İran'ın barışa ulaşma vizyonu

İran Cumhuriyeti ABD dahil müzakerelere açık

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Basra, Irak'ta konuşuyor, Eylül 2024, (Isam el-Sudani/Reuters)
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Basra, Irak'ta konuşuyor, Eylül 2024, (Isam el-Sudani/Reuters)
TT

İran'ın barışa ulaşma vizyonu

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Basra, Irak'ta konuşuyor, Eylül 2024, (Isam el-Sudani/Reuters)
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Basra, Irak'ta konuşuyor, Eylül 2024, (Isam el-Sudani/Reuters)

Muhammed Cevad Zarif

30 Temmuz'da Mesud Pezeşkiyan İran'ın yeni cumhurbaşkanı olarak yemin etti. Yemin töreninden birkaç saat sonra İsrail, Filistin Ulusal Otoritesi'nin eski başbakanı ve Hamas'ın siyasi büro başkanı İsmail Heniyye'ye cumhurbaşkanlığı kompleksi yakınındaki bir misafirhanede suikast düzenledi. Heniyye yemin törenine davet edilmişti, ancak İran topraklarında suikasta uğraması yemin törenini bozdu ve dikkatleri törenden uzaklaştırdı. Ayrıca Pezeşkiyan'ın dış politika hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırken karşılaşacağı zorlukları da açığa çıkardı.

Ancak Pezeşkiyan önümüzdeki yıllarda beklenen tüm zorluklarla başa çıkmaya tamamen hazır. Yeni Cumhurbaşkanı, dünyanın, küresel aktörlerin farklı alanlarda eş zamanlı olarak hem iş birliği yapıp hem rekabet edebildiği kutuplar sonrası bir döneme doğru ilerlediğinin bilincinde. Bu nedenle modası geçmiş modellere dayanmak yerine, diplomatik angajmanı ve yapıcı diyaloğu ön planda tutan esnek bir dış politika benimsedi. İran'ın güvenliğine ilişkin vizyonu da kapsamlı; geleneksel savunma yeteneklerini ekonomik, sosyal ve çevresel sektörlerin iyileştirilmesi yoluyla insan güvenliğinin güçlendirilmesi ile birleştiriyor.

Gerçek şu ki, Pezeşkiyan Ortadoğu'da istikrar ve ekonomik kalkınmayı sağlamak istiyor. Komşu Arap ülkeleriyle iş birliği yapmayı ve İran'ın müttefikleriyle ilişkileri güçlendirmeyi amaçlıyor, lakin aynı zamanda Batı ile yapıcı ilişkiler kurmayı da arzuluyor ve bunu hedefliyor. Hükümeti, yeni bir başkan seçen ABD ile gerilimi yönetmeye hazır. Pezeşkiyan, nükleer anlaşma konusunda adil ve eşit müzakereler yürütmeyi ve hatta belki de bundan daha fazlasını umuyor.

Bununla birlikte Pezeşkiyan, İran'ın mantıksız taleplere boyun eğmeyeceğini, ülkenin her zaman İsrail saldırganlığının karşısında duracağını ve ulusal çıkarlarını korumaktan geri adım atmayacağını da açıkça ifade etti.

Çözümler içeriden başlar

Bu, istikrarı gerçekleştirmek için dünyanın kaçırmaması gereken tarihi bir fırsat ve Tahran da şüphesiz bunu kaçırmayacak. İki asırdan fazla süren zayıflığın ardından, Dini Lider Ali Hamaney liderliğinde İran, nihayet kendisini her türlü dış saldırıya karşı savunabileceğini kanıtladı. İran, bu başarıyı daha yüksek bir düzeye taşımak amacıyla, yeni liderliği altında istikrarı, refahı ve güvenliği artıran bölgesel bir düzenin kurulmasına yardımcı olmak için komşu ülkelerle ilişkilerini geliştirmeyi planlıyor.  Bölgemiz çok uzun süredir dış müdahalelerden, savaşlardan, mezhep çatışmalarından, terörizmden, uyuşturucu kaçakçılığından, su kıtlığından, mülteci krizlerinden ve çevresel bozulmadan dolayı acı çekti ve çekiyor. Bu zorlukların üstesinden gelmek için ekonomik entegrasyon, enerji güvenliği, seyrüsefer özgürlüğü, çevrenin korunması ve dinler arası diyaloğun sağlanması için çalışacağız.

