SDG, Türkiye'nin tampon bölgesi karşısında Suriye rejiminin yanında seferber oluyor

Halep'te sahada yaşanan gelişmeler ve yeni askeri dengelerin üretilmesi sonrasında Suriye'nin geleceğini büyük bir belirsizlik sardı

El-Havl kampındaki YPG’nin iki üyesi (AFP)
El-Havl kampındaki YPG’nin iki üyesi (AFP)
TT

SDG, Türkiye'nin tampon bölgesi karşısında Suriye rejiminin yanında seferber oluyor

El-Havl kampındaki YPG’nin iki üyesi (AFP)
El-Havl kampındaki YPG’nin iki üyesi (AFP)

Tarık Ali

Bazıları doğrudan Türk idaresine bağlı medya kuruluşları, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) Halep Uluslararası Havalimanı'nın yanı sıra Halep şehrinin çeşitli mahallelerini doğrudan Suriye rejimi ordusundan teslim alarak kontrol ettiği haberini nakletti. Haber günlerdir devam eden Halep savaşındaki doğrudan PKK’nın Suriye kolu YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin askeri rolüne dikkatleri çekti. SDG  unsurları, Halep’in bazı mahallelerinin yanı sıra şehrin kuzeybatısındaki Nubl ve el-Zahra bölgelerinin kontrol ve savunma sorumluluğunu da üstlendi. Suriye sokağındaysa, Heyet Tahrir eş-Şam'ın (eski adıyla el-Nusra Cephesinin) ve onunla aynı fikirde ya da ona sadık olan diğer örgütler ile birlikte önderlik ettiği bu kadar büyük bir savaşta Suriye rejiminin müttefiklerinin rolüne ilişkin geniş çaplı sorgulamalar yapılıyor.

Bunun en anlaşılır cevabı, Hizbullah'ın Lübnan Savaşı'yla meşgul olması ve bu nedenle savaşçılarının çoğunu çekip Lübnan’daki cephelere yönlendirmesi. İran, aylar önce 22’inci toplantısı yapılan Uluslararası Astana Süreci ve 2017'de başlayan gerilimi azaltma uzlaşısının ardından buradaki kuvvetlerini Deyrizor ve Suriye çölüne yönlendirerek buraya odaklandı. Rusya'ya gelince kasım ayının son gününe kadar yokluğu açık ve net bir şekilde görünüyordu. Bu tarihten sonra hava araçlarıyla Halep içindeki ve dışındaki konvoylara, militanların bulunduğu mevzilere hava saldırıları düzenlemeye başladı. Independent Arabia’yı takip eden bir kaynak, SDG’nin zamansal ve mekansal varlığıyla dikkat çeken rolünü şöyle yorumladı: “Bu, Halep'te esasen kontrol ettikleri Şeyh Maksud mahallesinden başlayarak, iki tarafın, yani Suriye rejimi ordusunun ve Kürtlerin birleşeceği kaçınılmaz bir savaş olacak. Nusra'nın Halep'in mahallelerinin derinliklerine kadar ulaşmasının, şehir ile doğu kırsalındaki mevkilerine doğrudan tehdit oluşturup daha ileri noktalara ulaşmasının taşıdığı tehlikeyi sezdiler.”

Ulusal öncelik

Resmi açıklamaya göre, saldıran güçlerden oluşan koalisyon, geri kalan Suriye kuvvetlerine, PKK unsurlarına ve Kürt Demokratik Birlik Partisi'ne (PYD) karşı başka bir karşıt saldırı başlatmaya hazırlanıyor. PYD, doğrudan ABD tarafından desteklenen Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) bir parçası. PKK ise Avrupa Birliği, ABD ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılıyor.

