Kaoslu bir dünyada İslamofobiyle mücadele

Bu konuya yeteri kadar önem verilmemesinin beraberinde getirdiği ikilem, şimdi insanlığın üzerinde durulmayan uzun bir sorun ve meseleler listesiyle başa çıkıyor olmasından kaynaklanıyor

Bir adam, Hindistan'da “İslamofobiye Hayır” yazılı bir duvarın önünden geçiyor 14 Şubat 2020 (AFP)
Bir adam, Hindistan'da “İslamofobiye Hayır” yazılı bir duvarın önünden geçiyor 14 Şubat 2020 (AFP)
TT

Kaoslu bir dünyada İslamofobiyle mücadele

Bir adam, Hindistan'da “İslamofobiye Hayır” yazılı bir duvarın önünden geçiyor 14 Şubat 2020 (AFP)
Bir adam, Hindistan'da “İslamofobiye Hayır” yazılı bir duvarın önünden geçiyor 14 Şubat 2020 (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid

İslamofobiyle Mücadele Uluslararası Günü Arap ve uluslararası medyada pek ilgi görmeden geçti. Nedeni de İsrail'in savaş ve yıkım makinesinin aşırı bir sertlikle geri döndüğü Gazze'nin durumunun ne olacağına dair artan beklentilere ek olarak, uluslararası toplumun geleceği açısından derin etkilere sahip olması muhtemel Ukrayna'daki çatışmaya ilişkin gelişmelerdi. Bu durumda bugüne dair açıklamaların sınırlı kalması doğaldı ve bunların belki de en önemlisi, BM Genel Kurulu'nda bu gün dolayısıyla yapılan kutlamada Mısır'ın yayınladığı el-Ezher Şeyhi’nin konuşmasıydı.

 

Gerekli BM faaliyetleri

BM Genel Kurulu'nun bu günü sembolik olarak kutlamasının belki de en önemli anlamı, dünyaya ve özellikle Batılı ülkelere, dünyanın sadece dikkat çeken askeri ve ekonomik çatışmalarla sınırlı olmayan büyük meydan okumaları ve sorunları görmezden gelmeye devam ettiğini, bu konu, birbiriyle bağlantılı daha geniş bir meydan okumalar sisteminin ayrılmaz bir parçası olduğundan uluslararası ilginin ön saflarında yer alması gerektiğini hatırlatmaktır.

BM Genel Sekreteri Guterres'in yanı sıra Ezher Şeyhi, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri ve BM Medeniyetler İttifakı Yüksek Temsilcisi’nin konuşmaları da son yıllarda gerilemeyen bir olgudan duyulan endişeyi dile getirdi. Tayyib, İslamofobi kavramının tanımlanmasının ve dinleri nedeniyle Müslümanları hedef alan suçları, ırkçı ve ayrımcı uygulamaları belgelemek için kapsamlı ve güncel veri tabanları oluşturulmasının, olgunun derinleşmesine yol açan yasa ve politikaların izlenmesinin önemini vurguladı.

Medeniyetler İttifakı Yüksek Temsilcisi Moratinos ise önemli gözlemlerde bulundu; Müslümanlara yönelik ayrımcılığın izole bir örüntü olmadığını, aksine etnik milliyetçiliğin, neo-Nazizmin, beyazların üstünlüğü ideolojisinin ve savunmasız grupları hedef alan şiddetin yeniden canlanmasının bir parçası olduğunu belirtti. Bu noktaya daha sonra döneceğiz.

2022 Avrupa İslamofobi Raporu, İslamofobi olgusunun kurumsallaştığını ve Avrupa'da, ardından Asya ve Kuzey Amerika'da önemli ölçüde arttığını ortaya koydu. Raporda, ezan, cami ve peçe yasağı gibi ayrımcı kararlar ve Belçika'nın bazı bölgelerinde dini kesim yasağı gibi pek çok husus sıralandı. Geçtiğimiz yıl (2022) içerisinde başta Fransa, Danimarka, Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve İngiltere olmak üzere birçok Avrupa toplumunda dijital platformlara ve bireylere yönelik gerçekleşen çok sayıda saldırı gözlemlendi.