Sonuçta bu çabalar, Körfez'in dış güçlere bağımlılığını azaltacak ve paydaşları çözüm mekanizmaları yoluyla çatışmaları çözmeye teşvik edecek yeni bir bölgesel düzenlemeye götürebilir. Bunu sağlamak için de bölge ülkeleri anlaşmalar yapma, kurumlar oluşturma, politikaları onaylama ve mevzuatlar çıkarma yoluna gidebilir. İran ve komşuları, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın kuruluşunun zeminini hazırlayan Helsinki Anlaşması’nı simüle etmeye başlayabilir. Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi'nin 1987'de BM Genel Sekreteri'ne 598 sayılı karar uyarınca verdiği, hiçbir zaman kullanılmayan yetkiden de yararlanabilirler. İran-Irak savaşını sona erdiren bu kararda Genel Sekreter'e, Körfez'de güvenlik ve istikrarı artırabilecek tedbirleri uygulamak için İran, Irak ve bölgedeki diğer ülkelerle istişarede bulunması çağrısında bulunuluyordu. Pezeşkiyan yönetimi, bu maddenin kapsamlı bölgesel görüşmelerin yapılmasına yasal temel oluşturabileceğine inanıyor.

Elbette barışçıl ve entegre bir bölgesel düzenin kurulması için İran ve komşularının aşması gereken engeller var. Komşularıyla yaşadığı bazı anlaşmazlıkların derin kökleri ve arkasında da tarihin farklı yorumlanması var. Bazı anlaşmazlıklarsa çoğunlukla kötü veya yetersiz iletişimden kaynaklanan yanlış anlamalardan doğuyor. İran'ın nükleer programının niteliği ve hedeflerine ilişkin iddialar gibi, dış güçlerin yerleştirdiği siyasi algı ve kavramlardan kaynaklanan başka anlaşmazlıklar da bulunuyor.

Ancak Körfez bölgesinin de ileriye bakması gerekiyor, çünkü İran'ın vizyonu, gelecek nesiller için daha istikrarlı ve müreffeh bir bölge arzulayan Arap ülkelerinin çıkarlarıyla uyumludur. Bu nedenle İran ve Arap dünyasının anlaşmazlıklarını aşabilmesi gerekiyor. İran'ın Filistin direnişine verdiği destek bu tür bir iş birliğinin teşvik edilmesine yardımcı olabilir, zira Arap dünyası, nihayetinde Filistin halkının haklarını geri kazanması için verdiği destekte İran ile birleşmektedir.

Süreci sıfırlama

20 yılı aşkın ekonomik kısıtlamaların ardından ABD ve Batılı müttefikleri, İran'ın baskılara boyun eğmediğini anlamalı. Giderek zorlayıcı olan tedbirleri sürekli olarak geri tepti. Washington'un son “maksimum baskı” kampanyasının zirvesinde, İsrail'in önde gelen İranlı nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade'ye suikast düzenlemesinden sadece birkaç gün sonra, İran Meclisi nükleer programını hızlandırmaya ve uluslararası denetimi azaltmaya yönelik bir yasayı kabul etmişti. ABD Başkanı Donald Trump'ın nükleer anlaşmadan çekildiği 2018 yılından bu yana İran'daki santrifüjlerin sayısı önemli ölçüde arttı. Zenginleştirme seviyeleri muazzam bir şekilde yüzde 3,5'tan yüzde 60'ın üzerine çıktı. Eğer Batı iş birliğine dayanan yaklaşımını terk etmemiş olsaydı, bunların herhangi birinin gerçekleşebileceğini hayal etmek zor. Bu bağlamda, ocak ayında yeniden başkanlığı devralacak olan Trump ve Washington'un Avrupa'daki ortakları, İran'ın nükleer programının ilerlemesinin sorumluluğunu taşıyor.

Batı, İran üzerindeki baskıyı artırmak yerine herkesin yararına olacak çözümler aramalı. Aslında nükleer anlaşma bu bağlamda öne çıkan bir model [güvenilir bir emsal] sunuyor ve Batı'nın bunu canlandırmaya çalışması gerekiyor. Ancak bunu yapabilmek için söz verildiği gibi İran'ın anlaşmadan ekonomik olarak faydalanmasını sağlamak amacıyla karşılıklı yarar sağlayacak siyasi, yasal ve yatırım icraatları dahil, somut ve pratik adımlar atmalı. Trump'ın bu tür adımlar atmaya karar vermesi halinde, İran hem Tahran'ın hem de Washington'un yararına olacak bir diyaloğa girmeye hazır.