SDG Medya ve Enformasyon Dairesi Başkanı Farhad Şami tarafından yapılan basın açıklamasındaysa şöyle denildi: “Ne olursa olsun, ulusal ve ahlaki önceliğimiz halkımızın ve bölgelerimizin savunulması olmaya devam ediyor. Bu nedenle halkımızı savunmak için gerektiğinde müdahale edeceğiz” dedi. Türkiye'yi, Halep şehri de dahil olmak üzere Suriye'nin kuzeybatı bölgesine yönelik son saldırının planlanması, düzenlenmesi ve organize edilmesinin arkasında olmakla suçladı.

sdv
Kürtler, Suriye'nin kuzeyinde Türklerin lehine bir tampon bölge kurulmasından korkuyor (AFP)

Şu anda Halep bölgesinde faaliyet gösteren Kürt güçlerinin terim olarak YPG olarak anıldığını ve genel olarak Halk Koruma Birlikleri olarak bilindiğini hatırlatalım.  Bunların kuzey Suriye'deki silahlı gruplarla uzun bir çatışma geçmişi var.

Kürt pozisyonu

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre bir Kürt kaynak, İran güçlerinin yokluğunun onların hiç mevcut olmadığı anlamına gelmediğini, sadece Soçi 2019 ve Astana 2017 anlaşmaları öncesindeki halleriyle karşılaştırıldığında minimum düzeyde olduğunu açıkladı. Bunun da onları, özellikle Nubl ve Zahra köyleri ile Halep'in batı banliyöleri, özellikle de Yeni Halep banliyösü başta olmak üzere savaş cephelerindeki eksiklikleri gidermek için hızla harekete geçmeye yönelttiğini söyledi. Kaynak, çatışma haritasının anlık olarak değişebileceğine dikkat çekti, çünkü bu, kendi deyimiyle, nispeten düşük düzeydeki doğrudan çatışmaya, Rusya'nın Halep içindeki ve militanların İdlib'den Halep’e tedarik yolları üzerindeki hedefleri bombalamakta geç kalan hamlesine rağmen anlık alan değişikliklerinin olduğu en şiddetli savaşlardan biri. Özellikle Maarat el-Numan'ın müttefik grup güçlerin eline geçmesinin önemli olduğunu, çünkü bunun İdlib şehrini tamamen kontrol altına almaları anlamına geldiğini söyledi. Kürt kaynak, daha önceki anlaşmalara göre temel olarak Halep'in bazı kısımlarını fiilen kontrol ettiklerini belirtti. Halihazırda yaşananların, şehri kapsayacak şekilde genişlemelerini ve ilk şok absorbe edilene kadar ve ilk günkü çatışmalarda kaybedilen bölgeleri geri almak için büyük bir askeri operasyona hazırlanılırken şehrin tamamen düşmesini önlemeyi gerektirdiğini kaydetti. Konuşmasını "Biz ve Suriye ordusu bu savaşta aynı taraftayız” diyerek bitirdi.

Kürtlerin tutumuna hızlı bir bakış

Kürtlerin tutumu, Suriye topraklarındaki saha haritasının hızlı bir şekilde okunması ve batıdan Nusra güçleri, kuzeyden Türkiye destekli Milli Ordu güçleri, DEAŞ’ın çölden saldırıları, doğuda Suriye'de İranlılarla yapılan bazen kırılgan bazen de sağlam anlaşmalar tarafından kuşatılmış olmaları ile açıklanabilir. Tüm bunlara bir de Halep'in sembolizmi ekleniyor. Keza  Suriye'nin en kuzeydoğusundaki Haseke'den Kürtlerin Halep'teki nüfuz bölgelerine doğru uzanan Kürt özyönetim projesi içerisinde varlıklarını korumalarına olanak tanıyan Batı’daki son kale olarak da onlar için önemli bir şehir. Buna ek olarak Kürtlerin Suriye'nin kuzeyinde Türklerin lehine bir tampon bölge oluşturulmasına karşıt tutumları ve buna yönelik devam eden korkuları da var. Çünkü tampon bölge, onların hayallerini ve projelerini sürekli bir tehdit altında bırakacak ve bu tehdit de on yıldan fazla bir süre içinde elde ettikleri tüm askeri başarıları kaybetme noktasına varabilir. Bunlar arasında Kürtlerin DEAŞ’e indirdikleri ölümcül darbe ve 2019 yılında Baguz savaşlarında radikal örgütün devlet kurma rüyasına son vermesi de yer alıyor.

