Dışişleri Bakanı Fidan: İsrail-Filistin sorununu çözmezsek kimsenin ceza almadığı ve adaletsizlikten beslenen ağır bir radikalizm tekrar hepimize musallat olacak

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Gazze konusunda, "BM Şartı tarafından yetkilendirilen Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlama sorumluluğunu yerine getirmekte yine başarısız oldu" açıklamasında bulundu

Hakan Fidan (AA)
Hakan Fidan (AA)
TT

Dışişleri Bakanı Fidan: İsrail-Filistin sorununu çözmezsek kimsenin ceza almadığı ve adaletsizlikten beslenen ağır bir radikalizm tekrar hepimize musallat olacak

Hakan Fidan (AA)
Hakan Fidan (AA)

Fidan, ABD'nin New York kentinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) üst düzey İsrail-Filistin oturumunda konuştu.

"Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü"nde asil ve dirençli Filistin halkının karşı karşıya kaldığı bir yıkımı tekrar görüşmek için bir araya gelindiğine işaret eden Fidan, tüm konuşmacıların Gazze'deki insani durumun ciddiyetine dikkat çektiğine işaret etti.

Fidan, "İsrail'in Gazze ve halkına yönelik hain saldırıları savaş suçu teşkil ediyor. Tüm medeni ülkelerin kendilerini bu suçlardan soyutlamaları yönünde çağrı yapıyoruz." dedi.

"BMGK yine başarısız oldu"

Zor zamanlarda uluslararası hukuku uygulamak ve insanlığın ahlaki pusulasını korumak için güçlü küresel kurumlara ihtiyaç olduğunun altını çizen Fidan, "BM Şartı tarafından yetkilendirilen Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlama sorumluluğunu yerine getirmekte yine başarısız oldu." diye konuştu.

Fidan, BMGK'nin tek bir sesle ve etkili bir şekilde ateşkes çağrısında bulunamadığını anımsatarak, aynı zamanda Konseyin Filistin halkının tarih boyunca maruz kaldığı adaletsizliğe de çözüm sunamadığını kaydetti.

BMGK'nin bu konudaki etkisizliğinin diğer küresel krizlerle mücadelesini de etkileyeceğini ve Konseyin itibarına zarar vereceğini belirten Fidan, "(Bu durum) Aynı zamanda BM'nin üzerine inşa edildiği kurallara dayalı uluslararası sisteme de zarar verir." ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Fidan, uluslararası hukuk, değerler ve ahlaki pusula olmadan "herkesin tehlikeli sularda yüzeceğine" işaret ederek, "Yakında (İsrail-Filistin) bu sorunları çözmezsek kimsenin ceza almadığı ve adaletsizlikten beslenen ağır bir radikalizm tekrar hepimize musallat olacak." değerlendirmesinde bulundu.

Dünyanın farklı yerlerinde milyonlarca insanın Filistin halkıyla dayanışma göstermek için bir araya geldiğini kaydeden Fidan, İsrail'in işlediği suçlar karşısında büyüyen öfke ve gerilimin birçok ülkede toplumsal çalkantı riskini beraberinde getirdiğini söyledi.

Fidan, BMGK'dan beklentinin çok net olduğunu belirterek, beklentileri şu şekilde sıraladı:

Ateşkesin garanti altına alınması ve Gazze'ye engelsiz insani yardımın mümkün kılınması.

Gazze'deki çatışmada insani araların uzatılması ile esir ve rehine takasının bir umut ışığı teşkil ettiğini aktaran Fidan, "Gazze'de bir sonraki gün hakkında ortaya atılan senaryoları da ciddi endişeyle takip ediyoruz." diyerek söz konusu senaryoların İsrail'e milyonlarca Gazzeliyi ana vatanlarından uzaklaştırması ve baskıcı bir rejim uygulaması için ilave gerekçe verdiğini dile getirdi.

Fidan, bu karanlık dönemi çatışmanın ana nedenlerine çözüm bulmak için bir fırsata dönüştürmek gerektiğini belirterek, "Aksi halde bugün gördüğümüz semptomlar yarın çok daha yıkıcı olacak." uyarısında bulundu.