Daha geniş bir ölçekte, Batılı karar vericiler, (bir dizi Arap ülkesi ile İsrail arasındaki ilişkileri normalleştiren) İbrahim Anlaşmaları gibi girişimleri destekleyerek İran ve Arap ülkeleri arasında anlaşmazlık yaratmayı amaçlayan stratejilerin, geçmişte başarısızlığını kanıtladığını ve gelecekte de başarısız olacağını anlamalıdır. Batı'nın, İran'ın inşa etmek için çok çalıştığı özgüvenden yararlanacak daha olumlu bir yaklaşıma ihtiyacı var. İran'ın bölgesel istikrarın direği olduğunu kabul etmeli ve ortak sorunlara iş birliğine dayanan çözümler aramalı. Bu ortak meydan okumalar Tahran ve Washington'u gerilimi artırmak yerine çatışmaları yönetmeye yönelmeye itebilir. Bölgesel huzursuzluğun temel nedenlerini ele almak, İran ve ABD de dahil olmak üzere tüm ülkelerin ortak çıkarınadır.

Her ne kadar İran kendini savunmak için savaşma gücünden emin olsa ve buna güvense de barış istiyor.

Bu, İsrail işgalinin sona ermesinde tüm ülkelerin çıkarı olduğu ve işgal bitene kadar savaş ve öfkenin devam edeceğinin farkına varmaları gerektiği anlamına geliyor. İsrail, Filistinlilere karşı kalıcı bir zafer elde edebileceğine inanıyor olabilir ama bu gerçeğe aykırı, çünkü kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir halk yenilmez. Hizbullah ve Hamas gibi örgütler işgale tepki olarak ortaya çıkan halk kurtuluş hareketleridir ve varlıklarının ardındaki koşullar devam ettiği sürece, önemli bir rol oynamaya devam edeceklerdir. Bunun anlamı, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme haklarını elde etmesi gerektiğidir. Bunun için Lübnan ve Gazze'de derhal ateşkes de dahil olmak üzere ara (ön) adımlar atılabilir.

İran, Gazze'deki mevcut insani felaketin sona erdirilmesinde yapıcı bir rol oynamaya devam edebilir ve çatışmada kalıcı ve demokratik bir çözüme ulaşmak için uluslararası toplumla birlikte çalışabilir. Tahran, Filistinlilerin kabul edeceği her türlü çözümü kabul edecektir, ancak hükümetimiz, bir asırdır süren bu acıdan kurtulmanın en iyi yolunun, gelecekte yaşanabilir bir yönetim sisteminin belirlenmesi için Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında yaşayan tüm halkların, Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin, ilave olarak (çocukları ve torunlarıyla birlikte) 20. yüzyılda yerlerinden edilen Filistinlilerin katılabileceği bir referandum yapılması olduğuna inanıyor. Bu, uluslararası hukuka da uygundur ve apartheid rejiminin yaşanabilir ve sürdürülebilir demokratik bir devlete dönüştüğü Güney Afrika'daki başarılı deneyime dayanmaktadır.

İran ile yapıcı ilişkiler ve çok taraflı diplomasi taahhüdü, Körfez'de küresel güvenlik ve istikrar için bir çerçeve oluşturulmasına katkıda bulunabilir. Bu yaklaşım gerilimleri azaltabilir ve uzun vadeli refah ve kalkınmayı teşvik edebilir. Bu dönüşümün köklü çatışmaların üstesinden gelmek için hayati önem taşıdığı varsayılıyor. İran bugün kendini savunmak için savaşma gücünden emin olmasına rağmen barış istiyor ve daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlı. Ortaklıkları karşılıklı saygı ve eşitliğe dayandığı sürece de buna kadir, istekli ve (hazır) bir ortak olabilir. Yeni bir başlangıç ​​için bu fırsatı kaçırmayalım.

* Tahran Üniversitesi'nde küresel çalışmalar alanında üye profesör olan Muhammed Cevad Zarif, Ağustos 2024'ten bu yana İran'ın Stratejik İşlerden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev yapıyor. 2013'ten 2021'e kadar İran Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. 2013'ten 2015'e kadar ülkenin baş nükleer müzakerecisi ve 2002'den 2007'ye kadar da BM Daimî Temsilcisiydi

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



ABD ulusal güvenlik stratejisi ve arzulanan Avrupa ‘mucizesi’

ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
TT

ABD ulusal güvenlik stratejisi ve arzulanan Avrupa ‘mucizesi’

ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, görme engelli İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli'nin Beyaz Saray'da verdiği konser öncesinde konuşuyor. (AP)

Antoine el-Hac

ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin ulusal güvenlik stratejisinin içeriği, Avrupa’daki müttefikleri zayıf gösteren ve Washington’un batı yarımküredeki hâkimiyetini yeniden tesis etmeyi amaçlayan yaklaşım nedeniyle sürpriz olmadı.

