İran-İsrail düellosu Trump'ı bekliyor

Tel Aviv “hedeflerine ulaşmadan” müzakere etmeyi reddediyor... Tahran “güçlü bir yanıt” sözü verdi

srail polisi, dün, Tel Aviv yakınlarında bulunan Herzliya'daki bir bölgede İran hava saldırılarından yükselen dumanlar arasında (AFP)
srail polisi, dün, Tel Aviv yakınlarında bulunan Herzliya'daki bir bölgede İran hava saldırılarından yükselen dumanlar arasında (AFP)
TT

İran-İsrail düellosu Trump'ı bekliyor

srail polisi, dün, Tel Aviv yakınlarında bulunan Herzliya'daki bir bölgede İran hava saldırılarından yükselen dumanlar arasında (AFP)
srail polisi, dün, Tel Aviv yakınlarında bulunan Herzliya'daki bir bölgede İran hava saldırılarından yükselen dumanlar arasında (AFP)

Bütün gözler, bugün altıncı gününe giren İran-İsrail düellosunda nerede duracağını görmek için ABD Başkanı Donald Trump'ın üzerinde.

Trump'ın Kanada'daki G7 zirvesinden erken ayrılması, “Tahran'ı derhal boşaltın” çağrısı yapması ve ardından ulusal güvenlik ekibiyle toplantıya gitmesi, savaş ya da müzakere yolunu zorlayan kararlar alacağına dair soru işaretleri yarattı. ABD basınında Trump'ın savaşa girmeyi ve İran'ı vurmayı düşündüğü yönünde haberler yer alırken, Reuters'in üç ABD'li yetkiliden aktardığına göre ABD ordusu Ortadoğu'ya daha fazla savaş uçağı konuşlandırıyor ve İsrail ile İran arasındaki savaş şiddetlenirken bölgedeki ABD askeri güçlerini arttırıyor.

Trump ulusal güvenlik ekibiyle yaptığı toplantının ardından İran'a karşı sert bir tutum sergileyerek dün şunları söyledi: "Artık İran'ın hava sahası üzerinde tam kontrolümüz var. Tahran'ın çok sayıda gözetleme ve hava savunma sistemi vardı ama bunlar bizim Amerikan tasarımı ve üretimi teknolojilerimizle boy ölçüşemez." Truth Social aracılığıyla yaptığı açıklamada, "Lider Ali Hamaney'in tam yerini biliyoruz. Kolay bir hedef ama ABD'li sivillere ya da askerlere zarar vermemek için şimdi hedef almayacağız... Sabrımız tükeniyor." Sözlerini bir uyarı tonuyla bitirdi: “Kayıtsız şartsız teslim olun.”

İsrail Hava Kuvvetleri dün şafak vakti İran'daki Devrim Muhafızları ve düzenli ordu üslerine “büyük saldırılar” düzenleyerek İsfahan, Tebriz, Natanz, Necefabad ve Şira'da karadan karaya füze ve insansız hava araçlarına ait onlarca depo, tesis ve rampayı hedef aldı.

En ağır saldırılar akşam saatlerinde İran Hava Kuvvetleri'nin ana üssü olan İsfahan'ın merkezindeki 8. Muharip Hava Üssü'ne düzenlendi. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre birkaç saat içinde İran Devrim Muhafızları Tel Aviv ve Hayfa'ya beş ila sekiz balistik füze atarak karşılık verdi ve ateş yoğunluğunun azaltılmasını Demir Kubbe'yi şaşırtan “küçük patlamalara” dayanan “taktiksel bir değişiklik” olarak tanımladı. İran, İsrail'in Askeri İstihbarat Müdürlüğü ve bir Mossad operasyon merkezini hedef aldığını belirtti.

İran daha sonra güney İsrail'e füze fırlattı ve nükleer tesise ev sahipliği yapan Dimona şehri de dahil olmak üzere birçok şehirde hava saldırısı sirenleri çaldı.

