Atatürk zamanında müzik Arapları ve Türkleri böyle birleştirdi…

Yeni bir kitap, iki kültür arasındaki etkileşimin tarihini sunuyor.

Eduardo Ramon
Eduardo Ramon
TT

Atatürk zamanında müzik Arapları ve Türkleri böyle birleştirdi…

Eduardo Ramon
Eduardo Ramon

Teysir Halef

Türkler, 2 Kasım 1934 sabahında şoke edici bir haberle uyandılar. Haberde İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Türk radyo programlarında doğu müziğinin tamamen yasaklayan ve bunun yerine sadece batı tarzı müzik parçalarının yayınlanacağına dair bir genelge yayınladığı bildiriliyordu. Türk halkı bunun üzerine radyo alıcılarını Arap radyo istasyonlarına, özellikle de Mısır radyolarına yönlendirdi. O günden sonra hem Ümmü Gülsüm hem de Muhammed Abdülvehhab Türk halkı arasında en popüler şarkı söyleyen yıldızları haline geldi. Türk araştırmacı ve akademisyen Murat Özyıldırım’ın bugünlerde ‘Kelime’ tercüme projesi için Melek Deniz Özdemir ve Ahmed Zekeriya tarafından Arapçaya tercüme edilen “Arap ve Türk Musikisinin XX. Yüzyıl Birlikteliği” başlıklı kitabının ana tezi bu.

“Türk Doğu müziğine yönelik saldırı, bunun meyhane müziği olduğu ve salt Türk müziği olmayıp Bizans, Pers ve Arap müziği karışımı olduğu gerekçesiyle başlatıldı. Öyle ya yeni doğan cumhuriyet modernleşme sürecine ayak uydurmak istiyorsa şayet, Türkler sevse de bu mirası terk etmek gerekiyordu”

Meyhane müziği!

İlk duyulduğunda kulağa garip gelen bu karar, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanıyla başlayan siyasi-toplumsal tartışmanın sonucundan başka bir şey değildi. Nitekim cumhuriyetin doğuşuyla birlikte devleti ve vatandaşları doğulu kimliklerden sıyırıp Avrupalıya dönüştürmeyi hedefleyen farklı yönelimlerdeki modernleşme hareketleri ortaya çıkmıştı. Yazıda Arap harflerinin yerine Latin harflerinin tercih edilmesi ve Doğu tarzı kıyafetlerin Batı tarzı kıyafetlerle değiştirilmesi gibi radikal başka kararlar bir nebze kolaylıkla kabul ettirilse de müzik bu arzunun yolunda bir engel olarak kaldı. Meselenin karmaşık ve o dönemde Türk Batılı entelektüellerinin kafasında dahi fikrin oturmamış olmasına rağmen, kimsenin arzulamadığı aksi sonuçlara yol açan yersiz bir deneme süreci başlatıldı.    

Türk Doğu müziğine yönelik saldırı, bunun meyhane müziği olduğu ve salt Türk müziği olmayıp Bizans, Pers ve Arap müziği karışımı olduğu gerekçesiyle başlatıldı. Öyle ya yeni doğan cumhuriyet, modernleşme sürecine ayak uydurmak istiyorsa şayet, Türkler sevse de bu mirası terk etmeliydi.

Bu fikir, milliyetçi düşünür Ziya Gökalp’in 1923 yılında yayınlanan “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında ele alınmıştır. Gökalp şöyle diyor: “Bugün önümüzde üç tür müzik var: Doğu müziği, Batı müziği ve halk müziği. Bizim için bunlardan hangisi milli? Bizce Doğu müziği hastalıklıdır ve vatansever değildir. Halk müziği bizim kültürümüzün müziği, Batı müziği ise yeni uygarlığımızın müziği; dolayısıyla bu ikisi bize yabancı değil. O halde milli müziğimiz, ülkemizdeki halk müziği ile Batı müziğinin karışımından doğacaktır.”

Bu kutuplaşmanın bir sonucu olarak 29 Aralık 1926’da Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey, o dönemde müzik enstitüsü olan Darü’l-Elhan’daki Doğu müziği eğitimi kısmının kapatılıp, eğitimin Batı müziğiyle sınırlandırılmasını emretti. Anlaşılacağı üzere hedef, nesilleri Batı müziğiyle yetiştirmekti.

Foto: Münire el-Mehdiye
Münire el-Mehdiye

Münire el-Mehdiye ve Atatürk’ün tavsiyesi

Araştırmacı Murat Özyıldırım’a göre Doğu müziği üzerine yapılan toplumsal ve siyasi tartışmaların çözümü açısından en önemli olay, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul’da meşhur bir konser sırasında yaşandı.

Mustafa Kemal Atatürk, Sarayburnu’nda ünlü Mısırlı şarkıcı Münire el-Mehdiye’nin yanı sıra bir Türk grubu ve caz müziği icra eden yabancı grubun katıldığı bir konsere davet edilmişti.