BM Genel Kurulu'nda 11 yıl önce bugün Filistin'e BM'de "üye olmayan gözlemci statüsü" verilmesi için oylama yapıldığını anımsatan Fidan, Filistin halkına işlevsel ve tüm haklarının tanındığı bir devlet verilmesi halinde bugün karşılanan sorunların çoğunun yok olacağını ifade etti.

"Garantörlük mekanizmasına ihtiyaç var"

Fidan, "iki devletli, Filistin ve İsrail'e güvenlik güvenceleri sağlayan barış süreci için artık kolları sıvamak" gerektiğinin altını çizerek, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti ve İsrail'in barış ve güven içinde, 1967 sınırları dahilinde yan yana var olması gerektiğini söyledi.

Geçmiş deneyimlerin aksine söz konusu anlaşmanın uygulanmasının sağlanması gerektiğine dikkati çeken Fidan, bu çerçevede Türkiye'nin bir garantörlük önerisi sunduğunu, bu çerçevede bir mekanizmanın barışı güvence altına alabileceğini ve tarafların anlaşmayı ihlal etmelerini engelleyebileceğini kaydetti.

Fidan, söz konusu mekanizmanın nihai anlaşmaya giden sürecin bir parçası olabileceğini belirterek, "Birçok ortağımızın (İsrail-Filistin konusunda) ifadelerine bakıldığında böyle bir mekanizmaya (Türkiye'nin garantörlük önerisi) ihtiyaç ve destek var." dedi.

Dışişleri Bakanı Fidan, tüm meslektaşlarına, gecikmeden süren vahşete ve Filistin halkına yönelik yıllardır süren adaletsizliğe birlikte hareket ederek son verme çağrısında bulundu.



Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm
TT

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

Esed, Erdoğan ve bölgedeki yeni dönüşüm

İbrahim Hamidi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, son yıllarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in Arap ülkeleriyle veya Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilişkilerini normalleştirmesi arzusunu gizlemiyor.

Arap ülkeleriyle ilişkilerin normalleşmesi daha kolay oldu. Şam, geçen yılın ortasında Arap Birliği'ne geri döndü ve Esed son iki Arap zirvesine katıldı.

Türkiye ile normalleşme meselesi ise birçok nedenden dolayı daha karmaşık. Belki de en önemli neden, Türk ordusunun doğrudan veya gruplar aracılığıyla Suriye'nin (toplam yüzölçümü 185 bin kilometrekare olan) yaklaşık yüzde 10'unu kontrol etmesidir. Bu alan, Lübnan’ın iki katı büyüklüğündedir. Ankara ayrıca 2012'den bu yana silahlı gruplara askeri ve istihbarat desteği sağlıyor ve yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor.

Putin daha önce Esed ve Erdoğan'ı istihbarat, askeri ve siyasi yetkilileri arasında toplantılar düzenlemeye ikna etmeyi başarmıştı. Nitekim eski MİT Başkanı (şu anki Dışişleri Bakanı) Hakan Fidan ve (şu anda Cumhurbaşkanlığı Ulusal Güvenlik Danışmanı) olan Milli Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral Ali Memluk, 2020’nin başında Moskova'da yapılan aleni toplantının ardından Şam ve Ankara'da karşılıklı gizli-dostane ziyaretlerde bulundular.

Esed, görüşme için Türkiye'nin çekilmesi önkoşulunu kaldırdı, Ankara’da artık çekilmek için siyasi çözümü şart koşmuyor

Ne zaman Esed ile Erdoğan arasında bir görüşmeden bahsedilse, müzakereler tek bir sorunla karşılaşıyordu; Suriye Devlet Başkanı, Türk tarafının, kuvvetlerinin geri çekilme tarihini deklare eden veya geri çekilmeye ya da geri çekilmenin ne zaman başlayacağına dair net bir zaman çizelgesi ilan eden bir ön açıklama yapmasını talep ediyordu. Suriye tarafına göre “düğüm", "işgalci bir ülkenin" başkanıyla görüşmekti.