Daha sonra İran Genelkurmay Başkanı Abdürrahim Musevi televizyonda yayınlanan mesajında güçlü bir karşılık verileceği sözünü vererek, "Şu ana kadar gerçekleştirilen operasyonlar caydırıcılık amaçlı bir uyarı niteliğindedir. Cezalandırıcı operasyonlar yakında gerçekleştirilecektir" ifadelerini kullandı. İran yargı sözcüsü Aşgar Cihangir, Lider Ali Hamaney'in “henüz bir savaş hali ilan etmediğini” vurguladı.

İsrail'de ordu, hedeflerine ulaşmadan önce İran'la savaşı durdurmak için herhangi bir müzakereye başlamayı reddettiğini göstererek, “gizli ve benzeri görülmemiş” olduğunu ve ‘sürpriz’ oluşturacağını, “İranlılara zarar vereceğini” söylediği yeni hedeflere saldırarak askeri operasyonu genişletme niyetini doğruladı. İsrail Genelkurmay Başkanlığı'ndan üst düzey bir yetkilinin dün basına yaptığı açıklamalarda ordu, operasyonları genişletme arzusunu İran rejiminin liderlerini takip etmeye, nükleer kapasitelerini, füze ve insansız hava araçları cephaneliğini ve savunma sistemlerini yok etmeye odaklanan “kazanımlarını tüketmemeye” bağladı.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Hamaney'e uyarıda bulunarak “Tahran'ın İsrail'e yönelik füze saldırılarını sürdürmesi halinde, Irak'ın merhum Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin ile aynı kaderi paylaşabileceğini” ifade etti.



Baba İran’ın dağılmasının ardından yetimlerin kaderi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Baba İran’ın dağılmasının ardından yetimlerin kaderi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bölgede şu anda İran ile bağlantılı siyasi grupların ve silahlı örgütlerin kaderinde radikal bir değişime yol açacak iki bileşik olay yaşanıyor.

İran rejiminin bölgede bir asrın üçte biri boyunca askeri bir istisna olarak övündüğü stratejik askeri yapının “örümcek ağından daha zayıf olduğu” kanıtlandı. Bu durum, devlet yapılarının, kurumlarının ve toplumlarının İran’a bağlı olan grup ve örgütlere karşı seslerini yükseltmelerinin kapısını aralayacaktır.

Diğer olay da açıklanan ve üzerinde mutabakata varılan Türkiye ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki askeri/siyasi bağlamdır. Bu bağlam, özellikle uzun vadede İran için büyük bir jeopolitik meydan okuma oluşturacaktır.

PKK'nın en zorlu coğrafi bölgelerden birinde 40 yıl boyunca biriktirdiği silah cephaneliği ile askeri altyapıyı dağıtması, özellikle bölgemizde, direniş hareketlerinin nihayetinde, başarabileceklerine dair bir model sunmaktadır ve bu hareketlerin çoğu İran ile siyasi araçlarına bağımlıdırlar.

PKK'nın olağanüstü kararıyla inşa edeceği şey, bölgemizin siyasi deneyimleri boyunca eksik olan bir “model” sunmak olacaktır. Zira yaşanacak olan bölgenin, 40 yıldır silahlı eylemde bulunan bir örgütün deneyimiyle, çözümsüz sorunlarını çözmek için tamamen farklı bir mekanizma ve süreçle karşılaşacak olmasıdır. 40 yıldır silahlı eylemini sürdüren ve bölgenin askeri açıdan en güçlü ve uluslararası karar alma merkezleriyle en yakın bağlantıları olan ülkelerinden birinin, bu süre boyunca kendisini yenemediği bu örgüt, buna rağmen, silahlı örgütlerin devletlere karşı askeri eylemlerinin etkisizliğini kabul ederek silahlarını bırakmaya, açık ve şiddet içermeyen siyasi eylemle temsil edilen farklı bir faaliyet alanına girmeye karar verdi.

Burada İran’a, Lübnan Hizbullahı, Irak Haşdi Şabi Güçleri, Yemen'de Husi hareketi ve diğerleri gibi örgütlerin davranışları hakkında büyük sorularla karşı karşıya kalacağı için büyük bir  parantez açılmalı. “Bu örgütlerin nihai kaderi ve etkinliği nedir?” türünden sorular sorulacak ve bunlar, bu ülkelerde siyasi faaliyetlerde bulunan çeşitli tarafların yanı sıra, uluslararası alanda bu tür modellere net bir biçimde son verilmesini isteyen, aktif güçler tarafından gündeme getirilecektir. Ancak herkesten önce bu yerel silahlı örgütlere sadık ve onlarla bağlantılı olanlar başta olmak üzere, bu ülkelerdeki yerel topluluklar, bu soruları dillendirecektir.