Geniş askeri açıklama

Suriye rejimi ordusu ise savaşın son günlerinde iki açıklama yayınlamakla yetindi; ikincisi yüksek tondaydı ve 30 Kasım'da (bugün) yayınlandı. Tehdit ve gözdağı ifadeleri içeriyor ve şehrin kaybına yol açan olayların sonucunu ve yaşananların doğasını açıklıyordu. Suriye Savunma Bakanlığı yaptığı açıklamada şunları söylüyordu: “Son birkaç gündür Nusra Cephesi olarak bilinen silahlı terör örgütleri, binlerce yabancı teröristin, ağır silahların ve çok sayıda insansız hava aracının desteğiyle Halep ve İdlib cephelerinde çok eksenli büyük bir saldırı gerçekleştirdiler. Silahlı kuvvetlerimiz, ilerleyişlerini durdurmak için 100 kilometreyi aşkın bir şerit boyunca uzanan çeşitli angajman noktalarında şiddetli çatışmalara girişti. Çatışmalarda silahlı kuvvetlerimizden onlarca kişi öldü, bazıları da yaralandı.” Açıklamada, "Teröristlerin sayısının ve çatışma cephelerinin çokluğu, silahlı kuvvetlerimizi, saldırıyı absorbe etmek, sivillerin ve askerlerin hayatlarını korumak ve karşı saldırıya hazırlanmak hedefiyle savunma hatlarını güçlendirmeyi amaçlayan bir yeniden konuşlandırma operasyonu uygulamaya sevk etti” ifadelerine yer verildi. Açıklamada şöyle devam edildi: “Teröristlerin kuzey sınırı boyunca akışının devam etmesi ve onlara yönelik askeri ve teknik desteğin yoğunlaştırılmasıyla birlikte, geçtiğimiz saatlerde Halep’in mahallelerin büyük bir kısmına girebildiler. Ancak karşı saldırı hazırlığı için askeri takviye kuvvetlerinin gelişi ve bunların savaş cephelerine dağıtımının tamamlanması beklenirken, silahlı kuvvetlerimizin yoğun ve güçlü saldırılarını sürdürmesi nedeniyle terör örgütleri Halep'te konuşlanma noktaları oluşturamadılar.” Bakanlık, açıklamasını şöyle tamamladı: “Kara Kuvvetleri ve Silahlı Kuvvetler Genel Komutanlığı, aldığı bu tedbirin geçici bir tedbir olduğunu teyit etmektedir. Halep şehrindeki halkımızın emniyetini ve güvenliğini sağlamak için mümkün olan her yola başvuracağını, terör örgütleriyle mücadele etme ve onları defetme konusunda faaliyetlerini sürdüreceğini ve milli görevini yerine getireceğini, devletin ve kurumlarının tüm şehir ve kırsal kesim üzerindeki kontrolünü yeniden tesis edeceğini vurgulamaktadır.”

Anlık değişim

Genel veriler ve kontrol sahalarındaki anlık değişimlerle birlikte, çatışmaların 30 Kasım akşamına (bugün) kadar devam ettiğine işaret ediliyor. Bu değişimlere, korkunç dedikodular, psikolojik savaşlar ve bazen de uydurma görüntüler eşlik ediyor. Sosyal paylaşım platformları ise her iki taraftan esirlerin görüntüleri, Halep'teki ünlü ve hayati öneme sahip yerlerde muhalif grupların varlığına dair görüntülerin yanı sıra çatışmanın diğer tarafının yayınladığı muhaliflerin ölülerine ait görüntüler de dahil olmak üzere operasyonun aşamalarını ve koşullarını belgeleyen yüzlerce videoyla dolup taşıyor.



İran’da bir milletvekili İsrail'le savaş konusundaki açıklamaları nedeniyle mahkum edildi

TT

İran’da bir milletvekili İsrail'le savaş konusundaki açıklamaları nedeniyle mahkum edildi

İran’da bir milletvekili İsrail'le savaş konusundaki açıklamaları nedeniyle mahkum edildi

İran yargısı, Meclis Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komitesi üyesi Ebulfazl Zohravend'i, geçen haziran ayında İsrail ile 12 gün süren savaş hakkında basına yaptığı açıklamalar nedeniyle hapis cezasına çarptırdı.