Avrupa İnsan Hakları Ajansı'nın 2 Ekim 2024 tarihli raporunda da yaşlı kıtada Müslümanların yarısının günlük yaşamlarında ayrımcılığa maruz kaldığı belirtiliyordu. Bu, bir önceki yıla (2023) göre önemli bir artışı temsil ediyor; o yıl yüzde 39 oranında bir artış kaydedilmiş ve Avusturya, Fransa ve Danimarka'da yaklaşık 1.000 nefret suçu rapor edilmişti.

İngiliz hükümetinin, terörle mücadele, havaalanı ve limanlarda polisin, önceden izin almadan şüphelileri tutuklama ve gözaltına alma yetkisine zarar verebileceği yönündeki uzman ve bilirkişilerin uyarılarının ardından, İslamofobi kavramını benimsemekten kaçınması da dikkat çekici. BM raporları ayrıca mal ve hizmetlere, istihdam ve eğitime erişimde Müslümanlara ayrımcılık yapıldığını da kaydediyor.

Kapsamlı format

BM Medeniyetler İttifakı Yüksek Komiseri Moratinos'un vurguladığı, Müslümanlara yönelik bu ayrımcılığın etnik milliyetçilik, neo-Nazizm ve beyaz ırkın üstünlüğü ideolojisinin yeniden canlanmasının bir parçası olduğu hususu, son derece geçerli bir gözlem. Ne var ki insanlık tarihinde kronik olan, çağlar boyunca din savaşları ile vücut bulmuş, Haçlı Seferleri’nin yanı sıra Avrupa'daki din savaşları ile zirveye ulaşmış bir olguyu tanımlamak için tek başına yeterli değil.

Gerçek şu ki paradoks büyük ve Batı Oryantalizminin uzun geçmişi, çoğunlukla tarih boyunca İslam ve Müslümanlar hakkında yanlış bir imaj inşa edilmesinin kökenlerine işaret ediyor. Bu zihinsel imaj, eğitim faaliyetlerine ve kiliselere egemen oldu ve Batı zihninin tarihsel olarak şekillenmesinde tehlikeli bir rol oynadı. Tarihsel olarak bu imaj egemendi ve Avrupa kendisinden ancak yakın bir zamanda, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kısa bir süreliğine kurtulabildi. Çünkü bu savaşta insanlık, aşırı ırkçı ve milliyetçi düşüncenin tehlikesini ve bunun sonucunda dünya halklarının ödediği ağır bedeli keşfetmişti. Daha sonra da kısa bir süreliğine de olsa daha ideal bir dünya inşa etmeye çalışan diğer bir akım olan liberalizm yükselişe geçti.

Aslında, yabancı göçün artmasının tek nedeni, Avrupalıların kısa süren hoşgörüsü değildi. Aynı zamanda Avrupa işgücü piyasalarında Güney ülkelerinden ucuz işgücüne ihtiyaç vardı ve başlangıçta bunu belirli bir dine mensup insanlarla sınırlamak veya belirli uyrukluları dışlamak mümkün değildi. Avrupa'ya göçler, büyük ölçüde Avrupa ülkelerinin sömürge tarihiyle bağlantılı tarihi, coğrafi ve dilsel nedenlerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle özellikle Kuzey ve Batı Afrika ülkelerinden bazı Avrupa ülkelerine yüksek oranda göç ve sığınma hareketi yaşandı.

Yukarıda saydığımız boyutlara ek olarak, Batı'nın siyasi İslam unsurlarına kucak açması ve bu unsurların tarihsel olarak Batı çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanılması paradoksu da var. Bu durum, Rusya'nın geçen yüzyılın son çeyreğinde Afganistan'a saldırmasından bu yana devam ediyor.

Gerçek şu ki, komünist Sovyet kampına karşı liberal demokratik anlatının kullanıldığı, Soğuk Savaş'ın zirvesinin temsil ettiği Batılı liberal anlatının ve mantığının en gelişmiş aşamalarında bile, Müslümanlara ve hatta genel olarak beyaz olmayanlara karşı ırkçılık ve nefret olayları tamamen yok değildi. Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde Batı toplumlarıyla etkileşime girenlerin bu konuda kendi özel hikâyeleri ve deneyimleri bulunmaktadır.