Mısırlı sanatçı, Atatürk’e saygılarını sundu ve sonra meşhur eserlerinden bir seçki yapıp şarkı söylemeye başladı. Bu şarkılar arasında Atatürk’ün 1905-1906 yıllarında Şam’da iken dinlemeyi sevdiği şarkılar da yer alıyordu. En ilginci de şuydu ki sanatçı, başından sonuna kadar Atatürk’ü övdüğü bir şiir okudu ve bunun üzerine dinleyicilerden coşkulu bir alkış aldı. Konserden sonra Mustafa Kemal Paşa, Münire el-Mehdiye’yi çağırarak ona Batı müziği öğrenmesini tavsiye etti ve şöyle dedi: “Bu sesle seni tüm dünya dinler; şöhretin tam olsun.”

O gecenin tanıklarından biri olan ünlü Türk gazeteci ve yazar Falih Rıfkı [Atay], Sarayburnu’ndaki insanların çok neşeli olduğunu ve bu durumun Atatürk’ün mutluluğunu artırdığını söylüyor. Atay, o gecenin havasını bozan şeyin Arap müziği olduğu yönündeki iddiasını ise şu sözlerle ifade ediyor: “Ağlatan Arap ezgileri, havayı bozdu.” Bu demek oluyordu ki neşe kaynağı, caz müziğiydi!

Konser esnasında Atatürk, bir konuşma yaptı. Türk gazetelerinde yayınlanan bu konuşmada, Türk alfabesinin Arapların alfabesiyle aynı olmaması gerektiği ve Türk müziğinin de biraz önce dinledikleri o müzik olmadığını söyledi ki kastettiği, Münire el-Mehdiye’ydi. Atatürk bu konuşmasında şu ifadelere yer vermişti: “Bu gece, tesadüfen Doğu’nun en güzide orkestrasını, bilhassa sahneye ilk çıkan Münire el-Mehdiye Hanım’ı dinledim; sanatında başarılıydı. Ancak benim Türk duygularım için bu basit müzik, Türklük ruhunu ve şuurunu tatmin etmeye yetmez. Şimdi uygar dünyanın müziğini de dinledim (caz müzik orkestrasını kastediyor); o ana kadar Doğu müziği karşısında hareketsiz görünen insanlar hemen hareketlendi. Hepsi keyifle dans ediyor. Bu, çok doğal bir şey. Gerçekten neşeli ve mutlular. Bu halkın güzel doğasını fark etmediyseniz bu, onların suçu değil. Kısır uygulamalar, acı ve feci sonuçlar doğuruyor ve bu yüzden Türk milleti hüzünleniyor. Millet şimdi hatalarını kanla düzeltti, artık rahat. Türk halkı mutlu ve morali yerinde. Türk insanı artık mutlu.”

“Bu seçkinci saçmalık yüzünden tüm Türkler, Arap müziğine yöneldi ve Ümmü Gülsüm, Abdülvehhab, Leyla Murad ve diğer meşhur Arap sesleri gibi ünlü isimleriyle Mısır Ulusal Radyosu, Türk dinleyicilerin uğrak noktası oldu”

Bir müzik devrimi

Atatürk’ün bu konuşmasından sonra Doğu müziğinin yasaklanması çağrısında bulunan kalemler cesaret buldu ve bu müziğin, yükselen ulusun ruhu üzerindeki olumsuz yansımalarını sergilemekte ustalaştı. Birkaç yıl sonra 1930’da Atatürk, Alman “Voss” dergisiyle yaptığı bir röportajda ‘müzik devrimiyle’ tam olarak ne istediğini açıkladı. Ünlü gazeteci Emil Ludwig kendisine Türk müziğini iyileştirme vizyonunu sorduğunda Atatürk şöyle dedi: “Batı müziğinin mevcut haline gelmesi ne kadar zaman aldı?” Gazeteci bu soruya “400 yıl” cevabını verince Atatürk de şu karşılığı verdi: “Bizim bu kadar beklemek için vaktimiz yok. Bu yüzden Batı müziğini almaya karar verdik.”

Ancak tartışmayı bitiren ve sonrasında Türkiye’yi hiç olmadığı bir hale getiren son konuşma, Lider Atatürk’ün 1 Kasım 1934’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı şu konuşma oldu: “Arkadaşlarım! Biliyorum ki vatanın gençlerinin tüm güzel sanatlarda yükselmesini istiyorsunuz. Bizim yaptığımız da bu. Ancak her şeyden önce ve olabildiğince hızlı bir şekilde Doğu müziğini ele almamız gerek. Milletin yeni değişiminin ölçüsü, müzikteki değişimi idrak edip anlama yeteneğidir. Bugün icra edilen müzik, övgüye değer olmaktan çok uzak. Bunu açıkça bilmek gerek. Milli duygu ve düşünceleri ifade eden kelimeleri derleyip genel son müzik kurallarına göre incelememiz lazım. Türk milli müziği, ancak bu düzeyde yükselebilir ve dünya müziği arasındaki yerini alabilir. Temennim odur ki, Kültür Bakanlığı bu göreve gereken önemi versin ve halk da ona bu konuda yardımcı olsun.”

tt

Timur yasağı

Bu konuşmanın ertesi günü Türk radyosunda Doğu müziğinin yayınlanmasını yasaklayan karar çıktı ve bunu, kamusal alanlarda Doğu müziğinin yasaklanmasına dair tartışmalar izledi. Cumhuriyet gazetesinde 8 Kasım 1934’te “halkın ruhuna hitap etmeyen hüzünlü müziğin halka açık yerlerden kaldırılması için TBMM’ye teklif sunmaya hazırlanan belediye meclisi üyelerinin” toplandığı haberi yayımlandı. Amaç, geleneksel Türk müziğinin radyoda yasaklandıktan sonra gazinolarda da yasaklanmasıydı. Bu haberlere rağmen gazinolarda Türk müziği dinletilmeye devam etti; okullarda geleneksel Türk müziğinin yasaklandığı dönemde bile. Yine aynı gazetede yayınlanan bir makalede bu illetin kökünü kurutmanın bir yolu olarak, geleneksel Türk müziği plaklarının dağıtımının yasaklanması çağrısı yapıldı.