Devrim Muhafızları'na bağlı Fars Haber Ajansı, milletvekilinin Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi'nin şikayeti üzerine üç ay bir gün hapis cezasına çarptırıldığını bildirdi, ancak yetkililer kararın temyiz edilebileceğini açıkladı.

Mahkeme kararı uyarınca Zohravend, para cezası ödemesinin yanı sıra iki yıl boyunca basına röportaj vermesi veya makale yayınlamak dahil olmak üzere herhangi bir medya faaliyetinde bulunması yasaklandı.

Mahkeme, milletvekilinin açıklamalarının, milletvekillerine kovuşturma muafiyeti tanıyan parlamento görevlerinin kapsamına girmediğine hükmetti. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre İran parlamentosunda milletvekillerinin davranışlarını bir disiplin komitesi denetlemekte.

Bu bağlamda, yargı organının medya platformu olan Mizan haber ajansı, bu milletvekili hakkında şikayette bulunulmasının ardından, milletvekillerinin davranışlarını denetleyen komiteye milletvekilinin açıklamaları hakkında soru sorulduğunu, ancak komitenin bu açıklamaların milletvekilinin parlamento görevleri kapsamında olmadığını teyit ettiğini bildirdi.

Ajans, “milletvekilinin çevrimiçi röportajda yaptığı açıklamaların halk arasında kafa karışıklığına yol açtığını ve vatandaşlar arasında endişe yarattığını” ifade etti.

Görsel kaldırıldı.
5 Ekim'de Ulusal Güvenlik Komitesi üyeleri ile Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi arasındaki son toplantıda, soldan ikinci (sarı yelekli), (Parlamento)

Milletvekili, aleyhindeki karara itiraz ederek, konuyu Parlamento'da açık oturumda gündeme getireceğini söyledi. “Anayasaya aykırı karara resmi itirazda bulunacağını” belirten milletvekili, “davanın basına sızdırılmasından” duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi. “Her milletvekili, iç ve dış politika konularında görüşünü ifade etme hakkına sahiptir” dedi.

“Hükümetin kötü yönetimi halkı, bu zor duruma düşürdü ve jüri benim lehime oy kullanmasına rağmen, hakim aleyhimde bu kararı verdi” ifadelerini kullandı.

Hamam gazetesi, bu kararın nedeninin, milletvekilinin yakın zamanda bir çevrimiçi röportajda yaptığı açıklamalar olduğunu bildirdi. Bu açıklamalarda, iç darbe hazırlıkları yapıldığı ve İran'daki devrimin (rejim) 14. hükümetin sona ermesiyle biteceği gibi bir dizi iddiada bulunmuştu. Ayrıca Netanyahu'nun rejimin tüm kademelerine sızmayı başardığını söylediğini de belirtti.

Son aylarda en aktif milletvekillerinden biri olan Zohravend, İsrail ile düşmanlıkların sona ermesini eleştirmiş ve ABD ile müzakerelerin yeniden başlamasına en şiddetle karşı çıkanlar arasında yer almıştır. Geçtiğimiz eylül ayında, bir dizi Rus MiG-29 savaş uçağının İran'a girdiğini ve Şiraz Hava Üssü'nde konuşlandırıldığını iddia ederek, "Sukhoi-35 savaş uçaklarının teslimatının kademeli olarak başlayacağını" belirtti. Ayrıca, Çin yapımı HQ-9 ve Rus yapımı S-400 hava savunma sistemlerinin "büyük ölçekli" olarak devreye alınacağını da açıkladı.

Zohravend, İran'ın eski İtalya ve Afganistan büyükelçisi olarak görev yapmış ve Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi eski Sekreteri Said Celili başkanlığındaki nükleer müzakere ekibinin bir üyesiydi.  