5 Aralık 2025 Cuma günü Beyaz Saray tarafından yayımlanan belge, Avrupa'nın geleneksel müttefikleri arasında rahatsızlık yaratacak nitelikte. Strateji, ‘eski kıta’ liderlerinin göç ve ifade özgürlüğü politikalarını sert ifadelerle eleştiriyor, Avrupa'nın ‘medeni varlığının silinme ihtimaliyle karşı karşıya olduğunu’ öne sürüyor ve uzun vadede ABD için güvenilir ortak olup olmadıkları konusunda kuşku yaratıyor.

Belgede, soğuk ve çatışmacı bir üslup eşliğinde, Trump’ın ‘Önce Amerika’ doktrinine yeniden vurgu yapılıyor. Bu yaklaşım, pratikte dış müdahalelerden uzak durmayı, onlarca yıllık stratejik ortaklıkların yeniden değerlendirilmesini ve Amerikan çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulmasını ifade ediyor.

Kanunen her yönetim tarafından yayımlanması gereken bu belge, Trump’ın 20 Ocak 2025’te iktidara dönüşünden sonra hazırlanan ilk ulusal güvenlik stratejisi olma özelliğini taşıyor. Metin, Demokrat Başkan Joe Biden döneminin yaklaşımıyla belirgin bir kopuşa işaret ediyor. Biden yönetimi, Trump’ın ilk döneminde zedelenen ittifakları güçlendirmeye ve petrol ile doğal gaz ihracatı sayesinde ekonomik olarak güçlenen Rusya’yı frenlemeye odaklanmıştı.

Azalan rol

Trump, yeniden Beyaz Saray’a dönmesinden bu yana, yaklaşık dört yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşına aracılık ederek son vermeye çalışıyor. Strateji belgesi, bu hedefin Washington açısından hayati çıkarlar kapsamında değerlendirildiğini belirtiyor. ABD’nin, yıllar süren gerginliğin ardından Rusya’yı uluslararası alanda dışlanmış bir aktör olarak görmekten vazgeçmeyi ve Moskova ile ilişkileri iyileştirmeyi hedeflediği ifade ediliyor. Bu nedenle savaşın sona erdirilmesi, ‘Rusya ile stratejik istikrarın yeniden tesisi’ için temel bir Amerikan çıkarı olarak tanımlanıyor.

Ukrayna'nın başkenti Kiev'e düzenlenen Rus hava saldırısının ardından çıkan yangınla mücadele eden bir itfaiyeci (AFP)Ukrayna'nın başkenti Kiev'e düzenlenen Rus hava saldırısının ardından çıkan yangınla mücadele eden bir itfaiyeci (AFP)

Belge, bu yılın sonuna yaklaşırken Avrupa’nın, Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşının yükünden kurtulma konusundaki ısrarının sert sonuçlarıyla karşı karşıya kaldığını belirtiyor. Avrupa ülkeleri, iç ekonomik zorlukların yanı sıra Washington’ın tanımladığı şekliyle bir ‘medeniyet’ krizine de sürüklenmiş durumda.

Aslında Avrupa’nın ABD’nin stratejik önceliklerinde geri planda kalması şaşırtıcı değil. Tarihsel olarak, Amerikan büyük stratejisi uzun süre Avrupa merkezli olmuştu; ancak 2000’li yılların başından itibaren kıtada tek bir gücün hâkimiyet kurma ihtimalinin zayıflaması, yeni jeopolitik güç merkezlerinin ve jeoekonomik rekabetlerin ortaya çıkmasıyla Washington’ın odağı başka bölgelere kaydı. Bu değişim, ABD’nin dünya sahnesindeki ağırlık merkezini yeniden düzenlemesine yol açtı. Başkan George W. Bush Ortadoğu’ya yoğunlaşırken, ardından gelen başkanlar -tam anlamıyla uygulayamamış olsalar da- ‘Asya’ya dönüş’ stratejisini öne çıkardı. Trump döneminde ise Asya’ya ek olarak Latin Amerika da öncelikler listesine girdi. Trump’ın Panama hakkında söyledikleri, Venezuela konusunda attığı adımlar ve daha sınırlı ölçüde Kolombiya’ya yönelik politikaları bunun göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Farklı bir Amerikan kuşağı

