Trump geri döndü: Tel Aviv'de sevinç, Ramallah'ta korku hakim

İsrailliler ondan hayallerini gerçekleştirmesini beklerken Filistinliler savaşı ilk onun bitirip bitiremeyeceğini görmek için olan biteni izliyor olacaklar

Bureyc Mülteci Kampı’nda, üzerinde Trump'tan Gazze'ye yönelik savaşı durdurmasını isteyen mesajın yer aldığı pankartlar tutan bir Filistinli (AFP)
Bureyc Mülteci Kampı’nda, üzerinde Trump'tan Gazze'ye yönelik savaşı durdurmasını isteyen mesajın yer aldığı pankartlar tutan bir Filistinli (AFP)
TT

Trump geri döndü: Tel Aviv'de sevinç, Ramallah'ta korku hakim

Bureyc Mülteci Kampı’nda, üzerinde Trump'tan Gazze'ye yönelik savaşı durdurmasını isteyen mesajın yer aldığı pankartlar tutan bir Filistinli (AFP)
Bureyc Mülteci Kampı’nda, üzerinde Trump'tan Gazze'ye yönelik savaşı durdurmasını isteyen mesajın yer aldığı pankartlar tutan bir Filistinli (AFP)

İsrail'de iktidardaki koalisyon hükümetinin liderleri, Donald Trump'ın başkanlık seçimlerini bir kez daha kazanmasını en az Trump'ın ABD'deki destekçileri kadar büyük bir sevinçle karşıladılar.

Başta Filistinliler olmak üzere dünyanın geri kalanı temkinli, endişeli ve kaygılı bir şekilde Trump’ın neler yapacağını, nasıl bir yol izleyeceğini görmek için bekliyor. Fakat sadece savaşları gerçekten sona erdirmesini ve herkesçe çok iyi bilinen ‘düşmanca’ politikasını değiştirmesini umabilirler, o kadar.

Trump, seçimleri kazandıktan sonra dünyada savaşları sona erdireceğini söyleyerek Filistinlilerin ve İsraillilerin kendi istekleri doğrultusunda karşıladıkları güçlü bir mesaj verdi. Trump, söz konusu mesajda “Savaşları ben başlatmayacağım, ama ben sonlandıracağım” diye vurguladı.

Bu cümle Tel Aviv için endişe verici, Filistinliler içinse cesaret verici olsa da her iki tarafın da Trump’ın göreve başlaması için iki ay, dış politikaya atılması içinse daha da uzun bir süre beklemesi gerekecek.

Bu arada İsrail'deki koalisyon hükümeti, Trump'ın zafer haberini basit bir inanca dayanan sevinç ve coşkuyla karşıladı. Koalisyon hükümetinin liderleri, sadece İran, Lübnan ve Gazze Şeridi'ne karşı savaşlarında değil, aynı zamanda Filistinlilerin bağımsız bir devlete sahip olma hayallerini sona erdirme, onları topraklarından sürme ve Batı Şeria, Golan Tepeleri ve muhtemelen Lübnan'daki bazı bölgeleri etkin bir şekilde ilhak etme yönündeki diğer emellerinde de Trump’tan mümkün olan her türlü askeri, güvenlik ve siyasi desteği almayı bekliyorlar.

Netanyahu’dan Trump’a tebrik mesajı

Başbakan Binyamin Netanyahu, Başkan Trump'ı şu sözlerle kutladı:

“Sevgili Donald ve Melania Trump, tarihin en büyük geri dönüşünü kutluyoruz. Beyaz Saray'a tarihi dönüşünüz, ABD için yeni bir başlangıç ve İsrail ile ABD arasındaki büyük ittifaka güçlü bir yeniden bağlılık sunuyor. Bu çok büyük bir zafer.”

Netanyahu neredeyse Trump'ı tebrik eden ilk lider olurken, onu İsrail’in aşırılık yanlısı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich takip etti. Smotrich, Trump’ın seçim zaferini “Tanrı İsrail'i korusun, Tanrı Amerika'yı korusun” sözleriyle kutladı.

rfgrrtg
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir (AP)

İsrailli birçok bakan gibi Trump’ın zaferini tarihi olarak nitelendiren İsrail’in yeni Savunma Bakanı Yisrael Katz, tebrik mesajında “Birlikte ABD-İsrail ittifakını güçlendirecek, Gazze’deki İsrailli rehineleri geri getirecek ve İran liderliğindeki şer eksenini yenmek için sağlam bir duruş sergileyeceğiz” diye yazdı.

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, İsrailli bakanların tebrik yağmuru arasında X platformundan“evet” yazdığı bir paylaşımda bulundu. Ben-Gvir, temmuz ayında “Tanrı Trump'ı korusun” diye yazmıştı.

