Profesör Görür: Siyaset üstü yetkiye sahip Afet Bakanlığı kurulmalı, siz hiç 'Depremde ölmek istemiyoruz' pankartı gördünüz mü?

6. İstanbul'un Jeolojisi Sempozyumu İstanbul Kültür Üniversitesi'nde düzenlendi. Prof. Dr. Naci Görür, Türkiye ve İstanbul'un karşı karşıya kaldığı riskleri hatırlattı, Türkiye'nin genelinde mikrobölgeleme çalışmalarının önemine değindi

(Canva)
(Canva)
TT

Profesör Görür: Siyaset üstü yetkiye sahip Afet Bakanlığı kurulmalı, siz hiç 'Depremde ölmek istemiyoruz' pankartı gördünüz mü?

(Canva)
(Canva)

Dora Mengüç

Türkiye yine depremi konuşuyor.

Marmara Denizi, Çınarcık Çukurluğunda 4.1 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. 

Yalova'nın Çınarcık ilçesinin 8,52 kilometre açıklarında meydana gelen deprem 11,18 kilometre derinlikteydi.

Uzmanlar sarsıntının Adalar Fayının güneyindeki küçük normal faylar üzerinde olmuş olabileceğini söylüyor. 

Marmara'daki sistem gerilim biriktiriyor.

Gece saat 23.53'te meydana gelen sarsıntıyı İstanbul da hissetti.

Türkiye dünyanın en aktif deprem kuşaklarından biri olan Alp-Himalaya kuşağında. 

Ülkenin yaklaşık yüzde 95'i deprem riski taşıyor. 

En büyük deprem kaynağı, ülkeyi boydan boya kesen Kuzey Anadolu Fayı. 

Bu fay, 1939-1999 yılları arasında 7'den büyük 13 depreme neden oldu. 

İstanbul, Kuzey Anadolu Fayı'nın Marmara Denizi'ndeki kolu üzerinde. 

Tarih boyunca pek çok deprem yaşayan İstanbul için en yıkıcı depremlerden biri 1509'da meydana gelen ve "Küçük Kıyamet" olarak adlandırılan 7.2 büyüklüğündeki sarsıntı. 

Bilim insanları İstanbul'u etkileyecek Marmara Depremi'nin yakın zamanda olacağını öngörüyor. 

Olası bir büyük depremde, yaklaşık 50 bin kişinin ölebileceği, 100 bin kişinin yaralanabileceği ve 500 bin kişinin evsiz kalabileceği tahmin ediliyor.

Yıkıcı bir deprem İstanbul'da binaların yüzde 22'sini yıkabilir

İBB Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü ve Boğaziçi Üniversitesi’nin 2018 yılında gerçekleştirdiği Deprem ve Hasar Kayıp Tahmin Çalışması'nın verileri ortada. 

7.5 büyüklüğündeki yıkıcı bir deprem senaryosuna göre İstanbul'da çok ağır ve ağır hasarlı bina sayısı 48 bin, orta ve daha üstü hasarlı bina sayısı 194 bin olacak.

Bir başka deyişle binaların yüzde 22,6’sı yıkılacak, 25 milyon ton enkaz oluşacak.

Depremzedeler için konutlar

Ancak deprem sadece İstanbul'un değil, Türkiye'nin gerçeği. 

Başta Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman ve Gaziantep olmak üzere 11 kenti etkileyen 6 Şubat Depremleri'nin üstünden geçen 11 ayda ortaya çıkan tablo ürkütücü. 

Ekim 2023 itibarıyla resmi rakamlar can kaybının 50 bini, yaralı sayısı ise 107 bini aştığını ortaya koyuyor.

Sarsıntılardan etkilenen illerde deprem konutlarının yapımı sürüyor. 

O yerlerin başında da Hatay geliyor. 

Kentin 33 farklı noktasında devam eden konut inşaatının yıl sonunda tamamlanması ve 6 bin 979 evin hak sahiplerine teslim edilmesi bekleniyor.

Bu noktada en çok tartışma yaratan hususlardan biri ise mikrobölgeleme çalışmalarının yeteri kadar gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği. 

Dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, eleştiriler üzerine "Zemin etüt ve mikrobölgeleme çalışmaları yapıyor, sağlam zemin tespit edilen yerlerde hiç vakit kaybetmiyoruz" demişti.

Mikrobölgeleme yerleşime açılması düşünülen boş alanlardaki tüm afet tehlikelerini, yapılaşmış alanlarda ise tüm afet risklerini büyük ölçekli halihazır haritalar üzerinde belirleyen çalışmanın adı. 