ABD’deki demografik değişimler, Soğuk Savaş kuşağının (NATO’ya ve Avrupa ile tarihsel-kültürel bağlara doğal bir yakınlık duyan neslin) yavaş yavaş sahneden çekildiğini ortaya koyuyor. Yerlerini, etnik açıdan daha çeşitli, daha genç ve ABD’nin küresel rolünü yeniden sorgulayan bir nesil alıyor. Trump’ın NATO ve Avrupa Birliği’ne (AB) yönelik temkinli ve çoğu zaman kuşkulu tutumu, ikinci döneminde Avrupa’yı öncelik sıralamasında aşağıya çekmesi beklenen bir gelişme olarak görülüyor. Washington’ın bakışına göre 1949’da Sovyetler Birliği’ni durdurmak için kurulan NATO’nun bugünkü rolü, Avrupa’nın ‘bağımlı’ güvenlik yaklaşımıyla birlikte tartışmalı hâle gelmiş durumda. Bu nedenle Trump yönetimi, Avrupa’yı korumaya para harcamak yerine Moskova ile Avrupa ve diğer bölgeler konusunda bir uzlaşıya varmayı daha rasyonel bir seçenek olarak görüyor.

Belçika'nın başkenti Brüksel'de Avrupa Komisyonu'na ev sahipliği yapan Berlaymont binası (AFP)Belçika'nın başkenti Brüksel'de Avrupa Komisyonu'na ev sahipliği yapan Berlaymont binası (AFP)

Bu yaklaşım, Soğuk Savaş sonrası dönemde Washington’da görev yapan bütün başkanların Avrupa’ya tanıdığı merkezi konumla açık bir tezat oluşturuyor. O yıllarda Avrupa, Amerikan malları ve hizmetleri için başlıca pazar konumundaydı. Ayrıca Avrupa’daki müttefikler, ABD’nin dünya genelindeki nüfuzunu artıran önemli bir güç çarpanı olarak görülüyordu. Buna karşılık Rusya hem Avrupa’nın güvenliği hem de ABD’nin liderliği altındaki küresel düzen için tehdit teşkil ediyordu. Moskova’nın, Pasifik bölgesi de dahil olmak üzere kendi çıkarlarını güçlendirmeye yönelik hamleleri ve birçok konuda Çin’le aynı hizaya gelmesi, bu değerlendirmeyi daha da pekiştiriyordu.

Ağır zorluklar

ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi belgesinde, “Avrupa’daki ekonomik durgunluk, karşı karşıya olduğu gerçek ve daha sert bir medeniyet erozyonu ihtimali kadar önemli değildir” ifadesi yer aldı.

Washington’a göre Avrupa, uyguladığı göç politikaları, düşen doğum oranları, ‘ifade özgürlüğünün bastırılması ve siyasi muhalefetin kısıtlanması’, ayrıca ‘ulusal kimliklerin ve öz güvenin yitirilmesi’ nedeniyle zayıflıyor.

Belge şöyle devam ediyor: “Eğer mevcut eğilimler devam ederse, kıta 20 yıl içinde -hatta daha da kısa sürede- tamamen farklı bir yer haline gelecek. Bu nedenle bazı Avrupa devletlerinin güçlü ekonomilere ve ordulara sahip olup olmayacağı, dolayısıyla güvenilir müttefikler olarak kalıp kalamayacakları hiç de kesin değil. Avrupa’nın Avrupalı kalmasını ve kendi medeniyetine yeniden güven duymasını istiyoruz.”

Bu tablo doğru kabul edilirse, Avrupa’nın, ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşından muhtemel çekilmesinin sonuçlarını dengelemek veya yumuşatmak zorunda kalacağı sonucu ortaya çıkıyor. Zira kıta, Kiev’in savaşı sürdürmesini sağlayacak ya da Rus askeri gücüne karşı koyacak kapasiteden yoksun. Pek çok Avrupa ülkesinde askeri harcamaların artırılmasının da anlamlı bir denge yaratması beklenmiyor; aksine, Almanya’nın 2,55 trilyon euroya (GSYİH’nin yüzde 62,4’ü) ve Fransa’nın 3,416 trilyon euroya (GSYİH’nin yüzde 115,8’i) ulaşan kamu borçları dikkate alındığında, kırılgan ekonomilerin daha da zorlanmasına yol açabilir.

Hiç kuşkusuz AB’nin, Washington ile Moskova arasında Ukrayna’daki savaşı sonlandırmaya yönelik süren müzakerelerde masada yer alma hakkı bulunuyor. Zira savaş Avrupa topraklarında yaşanıyor ve ‘ev sahiplerinin’ olup bitenle doğrudan ilgisi var.