Türk tarafının cevabı ise her zaman Ankara'nın 2254 sayılı karara bağlı kaldığı ve Suriye'nin kendi toprakları üzerindeki tam egemenliğine saygı gösterdiği, ancak çekilme meselesinin siyasi çözüm ve kuzey Suriye'nin Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturmaması için güvenliğin sağlanmasıyla bağlantılı olduğu şeklindeydi. Türk tarafı için "düğüm", "gayri meşru" bir başkanla görüşmekti.

Bu iki düğüm karşısında Rusya'nın çabaları statükoyu koruma noktasında durdu. Yani Şam'ın İdlib'e gitmesini engelledi. Fırat'ın doğusunda Türkiye ile düzenlemelerde bulundu, ortak devriyeler düzenledi, kolaylıklar sağladı. Zaman zaman hava saldırıları düzenledi.

Şimdi yeni olan, bu geri çekilme veya siyasi çözüm “düğümlerinin” çözülmüş olması. Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin öncülük ettiği ve Rusya Devlet Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in kaptığı arabuluculuk sonunda, Suriye tarafı, görüşme için Türk ordusunun geri çekilmesi önkoşulunu geri çekti. Ankara da artık geri çekilme için siyasi çözümü, muhalefetin katılımını, terörle mücadeleyi ve mültecilerin geri dönüşüne yönelik düzenlemeleri şart koşmaktan vazgeçti. Yani iki taraf arasındaki görüşme, önkoşulsuz olacak.

Esed ve Erdoğan, Fırat'ın doğusundaki "Kürt varlığının" Suriye ve Türkiye'nin birliğine yönelik varoluşsal bir tehdit olduğuna inanıyor

Peki, Esed ve Erdoğan'ın pozisyonlarındaki bu büyük değişikliğin nedeni nedir?

Neden, PKK lideri Abdullah Öcalan yani Kürt dosyasıdır. Ankara ve Şam, Fırat Nehri'nin doğusundaki Kürt kurumsal varlığının, yani “özerk yönetimin” artık Suriye ve Türkiye'nin birliğine varoluşsal bir tehdit oluşturduğuna inanıyorlar.

Merhum Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed'in, Türk askeri saldırısından kaçınmak için Ekim 1998'de Öcalan'ı korumaktan vazgeçtiği biliniyor. Daha sonra Türk istihbaratı Öcalan'ı 1999 yılı başlarında Afrika'da yakaladı ve o günden beri Türkiye’de cezaevinde tutuluyor. Bunun ardından Suriye ile Türkiye arasında istihbari, siyasi ve ekonomik ilişkiler gelişti, Esed ve Erdoğan karşılıklı aile ziyaretlerinde bulunarak sınırları açtılar. Öyle ki Şam, Kürt liderleri Ankara'ya teslim etti ve PKK’nın birçok mensubunu hapse attı.

2011'den sonra Erdoğan ile Esed arasındaki ilişkiler tepetaklak oldu ve Şam, Türkiye'yi tehdit edecek şekilde Kürt parti ve oluşumlarının kuzeydoğu Suriye'de yayılmasının önünü açtı. Ancak ABD'nin 2014'ten sonra DEAŞ’ı yenmek için Kürt savaşçılara güvenme kararı almasının ardından Türkiye’ye karşı kullandığı silah, kendisini tehdit etmeye başladı. Dahası, Washington liderliğindeki uluslararası koalisyon, Kürt yönetimini kurumsallaştırmak ve Şam'a karşı desteklemek için ona hava desteği de sağladı.

Şam, Kürtlerle ilişkilerinde müzakereler ve tehditler arasında gidip gelirken, Türkiye birçok kez askeri müdahalede bulundu, Halep kırsalındaki askeri bölgeleri işgal etti ve Kürt varlığını “parçalara ayırmak” için İdlib'deki gruplara destek verdi. Öncelikle Kürt varlığının Akdeniz'e ulaşarak nefes almasını engelledi, ardından Fırat Nehri'nin her iki yakasını coğrafi olarak birbirine bağlamasını engelledi.

