Atatürk hilafeti kaldırdı... Talipler yarıştı

Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)
Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)
TT

Atatürk hilafeti kaldırdı... Talipler yarıştı

Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)
Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)

Sami Mubayyıd

"Halifelik kaldırıldı." Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924'te bu güçlü sözlerle, son resmi İslam halifeliğini kaldırdı. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) Türkiye'nin cumhuriyete dönüştüğünü ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinden beş buçuk yıl sonra sona erdiğini ilan etmesinden sadece dört ay sonra gerçekleşti. Halifenin bazı görevleri, sorumlulukları ve kalan parası TBMM’ye devredildi. Bir zamanlar İslam birliği ve gücünün sembolü olan halifelik, şimdi neredeyse sembolik ve önemsiz bir dini otorite haline geldi.

Osmanlı Padişahı’nın ihtişamı ve gücü, 1920'lerin başlarında yok olmaya başlamıştı. Atatürk, padişah unvanını da kaldırdı. Son Padişah, Kasım 1922'de görevden alınan 6. Mehmed (Vahdeddin) oldu. Ordusu yenildi ve hüküm sürdüğü imparatorluk yok edildi. Batılı güçler, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra başkentini işgal etti. Eskiden İspanya ve Hindistan'daki Müslümanlar arasında büyük saygı gören mağlup halife, İngiltere ve Fransa'nın emirlerine boyun eğmek zorunda kaldı.

Sultan Vahdeddin. (Corbis/Getty)
Sultan Vahdeddin. (Corbis/Getty)

Sultan Vahdeddin, Anadolu'nun bazı bölgelerini, Suriye ve Irak'ın tamamını ve müttefiklerin tüm mahkumlarını serbest bırakmak zorunda kaldı. Halife ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nun ünlü demiryolu ve telgraf hatlarının kontrolünden de vazgeçti. Sultan Vahdeddin, İstanbul'daki tahtından bir İngiliz gemisine binerek Malta'ya gitti ve asla geri dönmemesi emredildi. Dünyadan ve İslam halifeliğinden tüm izlerini kaybetti. İki gün sonra, amcasının oğlu, Veliaht Abdülmecid, Müslümanların halifesi olarak ilan edildi. Ancak Sultan unvanını taşımadı. Atatürk 1924 yılının mart ayında onu da devirdi. Sultan Vahdeddin, İtalya Rivierası'na sürgün edildi ve Mayıs 1926'da öldüğünde naaşı uçakla Şam'a götürüldü. Türkiye devlet hazinesi boştu. Bu yüzden naaşı, o zamanlar Suriye Cumhurbaşkanı olan Ahmed Nami'nin özel parasıyla taşındı ve defnedildi. Ahmed Nami, aynı zamanda Sultan 2. Abdülhamid’in damadıdır.

Osmanlı Padişahı’nın ihtişamı ve gücü, 1920'lerin başlarında yok olmaya başlamıştı. Atatürk, Padişah unvanını da kaldırdı. Son Padişah, Kasım 1922'de görevden alınan 6. Mehmed'di (Vahdeddin). Ordusu yenildi ve hüküm sürdüğü imparatorluk yok edildi.

Atatürk'ün danışmanlarından bazıları, halifeliğin, padişahlığın otoritesinden ayrılarak korunabileceğini öne sürerek halifeliğin kaldırılmaması için kendisine tavsiyede bulunmuşlardı. Padişahın ilahi otoritesinden kurtulmak bir şeydi, ancak Sultan Vahdeddin’in taşıdığı unvanı kaldırmak tamamen farklı bir şeydi. Atatürk'ün danışmanları, hilafetin korunmasının yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarına hizmet edeceğini ve dünyadaki Müslümanları otoritesi altında birleştireceğini savundu. Halifenin dini otoritesini Vatikan'ın Katoliklik üzerindeki kontrolüne benzetiyorlardı. Cumhuriyet ve hilafet bir araya gelemeyeceği için hilafetin cumhuriyetle keskin bir çelişki içinde olduğuna inanıyordu. Yeni anayasaya göre Türk halkı yasama kaynağıydı, halife değildi.