Irkçılığın geri dönüşünün yüzyılı

Dolayısıyla içinde bulunduğumuz yüzyıl, ırkçılık ve dinsel radikalizm hastalıklarının henüz tam anlamıyla tedavi edilemediği bir ortamda geldi ve kötüleşme, 11 Eylül 2001 hadisesi ve ardından el-Kaide unsurları ile diğerlerinin farklı zaman dilimlerinde dahil olduğu şiddet olaylarıyla başladı. Böylece bir sayfa kapandı ve İslam'a karşı düşmanlığın tırmandığı, Batı dünyasının yaşadığı bütün karmaşa ve çatışmaların sorumlusu olarak İslam'ın gösterilmeye çalışıldığı yeni bir sayfa açıldı.

Aslında olgunun çok yönlü nedenleri bulunuyor ve sadece siyasi İslam olgusundan kaynaklanmıyor, dahası kapsamlı bir yaklaşım gerektiriyor.

Bu nedenlerin başında ekonomik faktörler, özellikle işsizlik ve işgücü piyasasındaki rekabet geliyor. Buradaki ikilem, bu ileri toplumların çoğunun, yasal veya yasa dışı göçmenlerden tamamen kurtulmasının mümkün olmamasıdır. Paradoks şu ki, mesela ABD ve hatta Fransa'daki tarım bölgeleri, burada çalışmaları için geçici tarım işçileri getirmeye başladılar. Ancak sağcı partilerin yabancı işçiler konusundaki aşırılıkçı söylemlerine, bu yabancı işçilerin kabul ettiği düşük ücretler karşılığında zor işleri artık yapamayacak olan vatandaşlardan iş fırsatlarını çaldığına dair propagandalarına da izin veriliyor.

Batılı halkların ve çeşitli ölçülerde bütün dünya halklarının maruz kaldığı çifte standartlar da bu nedenler arasında yer alıyor. Batı'nın Ukrayna halkına duyduğu sempatiye karşılık, Suriyeli mültecilere yönelik katılığı hâlâ hafızalarda olabilir. Ayrıca Filistin halkına yönelik farklı düzeylerdeki sempati de bu konuda güzel bir delildir.

En önemli neden, daha önce de belirttiğimiz gibi, Batı kültüründe derin kökleri bulunan ve tarihsel olarak liberal ve aşırı milliyetçi akımlar arasında bir diyalektik deneyimi yaşayan aşırı sağın dünyanın birçok yerinde yükselişte olması. Bu sağcı hareketin aynı zamanda zihinleri bulandırmak ve aşırı düşünceleri yaymak için kullandığı söylemleri var. Birçok Müslüman göçmenin davranışlarında da bu korkuları besleyen sebepler bulmak kolay. Özellikle de bazı göçmen gruplar arasında aşırı İslamcı dini eğilimlerin veya Batı toplumlarının kültürünü kabul etmekten uzak, izolasyoncu arzuların var olduğu dikkate alındığında.

Sonuç olarak Müslümanlara yönelik aşırılıkçılık sorunu, üzerinde ciddiyetle durulması gereken meselelerden biri haline gelmiştir. Ancak İslamofobi olarak adlandırılan bu konuya yeteri kadar ilgi gösterilmemesinin beraberinde getirdiği ikilem, şimdi insanlığın üzerinde durulmayan uzun bir sorun ve meseleler listesiyle başa çıkıyor olmasından kaynaklanıyor. Buna bir de siyasi, askeri ve ekonomik çatışmalardan kaynaklanan çözülemeyen hayal kırıklıkları ve zorluklar, özellikle de yoksulluk, servetin adaletsiz dağılımı, iklim değişikliği sorunları vb. ekleniyor. Böylece tehlike ve istikrarsızlık hissini derinleştiren, giderek artan hayal kırıklığı döngüleri tamamlanıyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Pentagon, Tahran ile artan gerilimin ortasında bölgeye uçak gemisi gönderiyor

USS Carl Vinson uçak gemisi, 5 Mart 2018 (AFP)
USS Carl Vinson uçak gemisi, 5 Mart 2018 (AFP)
TT

Pentagon, Tahran ile artan gerilimin ortasında bölgeye uçak gemisi gönderiyor

USS Carl Vinson uçak gemisi, 5 Mart 2018 (AFP)
USS Carl Vinson uçak gemisi, 5 Mart 2018 (AFP)

ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, İran'ın nükleer programı nedeniyle Washington ile Tahran arasında gerilim artarken ve ABD'nin Husilere yönelik saldırıları devam ederken, Ortadoğu'ya bir uçak gemisi ve bir savaş uçağı filosu da dâhil olmak üzere ilave takviye kuvvet gönderilmesi talimatı verdi.