Başka bir düzeyde, örneğin Türkiye ile PKK arasındaki anlaşma, özellikle bölgesel olarak Kürt sorununun tarihinde bir dönüm noktası oluşturacaktır. Bu da onlarca yıldır durgun ve şiddetli baskının baskısı altında kalan İran'ın kendi içindeki Kürt sorununda meydana gelebilecek dönüşümlere kapı açacaktır.

Devletin kimliğine ve yerleşik coğrafyasına temas ettiği, Türk devletinin kuruluşunu, resmi tarihini ve devlet yapısını inşa eden kuruluş mitlerini yerle bir etme gücüne sahip olduğu için, Kürt meselesinin “dördüncü imkansız” olarak görüldüğü Türkiye, şimdi tüm bunların bulunduğu sayfayı çeviriyor. Siyasi sistemi ile Kürt toplumu arasında daha ılımlı, değerli ve ortaklığa dayalı bir ilişki öngörüyor. Geçmişin mirasını aşıyor ve devletin yapısının, tarihi boyunca olduğu gibi, mutlak milliyetçilik, merkezileşme ve kendi içine kapanma olmayacağını vaat ediyor.

İran'ın askeri gücünü kaybetmesi, Irak gibi hükümetleri bu örgütleri dağıtma ve açık dış desteğe güvenmelerinden korkmadan onları ulusal bağlama tabi kılma konusunda daha cesur ve cüretkar yapacaktır

 Bunu yaparak Türkiye, imkansız görüneni başarmış olacaktır ve bunun ardından İran, uzun süreli ve etnik kökenli bir protestolar aşaması yaşamayı beklemelidir. Bu protestoları öncelikle kendi Kürtlerinden, ancak aynı zamanda Farslıların yanı sıra ülkenin kurucu etnik grupları olan Azeriler, Araplar ve Beluciler’den de beklemelidir. Bu etnik gruplar, Fars milliyetçiliğinin dini/mezhepsel söylemle örtülü olsa da merkeziliği nedeniyle ulusal benlikten dışlanma ve bir marjinalleştirilme mirasını taşımakta ve biriktirmektedir. Uzun zamandır araştırma merkezlerinde “tarihin son iki milliyetçi devleti” olarak Türkiye ve İran anılırken, bundan sonra tek bir devlet, İran anılacaktır. Bu ise rejimin istikrarı için önemli bir meydan okuma oluşturacaktır.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İran, zayıflıklarının biriktiği bir dönemde buna karşılık vermezse, şüphesiz uzun vadeli ve kökleşmiş iç isyanlara tanık olacaktır.

Bu aynı zamanda, genel bağlamda bu barış süreci aracılığıyla Kürt-Türk uyumu ve sadece Türkiye'dekiler değil, bölgedeki tüm Kürtlerin siyasi, ruhsal ve kültürel olarak Türkiye ile yakınlaşması anlamına gelecektir. Bu ise Türkiye'nin bölgesel konumuna doğrudan önemli bir siyasi değer katacaktır hem de İran’ın payını azaltarak. Bütün bunlar İran için en hassas ve önemli ülkelerde yani Suriye ve Irak’ta, ama aynı zamanda İran'ın kendisinde de yaşanacaktır. Zira Türk-Kürt uyumu, İran içindeki Kürtler ve Azeriler arasındaki geleneksel gergin ilişkilere dramatik bir gelişme olarak yansıyacaktır ki İran siyasi rejimi onlarca yıldır bundan kaçınmaya çalışıyor.

Son olarak, İran'ın stratejik askeri cephaneliğini kaybetmesi, Irak gibi bazı hükümetleri, bu örgütleri dağıtma, birkaç gün öncesine kadar askeri gücü fazla olan bir devletin açık dış desteğine güvenmelerinden korkmadan, onları ulusal bağlama tabi kılma konusunda daha cesur ve cüretkar yapacaktır.