İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından Türkiye'nin siyasi geleceği

Seçimlerin 2028 yılında yapılması planlanıyor

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasını protesto eden bir gösterici polis memurlarının önünde Türk bayrağı tutarken, 23 Mart 2025 (Reuters)
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasını protesto eden bir gösterici polis memurlarının önünde Türk bayrağı tutarken, 23 Mart 2025 (Reuters)
TT

İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından Türkiye'nin siyasi geleceği

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasını protesto eden bir gösterici polis memurlarının önünde Türk bayrağı tutarken, 23 Mart 2025 (Reuters)
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasını protesto eden bir gösterici polis memurlarının önünde Türk bayrağı tutarken, 23 Mart 2025 (Reuters)

Ömer Önhon

Türkiye'de yaşanan son siyasi kriz, Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasının çok ötesine geçerek ülkenin geleceğini tehlikeye soktu.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı İmamoğlu 19 Mart'ta gözaltına alındı ve bundan dört gün sonra, 23 Mart'ta resmen ‘yolsuzlukla’ suçlandı. İmamoğlu, ‘terör örgütüne yardım etme’ suçlamasından beraat etmesine rağmen Başsavcılık, mahkemenin kararına itiraz etti.

İmamoğlu şu anda İstanbul'a yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta bulunan ve yüksek profilli tutukluların kalmasıyla ünlü Silivri’deki Marmara Cezaevi'nde tutuluyor. Silivri'de yıllarca aralarında emekli subaylar, siyasi parti liderleri, milletvekilleri, gazeteciler ve 2013 yılındaki Gezi Parkı protestolarına katılanların da bulunduğu çok sayıda kişi kaldı. Bu kişilere yöneltilen suçlamalar hükümeti devirmeye teşebbüsten terörizme destek vermeye kadar çeşitlilik gösteriyor.

Silivri'de gözaltına alınanlar arasında Gezi Parkı protestolarının planlayıcısı olmakla suçlanan iş insanı Osman Kavala, şimdiki Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nin (EDP) öncülü olan Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) eski eş başkanı Selahattin Demirtaş ve Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ öne çıkıyor. İmamoğlu şimdi Silivri’deki bu önde gelen isimler kervanına katıldı.

Yasal olarak atılacak bir sonraki adım, mahkemenin bir iddianame hazırlaması ve ardından İmamoğlu ve diğer tutukluların yargılanması olacak olsa da henüz herhangi bir takvim belirlenmiş değil.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve muhalefet kanadındaki diğer partilerin yüz binlerce destekçisinden oluşan büyük kalabalıklar, İmamoğlu'nun tutuklanmasından bu yana her gün, başında bulunduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bulunduğu Sarnıç Meydanı'nda toplanıyor. Hükümeti ve yargıyı protesto ediyor, İmamoğlu ve diğer tutuklularla dayanışma içinde olduklarını ifade ediyorlar.

Türkiye'nin hemen her şehrine yayılan gösterilerde üniversite öğrencileri başrolü üstlenirken ilginç bir şekilde rahatlık ve özgürlük arayışında olan bir nesil olarak bilinen ‘Z Kuşağı’ üyeleri beklenmedik bir kararlılık ve direnç gösterdi.

cvfgbh
CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul'da Çağlayan Adliyesi olarak bilinen Adalet Sarayı'nda adli makamlara ifade verdikten sonra destekçilerine seslendi, 31 Ocak 2025 (Reuters)

Öte yandan polis İzmir, Ankara ve İstanbul'da protestoculara karşı birçok kez tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz kullandı. Çatışmalar hafif yaralanmalara sebep olurken, herhangi bir ölüm olayı ya da ciddi hasar rapor edilmedi. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, beş gün süren olaylar sırasında 123 polis memurunun yaralandığını ve aralarında çok sayıda gazetecinin de bulunduğu bin 133 kişinin gözaltına alındığını açıkladı.

Gelecekte bizi ne bekliyor?

Yasal olarak atılacak bir sonraki adım, mahkemenin bir iddianame hazırlaması ve ardından İmamoğlu ve diğer tutukluların yargılanması olacak olsa da henüz herhangi bir takvim belirlenmiş değil. Türkiye'de yargıya yönelik temel eleştirilerden biri, iddianame hazırlamanın ve mahkemeye çıkmanın uzun zaman alması. Tutuklular davaları görülmeden aylarca hatta yıllarca cezaevinde kalabiliyor. Örneğin Ümit Özdağ 63 gündür cezaevinde hakkındaki iddianamenin hazırlanmasını bekliyor.