Fırat'ın doğusundaki Kürtlere yönelik ortak operasyon için Suriye-Türkiye görüşmeleri sürüyor

Öcalan’ın çeyrek asır önce Şam’daki karargahından ayrılarak bilmeden oynadığı rolü, şu anda Türkiye'deki hapishanesinden yine bilmeden “oynadığı” aşikâr. O da Öcalan'ın Suriye'deki gölgesi olan, Fırat'ın doğusundaki ABD destekli SDG’nin omurgasını oluşturan YPG’dir. Öcalan ve Kürtlerin neden olduğu kaygılar Esed ve Erdoğan'ı tek hedefte, Suriye'de, Türkiye Kürtlerine ve PKK’ya ilham verebilecek bir Kürt oluşumunun kurulmasına karşı birlikte çalışmak hedefinde buluşturuyor.

Gerçekten de Şam ile Ankara arasında, ana bileşenini Kürtlerin oluşturduğu, SDG’ye yönelik askeri operasyon başlatılması yönünde gizli görüşmeler yapılıyor ve görüşmelerde bazı sorulara yanıt aranıyor; operasyon tarihi ne zaman olacak? Bir Suriye-Türkiye ortak kara operasyonu mu yoksa kara harekâtı ayağını Suriye ordusunun gerçekleştireceği, Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının havadan destek vereceği bir operasyon mu olacak? Kürtlere ABD seçimlerinden önce mi saldırılacak? Putin ve Erdoğan'ın dostu, Kürtlerin düşmanı Donald Trump'ın seçilmesi mi beklenmeli? 2019'da tehdit ettiği gibi kuzeydoğu Suriye'den çekilme sözü veren ve Türkiye'nin Tel Abyad ile Resulayn arasındaki harekâtı nedeniyle, Amerikan kuvvetlerinin kısmen çekilmesinin önünü açan Trump'ın seçilmesini beklemek mümkün mü?

Kürt varlığına ilişkin endişeler Esed ve Erdoğan'ın bir araya gelip "Kürt varlığını parçalamak" ve "ekonomi arterlerini açmak" için birlikte çalışmasının önünü açıyor.

Bu soruların yanıtları sadece Suriye ile Türkiye arasındaki müzakere odalarında değil, Umman Sultanlığı'nın başkenti Maskat'ta Suriyeli ve Amerikalı heyetler arasında yapılan gizli görüşmelerde, ayrıca Türk ve Amerikan tarafları arasında Ankara ve Washington'da yürütülen güvenlik ve politik müzakerelerde de ele alınıyor. Bu görüş alışverişleri daha önce, Ankara ve Şam bu seçimleri iki ülkenin birliğine yönelik stratejik bir tehdit olarak gördüğü için Washington'un Kürt Özerk Yönetimi'ni 11 Mayıs'ta yapılması planlanan seçimleri ertelemeye zorlamasını sağlamayı başarmıştı.

Kuzeydoğu Suriye'de Kürtlere karşı askeri harekata hazırlık yapılırken, Suriye'nin kuzeybatısında da ortak düzenlemeler yapılması müzakere ediliyor. Bu düzenlemeler kapsamındaki çalışmalar, Halep-Lazkiye yolu ile Türkiye’nin sınır şehri Gaziantep’ten Ürdün sınırındaki Nassib köyünün merkezine kadar uzanan yolun açılması için ortak askeri devriyeleri ve düzenlemeleri içeriyor. Böylece ekonomik ve ticari ilişkiler güçlendirilecek ve Suriye yeniden Türkiye için Körfez'e açılan bir ticari geçiş noktası olacak.

Karşılıklı açıklamalar, medyada karşıt kampanyaların durdurulması ve Esed'e yönelik tekrarlanan çağrılar, Erdoğan'ın bölgeyle ilişkilerinde "sıfır sorun"a ulaşmak için gerçekleştirdiği yeni "dönüşümün” bir parçası. Bir kez daha Öcalan ve Kürt varlığına ilişkin endişeler, iki devlet başkanı arasında ve Çar’ın himayesinde, Suriye'nin tüm zenginliklerinin bulunduğu Fırat'ın doğusundaki "Kürt varlığını parçalamak", Suriye’nin kuzeybatısındaki ekonomi arterlerini Türkiye’nin zenginliklerine açmak için birlikte çalışmayı ele alacakları bir zirvenin taşlarını döşüyor.

*Bu analiz Şarku'l Avsat trafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.