutmaya çalıştı. Ancak aradan neredeyse altmış yıl geçmesine rağmen çözüm hala çok uzakta. ABD'nin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye yönelik son girişimi, bu makalenin başında da belirttiğimiz üzere George W. Bush yönetiminin 11 Eylül saldırılarına karşılık vermesi ve bunu Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra ABD'nin Ortadoğu'daki sözde ezici askeri üstünlüğünü bölgeyi kendi lehine yeniden düzenlemek için bir fırsat olarak kullanmasıydı. Washington, ABD öncülüğünde Nazi Almanyası ve İmparatorluk Japonya'sına karşı kazanılan askeri zaferlerin Batı yanlısı, kapitalist ve demokratik iki savaş sonrası devlet olan Batı Almanya ve Japonya'nın kurulmasına yol açtığı İkinci Dünya Savaşı senaryosunun tekrarlanmasını umuyordu.

Bush yönetiminin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye çalışırken Afganistan, Irak, Suriye ve İran'da uğradığı korkunç başarısızlık, Eski ABD Başkanı Barack Obama'dan yine eski ABD Başkanı Donald Trump ve mevcut Başkan Joe Biden'a kadar peş peşe Beyaz Saray’a gelen tüm yönetimlerin bölgeyle ilgili büyük hedeflerden vazgeçmesine ve bunun yerine diplomatik, ekonomik ve askeri varlığını sürdürürken, uzun süreli çatışmaları sona erdirmeye odaklanmasına neden oldu.

İsrail'in herhangi bir büyük eylem için ABD'nin askeri desteğine ihtiyaç duyduğu göz önüne alındığında, ABD'nin, İsrail'in İran konusundaki kararını etkileyen bir rol üstlendiği aşikâr.

Bugün ABD’de başkanlık için yarışan adaylar Donald Trump ve Kamala Harris de bu eğilimi yansıtıyor. Trump, eğer başkan olarak kalsaydı, Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısının gerçekleşmeyeceğini savunurken Harris, mevcut çatışmaların sona erdirilmesi için ateşkes çabalarına odaklanıyor. Öte yandan her ikisi de İsrail'e yönelik güçlü desteklerini açıklamaya devam ediyorlar. Bu da İsrail'in geçtiğimiz yıl ve önümüzdeki aylarda ABD'nin Ortadoğu politikasına etkin bir şekilde hâkim olmasını sağladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu hükümeti, son ABD yönetimlerinin uyguladığı stratejinin aksine, aktif olarak dönüştürücü bir bölgesel strateji izliyor. Yeni Ortadoğu'yu radikal bir şekilde şekillendirmek amacıyla İran ve vekilleriyle yüzleşmeye, onları yenmeye ve Filistin toprakları üzerindeki Filistin egemenliği umutlarını tamamen sona erdirmeye odaklanıyor.

Netanyahu hükümeti, 7 Ekim'den önce hem Hamas hem de Hizbullah ile sürdürülebilir anlaşmalara sahip olduğuna ve bu güçlerin İsrail'e düşmanca davranmaya devam edeceğine, ancak büyük bir tehdit oluşturmayacağına inanıyordu. Hem İsrail sağı hem de İslamcı hareketler iki devletli çözüme karşıydılar ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlardı. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre İsrail’in İran'ın nükleer silah elde etmeye doğru ilerlemesinden derin endişe duyduğu doğru olsa da bunun sınırlarında acil bir kriz yaratacağını asla hayal etmemişti ve şu anda sahip olduğu aciliyet duygusuna da sahip değildi.

O tarihten sonra İsrail'in stratejisi kökten değişti. Hamas’a ve Hizbullah'a karşı düzenlediği yıkıcı operasyonların ardından İsrail, İran-Irak Savaşı'ndan bu yana ilk kez İran içinde kayda değer bir hava saldırısı gerçekleştirdi. Bu tırmanışın boyutu belirsizliğini koruyor ama İsrail’in herhangi bir büyük eylem için ABD'nin askeri desteğine ihtiyaç duyduğu göz önüne alındığında, ABD'nin, İsrail'in İran konusundaki kararını etkileyen bir rol üstlendiği de aşikâr.

ABD'de 5 Kasım'da yapılacak başkanlık seçimlerini kim kazanırsa kazansın, yeni başkan önümüzdeki yılın ocak ayında göreve başlayacak ve daha çok İsrail Başbakanı Netanyahu ile İran’ın Dini Lider Ali Hamaney tarafından yeniden şekillendirilen bir Ortadoğu ile karşı karşıya kalacak.