CHP, İmamoğlu'nun olası cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik kamuoyu desteğine dair nabız yoklaması yapmak için 1,7 milyon üyesinin yanı sıra genel kamuoyuna açık bir iç ön seçim yaptı.

İdari olarak hem İBB Başkanı İmamoğlu hem de Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık yolsuzluk suçlamasıyla tutuklandılar, ancak terörle ilgili suçlamalardan -en azından mevcut aşamada- aklandılar. Bu da haleflerinin, ana muhalefet partisi CHP'nin çoğunlukta olduğu belediye meclisleri tarafından seçileceği ve belediye başkanlığının partinin elinde kalacağı anlamına geliyor. İBB ve Beylikdüzü belediye başkan vekillerinin bugün seçilmesi planlanıyor.

Öte yandan Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ‘terörü desteklediği’ suçlamasıyla tutuklandı ve yerine seçimle vekil değil, kayyum atandı. Birçok kişi, yaygın protesto gösterileri olmasaydı, tutuklamalardan etkilenen muhalefete bağlı tüm belediyelere kayyum atanabileceğine inanıyor.

hyju
Tutuklanan İBB Başkanı ile dayanışma için İstanbul'da düzenleen yürüyüşte göstericiler pankartlar ve Türk bayrakları taşıdı, 23 Mart 2025 (AFP)

Muhalif politikacılar ve protestocular, yargıyı iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) lehine ‘açıkça önyargılı olmakla’ suçlayarak öfkelerini dile getirirken muhaliflere karşı hızlı ve kararlı bir şekilde hareket eden mahkemelerin -çoğunlukla gizli tanıkların ifadelerine dayanarak- eski başbakanlar, bakanlar ve belediye başkanları da dahil olmak üzere iktidar partisi yetkililerine yönelik belgelenmiş yolsuzluk ve suiistimal suçlamalarını görmezden geldiğini söylüyorlar.

Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın destekçileri, muhalefeti ‘kaosu körüklemeye ve ülkeyi istikrarsızlaştırmaya çalışmakla’ suçluyor. Erdoğan'ın dünkü kabine toplantısının ardından sokaklara dökülen milyonları ‘vandallar’ olarak nitelendirmesi de tepkilere yol açtı. Muhalefet liderleri ve siyasi analistler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözlerini, ‘destekçilerini harekete geçirmek ve kasıtlı olarak ortamı alevlendirmek suretiyle iktidarını güçlendirmek için toplumsal bölünmeleri istismar etmesinin bir başka örneği’ olarak değerlendirdiler.

Bu arada İmamoğlu'nun avukatları, mahkeme kararının yanı sıra üniversite diplomasını iptal eden bir diğer mahkeme kararını temyize götürmeye hazırlanıyor.

CHP, İmamoğlu'nun olası cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik kamuoyu desteğine dair nabız yoklaması yapmak için 1,7 milyon üyesinin yanı sıra genel kamuoyuna açık bir iç ön seçim yaptı. Türkiye'nin büyük şehirlerinde, belediye binalarından restoranlara kadar çeşitli mekanlarda oy verme merkezleri kuruldu.

Merkez Bankası, liranın yabancı para birimleri karşısında çöküşünü önlemek için müdahale ederek büyük miktarlarda döviz satışı yaptı. Rezervleri yaklaşık 25 milyar dolar azalttı. Bankacılık sektörü piyasa değerinin yüzde 25'ini kaybetti.

Tıpkı resmi seçimlerde olduğu gibi, insanlar sandık başına giderek İmamoğlu'nun fotoğrafı ve ‘adaylığını destekliyorum’ yazılı bir kağıdı sandığa attı. Bir günlük girişimin sonunda CHP Genel Başkanı Özgür Özel, yaklaşık 15 milyon kişinin İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklemek için oy kullandığını açıkladı. Bu kayda değer katılım, erken seçimlere yönelik halkın yaygın özleminin bir göstergesi olarak görüldü.

Olağan takvime göre Türkiye'de bir sonraki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin 2028 yılında yapılması planlanıyor.