İletişim, izolasyondan daha faydalı

Söz konusu Avrupa talebi, ancak Brüksel ile Moskova arasında iletişim kanallarının kurulmasıyla hayata geçirilebilir. Aksi halde Avrupa, Ukrayna savaşının nasıl ve hangi şartlarda sona ereceğine ilişkin kararlarda söz sahibi olamaz; savaşın Avrupa güvenliğine etkilerini şekillendirme imkânı da kalmaz. Bu gerçekleşmediği takdirde Avrupa ülkeleri, Washington ve Moskova’nın -ve daha sınırlı ölçüde Kiev’in- aldığı kararları yalnızca izleyen ve gelişmelere tepki vermekle yetinen bir konuma sürüklenebilir.

Fransa'nın kuzeydoğusundaki Soissons kasabası yakınlarındaki açık alanda, Fransa ve Belçika'nın ortak askeri tatbikatına katılan piyadeler (AFP)Fransa'nın kuzeydoğusundaki Soissons kasabası yakınlarındaki açık alanda, Fransa ve Belçika'nın ortak askeri tatbikatına katılan piyadeler (AFP)

Avrupa, mevcut sıkıntılara rağmen hâlâ büyük, zengin ve teknolojik olarak gelişmiş bir güç. Ancak Moskova’yı ciddi müzakerelere ikna edebilecek güçlü bir yeniden silahlanma programına gerçekten ihtiyaç duyuyor.

İkna için ikinci unsur ise AB’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra aşamalı olarak uyguladığı yaptırımlar çerçevesinde dondurulan ya da el konulan Rus varlıkları konusundaki çıkmazın aşılması. Moskova, Avrupa’daki değeri yaklaşık 210 milyar dolar olarak tahmin edilen bu varlıkların çözümü için bir formül arıyor. Buna karşın, Avrupa’da bu varlıkların Ukrayna’ya destek amacıyla kullanılmasını savunan görüş, savaşın ömrünü uzatacak ve kıtayı gereksiz bir Rusya karşıtlığı konumuna sürükleyecek bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor.

Kimilerine göre Kremlin yalnızca ‘güç dilinden’, Beyaz Saray ise yalnızca ‘iş dilinden’ anlıyor; bu nedenle Avrupa her iki dili de öğrenmek zorunda. Fakat buna itiraz edenler, Washington’a dair değerlendirmenin doğru olduğunu, Kremlin’e yönelik değerlendirmenin ise yanıltıcı olduğunu savunuyor.

Gerçekte ise bu denklemin tamamının gerekli olmayabileceği ifade ediliyor. Avrupa’nın iki dili birden öğrenmekten ziyade, tarihi bilen ve geleceğe dair net vizyonlar ortaya koyacak gerçek liderler yetiştirmesi gerektiği vurgulanıyor. Ancak bu şekilde ‘medeniyet erozyonu’ ve ‘kimliklerin silinmesi’ gibi kaygıların önüne geçilebileceği ileri sürülüyor. Peki, bu ‘mucize’ mümkün mü? Bu soru, Avrupa’nın karşı karşıya olduğu stratejik belirsizliğin merkezinde yer alıyor.


Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?
TT

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, dün Washington'un küresel rolüne ilişkin bakış açısında derin dönüşümü yansıtan, uzun zamandır beklenen yeni bir stratejiyi duyurdu. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana hakim olan ve “tek süper güç” konumunu korumaya dayanan geleneksel model yerine belge, ABD'nin odağının, yönetimin doğrudan çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı gördüğü bölgelere, özellikle de Latin Amerika bölgesine ve göç meselesine kayacağını ortaya koyuyor.

Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Trump'ın, daha önceki yönetimlerinkinden kökten farklı, “Önce ABD” sloganına dayanan, uluslararası sistemin artık dünyanın her bölgesinde geniş bir Amerikan katılımı politikasına izin vermediği inancını temel alan bir vizyon benimsediğini gösteriyor. Belge, Çin'i göz ardı etmeyip, en büyük rakip olarak görse de son dönemdeki Amerikan stratejilerine hâkim olan geleneksel “Asya'ya odaklanma” yaklaşımından uzaklaşıyor.

Trump, belgenin girişinde, “Yaptığımız her şeyde ABD'yi ön planda tutuyoruz” ifadesini kullandı. Belge, bu stratejinin uluslararası ilişkiler ve ittifakların kökten yeniden değerlendirilmesini gerektirdiğini de belirtiyor. Amaç artık geniş kapsamlı bir liberal dünya düzenini desteklemek değil, dış yükleri azaltıp “doğrudan gelir” alanlarına yoğunlaşarak Amerikan gücünü korumak. Belge ayrıca, “kitlesel göç çağının sona ermesi gerektiğini” ve ABD sınırlarına doğru göçü engellemek için Avrupa ve Latin Amerika içinde adımlar atacağını da vurguluyor.