Ancak sıradan insanlar, Türk ulusal radyolarında kafalarını patlatan Batı müziğine alternatif olarak Arap radyolarında, özellikle de Mısır radyolarında kendilerine bir çıkış kapısı buldular. Araştırmacı Özyıldırım, kitabında şu soruyu soruyor: “Devletin ileri gelenleri, çok sesli Batı müziğini hayranlıkla dinliyordu; peki, devleti oluşturan esas unsur olan Türk milleti o dönemde ne dinliyordu: Pretorius’u mu Muhammed Abdülvehhab’ı mı?” Bir yazar, Batı müziğinin Türk radyosunu işgaliyle yaşananları, Timurlenk’in işgaline benzetiyor, yani zulümde ondan aşağı kalır yanı olmadığını söylüyordu.

Türk “Yedigün” dergisinde Ümmü Gülsüm haberi
Türk “Yedigün” dergisinde Ümmü Gülsüm haberi

Abdülvehhab ve Ümmü Gülsüm

Bu seçkinci saçmalık yüzünden tüm Türkler, Arap müziğine yöneldi ve Ümmü Gülsüm, Abdülvehhab, Leyla Murad ve diğer meşhur Arap sesleri gibi ünlü isimleriyle Mısır Ulusal Radyosu, Türk dinleyicilerin uğrak noktası oldu. Arap şarkıları, Türk evlerine ve kahvehanelerine girdi. Bunun Türk müziğinin başka dildeki versiyonundan başka bir şey olmadığını söyleyen Prof. Yalçın Tura şöyle diyor: “O dönemde Arap müziği, yenilik ve bilhassa Batılılaşma evresindeydi. Muhammed Abdülvehhab’ın onlarca şarkısının dinletildiği Mısır filmlerinde de bunun pek çok örneği görülebilir.”

Yasaklama kararından iki yıl sonra Atatürk, Osman Pehlivan’ın tanbur ezgilerinin yayınlamasına dair örtük bir karar aldı. Bu karar, Doğu müziği yasağının kaldırılması olarak değerlendirilse de bu gelişme, bu müzisyenin şarkılarıyla sınırlı kalarak, bunun dışındakiler yasak olmaya devam etti.

“Arap ve Türk müzisyenler arasında Türk müzisyen Münir Nureddin Selçuk ile Muhammed Abdülvehhab ve Türk şarkıcı Perihan Altındağ Sözeri ile Ümmü Gülsüm arasındaki ilişki gibi sanatçı dostlukları kuruldu”

Geç gelen geri adım

O günlerin Türkiye’sindeki acayipliklerden biri de bizzat Atatürk’ün Doğu müziğine düşkün olup hayatı boyunca Batı müziğinden hoşlanmamasıydı. Yasağı kaldırma kararından bir süre sonra şu açıklamayı yapmıştı: “Maalesef, benim sözlerimi yanlış anladılar. Ben, neşeyle dinlediğimiz Türk müziğini Batılılara da dinletmek için bir yol bulmamız gerektiğini kastetmiştim. Yoksa, gelin Türk ezgilerinden kurtulup Batı ülkelerinin müziğini alarak kendimize mal edelim, demedim. Sözlerimi yanlış anladılar ve öyle bir gürültü kopardılar ki, bir daha bu konu hakkında konuşamadım.”

Çok açıktır ki Atatürk, resmî kayıtlara geçen talimatlarının yanlış olduğunu, bu talimatların Türk halkını Araplara daha da ittiğini anladı. Bu yüzden bu ilginç açıklamayla “felaketi” gidermeye çalıştı ama geri adım atmak için çok geçti. Nitekim, Doğu müziği eğitim kurumlarında kaybolmuş, Arap müziği Türklerin ilk tercihi haline gelmiş ve hem Ümmü Gülsüm hem de Abdülvehhab, Türk sokağının tartışmasız iki yıldızı olmuştu.