Hindistan-Afganistan yakınlaşması nedeniyle Pakistan gerginliği

Afgan güvenlik güçleri, Kandahar'daki sınır kapısının açılmasının ardından vatandaşlarının Spin Boldak eyaletine dönüşünü izliyor- 19 Ekim (EPA)
Afgan güvenlik güçleri, Kandahar'daki sınır kapısının açılmasının ardından vatandaşlarının Spin Boldak eyaletine dönüşünü izliyor- 19 Ekim (EPA)
TT

Hindistan-Afganistan yakınlaşması nedeniyle Pakistan gerginliği

Afgan güvenlik güçleri, Kandahar'daki sınır kapısının açılmasının ardından vatandaşlarının Spin Boldak eyaletine dönüşünü izliyor- 19 Ekim (EPA)
Afgan güvenlik güçleri, Kandahar'daki sınır kapısının açılmasının ardından vatandaşlarının Spin Boldak eyaletine dönüşünü izliyor- 19 Ekim (EPA)

Pakistan ve Afganistan arasındaki çatışmalar ekim ayında nadir görülen kanlı bir çatışmaya dönüşürken, İslamabad geleneksel rakibi Hindistan'ı çatışmayı körüklemekle suçladı. Fransız Haber Ajansı’nın (AFP) haberine göre Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, Yeni Delhi'nin Afgan Taliban'ını "kışkırttığını" söylerken, Savunma Bakanı Khawaja Muhammed Asıf, Kabil hükümetini "Hindistan'ın vekili" olarak nitelendirdi.

Tarihi Anlaşmazlık

1947'de Hint Yarımadası'nın bölünmesinden bu yana, iki ülke birbirleriyle birkaç savaş yapmış ve birbirlerini, diğerini istikrarsızlaştırmak için silahlı grupları desteklemekle suçlamışlardır. Ancak son aylarda İslamabad, Hindistan'ın Taliban yönetimindeki Afganistan ile yakınlaşmasını dikkatle izlerken, Kabil ile ilişkileri keskin bir şekilde kötüleşti. Bu yakınlaşma, 9 Ekim'de Taliban hükümetinin dışişleri bakanı Amir Han Muttaki'nin Yeni Delhi'ye yaptığı ziyaretle doruğa ulaştı. Bu ziyaret, hareketin 2021'de iktidara dönmesinden bu yana üst düzey bir yetkilinin yaptığı ilk ziyaret oldu. Hindistan, BM yaptırımlarına tabi olan bakana kırmızı halı sererken, Kabil ve Pakistan sınırına yakın bir pazarda patlamalar meydana geldi.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre Afganistanlı uluslararası ilişkiler uzmanı Wahid Fakiri, Hindistan'ın Taliban'a yaptığı davetin iki komşu ülke arasındaki “mevcut gerilimi körüklediğini” göz önünde bulundurarak, bu yakınlaşmanın Pakistan'ı yanıt vermeye zorladığını söyledi. 9 Ekim'deki patlamaların sorumluluğunu resmi olarak kimse üstlenmemiş olsa da Taliban hükümeti İslamabad'ı “benzeri görülmemiş bir saldırı” gerçekleştirmekle suçladı ve karşı saldırı ile yanıt verdi. Çatışmalar, iki Güney Asya komşusu arasında yıllardır görülen en şiddetli dalga ile bir haftadan fazla süren topçu bombardımanı ve insansız hava aracı (İHA) saldırılarına yol açtı. İlk ateşkesin çökmesinin ardından, iki taraf 19 Ekim'de Doha'da ikinci bir ateşkes anlaşması imzaladı.

Artan Şiddet

Afganistan ve Pakistan eski müttefikler, ancak ABD güçlerinin çekilmesi ve Taliban'ın 2021'de iktidara dönmesinin ardından ilişkileri gerildi. İslamabad başlangıçta iyimserliğini dile getirirken, dönemin istihbarat şefi Tümgeneral Faiz Hamid "her şey yoluna girecek" dedi. Ancak kısa süre sonra Taliban'ı, Pakistan topraklarında giderek artan saldırılar düzenleyen militanları barındırmakla suçladı. Bu saldırıların çoğunun arkasında Pakistan Talibanı (TTP) bulunuyor ve genellikle güvenlik güçlerini hedef alıyor.

SAFR
Pakistan ve Afganistan savunma bakanları, 19 Ekim'de Doha'da ateşkes anlaşması imzaladı (Reuters)

Pakistanlı güvenlik kaynağı AFP’ye, sadece ekim ayında, Afganistan'dan geçen militanlar tarafından düzenlenen saldırılarda 100'den fazla Pakistan askeri ve polisinin öldürüldüğünü söyledi.