Atatürk'ün kararı, eskiden halifenin tebaası olan dünyanın her yerindeki Müslümanlar tarafından hoş karşılanmadı. Birçoğu hilafeti kurtarmaya çalıştı ancak çok az başarı elde ettiler. Örneğin, 1919'da Hindistan'da Halifelik Hareketi kuruldu. Bu hareket, Büyük Britanya'ya baskı yapmak için dünya çapında İslami bir destek toplamaya çalıştı. Hareket, Mahatma Gandhi de dahil olmak üzere birçok önemli kişiyi sosyal etkinliklerine çekmeyi başardı. Ancak hareket uzun sürmedi ve diğer halifelik çağrıları gibi başarılı olamadı. Cezayir direnişinin lideri Emir Abdulkadir el-Cezairi'nin torunu olan, önde gelen Cezayir Emiri Said el-Cezairi, Şam'da hilafet hareketini kurdu ancak 1920'lerin sonunda o da dağıldı.

Fotoğraf Altı: Halife unvanını isteyen Kral 1. Fuad. (Hulton Archive/Getty )
Halife unvanını isteyen Kral 1. Fuad. (Hulton Archive/Getty )

Mısır Kralı I. Ahmed Fuad, halifelik için aday olanlardan biriydi. Diğer aday ise Mekke Emiri ve Hicaz Krallığı'nın kralı olan Şerif Hüseyin bin Ali idi. Şerif Hüseyin, kendisini son Osmanlı halifesinin doğal varisi ilan etti ve ailesinin soyunun Hz. Muhammed'e kadar dayandığını savundu. Şerif Hüseyin, 11 Mart 1924'te, halifeliğin Türkiye'de kaldırılmasından sadece iki hafta sonra, Müslümanların boşta kalan halifeliği için adaylığını açıkladı.

Ancak bir yıl sonra, Kral Abdülaziz el-Suud, Şerif Hüseyin'in yönetimini ortadan kaldırdı ve onu Kıbrıs'a sürgün etti. Şerif Hüseyin'in halifeliği talep etmesi, siyasi rolünün kaybolmasıyla birlikte ortadan kalktı. Mısır Kralı, 25 Mart 1924'te İslam'ın geleceğini tartışmak için kapsamlı bir İslam konferansı düzenlemeye çağırdı. Konferansın amacı, Mısır Kralı'nın el-Ezher'den halife unvanını almasını destekleyen bir girişimi olan İslam dünyasını arkasında birleştirmekti. Ancak, girişimi Şerif Hüseyin'in girişimi gibi başarısız oldu.

Bu sorun, sonraki yüzyılda da ortadan kalkmadı. 2007 yılında Gallup tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, ankete katılan Müslümanların yüzde 65'inin İslam devletlerinin hilafet altında birleşmesini istediğini ortaya koydu. ABD Başkanı George W. Bush'un konuşmalarında hilafetten 15 kez, bir konuşmada ise dört kez bahsedildi. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, El Kaide'nin ‘hilafeti yeniden kurmak istediği’ konusunda uyardı. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, El Kaide'nin ‘mevcut İslami rejimlerin yerini alacak bir hilafet kurmak istediğini’ ekledi. Bu arada İngiliz Genelkurmay Başkanı Sir Richard Dannatt, İslamcıların gözlerini uzun vadeli ‘tarihi İslami Hilafeti yeniden kurmak’ hedefine diktikleri için Afganistan'da İngiliz kuvvetlerine ihtiyaç olduğunu açıkça belirtti. ABD Temsilcisi Ellen West, de Ağustos 2011 yaptığı açıklamada "Arap Baharı denilen şeyin, İslami hilafeti yeniden kurmanın ilk aşaması olduğu kadar, demokratik bir hareketle hiçbir ilgisi yoktur" demişti.

Bu sorun, sonraki yüzyılda da ortadan kalkmadı. 2007 yılında Gallup tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, ankete katılan Müslümanların yüzde 65'inin İslam devletlerinin hilafet altında birleşmesini istediğini ortaya koydu. ABD Başkanı George W. Bush'un konuşmalarında hilafetten 15 kez, bir konuşmada ise dört kez bahsedildi. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, El Kaide'nin ‘hilafeti yeniden kurmak istediği’ konusunda uyardı.