Mısır sineması ve sanatsal ilişkiler

Kitap, Mısır müzikal filmlerinin Türk sinema salonlarında yayılması meselesini de detaylı bir şekilde ele alıyor. Türkler, radyoda Mısırlı şarkıcıların seslerine aşina olduktan sonra kitleler Mısır filmlerinin gösterildiği Türk sinema salonlarına akın etti. Bu bağlamda araştırmacı, Türkiye hükümetinin o dönemde bu durumdan duyduğu rahatsızlığı ve bu filmlerin Türkçe dublaj olmadan gösterilmesini engellemek için attığı adımları da ayrıntılı olarak ele alıyor. Araştırmacı ayrıca, Türk ve Arap müzisyenlerin Türkiye’de ve bazı Arap ülkelerinde birbirlerini ziyaret etmelerinin ve bu ziyaretlerde kurdukları ilişkilerin müzik etkileşimindeki rolüne de odaklanıyor. Bu bağlamda, Osmanlı döneminde klasik Türk müziğinin büyük bestecilerinin sonuncusu kabul edilen Zekai Dede Efendi’nin Mısır ziyareti ve Arap müziği öğrenimi ile Mısırlı şarkıcı ve besteci Abdu el-Hamuli’nin İstanbul ziyareti ve Mısır’a döndükten sonra klasik müziğe yeni makamlar ve ritimler eklemesini ele alıyor. Bu ziyaretler esnasında Arap ve Türk müzisyenler arasında kurulan pek çok sanatçı dostluğuna da ışık tutuluyor. Türk müzisyen Münir Nureddin Selçuk ile Muhammed Abdülvehhab ve Türk şarkıcı Perihan Altındağ Sözeri ile Ümmü Gülsüm arasındaki dostluk buna örnektir. Hatta Sözeri, Ümmü Gülsüm’den “Gannili Şuvey Şuvey” şarkısını öğrenerek İstanbul gazinolarında söylemeye başladı.

Foto: Ümmü Gülsüm Kahire’de Ankara Radyo Topluluğu ile
Ümmü Gülsüm Kahire’de Ankara Radyo Topluluğu ile

Araştırmacı bu müzik etkileşiminin etkenleri arasında Araplar ile Türkler arasında bir köprü olan dergilerin rolüne de değiniyor ve Arap müzisyenlere ilgi gösteren önemli Türk sanat dergileri ile bunların Arap muadillerini inceliyor. Bu bağlamda, Muhammed Abdülvehhab ve Ümmü Gülsüm gibi Arap müzisyenlerle yapılan birçok röportaja ve sanat haberine yer veriyor. Ümmü Gülsüm’ün Türk dergileriyle yaptığı bu görüşmelerde çok arzuladığını ifade etmesine rağmen İstanbul’u ziyaret etmemesini masaya yatırarak, bu konuya dair birçok görüşü zikrediyor. Yazar, kitabını Türkiye’de Arap müziğinin arabesk müzikle ilişkisine dair yapılan tartışmalardan bahsederek bitiriyor. Bu konuda pek çok görüş ileri sürerek, sonunda arabeskin Arap müziğinin Türkiye’ye giriş yollarından biri olduğunu kanıtlıyor.



İçişleri Bakanı Yerlikaya: Yalova'da düzenlenen terör örgütü DEAŞ operasyonunda 3 polisimiz şehit oldu

Türk polisi (Arşiv- Reuters)
Türk polisi (Arşiv- Reuters)
TT

İçişleri Bakanı Yerlikaya: Yalova'da düzenlenen terör örgütü DEAŞ operasyonunda 3 polisimiz şehit oldu

Türk polisi (Arşiv- Reuters)
Türk polisi (Arşiv- Reuters)

Pazartesi gününün ilk saatlerinde Yalova'da düzenlenen DEAŞ operasyonu sırasında şüphelilerin polise ateş açtığı ve çatışma çıktığı bildirildi. İçişleri Bakanlığı olayda üç polisin şehit olduğunu sekiz polis ile bir bekçinin de yaralandığını açıkladı.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, altı DEAŞ üyesinin ölü ele geçirildiğini söyledi. Yerlikaya öldürülen DEAŞ üyelerinin Türk vatandaşı olduğu bilgisini verdi. Gece 02:00 sıralarında başlayan operasyonun sabah 09:40 sıralarında tamamlandığını belirten Yerlikaya, adreste bulunan beş kadın ile altı çocuğun sağ olarak tahliye edildiğini söyledi.

TRT haberinde, Yalova yakınlarında militanların saklandığı bir eve operasyon düzenlediğini bildirdi. Yaralanan polis memurlarının durumlarının kritik olmadığı ifade edildi.

NTV televizyonu, şüphelilerin operasyon sırasında polise ateş açtığını bildirdi. Yetkililere göre Bursa’dan bölgeye destek sağlamak üzere özel polis güçleri sevk edildi.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığına göre Türk polisi, geçen hafta DEAŞ’a mensup olduklarından şüphelenilen 115 kişiyi gözaltına aldı ve bu kişilerin ülkede Noel ve Yeni Yıl kutlamaları sırasında saldırılar planladığını belirtti.

İstanbul savcılığı o dönemde militanların özellikle gayrimüslimleri hedef alan saldırılar planladığını belirtti. Yaklaşık on yıl önce, militan grup Türkiye'de sivilleri hedef alan bir dizi saldırıdan sorumlu tutulmuştu; bunlar arasında İstanbul'daki bir gece kulübüne ve şehrin ana havaalanına düzenlenen ve onlarca kişinin ölümüne yol açan silahlı saldırı da yer alıyordu.


İsrail-Türkiye söylemlerinde gerilim artıyor... Amaç karşılıklı bir anlaşma mı?

İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)
İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)
TT

İsrail-Türkiye söylemlerinde gerilim artıyor... Amaç karşılıklı bir anlaşma mı?

İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)
İsrail Başbakanı Binjyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta İsrail'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında (AFP)

İsrail ve Türkiye arasındaki giderek tırmanan siyasi söylemlere ve Ege Denizi'ndeki siyasi ve askeri faaliyetlere eşlik eden karşılıklı imalara rağmen, bazıları bunu özellikle Suriye ve Gazze'de "çıkar paylaşımı anlaşması" yapılması yönünde bir baskının parçası olarak gördü ve savaş veya askeri çatışma uçurumuna sürüklenme olasılığını ortadan kaldırmayı amaçladı.

İsrail'deki siyasi kaynaklar, özellikle ABD başkanlığı döneminde Donald Trump'ın her iki tarafla da bilinen güçlü bağları göz önüne alındığında, her iki tarafın da çatışmaya dönüşmesini önleyen denge ve denetleme mekanizmalarını nasıl harekete geçireceğini bildiğini söyledi.

Ancak, İsrail Dışişleri Bakanlığı eski Genel Direktörü ve Türkiye eski büyükelçisi deneyimli diplomat Alon Liel, iki taraf arasındaki derin düşmanlığın, ilişkilerin bozulmasına yol açacak bir hataya veya yanlış hesaplamaya neden olabileceği konusunda uyardı.

cdfgt
Türk savaş gemileri, 23 Aralık'ta Akdeniz'de bir eğitim tatbikatında (Savunma Bakanlığı- X)

İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile üçlü bir ittifak kurmak için adımlar atmıştı; bu adımlar arasında ortak askeri tatbikatlar da yer alıyordu. Bu girişimler, geçen pazartesi günü Batı Kudüs'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis arasında yapılan bir görüşmeyle sonuçlanmıştı.

Görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında Netanyahu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a üstü kapalı bir gönderme yaparak şunları söyledi: “Ülkemizde imparatorluklar kurmayı ve egemenlik kurmayı hayal edenlere diyorum ki: Unutun bunu. Bu olmayacak. Bunu aklınızdan bile geçirmeyin. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek kapasitedeyiz, iş birliği ise yeteneklerimizi güçlendiriyor.”

Bu sözler, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile iş birliğinin Türkiye'ye karşı mı yöneltildiği sorusuna yanıt olarak geldi. Netanyahu, “Kimseyi kızdırmak istemiyoruz” dedi ve ekledi: “Geçmişte imparatorluklar bizi işgal etti ve eğer birileri hala böyle niyetler besliyorsa, bunu unutsunlar.”

wewrf
22 Aralık'ta İsrail'de Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis arasında gerçekleşen görüşmelerden, (DPA)

Netanyahu, bu tür bölgesel ittifakların amacına ilişkin olarak şunları söyledi: “Belirli alanlarda kendimizi önemli bir bölgesel güç olarak kabul ettirdik. Bu bizi birçok ülkeye yaklaştırıyor. Bize geliyorlar çünkü önemli bir ilkeyi kavramış durumdalar: İttifaklar güçlülerle kurulur, zayıflarla değil; barış da güçlülerle sağlanır, zayıflarla değil.”

Bir numaralı tehdit

Netanyahu, F-35 hayalet savaş uçaklarının Türkiye'ye satışı ve diğer Hava Kuvvetleri alımlarıyla ilgili olarak Trump'a doğrudan bir mesaj daha iletti ve şunları söyledi: “İsrail'in Ortadoğu'daki hava üstünlüğünün ulusal güvenliğimizin temel taşı olduğunu açıkça belirtmek istiyorum.”

Üçlü zirveden bir gün sonra, Yeni Şafak gazetesi, kışkırtıcı bir başlıkla manşetinde bir makale yayınladı: “Bugünden İtibaren İsrail Bir Numaralı Tehdittir.”

Makalede, rejim güçleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak bilinen Kürt güçleri arasında Halep'te yaşanan çatışma ve zirve, düşmanlığın tezahürleri olarak gösterildi. Ayrıca, İsrail'in zirveyi, Suriye'deki Türk heyetini zor durumda bırakmak amacıyla Kürt güçlerini "harekete geçirmek" için kullandığı belirtildi.

Gazete, "Tüm Türk güvenlik kurumları İsrail'i büyük bir tehdit olarak görüyor" diyerek, bundan böyle İsrail'i "birincil tehdit" olarak görecek hükümet kurumlarını da belirledi: Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT).

Türkiye'nin resmi cevabı

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çarşamba günü iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) il başkanlarının toplantısında İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs'a hitaben yaptığı konuşmada, "Herkes bilsin ki, kimsenin haklarını gasp etmeyeceğiz, kimsenin de bizim haklarımızı gasp etmesine izin vermeyeceğiz" dedi.

Sözlerine şöyle devam etti: "Tarihi ilkelerimize bağlı kalmaya, uzun yıllara dayanan tecrübemiz ve geleneklerimiz doğrultusunda, onur, bilgelik, akıl ve soğukkanlılıkla hareket etmeye devam edeceğiz ve provokasyonlara boyun eğmeyeceğiz."

dfgt
Erdoğan, 24 Aralık'ta Ankara'da düzenlenen Adalet ve Kalkınma Partisi il başkanları toplantısında yaptığı konuşmada (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Türkiye Savunma Bakanlığı, pazartesi günü yapılan zirvenin ardından üç tarafın yaptığı iş birliği girişimlerini ve açıklamalarını yakından takip ettiğini belirtti. Bakanlık sözcüsü Zeki Aktürk, Türkiye'nin bölgede istikrarın korunmasına ve diyaloğun sürdürülmesine olan bağlılığının devam ettiğini vurguladı.