USS Carl Vinson uçak gemisinin Hint-Pasifik'teki manevralarını tamamlar tamamlamaz bölgeye ulaşması bekleniyor.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Sean Parnell dün yaptığı açıklamada, Pentagon’un USS Harry S. Truman uçak gemisi grubunun konuşlandırılma süresini de uzatmaya karar verdiğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Bloomberg'den aktardığına göre, bölgede aynı anda iki uçak gemisinin bulunması, geçen yıl Joe Biden yönetimininkine benzer bir güç gösterisini yansıtan nadir bir hareket.

Parnell, “Savunma Bakanı Hegseth, İran ya da bölgedeki vekil güçleri tarafından tehdit edilmeleri halinde ABD'nin güçlerini ve çıkarlarını korumak için kararlı bir şekilde harekete geçeceğini vurguladı” dedi. Parnell ayrıca, Hegseth’in ‘hava savunma kabiliyetlerini arttırmak üzere bölgeye ilave filoların ve diğer hava unsurlarının’ konuşlandırılması talimatı verdiğine dikkat çekti.

Parnell yaptığı açıklamada, USS Carl Vinson'un USS Harry S. Truman'a katılarak ‘hava savunma kabiliyetlerini daha da arttıracağını’ söyledi. Parnell, “Bölgesel istikrarı desteklemeye devam etmek, saldırganlığı caydırmak ve bölgedeki serbest ticaret akışını korumak için bu adım atılıyor” dedi.

Söz konusu gelişme, İran Dini Lideri Ali Hamaney'in herhangi bir ABD ya da İsrail saldırısına ‘sert bir misilleme saldırısı’ ile karşılık verileceği tehdidinde bulunmasının ardından geldi.

Bu tehdit, ABD Başkanı Donald Trump'ın nükleer programından vazgeçmesi için bir anlaşmayı kabul etmemesi halinde İran'ı bombalama tehdidine yanıt olarak geldi.

Geçtiğimiz hafta İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Trump yönetiminin ‘askeri tehditleri’ devam ettiği sürece ülkesinin ABD ile doğrudan müzakerelerde bulunmayı reddettiğini açıkladı.

Trump, hafta sonu NBC News'e verdiği bir demeçte, “Eğer bir anlaşmaya varmazlarsa, daha önce hiç görmedikleri şekilde bir bombardıman olacak” ifadesini kullandı.

Trump, pazartesi günü Truth Social platformu aracılığıyla Husileri ve İranlıları, gemilere yönelik saldırıların durmaması halinde ‘daha büyük adımların atılacağı’ konusunda uyardı. Trump, “Onlar seyrüsefer özgürlüğünü tehdit etmeyi bırakana kadar saldırılarımız devam edecek” dedi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun (DMO) Füze Birimi Komutanı Emir Ali Hacızade pazartesi günü yaptığı açıklamada, “Amerikalıların İran'ı çevreleyen bölgede en az 10 üssü ve 50 bin askeri var. Kimin camdan bir evi varsa insanlara taş atmamalı” ifadelerini kullandı.

İran Dini Lideri’nin danışmanlarından Ali Laricani, ABD tarafından saldırıya uğraması halinde İran'ın nükleer silah üretme yoluna gidebileceğini ima etti. Devlet televizyonuna konuşan Laricani şu ifadeleri kullandı: “Dini Lider’in fetvası nükleer silahları yasaklıyor ama ABD bir hata yaparsa İran halkı nükleer silah üretilmesini talep etmek zorunda kalabilir. Amerikalıların kendi akil adamları, İran'a saldırırlarsa onu nükleer silahlara doğru iteceklerini anlamış durumda.”

Şarku’l Avsat’ın Washington Free Beacon'dan aktardığına göre, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü James Hewitt, “Başkan Trump ve yönetimi askeri tehditlere müsamaha göstermez” dedi.

Batılı güçler, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) İran'ın yüzde 60 uranyum stokunun altı bomba üretmeye yetecek miktarda olduğunu bildirmesinin ardından, Tahran'ın zenginleştirme oranını nükleer silah üretimi için gerekli olan yüzde 90'a çıkarmak istemesi halinde İran'ın nükleer programının yön değiştirebileceğinden endişe ediyor.