Ekim 2011’de Tunus'ta gerçekleştirilen Arap Baharı'nın ardından yapılan seçimlerde kazanan Müslüman Kardeşler'in genel sekreteri Hammadi Cibali, "İnşallah biz altıncı halifelik dönemini yaşıyoruz" dedi. Altıncı halifelikten kastettiği, ilk dört halife (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) ile Emevi hanedanından olan beşinci halife Ömer bin Abdulaziz'dir. Müslüman Kardeşler lideri Raşid Gannuşi de halifeliğin Müslümanların ortak umudu ve arzusu olduğunu söyledi. Kıdemli Suriyeli araştırmacı Satih el-Husari'ye bir keresinde 1948 Savaşı’nda yedi Arap ordusunun neden İsrail'i yenemediği sorulduğunda, bunun ortada yedi ordu bulunmasından kaynaklandığını söyledi. İslam devletinin işlerini yönetmek için bir ordu ve bir hilafet kurulmasına ihtiyaç vardı.

Ebu Bekir el-Bağdadi, sahte ve geçersiz bir halifelik görevini üstlendi

Mustafa Kemal Atatürk'ün halifeliği kaldırmasının üzerinden tam 90 yıl geçtikten sonra, ilk ciddi hilafet adayı ortaya çıktı. Iraklı bir Sünni İslamcı olan İbrahim Avvad İbrahim el-Bedri (daha çok Ebu Bekir el-Bağdadi olarak bilinir), 29 Haziran 2014'te Irak ve Suriye'de bir halifelik ilan etti. Sözcüsü, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin ‘Halife İbrahim’ unvanını alacağını ve hilafetin yeniden kurulduğunu duyurdu.

20 Eylül 2014'te, 120'den fazla Sünni din adamı, Ebu Bekir el-Bağdadi'ye açık bir mektup imzaladı ve onu Kur’an-ı Kerim ve Sahih Hadis'in yanlış yorumlamasıyla suçladı. Mektupta, "İslam'ı sertlik, zulüm, işkence ve cinayet dini olarak yorumlayarak İslam'ı yanlış yorumladınız. Bu büyük bir hatadır ve İslam'a, Müslümanlara ve tüm dünyaya bir hakarettir" ifadelerine yer verildi.

Fotoğraf Altı: DEAŞ terör örgütü halifesi Ebubekir el-Bağdadi. (Getty)
DEAŞ terör örgütü halifesi Ebubekir el-Bağdadi. (Getty)

Fransa'da bir camide binlerce Müslüman, “Biz bunu kabul etmiyoruz” demek için toplandı. Mısır’daki Daru’l İfta, DEAŞ’ı ‘Irak ve Suriye'deki El Kaide ayrılıkçıları’ olarak adlandırdıkları bir fetva yayınladı. Ekim 2014'te, İngiliz İslami kuruluşları Britanya İslam Topluluğu, İngiliz Müslümanlar Derneği ve Müslüman Barolar Birliği, DEAŞ’ı İslam dışı devlet’ olarak adlandırmayı önerdi.

Batılı gazeteciler, İslam hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için genellikle el-Bağdadi'yi yanlışlıkla İslam'ın ilk halifesi olan Ebu Bekir es-Sıddık'ın halefi olarak tanımlarlar. Bu hem gazetecilerin hem de okuyucularının tarihini bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, 2014 yılındaki birçok haber raporunda yer alan ‘İslam hilafeti, Hz. Muhammed'in 632 yılındaki ölümünden sonra kuruldu ve 1924 yılında Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaldırıldı’ şeklindeki tarihsel özete kimse itiraz etmedi. Kasıtlı veya kasıtsız olarak yapılmış olsun, bu yanlış argüman, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin Ebu Bekir el-Sıddık'ın ve Ömer ibn el-Hattab, Ali ibn Ebi Talib gibi büyük adamlardan oluşan bir hanedanın ve Kanuni Sultan Süleyman, Abdülmecid ve Abdülhamid gibi Osmanlı padişahlarının doğal halefi olduğunu gösteriyor.