Aktürk, perşembe günü Savunma Bakanlığı'nın haftalık brifinginde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin NATO çerçevesindeki ittifak ilişkilerine dayanarak Ege ve Doğu Akdeniz'de yapıcı diyaloğu desteklediğini söyledi.

Ancak sözlerine şöyle devam etti: “İttifakın ruhuna aykırı adımların sahadaki durumu değiştirmeyeceği ve Türkiye'nin (uluslararası alanda tanınmayan) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliği ve hakları konusundaki tutumunun açık ve sarsılmaz olduğu, Türkiye'nin Kıbrıs adası müzakerelerinde garantörlerden biri olarak kendisine verilen yetkileri kullanmaktan çekinmeyeceği anlaşılmalıdır.”

cdfg
Savunma Bakanlığı sözcüsü Zeki Aktürk, perşembe günü Ankara'da düzenlediği basın toplantısında (Türk Savunma Bakanlığı- X)

Sözlerine şöyle devam etti: "Ege ve Doğu Akdeniz'deki gerilimleri tırmandıran taraf Türkiye değil, oldubitti dayatmayı amaçlayan dışlayıcı ve tek taraflı adımlar ve yaklaşımdır. Türkiye ise bölgenin bir çatışma alanı değil, iş birliği ve istikrar havzası olmasını tercih etmektedir."

İstenen anlaşma

Şarku’l Avsat’ın, İbranice yayın yapan Ynet haber sitesinden aktardığına göre İsrail'in Türkiye uzmanı Liel, “Türkiye'nin savaşa hazırlandığını biliyorum. Hava savunmalarını güçlendirme, hava kuvvetlerini takviye etme ve bu amaçla büyük bütçeler ayırma biçimlerinde hazırlıklarını görüyorum. Bizden gelebilecek bir saldırı olasılığından gerçekten çok korkuyorlar ve bunu çok ciddiye alıyorlar” ifadelerini kullandı.

Türklerin “silahlandırdıklarını ve hava kuvvetlerini tamamen elden geçirdiklerini” belirten Liel, sözlerine şöyle devam etti: “Güçlü bir donanmaları ve kara kuvvetleri var ve insansız hava aracı üretimlerini ikiye katlıyorlar.”

Sözlerine şöyle devam etti: “Suriye ile bir anlaşmaya varamazsak, ilk askeri çatışmalar Suriye topraklarında yaşanacak. Erdoğan İsrail topraklarına saldırmaya cesaret edemez, biz de Türkiye'ye saldırmaya cesaret edemeyiz. Ancak her iki ülkenin de Suriye'de ordusu var ve Suriyeliler ve Amerikalılarla üçlü veya dörtlü bir anlaşmaya varamazsak, Türkiye ile yakında olaylar yaşanacak.”

Liel'in tahminine göre, Amerika Birleşik Devletleri'ne gelince, Washington artık geçmiştekinin aksine İsrail-Türkiye anlaşmazlığı konusunda panik yapmıyor ve her iki tarafın da İsrail'in Gazze'de Türkiye'nin rolünü, Türkiye'nin de Suriye'de İsrail'in rolünü kabul edeceği bir anlaşmaya varılması için baskı uyguladığını görüyor.

Son zamanlarda, Doğu Akdeniz'deki hareketlilikle ilgili olarak Yunanistan ve İsrail'den haberler dolaşıyor ve İsrail'in, stratejik askeri iş birliğini güçlendirmek ve özellikle Türkiye'nin Suriye'ye hava savunma sistemleri konuşlandırması, Gazze'deki çokuluslu güce katılma girişiminde bulunması ve Libya'daki iki rakip hükümetle yeni denizcilik anlaşmaları yapmak için görüşmeler yürütmesi gibi bölgesel etkisini güçlendirme çabalarına karşı, üç ülkenin silahlı kuvvetlerinden birliklerden oluşan ortak bir hızlı müdahale gücü kurma olasılığını değerlendirdiği belirtiliyor.


İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
TT

İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)

Ömer Önhon

Başbakan Binyamin Netanyahu, bu hafta onuncu üçlü zirve için Yunan ve Kıbrıslı mevkidaşları Kiriakos Miçotakis ve Nikos Hristodulidis'i Kudüs'te ağırladı. Zirvenin ardından yayınlanan ortak bildirinin temel noktaları şöyleydi:

• Güvenlik, savunma ve askeri konularda mevcut üçlü iş birliğinin güçlendirilmesi.

• Deniz yollarının ve hayati altyapının yenilenen tehditlerden korunmasında koordinasyonun derinleştirilmesi.

• Enerji sektöründe ortak projelerin geliştirilmesi, elektrik şebekelerinin birbirine bağlanması ve yenilenebilir enerji girişimlerinin geliştirilmesi.

Netanyahu, üçlü zirveyi bugüne kadar yapılan tüm toplantıların en önemlisi olarak nitelendirdi. İlk üçlü zirve, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği 2016 yılında yapılmıştı. O dönemde Türkiye'nin İsrail ve özellikle Mısır ve bazı büyük Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli Arap devletiyle ilişkileri oldukça gergindi. Bu ittifak tarafından kurulan üçlü mekanizmanın özü, “Türkiye'ye karşı birleşik bir cephe oluşturmak ve doğal gaz kaynaklarının en uygun şekilde değerlendirilmesi için iş birliği yapmak” üzerine kurulu.

