Paris, iki vatandaşının serbest bırakılmasına karşılık Tahran’a fidye ödediğini reddediyor

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna: Diğer rehinelerin ‘derhal’ serbest bırakılmasını talep etmeye devam ediyoruz.

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, 23 Mayıs 2023'te Paris'te Temsilciler Meclisi önünde bir soruşturma sırasında konuşuyor. (AFP)
Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, 23 Mayıs 2023'te Paris'te Temsilciler Meclisi önünde bir soruşturma sırasında konuşuyor. (AFP)
TT

Paris, iki vatandaşının serbest bırakılmasına karşılık Tahran’a fidye ödediğini reddediyor

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, 23 Mayıs 2023'te Paris'te Temsilciler Meclisi önünde bir soruşturma sırasında konuşuyor. (AFP)
Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, 23 Mayıs 2023'te Paris'te Temsilciler Meclisi önünde bir soruşturma sırasında konuşuyor. (AFP)

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna'nın pazartesi günü yaptığı açıklamalar, Fransa'nın iki Fransız rehinenin (37 yaşındaki Benjamin Briere ve İrlanda kökenli 64 yaşındaki Bernard Phelan) serbest bırakılması karşılığında İran'a fidye ödediğini inkâr etmesi açısından kesin ifadeler içeriyordu.

Tahran ise iki ismin serbest bırakılması inisiyatifinin ‘insani nedenlerle’ verildiğini ve muzdarip oldukları hastalıklardan kaynaklandığını açıkladı. Colonna, France 2 kanalıyla verdiği röportajda, Fransa'nın söz konusu iki Fransız'ın serbest bırakılması için ‘hiçbir bedel ödemediğini’ kesin bir şekilde vurguladı.

Briere ve Phelan'ın Fransa'ya dönüşü karşılığında Fransa'nın Tahran'a ne verdiğine dair sorular ortaya çıktığı için Colonna, Paris'in iki ismin serbest bırakılması karşılığında hiçbir şey vermediğini vurgulayarak dosyayı kapatmaya çalıştı ve “Bunu doğrulamak istiyorum” dedi. Colonna, operasyonun insani niteliği açısından İran tarafıyla görüştüğünü ve Fransa'nın, tutukluların hastalıklarına atıfta bulunarak “her düzeydeki İranlı yetkililere, kötüleşen sağlık durumları göz önüne alındığında onları serbest bırakmaları için çok sayıda çağrıda bulunduğunu” belirtti. Colonna, Briere'in Fransa'nın tamamen yalanladığı suçlamalarla 3 yıl hapis yattığını, İran tarafına böyle bir konunun ‘kabul edilemez’ olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmedi.

Her şeyden önce, birbirini izleyen Fransız hükümetlerinin hareket ettiği mutlak ilkenin, yurtdışında tutuklu bulunan Fransız vatandaşlarının serbest bırakılması konusunda fidye ödemeyi veya herhangi bir şey vermeyi reddetmek olduğu belirtilmelidir.

Colonna'nın, İran örneğinde birden çok kez ‘devlet rehinesi’ olarak tanımladığı ve ‘derhal’ serbest bırakılmaları gerektiğini talep ettiği 7 vatandaş mevcuttu.

Briere ve Phelan'ın serbest bırakılmasıyla, İran’da ikisi sendikacı olmak üzere 5 Fransız vatandaşı kaldı: İki sendikacı isim, bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Cecile Kohler ve Jacques Paris. Bir televizyon yayıncısı, Paris'in ‘kaba bir oyun’ olarak tanımlamasına rağmen söz konusu iki ismin Fransız istihbaratıyla bağlantılarını ifşa etti. Üçüncü isim, mali müşavir olarak çalışan ve geçen eylül ayında tutuklanan Louis Arnaud. Dördüncü rehine ise geçtiğimiz şubat ayında serbest bırakılan, ancak hâlâ İran'dan ayrılması yasak olan İran asıllı Fransız akademisyen Fariba Adelkhah. Beşinci ve son rehinenin ismi ve tutuklanma tarihi bilinmiyor.

Colonna, kendisiyle ilgili gizliliğin ‘ailesinin isteği üzerine’ alındığını söyledi. Öte yandan İran tarafı ise bilinmeyen bir nedenle ismi sır gibi saklıyor. Ancak gizliliğin gerçek nedenleriyle ilgili sorular nedeniyle Colonna, beşinci rehinenin ‘ajan’ olmadığını vurguladı. Dışişleri Bakanı, hükümetin tutuklu beş kişinin de serbest bırakılması için her şartta çalışma taahhüdünü yineledi.