Geleneksel Amerikan söyleminden açık bir şekilde kopan strateji, “ABD'nin meşum küresel egemenlik ilkesini sürdürmeyi reddettiğini” vurguluyor. Bu açıklama, son Amerikan belgelerinde eşi benzeri görülmemiş bir şey, zira küresel hegemonyayı sürdürmenin maliyetlerinin fahiş ve sürdürülemez hale geldiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.

Strateji, Washington'un başta Çin ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin aşırı nüfuz kazanmasını önlemek için çalışacağını ifade ediyor, ancak bunun “dünyanın tüm büyük ve orta güçlerinin nüfuzunu sınırlamak için kan dökeceği ve servet harcayacağı anlamına gelmediğini” vurguluyor.

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm

Belge, son on yıllardaki en önemli askeri dönüşümlerden birini içeriyor ve kaynakları Batı Yarımküre'ye yönlendirirken, “acil tehditlerle başa çıkmak için küresel askeri duruşumuzu revize etme” sözü veriyor. Bu, Ortadoğu gibi bir zamanlar hayati önem taşıyan bölgelere olan Amerikan ilgisinin fiilen azalması anlamına geliyor.

Stratejik belgenin temel küresel meseleler hakkındaki duruşu şöyle:

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters) ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters)

Avrupa: Müttefik bir bölge, ancak eşi görülmemiş eleştirilerin konusu

Belge, Avrupa'ya yönelik sert bir dil kullanıyor; bu dil, önceki ABD ulusal güvenlik belgelerinde nadiren kullanılmıştır. Avrupa'nın göç nedeniyle “kültürel erozyon” ile karşı karşıya olduğunu iddia ediyor ki bu söylem, Avrupa aşırı sağının söylemine çok benziyor. Belge, bazı Avrupa ülkelerinin on yıllar içinde “Avrupalı ​​olmayan çoğunluk” haline gelebileceğine ve bunun kıtanın demografik ve siyasi doğasını değiştirebileceğine işaret ediyor.

Belge, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirilmesi” çağrısında bulunuyor; bu ifade, milliyetçi ve sağcı partilerin lehine Avrupa'daki iç siyasi tartışmalara doğrudan müdahaleyi yansıtıyor. Avrupa'da aşırı sağ söylemlere getirilen kısıtlamalara atıfta bulunarak, “ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını” eleştiriyor. NATO’nun genişlemesine karşı çıkışını yineliyor ve bu da Rusya ile savaş halindeki Ukrayna'nın ittifaka katılma umutlarını suya düşürüyor.

Strateji, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi nedeniyle Avrupa'nın küresel ekonomideki payının azalmasının “daha karanlık bir olasılığın, Avrupa medeniyetinin aşınmasının” habercisi olduğunu savunuyor. Güçlü tepkiler içeren bir duruş ile Almanya, “dışarıdan tavsiyeye ihtiyacı olmadığını” belirtti.

Latin Amerika: Trump Doktrini’ndeki yeni ağırlık merkezi

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm, çünkü Monroe Doktrini'ni “Trumpçı” bir yorumla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir vizyon sunuyor. Bölgedeki rejimlerin istikrarını sağlayarak göç dalgalarını önlemeyi amaçlayan ve belgede “Trump Doktrini” olarak adlandırılan bir öneriye yer veriliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre başta Çin olmak üzere bölge dışı güçlerin asker konuşlandırmasının veya kritik altyapıları kontrol etmesinin engellenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor

Belgede, denizdeki uyuşturucu kaçakçılığı şebekelerinin hedef alınması, sol görüşlü liderlere müdahale edilmesi ve Panama Kanalı gibi hayati önemdeki kaynakların kontrol altına alınması gibi önlemler ayrıntılı olarak ele alınıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP) ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP)

1823'te açıklanan Monroe Doktrini'nin bu yeniden canlandırılması, Washington'un son yıllarda uzak durduğu “arka bahçe” politikasına geri döndüğünü gösteriyor; tek fark, yeni versiyonun daha açık ve daha az diplomatik olması.

Asya: Askeri tehditten önce ekonomik bir rakip olarak Çin

Asya'nın stratejik önemine rağmen, belge önceki belgelerden farklı bir yaklaşım sunuyor. Çin'i askeri bir tehditten önce birinci ekonomik rakip olarak görüyor. Tedarik zincirleri ve teknoloji de dahil olmak üzere Çin ile ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Tayvan'daki “statükoyu” korurken, Japonya ve Güney Kore'den adayı korumaya yönelik savunma katkılarını artırmalarını talep ediyor.