Müslüman Sünnilerin çoğuna göre, Hz. Muhammed'in arkadaşı, komşusu ve en güvendiği sahabe olan Ebu Bekir es-Sıddık, 632 yılında ilk halife oldu. Ona ‘Resulullah'ın halifesi’ unvanı verildi. Sünniler, halifenin, İslam'ın doğum yeri olan Mekke'nin güçlü kabilesi Kureyş veya herhangi bir yan kolundan doğrudan soyundan gelmesi gerektiğini ve oy birliğiyle (şura) seçilmesi gerektiğini savunur. Hz. Muhammed de Kureyş'in Beni Haşim koluna mensuptu. Ancak, İslam'ın Hanefi mezhebi, halifenin Kureyşli olmayanlar tarafından da seçilebileceğini söyler. Bu, Osmanlı padişahlarının İslam imparatorluğunu nasıl yönettiğini açıklar. Osmanlı padişahlarının hiçbiri Mekke'nin soylularından değildi. Şii Müslümanlar ise halife olmak için birinin Mekke'nin soylularından olması yeterli olmadığını, potansiyel rakiplerin Hz. Muhammed'in soyundan, yani Ehl-i Beyt'ten gelmesi gerektiğini savunur. Bu, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin, bir açıklama yaptığında veya kamuoyunun önüne çıktığında kullandığı iki önemli ek ismin nedenini açıklar. İlk unvan ‘Kureyşli’ (Kureyş'ten), ikinci unvan ise ‘Haseni’ (Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hasan'ın soyundan). Batılı gazeteciler ve gayrimüslimler, pratik nedenlerle genellikle bu iki unvanı göz ardı etme eğilimindedir. Ancak DEAŞ medyası, Ebu Bekir el-Bağdadi'den bahsederken her zaman bu iki aidiyeti belirtir.

Hilafet koşulları: Kimler halife olabilir?

Hilafet şartları, soyundan bağımsız olarak oldukça açıktır. Halifenin bir erkek ve Müslüman olması gerekir. Halifenin Müslüman kitlelere namaz kıldırması gerekiyordu. İslami geleneklere göre kadınlar liderlik pozisyonlarını üstlenemezler, hatta bir camide erkeklere ayrılmış bölümde görünemezler. Halife İslam hakkında bilgili olmalıdır. Adaletli, güvenilir ve yüksek ahlaka sahip olması gerekir. Ayrıca fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı, cesur ve milletini düşmanlarından koruma yeteneğine sahip olmalıdır. Sünniler, halifenin, İslam hukuku sınırları içinde ‘adaletle’ hüküm vermesi beklenen bir dünyevi hükümdar olduğu konusunda hemfikirdir. Bir fakih tarafından onun adına hazırlanması beklenen yasaları onaylamakla ve vatandaşların bunları takip etmesi gerekir. Ancak halifenin gücü Kur’an-ı Kerim hukukunun üstünde değildir. Kur’an-ı Kerim öğretilerini ihlal ederse, Şura Konseyi tarafından sorguya çekilebilir. Şura Meclisi, devlet işlerini tartışmak ve İslam ümmeti adına kararlar almakla görevli eğitimli insanlardan oluşan küçük bir gruptur. Halifenin görevden alınmasının gerekçelerinden biri, örneğin, Müslümanları namaza çağırmamasıdır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün halifeliği kaldırmasının üzerinden tam 90 yıl geçtikten sonra, ilk ciddi hilafet adayı ortaya çıktı. Iraklı bir Sünni İslamcı olan İbrahim Avvad İbrahim el-Bedri (daha çok Ebu Bekir el-Bağdadi olarak bilinir), 29 Haziran 2014'te Irak ve Suriye'de bir halifelik ilan etti. Sözcüsü, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin ‘Halife İbrahim’ unvanını alacağını ve hilafetin yeniden kurulduğunu duyurdu.