Son iki yılda şiddetin artması, İslamabad'ın Pakistan'daki ihlalleri körüklemekle suçladığı milyonlarca Afgan göçmen ve mülteciyi etkileyen toplu sınır dışı etme kampanyasına yol açtı. Pakistanlı eski diplomat Maleeha Lodhi, Taliban dışişleri bakanının Yeni Delhi ziyaretinin İslamabad'ı kızdırmış olabileceğini, ancak saldırıların nedeni olmadığını belirterek, “Pakistan'ın öfkesinin ana nedeni, Taliban'ın Pakistan Talibanı'nı dizginlemeyi reddetmesidir” değerlendirmesinde bulundu. Pakistan ordusu ayrıca Hindistan'ı Pakistan Talibanı'nı desteklemekle suçladı, ancak Hindistan Dışişleri Bakanlığı bunu yalanlayarak Pakistan'ın iç sorunlarının sorumluluğundan kaçmaya çalıştığını belirtti. Bakanlık, “Pakistan'ın iç başarısızlıklarını komşularına yüklemek uzun süredir uyguladığı bir yöntemdir” ifadesini kullandı.

Karmaşık dengeler  

Uluslararası Kriz Grubu analisti Praveen Donthi'ye göre İslam'ın, Başbakan Narendra Modi'nin savunduğu Hindu milliyetçiliğine aykırı olduğu yönündeki yaygın görüş nedeniyle, Yeni Delhi'nin Kabil ile yakınlaşması başlangıçta Hindistan içinde “haklı gösterilmesi zor” bir durumdu. Taliban dışişleri bakanının ilk basın toplantısına kadın gazetecilerin katılmaması geniş çapta eleştirilere yol açtı. Ancak Donthi'ye göre, 22 Nisan'da Pahalgam'da meydana gelen terör saldırısının ardından Muttaki'nin ülkesinin Hindistan ile “dayanışma” içinde olduğunu ifade etmesiyle Hindistan kamuoyunun görüşü değişti. Tartışmalı Keşmir bölgesinde meydana gelen saldırı, Yeni Delhi'nin İslamabad'ı saldırganları desteklemekle suçlamasının ardından iki nükleer güç arasında dört günlük bir savaşı tetikledi. Taliban'ın Hindistan ile dayanışma beyanı, Yeni Delhi'de bir miktar destek kazanmasına rağmen, özellikle ortak açıklamada bölgenin “Cammu ve Keşmir, Hindistan” olarak anılması ve Hindistan'ın bu bölge üzerindeki egemenliğinin tanınmasıyla Pakistan'ı daha da öfkelendirdi. Görüşmelerin sonunda Hindistan, Kabil'deki diplomatik misyonunu büyükelçiliğe yükselteceğini duyurdu. Bu adım, Taliban'ın şu ana kadar sadece Moskova'dan aldığı, resmi uluslararası tanınırlık hedefine doğru atılmış bir adım olarak değerlendiriliyor.

Analistlere göre Hindistan'ın tanıma kararı hala belirsizliğini korusa da Yeni Delhi ile ilişkilerin yeniden başlaması Taliban için önemli bir siyasi kazanım ve Hindistan, Pakistan ve Afganistan arasındaki karmaşık ilişkiler dengesinde dikkate değer bir değişim anlamına geliyor.


Grossi: İran'da kaybolan uranyum, nükleer tesislerinde kalmaya devam ediyor

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi ve yardımcısı Massimo Aparo, Mayıs 2024'te Tahran'dan dönüşlerinin ardından Viyana Havaalanı’nda düzenlenen basın toplantısında (AFP)
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi ve yardımcısı Massimo Aparo, Mayıs 2024'te Tahran'dan dönüşlerinin ardından Viyana Havaalanı’nda düzenlenen basın toplantısında (AFP)
TT

Grossi: İran'da kaybolan uranyum, nükleer tesislerinde kalmaya devam ediyor

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi ve yardımcısı Massimo Aparo, Mayıs 2024'te Tahran'dan dönüşlerinin ardından Viyana Havaalanı’nda düzenlenen basın toplantısında (AFP)
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi ve yardımcısı Massimo Aparo, Mayıs 2024'te Tahran'dan dönüşlerinin ardından Viyana Havaalanı’nda düzenlenen basın toplantısında (AFP)

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi, UAEA müfettişlerinin İran'ın ana nükleer tesislerinde büyük miktarda yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum sakladığını düşünmediklerini söyledi.