Daha sonra İsrail parlamentosu Knesset’te kürsüye çıktığında mutluluğunu gizlemeyen Ben-Gvir, önce Trump'ı tebrik etmeyi tercih ederek “Bu egemenlik zamanıdır. Bu mutlak zafer zamanıdır. Bu teröristler için idam cezasını yürürlüğe koyma zamanıdır. Bu her türlü yasanın onaylanması için uygun zamandır. İsrail Devletini kutluyor ve Tanrı'nın yardımıyla mutlak zafere ulaşmasını diliyorum” dedi.

Knesset Anayasa, Hukuk ve Adalet Komitesi Başkanı Simcha Rothman, sevincin ayyuka çıktığı esnada ayağa kalkarak Trump'ın zaferi için şükran duası ederken, Kudüs İşleri Bakanı Meir Porush, “Hepimiz dua ediyoruz” yorumunda bulundu. Dini Siyonizm Partisi’nden Milletvekili Ohad Tal ise “Her şey yeniden harika olacak” ifadelerini kullandı.

İsrail'in talepleri

İsrail’in günlük gazetelerinden Israel Hayom’un siyasi analisti Ariel Kahana, Donald Trump'ın ikinci zaferinin birçok açıdan ve birçok nedenden ötürü ilkinden daha dramatik olduğunu ve Trump'ın dünyayı değiştireceğinden şüphe olmadığını söyledi.

Kahana, “Elbette o da bizim savaşımıza gelecek. Biden’ın İsrail'e uyguladığı kısıtlamalar kaldırılacak ve İsrail ihtiyacı olan her şeyi alacak” diye ekledi.

İsrail'in ihtiyacı olanları alacağını, Netanyahu'nun koalisyonundaki büyük sevincin sebebinin bu olduğunu, ancak Netanyahu'nun aslında belirli beklentileri olduğunu belirten Kahana, Ben-Gvir'in yazdıklarının yanında mevcut Başkan Joe Biden'ın yönetimi sırasında yapılması zor olacak şeyleri beklediklerini ifade etti.

İsrail'in rüyası

İsrail gazetesi Yediot Aharonot, genel olarak Trump'ın zaferinin ‘İsrail’in Batı Şeria'daki yerleşim birimlerine egemenliğini dayatması hakkını elde etme hayalini’ yeniden gündeme getireceğini yazdı.

Gazeteye göre İsrail, ABD’de Mike Pompeo gibi birini Savunma Bakanı olarak görmeyi umuyor. Trump yönetiminde ABD’nin eski İsrail Büyükelçisi David Friedman da üst düzey bir göreve getirilebilir ve böyle bir gelişme, Yahudi yerleşimcileri çok mutlu edecektir. İsrail'i açıkça destekleyen ve yerleşimci yanlısı olan Friedman, İsrail'in geleceği için, İsrail’in Yahudiye ve Samarya Bölgesi (Batı Şeria) üzerinde egemenliğini dayatmasını öngören bir siyasi plan yayınlamıştı.

rftbgtr
Tel Aviv'deki bir kavşakta Donald Trump'ı tebrik eden büyük bir reklam panosunun önünden geçen arabalar, 6 Kasım 2024 (AFP)

Bununla birlikte Cumhuriyetçilerin bu zaferi bölgede normalleşme sürecini önemli ölçüde ilerletebilir.

Öte yandan İranlıların Trump'ın zaferini, İsrail'e saldırma ya da planladıkları misillemeyi düzenlemekten vazgeçme konusundaki nihai kararlarına giden yolda dikkate alacaklarına şüphe yok.

Bir diğer önemli nokta ise Trump'ın zaferinin Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma ihtimalini azaltabilecek olması. Mevcut Başkan Biden geçmişte UCM'ye karşı yaptırım uygulanmasını engellemişti, ancak Trump, bununla yeniden tehdit edebilir.

Ayrıca İsrail'de Cumhuriyetçi Parti’den bir başkanın göreve geldiği ilk gün, uygulanması halinde İsrail’e yönelik silah ambargosunu iptal edeceği inancı hâkim.

Kritik aşama

İsrail, şu an ile Trump'ın göreve gelişi arasında Biden yönetiminin bir misillemede bulunmasından endişeli. Yedioth Ahronoth gazetesi, “Ülkenin kritik bir aşamaya girdiği söylenmeli. Şu andan itibaren Başkan Trump'ın 20 Ocak'taki yemin törenine kadar, Başkan Biden istediğini yapma hakkına sahip. İsrail'de, Biden'ın bu dönemi Netanyahu ile hesaplaşmak için kullanma ihtimalini göz önünde bulundurmalıyız” diye yazdı.