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Naci Görür'e göre ise bir deprem ülkesi olan Türkiye bu konuda yeterli çalışmaları gerçekleştirmiyor. 

"Türkiye'nin sadece iki ilinde mikrobölgeleme yapılıyor"

Çınarcık depreminden iki gün önce 6. kez düzenlenen İstanbul'un Jeolojisi Sempozyumu'nun "Türkiye'de Deprem Dirençli Kentlerin Oluşturulması" oturumunda konuşan Profesör Görür, mikrobölgelemenin yanlış algılandığı kanaatinde: 

Üç sondaj yapan biri çıkıp 'Biz mikrobölgeleme yapıyoruz' diyor. Mikrobölgelemenin ne olduğunu bilmeyenlere bu rahatlıkla söylenebiliyor. Dolayısıyla ülkede kafa karışıklığı var. Türkiye'de İstanbul hariç bir de şimdi İzmir'de yapılıyor mikrobölgeleme çalışması. Bunun dışında ülkenin hiçbir yerinde mikrobölgeleme çalışması yok. Bilen de yok yapan da yok. Yani iki sondaj yapıp sonra 'Mikrobölgeleme yaptık' diyemezsiniz" 

İRAP yani İl Afet Risk Azaltma Planı'nı anımsatan Profesör Görür, "Bilgileri kompoze edip uyduruk bir rapor yazıp valinin, belediyenin önüne koyuyorlar, hepsi bu. Bu iş bu kadar hafif değil, onun için ölüyoruz zaten" diye konuşuyor.

"Mikrobölgeleme 3-5 günde yapılacak iş değil"

Mikrobölgeleme çalışmalarının Türkiye'de yeteri kadar ciddiye alınmadığını yinelen Prof. Dr. Naci Görür, bu işin jeolojik, teknolojik, sismolojik birçok boyutu olduğunu anımsatıp zeminin özelliklerini zemin mekaniği yapıp ortaya konulması gerektiğini belirtiyor:

Mikrobölgeleme çalışmasını 3 günde 5 günde 10 günde yapılacak bir şey zannediyorlar. Mikrobölgeleme çalışmasını 2 seneden önce yapamazsınız. 35 kuruşa yapamazsınız. Belediyenin başkanı veya vali bir kentin mekan kullanımını, gelişimi, büyümesini nerede ne bina yapılacağını bilmeli. İmar ve iskanını bu mikrobölgelemeye göre vermeli. Eğer bir yer çivi çakmanıza bile müsaade etmiyorsa, depremin etkisini 5 kat büyütüyorsa oraya imar ve iskan veremezsin. Bugün bizim 'Üfürsen yıkılacak' dediğimiz yerlere ne gökdelenler yapmışlar. 'Efendim, biz her yerde inşaat yaparız' diyorlar. Marifetmiş gibi bunu söylüyorlar. 'Efendim bataklıkta bile inşaat yaparız' Yahu akıllı bir adam bataklıkta inşaat yapar mı? İnşaatın metrekaresi bir yerde 10 bin liraysa bataklıkta onu 100 bin liraya yaparsın. Akıl işi değil"

Deprem dirençli kentler nasıl oluşturulur?

Prof. Dr. Naci Görür, yukarıdaki soruya cevaben dünyadaki Kaliforniya, Japonya, Meksika, Arjantin, İtalya, Hindistan, Çin örneklerini anımsatıyor:

Deprem dirençli kent dediğimiz zaman akla gelen şudur. O kente deprem uğrar, deprem geldiğinde söz konusu kent minimum zararla o depremi atlatır, günlük yaşam sekteye uğramaz. Kimi yerlerde televizyonlarda görüyoruz. Deprem sırasında belirli bir süre insanlar bir şeyler düşmesin diye dikkat ediyor. Bir yere kapanıp tutunuyor ve bekliyorlar. Birkaç dakika sonra, deprem geçince yaşam aynen devam ediyor. Örneğin Türkiye'nin güneydoğusunda deprem olduğu zaman bütün ülkeyi kasıp kavurmuyor, aylarca hatta yıllarca..."