İlk halife Ebu Bekir es-Sıddık'ın 634 yılındaki ölümünden sonra, yerine Ömer bin Hattab halife seçildi. Ömer bin Hattab, İslam tarihinde olağanüstü bir şahsiyetti. Bilge, adil ve dindar biriydi ve yüksek siyasi zekaya sahipti. Ömer bin Hattab konuşurken, sözleri yasalara dönüşürdü ve bunlar Müslümanların nesiller boyunca aktardığı sözler olurdu. Aynı zamanda Peygamber'in eski bir arkadaşı ve eşi Hz. Hafsa'nın babasıydı. ‘Resulullah'ın halifesinin halifesi’ ifadesindeki tekrar yerine Ömer bin Hattab, ‘Müminlerin Emiri’ unvanını aldı. Bu unvan, kendisi ve halefleri Osman bin Affan ve Ali bin Ebu Talib'in de unvanı oldu. Her ikisi de Mekke'nin soylularındandı ve Peygamber'in kızlarıyla evliydiler. Sünni hadislere göre Peygamber ilk dört halifeyi ahirette cennetle müjdelemiştir. Bu müjde, Peygamber'in ne ilk eşi olan sevgili eşi Hatice ne kızı Fatıma ne de en sevdiği eşi Ayşe de dahil olmak üzere hiçbir yakınına verilmedi. Bu halifelerin tarihi, İslam dünyasının kalbinde yer almaktadır. Ebu Bekir el-Bağdadi, bu tarihi ezbere biliyordu. İlk dört halife, her Müslümanın takip ettiği ideal bir örnektir ve el-Bağdadi, onların yolunu takip ettiğini iddia etti.

Ancak Bağdadi iyi bir Müslüman değildi. Aksine bir zorba ve şarlatandı. Emir Said el-Cezairi, 1924'te Suriye'de hilafet hareketi kurulduğunda, Atatürk'ün kararıyla boş kalan pozisyonu bir sahtekar ortaya çıkmadan hemen önce uygun bir halefin doldurması gerektiği konusunda Müslüman ümmetini uyarmıştı. 90 yıl sonra bu sahtekar, Ebu Bekir el-Bağdadi ve onun halefi olduğunu iddia eden herkes, 2019'daki ölümünün ardından ortaya çıktı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.



Mısır-Türkiye yakınlaşması sıcak bölgesel dosyalara nasıl yansıyor?

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara'da düzenlediği ortak basın toplantısında (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara'da düzenlediği ortak basın toplantısında (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
TT

Mısır-Türkiye yakınlaşması sıcak bölgesel dosyalara nasıl yansıyor?

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara'da düzenlediği ortak basın toplantısında (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara'da düzenlediği ortak basın toplantısında (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Mısır ve Türkiye, bölgesel ilişkilerin haritasının yeniden çizilmesine katkıda bulunabilecek bir değişimle, yıllar süren gerginliğin ardından kayda değer bir yakınlaşmaya tanıklık ediyor. Dünyanın gözü ise bu gelişen ortaklığa ve bunun Libya, Suriye ve Gazze gibi bölgedeki sıcak meselelerin yanı sıra Afrika Boynuzu ve Doğu Akdeniz'deki gerilimler üzerindeki potansiyel etkisine çevriliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Şubat ayında Mısır'a yaptığı benzer bir ziyaretin ardından Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi'nin geçtiğimiz çarşamba günü Ankara'ya yaptığı ilk resmi ziyaret, Kahire ile Ankara arasındaki yakınlaşmayı pekiştirdi ve on yıllık gerginliğin ardından ilişkileri ‘yeni bir döneme’ soktu.

Şarku’l Avsat'a konuşan uzmanlar, bu ziyaretin ardından iki ülkenin ikili iş birliğinden bölgesel iş birliğine geçtiğini ve bunun Mısır Cumhurbaşkanı'nın ziyareti sırasında 4 Eylül'de Ankara'da iki ülke tarafından düzenlenen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin ilk ortak bildirisinin şartlarına da yansıdığını belirtti. Uzmanlar, iki ülkenin ya da bölgenin tanıklık ettiği kritik dosyaların önümüzdeki dönemde yaklaşımlar, anlayışlar ve geniş ve alışılmadık ortak destek için bir yol bulabileceğine işaret ettiler ki bunların başında Kahire ve Ankara'nın bu konudaki etkisi ve dengesi göz önüne alındığında Libya dosyası geliyor.