İsrail ve İran'ın topyekûn bir çatışmaya girmeden karşılıklı saldırılarda bulunmaları ve böylece aralarında bir tür karşılıklı caydırıcılık tesis etmeleri, söz konusu senaryolar arasında en olası olanı. Bu durumda ABD’nin yeni yönetimi Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki çatışma sonrası müzakerelere ve İran'ı müzakere masasına geri döndürmek için yaptırımlar ile diplomasi arasında bir denge kurmaya çalışacaktır. İkinci bir senaryo ise İsrail’in, İran'a karşı birçok saldırı düzenleyerek İran'ı, Netanyahu'nun saldırılarını frenlemesi için derhal diplomasiye başvurmaya, nükleer programı ve diğer konularda ABD'ye tavizler vermeye itmesi. Böyle bir durumda yeni seçilecek ABD başkanı, İran'ın nükleer programına ilişkin planlarını ele almak ve onu bölgedeki vekillerini silahlandırdığı ileri savunma stratejisinden vazgeçirmek için bu diplomatik açılımlardan faydalanabilir.

Üçüncü senaryoya göre İran, İsrail’in saldırılarına sadece İsrail'e misilleme yaparak değil, aynı zamanda Körfez bölgesi ve Hürmüz Boğazı'ndaki enerji nakil yollarını kesintiye uğratarak da misillemede bulunabilir. Bu, İran'ın küresel bir enerji krizinin fitilini ateşlemek için yapacağı hesaplı bir hamle olacağından herhangi bir ABD başkanını derhal duruma odaklanmaya ve gerilimi düşürmek için İsrail üzerinde ciddi bir baskı kurmaya zorlayacaktır.

Başkanlık seçimlerini hangi aday kazanırsa kazansın ABD, Suudi Arabistan ve İsrail ile üçlü bir anlaşma arayışına girecektir. Ancak bunun için İsrail’de iki devletli bir çözümü tartışmayı kabul edebilecek bir hükümetin olması gerekiyor

Eğer başkanlık seçimlerini Trump kazanırsa, Netanyahu'nun aşırı sağcı hükümetine ve daha güçlü bir ABD-İsrail ilişkisine karşı olumlu bir tutumla göreve başlayabilir ve geleneksel ABD politikalarından ayrılma ve kendi deyimiyle ‘dönüştürücü anlaşmalar’ yapma becerisinden duyduğu gurura güvenebilir. Trump ve ekibi, yukarıdaki bu üç senaryodan herhangi biri karşısında Netanyahu ya da sonraki bir İsrail yönetimiyle daha yakın ilişki arayışına girebilir. Ancak Trump'ın ABD’nin çatışmalara uzun süreli müdahil olmasına karşı çıkmasıyla tanındığı da unutulmamalı. Dolayısıyla Netanyahu önümüzdeki haftalarda hangi savaşa hazırlanırsa hazırlansın, Trump muhtemelen Beyaz Saray'a girer girmez ‘anlaşma yapma’ aşamasına geçmek isteyecek. Kendisini baskın bir karakter olarak gören Trump, Netanyahu'nun tıpkı Biden ve Harris'e yaptığı gibi kendisine de baskı altına alma ya da zayıflatma girişimlerini muhtemelen reddedecektir. Netanyahu'nun Trump'ın yeni yönetimiyle ilişkilerde bu durumu göz önünde bulundurması gerekecek.

Michelle Thompson/Al MajallaMichelle Thompson/Al Majalla

 

Öte yandan kazanması halinde Harris'in yönetimi, geçtiğimiz yıl boyunca büyük ölçüde Netanyahu'nun etkisi altında kalan Biden yönetimi tarafından benimsenen ABD yaklaşımını sürdürebilir. Bu yaklaşım, İsrail'in bazı eylemlerine karşı olduğunu ifade etmek ve gerçek bir stratejik etki yaratmadan, bunların sonuçlarını kontrol altına almaya çalışmaktan ibaretti. Harris, muhtemelen yukarıdaki ilk iki senaryodan rahatsız olmayacak. Ancak, çatışmanın Körfez'in enerji akışına yayılmasıyla bölgesel ve küresel bir krize neden olacak üçüncü senaryoyla başa çıkmakta büyük zorluk yaşayacağı kesin.