Colonna'nın, vatandaşlarının serbest bırakılması için Paris'in herhangi bir tazminat ödemediğini teyit etme konusunda üzerine düşeni yapmasının ardından Fransa'nın İran’a herhangi bir bedel ödediğinden bahsetmek, doğrulanmış bir bilgi olmaması nedeniyle zor. Ancak, üzerinden çok uzun zaman geçmeyen benzer olaylar bunun tersini gösteriyor. Bunlardan belki de en öne çıkanı, İran'ın Fariba Adelkhah'ın yol arkadaşı olan Fransız araştırmacı Roland Marchal'ı tutuklamasından bir yıl sonra 20 Mart 2020'de serbest bırakması ile Paris'te tutuklu bulunan ve ABD'nin Tahran'a silahlanma alanında kullanılan elektronik bileşenleri sağlamadaki rolü nedeniyle, Paris'ten iadesini talep ettiği İranlı mühendis Celal Ruhullah Nejad'ın serbest bırakılmasıdır.

Fransız yargısının daha önce İranlı mühendisi ABD'ye iade etmeyi kabul ettiğini belirtmekte fayda var. Paris'in uzak ya da yakından Ruhullah Nejad'ın serbest bırakılmasına değinmemesi, yalnızca İran televizyonunda bir grup insanın kendisini karşılamasını beklerken görüntülenmesi dikkat çekiciydi.

İran basını, o dönemde Paris ile Tahran arasında bir ‘takas sürecinden’ söz ediyordu. İran'ın EuroDeF şirketiyle ortaklık kurması ve Fransız rehinelerin Tahran'a sadık milisler tarafından Beyrut'ta tutulması meselesi nedeniyle, 1980’li yıllarda Paris ile Tahran arasında pazarlık açısından yaşananları hatırlatmaya gerek yok. O süreçte, Paris'te tutuklu bulunan İranlı diplomat Vahid Gorji'nin, iki Fransız gazetecinin Beyrut'tan dönüşü karşılığında serbest bırakılmasıyla sorun çözülmüştü.

İran girişiminin sebeplerini belki de İran Dışişleri Bakanı'nın, Fransızların serbest bırakılmasından bir hafta sonra çıkan Le Figaro gazetesinin 18 Mayıs tarihli sayısında yayınlanan röportajında sarfettiği sözlerde aramak gerekiyor. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan gazetedeki ifadelerinde, serbest bırakmanın “iki ülkenin çıkarlarına hizmet ettiğini”, kendisi ile Colonna arasında “sık sık telefon görüşmeleri” olduğunu, Pekin'de “iki saat” görüştüklerini ve “anlaşmaya vardıklarını” belirtmişti.

Ancak söz konusu görüşmeden sonra Paris, anlaşmaların varlığını veya niteliğini açıklamadı. Aynı röportajda Abdullahiyan, kendisinin ve Colonna'nın “diğer tutukluların serbest bırakılması için çaba gösterme konusunda anlaştıklarını” doğrulayarak, konunun devamının İran yargısının elinde olduğunu ifade etti.

Abdullahiyan, her şeyden önce “Colonna ve diğer Fransız makamlarının olumlu adımlar attığını ve sonucun her iki tarafın da lehine olacağını” vurguladı. İşin sırrı burada yatıyor ve bu ‘olumlu adımların’ niteliğini ve örneğin, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu toplantısından birkaç gün önce İran nükleer dosyasını ele alıp almadıklarını araştırmak gerekiyor. Çünkü Paris, artık İran'da İranlı genç kadın Mahsa Amini'nin ölümü ve ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un dört İranlı kadın aktivisti kabul etmesinden ve İran'daki ‘devrim’ hakkında konuşmasından sonra İran'da yaşananlardan bahsetmiyor. Abdullahiyan, Macron'un daha sonra ‘gerçekçi’ bir yaklaşım benimsemesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

İranlı bakanın sözlerinin özü şu: Paris ile “temas sürüyor” ve amaç, iki taraf arasındaki ilişkileri engelleyen “tüm kirliliklerden kurtulmak.” İran'da kalan beş Fransız vatandaşını geri almanın yolu bu mu? Cevabı önümüzdeki günlerde göreceğiz.



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.