Anayasaya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2028 yılında yeniden aday olamıyor. Ancak iktidardaki AK Parti bu engeli aşmaya kararlı görünüyor ve bunu yapmasına izin verebilecek birkaç anayasal mekanizma var. Meclisteki 600 milletvekilinden 360'ının anayasa değişikliği lehinde oy kullanması halinde, teklif referanduma sunulacak ve geçerli oyların çoğunluğunun desteğini alması halinde kabul edilecek. Eğer 400 milletvekili değişiklik lehinde oy kullanırsa, referanduma gerek kalmadan doğrudan kabul edilmiş olacak. AK Parti'nin 272, müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) ise 47 milletvekili olmak üzere toplam 319 milletvekili bulunuyor. Ancak bu sayı gerekli olan 360 barajının altında kalıyor.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önünde bir seçenek daha var. O da Seçim tarihinden önce parlamentoyu feshetmek. Ancak bu seçenek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ikinci dönemini tamamlamadığını iddia etmesine ve böylece yeniden aday olmasına olanak sağlayabilir.

Erken seçime gidilip gidilmeyeceği ve gidilirse Ekrem İmamoğlu'nun aday olup olamayacağı henüz bilinmiyor. Ancak muhalefetin alternatifi yok değil. CHP lideri Özel, acil durum planları olduğunu belirtti.

Bu arada Türkiye’nin halihazırda art arda gelen krizlerle sarsılan ekonomisi, son siyasi çalkantıların yansımalarından da etkilendi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2023 yılında bakanlık görevini devraldığından bu yana ekonomik dengeyi yeniden sağlamaya çalışsa da sınırlı ilerleme kaydedebildi. Resmi verilere göre enflasyon oranı yüzde 39,05'e düşse de bu rakamlara şüpheyle bakılıyor. Aynı şekilde veriler döviz rezervlerinin arttığına işaret ediyor. Türkiye'nin kredi notu uluslararası kuruluşlar tarafından yükseltildi.

Türkiye’nin önde gelen ekonomistlerinden Mahfi Eğilmez'e göre son olaylar ekonomiye ağır bir darbe vurdu ve borsa yaklaşık iki trilyon lira değer kaybetti. Büyük bir sermaye çıkışı yaşandı. Kamu borcu risk oranı (CDS) 250'den 328 baz puana yükseldi.

Merkez Bankası, liranın yabancı para birimleri karşısında çöküşünü önlemek için müdahale ederek büyük miktarlarda döviz satışı yaptı. Rezervleri yaklaşık 25 milyar dolar azalttı. Bankacılık sektörü piyasa değerinin yüzde 25'ini kaybetti.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, İmamoğlu'nun tutuklanmasıyla eş zamanlı olarak Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ‘harika bir görüşme’ yaptığını ve ikili ilişkilerde ‘olumlu gelişmeler’ beklediğini açıkladı.

Bakan Şimşek'in istifa edebileceğine dair söylentiler vardı, ancak kendisi sosyal medya üzerinden bunu yalanlayarak piyasaların istikrarını sağlamak için çalışmalarına devam ettiğini vurguladı.

Uluslararası tarafların tutumları, jeopolitik çıkarların ilkelerin ve ‘siyasi gerçekçiliğin’ hukukun üstünlüğüne bağlılığın önüne geçtiğini açıkça yansıtıyor.

Avrupa Parlamentosu'nun (AP) Türkiye Daimi Raportörü Nacho Sanchez Amor'un Ankara’yı ‘tam teşekküllü otoriter bir devlete doğru tam hızla ilerlemekle’ suçlayan büyük sözler sarf etmesine rağmen daha önce daha az ciddi olaylar nedeniyle Ankara'yı çok daha fazla eleştiren Avrupa Birliği (AB) liderleri, ürkek ve sulandırılmış açıklamalar yapmakla yetindiler.

AB, insan hakları konularından ziyade Türkiye'nin savunma kapasitesini ve bölgesel güvenliğini güçlendirmek için iş birliği yapmasını sağlamakla ilgileniyor gibi görünüyor. Aynı şekilde ABD de doğrudan bir eleştiriden kaçındı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce, Türkiye'nin iç meseleleriyle ilgili ayrıntılara girmeden, Washington'ın insan hakları ve adil yargılama konusundaki genel tutumunu yinelemekle yetindi.

v fgbhn
İBB Başkanı İmamoğlu’nun tutuklanmasını İBB binası önünde protesto edenler, 23 Mart 2025 (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, İmamoğlu'nun tutuklanmasıyla eş zamanlı olarak Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ‘harika bir görüşme’ yaptığını ve ikili ilişkilerde ‘olumlu gelişmeler’ beklediğini açıkladı.

Öte yandan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın olası bir ABD ziyaretine hazırlık amacıyla ABD'li mevkidaşı Marco Rubio ile iki tarafı da ilgilendiren konuları görüşmek üzere yarın Washington'da olacak. Ancak İmamoğlu'nun tutuklanması ve buna eşlik eden siyasi krizin bu görüşmelerde öne çıkması pek olası görünmüyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.