Başkanlık seçimlerini hangi aday kazanırsa kazansın ABD, Suudi Arabistan ve İsrail ile üçlü bir anlaşma arayışına girecektir. Ancak bunun için İsrail’de iki devletli çözümü tartışmayı kabul edebilecek bir hükümetin olması gerekiyor. Ancak her halükârda bir sonraki ABD başkanının önümüzdeki yıl ocak ayında yönetimini devralacağı ABD'nin Ortadoğu politikası, Washington'da alınan kararlardan çok İsrail ve İran'da alınan kararlar tarafından belirlenecek.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İsrail ordusu ve Şin Bet Netanyahu'ya karşı bir darbe mi planlıyor?

İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da yürüttüğü operasyonların hedeflerine ulaştığını bildirmesinin ardından İsrail'deki iç anlaşmazlıkların yansımaları derinleşti (AFP)
İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da yürüttüğü operasyonların hedeflerine ulaştığını bildirmesinin ardından İsrail'deki iç anlaşmazlıkların yansımaları derinleşti (AFP)
TT

İsrail ordusu ve Şin Bet Netanyahu'ya karşı bir darbe mi planlıyor?

İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da yürüttüğü operasyonların hedeflerine ulaştığını bildirmesinin ardından İsrail'deki iç anlaşmazlıkların yansımaları derinleşti (AFP)
İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da yürüttüğü operasyonların hedeflerine ulaştığını bildirmesinin ardından İsrail'deki iç anlaşmazlıkların yansımaları derinleşti (AFP)

Emel Şehade

İsrail'de Başbakan Binyamin Netanyahu'nun ofisinden sızdırılan esir takası anlaşmasının uygulanmasını engellemek ve Philadelphia (Salahaddin) Ekseni üzerindeki kontrolü sürdürmek amacıyla hazırlanan güvenlik belgeleri skandalıyla ilgili İç İstihbarat Teşkilatı Şin-Bet (Şabak) ve askeri istihbarat tarafından yürütülen soruşturmalar devam ediyor. İsrailliler bu belgelerin sızdırılmasının ardından kendilerini, Netanyahu'nun destekçilerinin ordu ve Şin-Bet tarafından kendisine karşı bir ‘darbe girişimi’ olarak gördükleri olayla ilgili yeni bir tartışmanın içinde buldular.

İsrail’in Kanal 14 televizyonunda siyasi analist olan ve Başbakan Netanyahu’yu, onun kararlarını ve politikalarını destekleyen Yaakov Bardugo, sızıdırılan belgeler olayının baş şüphelisi Netanyahu'nun sözcüsü Eli Feldstein ve diğer dört kişi hakkında başlatılan soruşturmanın, ‘Hasan Nasrallah, Yahya Sinvar ve Muhammed ed-Dayf suikastları ile Yemen’e ve İran'a yönelik saldırıların başarıyla sonuçlanmasının ardından ordu ve Şin-Bet'in Netanyahu'ya yönelik bir darbe girişiminin başlangıcı’ olarak değerlendirdi.

Canlı yayında olayı yorumlayan Bardugo, şunları söyledi:

“İsrail'de iktidarı elinde tutması gereken güçler olarak ordu ve Şin-Bet, burada yeni bir gerçeklik yaratmaya çalışıyor. Zira bu olanlar başka türlü yorumlanamaz. Şin-Bet'in bugün gelip bizi yolsuzluğun üstesinden gelme becerisini gösterdiği bir vakaya götürmesi açıklanamaz. Bunun bir darbe girişimi olmasından başka bir açıklaması yok ve bu kabul edilemez. Bu tür girişimlere ilk kez tanık olmuyoruz. Orada burada vakalar ortaya atılıyor, ardından ordu ve Şin-Bet, bunlar hakkında soruşturmalar yapıyor. Netanyahu ve çevresindekiler de suçlananlar arasında yer alıyor. Tüm bu girişimler Netanyahu'ya ulaşmayı amaçlıyor.”

Bardugo’ya göre belgelerin sızdırılmasının ardından İsrail'in bugün tanık olduğu tepkiler ve anlaşmazlıklar, Netanyahu'ya yönelik suçlamalar ve hakkında soruşturma başlatılması talebi darbenin sadece başlangıcıdır. Şin-Bet'i, baş şüpheli olan Netanyahu'nun sözcüsü Eli Feldstein'ın tutuklanmasından altı gün sonra avukatıyla görüşmesine izin vermeyerek tutukluların haklarını ihlal etmekle suçlayan Bardugo, ordu ve Şin-Bet tarafından Netanyahu'ya karşı atılan tüm adımların aleyhlerine döneceği uyarısında bulundu.