Basın toplantısında bir İsrailli gazetecinin, Türkiye'ye mesajlarının ne olduğu yönündeki sorusuna Netanyahu, Türkiye'nin adını anmadan şu yanıtı verdi: “Kimseyle çatışma arayışında değiliz. Bu, uluslararası kuralları, normları ve istikrarı savunmak için kurulmuş bir ittifaktır ve umarız test edilmek zorunda kalmaz.”

Daha sonra yine Türkiye'nin adını anmadan şunları ekledi: “Topraklarımız üzerinde yeniden imparatorluklar kurabileceklerini hayal edenlere şunu söylüyorum; bu olmayacak. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek durumdayız.”

Netanyahu bu sözleriyle, tarihsel haksızlıkları ve korkuları öne sürmeye ve “ortak tehditler” olarak algıladığı şeylerle yüzleşmek için ittifaklar kurmaya dayalı bir politikaya geri dönüyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik politikaları nedeniyle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da 1990'larda eşi benzeri görülmemiş bir zirveye ulaşmıştı. İsrail uçakları geniş Anadolu ovaları üzerinde eğitim tatbikatları yapmış ve yüz binlerce İsrailli turist Türkiye'nin güvenli ve misafirperver ortamında tatil yapmıştı.

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002'de iktidara gelmesinden ve Netanyahu'nun başbakanlığından bu yana ilişkiler giderek kötüleşti.

Türk-İsrail ilişkileri, 2010 yılında İsrail güvenlik güçlerinin Gazze'ye yardım ulaştırmak için Akdeniz'deki uluslararası sularda seyreden uluslararası bir filonun parçası olan Mavi Marmara gemisine saldırmasıyla ağır bir darbe aldı. Daha sonra, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısının ardından dibi gördü.

Bugün ise iki ülke arasında bir soğuk savaş yaşanıyor ve Suriye ile Akdeniz'de doğrudan çatışma riski bulunuyor. İsrail, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü, özellikle Suriye'deki etkisini ve varlığını bir tehdit olarak görüyor; zira bu durum, bölgedeki operasyonel üstünlüğünü, özellikle Suriye ve Lübnan'da olumsuz etkileyebilir.

Yunanistan ve Türkiye NATO üyesi, ancak Ege Denizi'nde uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkileri gergin. Bu anlaşmazlıklar arasında münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, karasuları ve bazı ihtilaflı adaların yasal statüsü ve ilgili denizcilik hakları konuları yer alıyor. Atina ve Ankara siyasi ve teknik mekanizmalar ağını korusa ve son iki yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Aralık 2023'te Atina'ya, Başbakan Kiriakos Miçotakis'in Mayıs 2024'te Ankara'ya yaptığı ziyaretler de dahil olmak üzere üst düzey temaslar yeniden canlanmış olsa da temel anlaşmazlıklarda çözümsüzlük sürüyor.

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz güvenlik mimarisinde merkezi fay hattı olmaya devam ediyor. 1974'ten beri ada, güneyde Kıbrıslı Rumlar (uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti) ve kuzeyde sadece Türkiye tarafından tanınan Kıbrıslı Türkler arasında fiilen bölünmüş durumda. Nikosia (Lefkoşa), Kıbrıs meselesindeki pozisyonunu ilerletmek ve Türk nüfuzunu sınırlamak için uluslararası forumlardan ve ortaklıklardan sürekli olarak yararlandı. Bu bağlamda, güvenlik konuları, devam eden enerji ajandası ile birlikte İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki üçlü iş birliği çerçevesinin ön saflarına yerleşti.

frgty
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Kudüs'te yapılan üçlü toplantının ardından ortak basın toplantısında, 22 Aralık 2025 (AFP)

Yunanistan ve GKRY için İsrail ile iş birliğini derinleştirmenin en güçlü motivasyonu, gelişmiş teknolojik ve savunma yetenekleridir. Buna yapay zekâya olan artan ilgi, teknoloji transferi ve yüksek teknoloji sektörlerindeki yatırım bağları da dahildir. Savunma boyutu artık ikincil önemde değil; zira Yunanistan, füze topçu sistemleri de dahil olmak üzere İsrail ile büyük anlaşmalar yaptı ve Türkiye ile devam eden gerilimler arasında daha geniş hava ve füze savunma projeleri hakkında görüşmelerde bulunuyor. GKRY’nin, İsrail'in Barak-MX hava savunma sistemini teslim almaya başladığı da bildiriliyor. Türkiye bu anlaşmaya sert bir şekilde itiraz etti.

Zirveden önce üç ortağın, ortak bir “hızlı müdahale gücü” kurma niyetine dair haberler dolaşmıştı, ancak böyle bir girişim açıklanmadı. Anlatıldığına göre kavram tartışıldı, ancak nihayetinde kısmen NATO taahhütleriyle ilgili komplikasyonlardan kaçınmak, Türkiye ile gereksiz bir yüksek tansiyonu önlemek ve istenmeyen bölgesel sinyaller vermekten kaçınmak için ertelendi.