Libya'nın doğu ve batıda iki hükümet arasında bölünmüş olması ve her iki hükümetin de Mısır ya da Türkiye tarafında güçlü bağlara sahip olması, Mısır-Türkiye yakınlaşmasının bir sonucu olarak çatışan iki hükümet arasındaki uçurumun kapatılması şansını artırıyor.

Bir Türk askeri üssüne ev sahipliği yapan ve Mısırlı barış gücü askerlerini kabul etmeye başlayan Somali, Etiyopya'nın yılbaşından bu yana ayrılıkçı bir bölgede (Somaliland) liman kurma girişimini giderek daha fazla reddediyor. Ankara iki taraf arasında arabuluculuk yapmak için devreye girerken, Türkiye'nin Mısır ile iyi ilişkileri olan Suriye ile temasları da artıyor.

Diğer yandan iki ülke arasında İsrail'in Gazze Şeridi'nde yaklaşık bir yıldır devam eden savaşına karşı ortak tutum ile Nisan 2023'ten bu yana Sudan'da ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışmayı durdurma arzusu var.

Yaklaşımlar

4 Eylül'de Stratejik İşbirliği Konseyi'nin yeniden kurulmasına ilişkin ortak bildiri yayınlandı. Mısır ve Türkiye'nin ‘çevrelerinde barış, refah ve istikrarı teşvik etmeyi amaçladıkları’ belirtildi ve 36 maddeden 9'u ile Gazze Şeridi'nde iki ülke arasındaki koordinasyon ve iş birliği düzeyinin güçlendirilmesi vurgulandı.

grnhtyum
Mısır ve Türkiye Cumhurbaşkanları başkanlığında düzenlenen Mısır-Türkiye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi'nin ilk toplantısından (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Mısır ve Türkiye, Suriye'nin egemenliğinin önemini vurgulayarak, çatışmaya kalıcı ve kapsamlı bir çözüm bulunması ve terörle mücadele konusundaki ortak kararlılıklarını teyit ettiler. Libya'da ise ‘Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kolaylaştırılacak bir siyasi süreci desteklemeyi dört gözle beklediklerini’ ifade ettiler.

İki ülke, Afrika Boynuzu'nda ‘barış, güvenlik ve istikrarın sağlanmasının önemi ve her ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı’ konusunda mutabık kaldı. Ayrıca ‘Sudan'daki çatışmanın sona erdirilmesine yönelik diplomatik çabalara destek’ vurgusu yapıldı.

Yansımalar

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in Danışmanı Dr. Abdulkadir Azuz'a göre Mısır-Türkiye yakınlaşması ilişkileri ‘normalleşmeden stratejik iş birliğine taşıma’ arzusunu yansıtıyor. Azuz’a göre bu durum iki ülkenin bölgedeki ağırlığı nedeniyle çeşitli bölgesel konulara olumlu yansıyacak.

Sisi’nin basın toplantısında Ankara ile Şam arasındaki yakınlaşmayı memnuniyetle karşılamasının, Türkiye ve Suriye arasındaki meselelerin çözümünde Kahire ile Ankara arasında iş birliği olduğunu gösterdiğini belirten Dr. Azuz, “Mısır bu meselelerin birçoğunun uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak çözümünde önemli bir rol oynayabilir” dedi.

El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde Türkiye meseleleri araştırmacısı olan Dr. Kerem Said de Mısır-Türkiye yakınlaşmasının Türkiye-Suriye yakınlaşmasını olumlu etkileyeceği görüşüne katılıyor. Said, Kahire ile Ankara'nın bölgenin iki ağır ülkesi olduğunu, bölgede geniş bir denge ve etkiye sahip olduklarını ve yakınlaşmalarının bölge için çözüm işaretleri taşıdığını belirtti.

Mısır-Türkiye yakınlaşmasından etkilenecek dosyaların başında Libya dosyasının geldiğini ve bunun seçimlerin hızlandırılması, askeri birlik ve istikrarın teşvik edilmesi temelinde ortak bir yaklaşıma yol açmasını umduklarını belirten Said, “Yakınlaşma ışığında Afrika Boynuzu'nda, özellikle de Somali'de iki ülkenin çıkarları ve bölgenin istikrarı açısından ortak düzenlemeler olacaktır” değerlendirmesinde bulundu.