Çatlak derinleşiyor

Bardugo'nun suçlamaları İsrail içinde büyük bir tartışma başlatırken, güvenlik yetkilileri ve askeri yetkililer belgelerin kaçırılmasının bir anlaşmaya varma ve savaşı sona erdirme başarılarını baltaladığını düşünüyor. Ancak Netanyahu ve partisinin (Likud) destekçileri Şin-Bet ve orduya karşı gerilimi tırmandırıyor ve Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı Netanyahu'yu hükümetten uzaklaştırmak için provakatif ve itici bir güç olarak görüyorlar.

Likud Partisi ve koalisyon hükümetindeki partilerden bakanlar ve Knesset üyeleri, Gallant'ın 7 bin Haredi Yahudi’nin (Ultra Ortodoks Yahudiler) orduya alınmasına onay vermesini, iç anlaşmazlıkları körükleyecek bir hamle olarak kullandı ve bazıları Gallant'ın derhal görevinden ve hükümetten azledilmesini istedi.

Likud Partisi’nden Milletvekili Moşe Saada, Gallant'ın kararını, hükümeti devirme ve düşürme girişimlerinin bir parçası olarak değerlendirdi. Saada, Netanyahu'ya Gallant'ı Savunma Bakanlığı görevinden alması için savaşta tehlikeli bir sürecin olmadığı mevcut dönemden faydalanması çağrısında bulundu.

Öte yandan İsrailli siyasi ilişkiler uzmanı Ben Caspit, Bardugo’yu açıklamalarından ötürü eleştirdi. Caspit, “Kimse bu yaratığa polisin, Soruşturma Dairesinin ve Başsavcılığın başbakanken Ehud Olmert'e karşı da harekete geçtiğini ve hatta hapse girdiğini, Cumhurbaşkanı Moşe Katsav'ın da hapis yattığını, bakanlara ve Knesset üyelerine karşı da harekete geçildiğini söylemiyor mu?” diye yazdı.

Şin-Bet ve orduya çalışmalarından ötürü övgüde bulunan Caspit, “En iyi oğullarımız ve kızlarımız orada görev yapıyor. Bardugo Şin-Bet ve orduyu suçlarken, oğullarının klimalı ofislerde görev yapmalarını nasıl sağladığını ve askere gitmelerini önlemek için nasıl geniş çaplı bir lobi kampanyası yürüttüğünü anlatmayı unutuyor” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre  Bardugo'nun sözlerini kınayan Caspit’in eleştirileri, Kanal 14'ü Bardugo'nun suçlamalarının doğrudan orduya ve Şin-Bet'e değil, onların soruşturma sistemlerine yönelik olduğu açıklamasında bulunmaya itti.

Bardugo'nun orduyu ilk kez eleştirmiyor. Lübnan'daki savaşın sona erdirilmesi, en kısa zamanda bir esir takası anlaşmasına varılması ve ordunun Gazze'den çekilmesi konularındaki tutumları nedeniyle Bardugo, Gallant'a karşı geniş bir medya kampanyası yürütüyordu. Bardugo, daha önce de Genelkurmay Başkanı Hertzi Halevi'yi savaşın sona ermesinden sonra Gazze Şeridi'nde Hamas yönetiminin devamını desteklemekle suçlamıştı.

Bardugo'nun tutuklanması

İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da yürüttüğü operasyonların hedeflerine ulaştığını bildirmesinin, Lübnan'da savaşın sona erdirilmesi ve bir çözüme ulaşılması çağrısında bulunmasının ve Gazze Şeridi’nde ertesi güne ilişkin bir plan sunmasının ardından İsrail'deki iç anlaşmazlıkların yansımaları derinleşti.

Tehlikeli ve hassas güvenlik belgelerinin sızdırılması, İsrail toplumu ile siyasi ve askeri kurumlar arasında giderek açılan uçurumu ortaya çıkardı. Bardugo'nun açıklamaları, Netanyahu karşıtlarının Bardugo'nun savaş sırasında güvenlik güçlerine karşı kışkırtıcılıktan tutuklanması çağrısında bulunmasına yol açacak kadar büyük bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Bu anlaşmazlıklar, çatışmalar ve siyasi ve askeri kurumlar arasında derinleşen çatlaklar arasında İsrail'in askeri istihbarat birimi AMAN'ın eski Başkanı Tümgeneral Tamir Hayman, İsrail hükümetine, İsrail ordusunun başarılarını kapsayan ve bunları şimdi, Netanyahu ve koalisyon hükümetinin devrilmesi aşamasına geçilmeden diplomatik kazanımlara dönüştürülmesi için çağrıda bulunan bir tavsiye mektubu gönderdi.