İsviçre gazetesi Neue Zürcher Zeitung ile yaptığı röportajda Grossi, İran'ın nükleer programı konusundaki anlaşmazlığa diplomatik bir çözüm bulunabileceğine dair iyimser olduğunu dile getirdi.

Grossi, UAEA’nın elindeki bilgilere göre uranyumun büyük ölçüde İsfahan ve Fordo'daki bilinen nükleer tesislerde ve bir miktarının da Natanz'da depolandığını söyledi. Grossi, küçük bir miktarın başka yerlerde depolanmış olabileceğini de belirtti.

İran, nükleer silah yapımında gerekli olan yüzde 90'a yakın, yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş 400 kilogramdan fazla uranyuma sahip.

Grossi, İsfahan, Fordo ve Natanz'daki nükleer tesislerin geçtiğimiz haziran ayında İsrail ve ABD'nin saldırıları sonucu ciddi şekilde hasar gördüğünü bildirdi.

UAEA müfettişlerinin, ‘İran'ın ulusal çıkarlarına uygun olduğunu gördüğü zaman’ bu tesislere girebileceklerini açıkladı.

UAEA'ya göre, İran uranyumu yüzde 60 oranında zenginleştiren tek nükleer silahsız ülke.

Geçtiğimiz temmuz ayında, İran'ın nükleer tesislerini hedef alan benzeri görülmemiş bir İsrail bombardımanı sonrasında 12 gün süren bir savaşın ardından Tahran, UAEA ile tüm iş birliğini askıya aldı. İran, İsrail'e roket ve insansız hava araçları (İHA) ateşleyerek yanıt verdi.

ABD de bu savaş sırasında İran'daki bazı nükleer tesislere saldırılar düzenledi.

Savaş, nisan ayında ABD ile İran arasında nükleer program konusunda başlayan dolaylı görüşmeleri sona erdirdi.

İran'ın nükleer programı ile ilgili anlaşma cumartesi günü resmi olarak sona erdi, ancak Birleşmiş Milletler'in (BM) Fransa, Birleşik Krallık ve Almanya'nın girişimiyle Tahran'a yaptırımları yeniden uygulamaya koymasının ardından eylül ayı sonlarından itibaren fiilen rafa kaldırılmıştı.

Üç Avrupa ülkesi, İran'ı UAEA ile iş birliği yapmamakla eleştiriyor ve ABD ile müzakerelerin yeniden başlamasını istiyor.

Müzakereler, Batılı güçlerin İran'ın nükleer silah geliştirme riskini sınırlamak için engellemek istediği İran topraklarında uranyum zenginleştirme sorunu gibi büyük engellerle karşılaştı. Tahran bu öneriyi reddediyor.

ABD Başkanı Donald Trump, geçen hafta İsrail parlamentosunda (Knesset) yaptığı konuşmada, Tahran hazır olduğunda Washington'un İran ile bir anlaşma imzalamaya hazır olduğunu söyledi.

Trump, “Siz hazır olduğunuzda biz de hazırız. Bu İran'ın alabileceği en iyi karar olacak ve gerçekleşecek. Dostluk ve iş birliği eli uzatıldı. Size söylüyorum, onlar (İran) bir anlaşma yapmak istiyor... Anlaşma yapabilirsek, bu harika olur” ifadelerini kullandı.

İran cumartesi günü, ‘anlaşmanın tüm hükümlerinin resmi olarak sona erdiğini’ dikkate alarak artık herhangi bir ‘kısıtlamaya’ bağlı olmadığını söylerken, aynı zamanda diplomasiye açık olduğunu da yineledi.

Anlaşma, ABD'nin 2018 yılında Başkan Donald Trump'ın ilk dönemindeki kararıyla anlaşmadan çekilmesinden ve İran'ın nükleer taahhütlerinin çoğundan kademeli olarak uzaklaşmaya başlamasından bu yana fiilen geçerliliğini yitirmişti.