Nairobi'deki Doğu Afrika Çalışmaları Merkezi Direktörü Abdullah İbrahim, her iki ülkenin de Somali ve Doğu Afrika bölgesinde kendi çıkarları olduğunu ifade etti. İbrahim, ‘iki ülkenin çabalarını birleştirmeleri halinde Somali'nin toparlanma kabiliyetinin, güvenlik ve istikrarının artacağına, bölgenin savaş korkusundan kurtulacağına ve özellikle Doğu Akdeniz, Libya ve Filistin'deki durum gibi bölgesel krizlerin ele alınmasında niteliksel bir sıçrama yaşanacağına’ inanıyor.

Yakınlaşmanın Filistin davasının gidişatına yansıyacağına inanan Filistinli siyasi analist Eymen er-Rakab, “Mısır ve Türkiye arasındaki yakınlaşma Filistin davasına alışılmadık bir şekilde fayda sağlayacaktır. Bu, Arap ve uluslararası arenalarda destekleyici rollerin daha da güçlendirilmesini ve Filistin hakkının tüm arenalarda, özellikle de uluslararası alanda desteklenmesi için daha fazla ortak baskı uygulanmasını ve bundan taviz verilmesinin reddedilmesini gerektirecektir” ifadelerini kullandı.

Dr. Kerem Said, yakınlaşmanın Filistin devletinin kurulmasını destekleyen ortak bir vizyon ışığında ve Türkiye'nin Gazze'deki krizin insani yardım ve müzakere düzeyinde yönetilmesinde Kahire'ye verdiği kayda değer destekle ya da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Mısır'a yönelik son suçlamalarını reddetmesiyle Filistin davasının gidişatına olumlu yansıyacağına inanıyor.

Türk siyasi analist Taha Avde, “Yakınlaşma dosyaları arasında en büyük zorluk kuşkusuz Gazze dosyası olacak” dedi. Avde’ye göre Mısır ve Türkiye'nin ortak mutabakatı bu dosyadaki uluslararası çabalarını güçlendirecek. Zira Mısır ile Türkiye'nin ilişkileri ikili iş birliğinden bölgesel ortaklığa doğru ilerliyor.

Avde, “Türkiye-Etiyopya ilişkilerinin yanı sıra Doğu Akdeniz'deki Mısır-Yunanistan-Kıbrıs ilişkileri temelinde Mısır-Türkiye yakınlaşması, Kahire ile Addis Ababa arasındaki Rönesans (Nahda) Barajı krizinde ya da bir yandan Ankara, diğer yandan Atina ve Lefkoşa arasında olsun, her iki ülke için de çözümler ve hamleler getirebilir” dedi.

Libya dosyasına gelince, Libyalı siyasi analist Eyub el-Evceli, Mısır ve Türkiye'nin orada önemli oyuncular olduğunu, yeniden inşa projelerine sahip olduklarını ve yakınlaşmalarının, Merkez Bankası Başkanı’nın seçimiyle ilgili mevcut kriz de dahil olmak üzere birçok sorunun çözümünde yeni ufuklar açacağını belirtti. El-Evceli, Libya'da iki ülkeye yakın aktörlerin görüşlerini uzlaştırma, seçimlerin yapılmasını engelleyen konulara çözüm bulma ve herhangi bir çatışmayı önleme olasılığı olduğunu, ancak genel olarak Libya krizini çözmenin çok daha büyük bir mesele olduğunu ve bir gecede çözülemeyeceğini düşünüyor.

Sudanlı siyasi analist Muhammed Turşin'e göre Türkiye, Etiyopya ve Somali arasındaki arabuluculukta önemli bir rol oynayacak ve bu da Mısır'ın ve ulusal güvenliğinin yararına olacak. Ancak Turşin, ‘Türkiye'nin Rönesans Barajı üzerindeki etkisinin sınırlı olacağına’ inanıyor. Turşin, Sudan'ın barışı tesis etmesine ve kalkınma projelerini uygulamasına destek olmak için Mısır-Türkiye koordinasyonunu bekliyor.