Daha önce Kuzey'deki operasyon biriminin başında görev yapan rütbeli yedek subay Hayman, ordunun operasyonel başarılarının İsrail'e savaşı sona erdirme stratejisine daha yakından bakma fırsatı verdiğini söyledi. Hayman, hükümeti askeri harekâtı sona erdirmeyi ve elde edilen diplomatik çıkarları İsrail'in ulusal güvenliğini her açıdan iyileştirmek üzere güvence altına almayı düşünmeye çağırdı.

Hayman, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) bir karar alınması ya da büyük güçler arasında çatışmaların durdurulmasını öngören bir anlaşma yapılması yoluyla, ABD’deki başkanlık seçimlerinden sonra ve yeni başkanın göreve başlamasından önce uygun bir zamanlama ile çaba gösterilmesi gerektiğini vurguladı. Hayman, tüm çabalar zirveye yaklaşırken, İsrail'in siyasi liderliğinin bu çabaları tutarlı bir çıkış stratejisinde birleştirmesi gerektiğinin altını çizdi.

Kuzey cephesiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Hayman, müzakerelerin önemli ölçüde güçlendirilmiş bir ateşkes anlaşmasına varılmasını sağlaması için Lübnan'daki kara operasyonunun tamamlanmasını ve Gazze Şeridi'nde İsrail güçlerinin şehir merkezlerinden çekilerek operasyonel baskının devam etmesine olanak tanıyan toplanma bölgelerine yeniden konuşlanmasını önerdi. Hayman, İsrail’in bir yandan esirlerin serbest bırakılması karşılığında çatışmaların durdurulması ve Gazze'den çekilmeyi öngören kapsamlı bir esir takası anlaşmasına varmaya çalışırken, diğer yandan da anlaşmanın tamamlanmasının ardından vatandaşlarının güvenliğini savunma hakkı çerçevesinde Hamas'a karşı faaliyetlerini sürdürme meşruiyetini tesis etmesi gerektiğini vurguladı.

Caydırıcılık dengesi

Hayman'a göre İsrail'in İran'a karşı bazı hedeflere yönelik saldırılarını tamamlaması gerekiyor. Bunun iki sonuç doğurabileceğini söyleyen Hayman, bunlardan birincisinin Tahran’ın etrafının sarılması olduğunu belirtti. Hayman, İsrail'in böylece caydırıcılık dengesini lehine değiştirebileceğini ve İran'ın enerji ve nükleer tesislerine doğrudan saldırarak İsrail'e yönelik tehdidini zaman içinde bertaraf edebileceğini vurguladı.

İsrail hükümetine çok cepheli bir çözüm ve ateşkes için uluslararası kabul görmüş bir çerçeve oluşturma çağrısı yapılan mektupta Hayman, İsrail'in kuzey sınırında güçlendirilmiş güvenlik düzenlemelerine ihtiyaç duyulduğunu ve İsrail’in bu doğrultuda BMGK’da bir karar alınmasını sağlaması ya da tüm cephelerde ateşkes için ABD ve Rusya’nın ortak çağrıda bulunmasını kolaylaştırmak için ABD ile temasa geçmesi gerektiğini belirtti.

Eski AMAN Başkanı, şunları söyledi:

“Her iki durumda da İsrail, BMGK’nın herhangi bir kararının ya da uluslararası çağrının, tüm cephelerde ateşkese varılmasına ve rehinelerin serbest bırakılmasına ilişkin bir anlaşmayı kapsamasının yanı sıra İran'ın Ortadoğu'daki istikrarsızlaştırıcı nüfuzuna kısıtlama getirilmesini ve BMGK’nın 1071 sayılı kararının yenilenmiş bir versiyonu da dahil olmak üzere İsrail'in kuzey sınırındaki güvenlik düzenlemelerinin iyileştirilmesine yönelik detaylı planlar yapılmasını sağlamalı.”

Mektupta hükümetin ve Başbakan’ın operasyonel ve taktik başarılar zirveye ulaşmışken diplomatik bir atılım gerçekleştirmeye çalışmaları gerektiğini ve zamanlamanın önemli bir faktör olduğunu vurgulayan Hayman’a göre zamanından önce bir anlaşmaya varılması, düşman üzerinde ek baskı oluşturma ve İsrail için daha elverişli bir çözüm sağlama fırsatını kaçırmak anlamına gelebilir. Ancak çok uzun süre beklemek de askeri kazanımları köreltebilir, düşmanın duruma ayak uydurmasına izin verebilir ve diplomatik bir başarıya ulaşma olasılığını zayıflatabilir.