Trump ABD’si, Hindistan ile ilişkileri derinleştirmeye ve Hint-Pasifik güvenliğinde öncü bir rol oynamasını teşvik etmeye açık olduğunu da ifade ediyor.

Bu değişim, Trump'ın dünya görüşünün temel bir özelliği olan ekonomik rekabeti genişletme lehine doğrudan askeri odaklanmayı azaltma politikasına işaret ediyor.

Ortadoğu ve Afrika: ABD'nin rolünün azaltılması ve önceliklerin belirlenmesi

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor.

Belge, ABD ve İsrail saldırılarıyla “İran'ın zayıflatıldığına” işaret ediyor, İsrail'in, “güvende” olması gerektiğini vurguluyor ama Trump yönetiminin daha önce kullandığı sert söylemlerden uzak duruyor.

Belge, Suriye ve Irak gibi geleneksel çatışmalardan çok bahsetmiyor. Ayrıca, Afrika'da “yardım yaklaşımından” uzaklaşılarak, hayati önem taşıyan maden ve minerallere odaklanılması çağrısında bulunuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
TT

İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)

Maira Butt 

Geçmişte İrlanda'nın Galway Kontluğu'nun Tuam bölgesinde bekar anneler ve çocuklarının kullanımına ayrılmış bir kuruluşta, bir mezara dair kanıtlar bulundu.

Anne ve bebek evi, yerel tarihçi Catherine Corless'in başını çektiği araştırmanın, 796 bebek ve küçük çocuğun defin kaydı olmadan orada öldüğünü ortaya koymasının ardından, 2014'te uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Temmuzda tesisteki çalışmalarına başlamasından bu yana dördüncü güncellemesini yapan Tuam Yetkili Müdahale Direktörlüğü (Office of the Director of Authorised Intervention, Tuam/ODAIT), "Bu bölgedeki mezarların varlığı artık doğrulandı" diye yazdı.

1925'ten 1961'e kadar faaliyet gösteren tesisin kenarında "çocuk veya bebek büyüklüğünde mezarlar" bulunduğu yeni güncellemede belirtildi:

Mezarların yerleşimi ve büyüklüğü, tesisin bu bölümünde anne ve bebek kurumunun faaliyet gösterdiği zamandan kalma bir mezarlık bulunduğuna dair tutarlı bir kanıt.

İlk değerlendirmelere göre kazıda 4 grup bebek kalıntısı bulundu ve bunlar hepsi geçen ay keşfedilen tabutlara gömülmüş 7 grup insan kalıntısına eklendi. Adli analiz çalışmaları sürdürülüyor.

ODAIT'in aktardığına göre, tarihi belgeler bir mezarlık olasılığını işaret etse de bunun varlığına dair ilk işaretler zemin veya yüzey seviyesinde görünmüyordu.

2017'de yürütülen resmi bir soruşturmada, tesisin başka bir yerine sadece 100 metre mesafedeki yeraltı odalarında "önemli miktarlarda" insan kalıntısı bulunmuştu.

ODAIT Direktörü Daniel MacSweeney, cesetlerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi için en az 160 kişinin DNA örnekleri vermeyi teklif ettiğini RTÉ'ye söyledi:

Deneyimlerimden biliyorum ki bazen kalıntıların keşfi, insanların öne çıkması için bir katalizör görevi görebilir.

Görsel kaldırıldı.Pembe dikdörtgenle çevrilen alan, kazı çalışmalarında mezarlara dair kanıtların bulunduğu çadırı gösteriyor (ODAIT)

2021'de İrlanda lideri Micheal Martin, ülke genelindeki anne ve bebek evlerine yerleştirilen kadın ve çocuklara gösterilen muameleden dolayı devlet adına özür dilemişti.

Bu özür, evlilikdışı hamile kalan anneleri barındıran 18 anne ve bebek evinde 9 binden fazla çocuğun öldüğü sonucuna varılan bir soruşturmanın nihai raporunun ardından gelmişti.

İrlanda parlamentosunda "Orada olmamalıydılar" demişti:

Devlet sizi, bu evlerdeki anneleri ve çocukları hayal kırıklığına uğrattı.

Bu evlerdeki tüm çocukların yüzde 15'inin hastalık ve mide gribi gibi enfeksiyonlardan öldüğü, raporda belirtilmişti. Bu rakam, ülke çapındaki bebek ölüm oranının neredeyse iki katı.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news/uk