Yedioth Ahronoth gazetesinden siyasi analist Ron Ben-Yishai, Kamala Harris'in kaybetmesinin ardından Biden'ın muhtemelen geri dönüp direksiyonu eline alacağını, seçim kampanyasının kısıtlamalarından ve aşırı sağcı kanadın teröründen kurtulacağını ve bu nedenle arkasında net ve unutulmaz bir miras bırakmak istediğini değerlendirdi. Ben-Yishai’ye göre Biden’ın ABD'nin iç işlerinde yapacağı çok fazla şey olmasa da Ortadoğu'da Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki savaşı sona erdiren, Filistinlilerin acılarına son veren ve İran'ı caydıran kişi olarak tarihe geçmeyi istiyor.

Biden yönetiminin göreve devam edeceği iki ay boyunca İsrail'den Gazze'ye giren insani yardım miktarını önemli ölçüde arttırmasını ve Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki çatışmaların yoğunluğunun azalmasını bekleyen Ben-Yishai, Biden yönetiminin İsrail’den Gazze'de en azından resmi olarak Filistin Yönetimi’nden isimlerin yer aldığı alternatif bir yönetimin kurulmasını kabul etmesini isteyeceğini de sözlerine ekledi.

Asıl anlaşmazlığın ise Gazze’de tutulan rehinelerle ilgili yaşanacağını düşünen Ben-Yishai, “Biden onların geri dönüşünden kendine pay çıkarmak isteyebilir. Peki tüm bunların koalisyon hükümeti üzerine ne tür etkileri olacak? Bunu söylemek zor” ifadelerini kullandı.

Ramallah'ta korku ve umut bir arada

İsrailliler Trump'ın gelişini heyecanla beklerken Ramallah'ta durum öyle değil. Filistinli liderler, Trump'ın önceki politikasını değiştirmeyeceğinden korkuyorlar.

as
Ramallah, Trump'ın dönüşünü korku ve umutla karşıladı (AFP)

Londra merkezli Rasd İnsani Yardım ve Kalkınma Çalışmaları Merkezi tarafından hazırlanan bir rapora göre Trump'ın önceki başkanlık dönemi Filistinlileri olumsuz etkileyen kararlarla doluydu. Bunların başında ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınması, Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanınması ve ABD'nin Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı UNRWA'ya sağladığı fonun iptal edilmesi geliyor ve hepsi Filistin Yönetimi'nin yalnızlaşmasına ve siyasi taleplerinin marjinalleşmesine katkıda bulundu.

Raporda, şu ifadelere yer verildi:

“Bu politikaların devam edeceği ve Filistinlilere yönelik uluslararası desteğin azaltılması ya da yeni yerleşim planlarının teşvik edilmesi gibi daha katı uygulamalarla kapsamının genişleyeceği yönünde korkular hakim. Filistinliler için tüm bunlar, siyasi, ekonomik ve insani durumu daha da karmaşık hale getiren yeni bir gerçeklikle yüzleşmek anlamına geliyor.”

Ayrıca Trump'ın direniş gruplarının şiddetli bir muhalifi olduğu biliniyor. Öyle ki Hamas lideri Yahya Sinvar öldürüldüğünde, onun ölümünün bölgenin istikrara kavuşması yolunda önemli bir adım olduğunu söylemişti.

Filistinlilerin artık beklemekten başka çareleri yok. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Trump'ı kutladı ve bölgede barış ve güvenlik için Trump’la birlikte çalışmayı dört gözle beklediğini söyledi. Abbas, Trump'a yazdığı tebrik mesajında “Barışa olan bağlılığımızı sürdüreceğiz ve sizin liderliğinizde ABD'nin Filistin halkının meşru isteklerini destekleyeceğinden eminiz” diye yazdı.

scdvf
Ramallah'ta bir berber dükkanında Trump'ın seçim zaferi haberini izleyen iki Filistinli (AFP)

Filistinlilerin Trump'tan istedikleri tek şey bir Filistin devletini desteklemek ama bugün ilk olarak savaşı sona erdirmek istiyorlar. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) İcra Komitesi Genel Sekreteri Hüseyin eş-Şeyh, Trump'ın savaşları sona erdirecek, bölgede ve dünyada barış, güvenlik ve istikrarı sağlayacak net politikalar benimsemesini umduğunu söyledi.

Hamas da neredeyse kesinlikle aynı şeyi diliyor. Hamas yöneticilerinden Sami Ebu Zuhri, Trump'ın zaferinin kendisini, savaşı birkaç saat içinde durdurabileceği yönündeki açıklamalarını pratiğe dökme sınavıyla karşı karşıya bıraktığını söyledi. Hamas tarafından ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlarıyla ilgili yapılan ilk açıklamada, yeni ABD yönetimine ilişkin tutumunun Filistin halkına, meşru haklarına ve haklı davasına yönelik tutumlarına ve pratik davranışlarına bağlı olacağını vurgulandı.

Trump'ın hem İsrailliler hem de Filistinliler için nasıl bir politika izleyeceğini kestirmek zor. Çünkü Trump, İsrail medyasının tanımıyla ‘ruh halleri değişken, öngörülemez ve duygularıyla hareket eden biri’.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.