Bununla birlikte, zirveden bir gün sonra üç ülkenin askeri yetkilileri Nicosia'da ortak bir eylem planı ve Yunanistan ile İsrail arasında ikili bir askeri iş birliği programı imzaladı. Açıklanan unsurlar arasında, ortak özel operasyon birimi eğitimi ve insansız sistemler, özellikle dronlar ve elektronik savaş dahil olmak üzere yenilenen tehditler konusunda uzmanlık paylaşımı ile genişletilmiş bir ortak kara, deniz ve hava tatbikatı programı yer alıyor.

df
Türk gemisi “Mavi Marmara”, Hayfa Limanı’ndan Türkiye'ye dönüş yolculuğunda bir Türk römorkörü tarafından çekiliyor, 5 Ağustos 2010 (AFP)

Liderler ayrıca deniz güvenliğinin önemini vurguladılar ve GKRY’de Denizcilik Siber Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi'nin kurulmasını onaylayarak, bunu deniz yollarının ve hayati altyapının korunmasıyla doğrudan ilişkilendirdiler. Bu endişeler, uzun zamandır üçlü iş birliğinin temelini oluşturan enerji ve enerji güvenliği dayanaklarıyla kesişiyor.

Önce İsrail açıklarında, daha sonra Kıbrıs açıklarında keşfedilen açık deniz gazı, son çeyrek yüzyılda Doğu Akdeniz'in enerji haritası üzerindeki rekabeti ve pazarlığı yoğunlaştırdı. Buna karşılık Türkiye coğrafi konumu, yakınlığı ve mevcut altyapısı sayesinde kendisini önemli bir bölgesel merkez olarak konumlandırıyor ve bu da onu Rusya, Azerbaycan ve Orta Asya'dan Avrupa pazarlarına gaz ve petrol için tercih edilen bir transit güzergah haline getiriyor.

İsrail, GKRY ve Yunanistan, İsrail'den başlayıp Kıbrıs ve Girit'ten geçerek Yunanistan'a bağlanacak ve Türkiye'yi bypass edecek boru hattı aracılığıyla Avrupa'ya doğalgaz taşımak için alternatif bir rota arayışına girdiler. Ankara ayrıca GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır ve diğer birkaç ülkenin katılımıyla 2020 yılında kurulan Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu'ndan da dışlandı. Ancak, bin 900 kilometrelik kara ve deniz güzergahına sahip East-Med boru hattı olarak bilinen proje, maliyeti yüksek ve uygulanamaz olduğu gerekçesiyle reddedildi. Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğini çekmesiyle 2022 yılında donduruldu. Ancak bugün, Ukrayna'daki savaşın yarattığı ortamda, üç ülke projeyi yeniden canlandırmaya çalışıyor.

csdf
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York'taki BM Genel Merkezi'nde düzenlenen BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede, 19 Eylül 2023 (AFP)

Kudüs'te bir araya gelen liderler, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa'yı birbirine bağlaması planlanan Hindistan-Ortadoğu Ekonomik Koridoru (IMEC) projesini ilerletme konusundaki kararlılıklarını da vurguladılar. Koridor Hindistan'dan başlıyor, Ortadoğu'daki çeşitli Arap ülkelerinden ve İsrail'den geçerek GKRY’ne ulaşıyor ve ardından Yunanistan üzerinden Avrupa'ya bağlanıyor. Hindistan, 2025’teki askeri çatışma sırasında Türkiye'yi Pakistan'ın yanında yer almak ve ona insansız hava araçları sağlamakla suçlamış ve bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir bozulmaya yol açmıştı.

Üçlü (İsrail, Yunanistan ve GKRY), ortak bildiride, ABD'nin de katılımıyla “3+1” formatındaki görüşmelerinin önemini vurguladı. Başkan Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan arasında, özellikle Trump yönetiminin Türkiye'ye Suriye ve Gazze'de özel bir rol vermesinden sonra sıcak bir ilişki olsa da İsrail Suriye'deki herhangi bir Türk varlığını reddediyor ve Ankara'nın Gazze için önerilen mekanizmalara katılımına şiddetle karşı çıkıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, aralık ayı sonunda Washington'da Trump ile yapacağı görüşmede büyük olasılıkla bu itirazları dile getirecek. Ayrıca ABD Başkanı’na, Gazze'deki 20 maddelik barış planının uygulanmasında Türkiye'ye alternatif olarak GKRY ve Yunanistan’ı önermesi de bekleniyor.

Buna karşılık, isminin açıklanmasını istemeyen bir Türk yetkili, GKRY ve Yunanistan'ın İsrail ile yakınlaşma yoluyla Türkiye'ye baskı yapma girişimlerinin, ikili ilişkileri iyileştirme ve Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarına zarar vereceğini vurguladı. İsrail ve bölgedeki bazı Arap devletlerinin Türkiye'nin katılımı konusundaki çekincelerini veya endişelerini dile getirebileceklerini ama Ankara'nın aksine GKRY ve Yunanistan'ın barış çabalarına katkıda bulunmak için gerekli güç ve bağlantılara sahip olmadığının açık olduğunu ve aslında, İsrail ile ittifaklarının onlara kazançtan ziyade bir yük gibi göründüğünü belirtti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.