"Siyaset üstü yetkiye sahip Afet Bakanlığı kurulmalı"

Deprem bilimci Görür, bunu Türkiye için sağlamak için Afet Bakanlığı kurulmasını ancak bu bakanlığın yetkili, siyaset üstü, iyi bir bütçeye sahip olması gerektiğini, 5-10 yıllık bir plan-program hedefiyle hareket etmesi gerektiğini söylüyor:

Yerel yönetimlerle güç birliği yapacak, halkın arkasına milli veyahut uluslararası finans kaynaklarını koyacak. Böyle bir bakanlık lazım. Ve bu bakanlık öyle partilere, seçim sonuçlarına göre değişmeyecek. 'Filan kişi geldi, o bakanlığa az bütçe verdim' gibi bir durum söz konusu olmayacak, anayasal gücü olan bir bakanlık olacak"

"Siz hiç 'Depremde ölmek istemiyoruz' pankartı gördünüz mü?"

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Kültür Üniversitesi'nde düzenlenen İstanbul'un Jeolojisi Sempozyumu'nda konuşan Profesör Naci Görür'e göre bir başka hayati nokta ise halkın bilinçlendirilmesi: 

Halk domatesin fiyatını tartışıyor. Patlıcanı saatlerce konuşuyor. Kim kime parayı nereye karışmış konuşuyor. Ama kendini yönetenlere, 'Çoluk çocuğumun can güvenliğini sağlayın' demiyor. Depremde binlerce insan olarak 'Bir gece ölmek istemiyoruz' diye siyasetin yakasına yapışmıyor. O kadar seçimler geldi, o kadar pankartlar havaya kalktı. Bir tane 'Depremde ölmek istemiyoruz', 'Deprem dirençli kent yapın' diyen yok. Böyle bir istek yok. Halktan istek olmayınca siyaset de 'Neden uğraşalım ki?' diyor. Gidiyor vitrine oynayan işler yapıp geliyor, bir kez daha oyunu alıyor. Mülkün sahibi halktır. Halk bu bilince erişmelidir.  Bir ülkenin, bir kentin halkı yeterince deprem kültürü yoksa o kenti depreme hazırlayamazsınız. Belediye Başkanı arkasını döndüğü zaman 5 tane kaçak kat çıkar, bir yönetim veya seçim geleceği zaman 15 tane de yine sağa sola gecekondu yapar"

"Depremden önce Türkiye deprem dirençli yapılabilir"

Türkiye'nin gayrisafimilli hasılasının yüzde 60'ına yakını Marmara Bölgesi'nde.

Profesör Görür, İstanbul'u etkileyecek bir deprem olduğunda sanayinin çarklarının duracağını, bütün Türkiye'nin dizüstü çökeceğini ancak hala bunu önlemenin mümkün olduğunu "Türkiye Cumhuriyeti devleti altyapıyı deprem gelmeden önce deprem dirençli yapabilir. Halkı deprem dirençli yapabilir. Yönetimi deprem dirençli, bilgili yapabilir" sözleriyle izah ediyor.

"Ülkeyi depreme hazırlayacak bir yasa olmalı" 

Kasım ayının başında, kentsel dönüşüme yönelik düzenlemeler içeren kanun yürürlüğe girdi. 

"Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'daki rezerv yapı alanı tanımında değişikliğe gidildi.

Yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenmesinin mümkün olmasının amaçlandığı belirtildi.

Meslek örgütleri, işin uzmanları söz konusu yasanın asıl hedefin deprem afetine karşı tedbir almak yerine yine afet üzerinden rant kaygısı içerdiği kanaatinde.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki ise eleştirilere "Kentsel dönüşüm yasası ne hızlı ne alelacele ne de herhangi birisine rant sağlamak amacıyla yapılmış bir yasadır. Bu Türkiye'nin birikimi olan bir yasadır" diyor.

Prof. Dr. Naci Görür Türkiye'nin ülkeyi gerçek manada depreme hazırlayacak çok güçlü bir yasaya ihtiyacı olduğunun altını çiziyor: 

"Bugün bir yasa var, İstanbul için yaptılar ama bundan bahsetmiyorum. Bu yasayı da doğru mu yaptılar? Benim çok kuşkum var. Çünkü halk yasayı görünce daha çok korktu. Yani teşvik edilmek cesaretlendirmeyi bırakın beraberinde 'Malımıza mı çökecekler?' tartışmasını getirdi" diyen Profesör Görür, ihtiyaç duyulan yasanın sadece İstanbul ile sınırlı olmaması gerektiğini söylüyor:

Yasa herkes için olmalı, biz sadece İstanbul'u depreme hazırlamıyoruz. Bütün ülkeyi hazırlıyoruz.  Kentlerimizin tehlike analizini yapacağız. Bugün Türkiye'de hemen hemen çoğu kentlerin hiçbirinin deprem tehlike analizi yok. Bazı kentler hariç deprem analizi nedir kimse bilmiyor. Ne hükümeti, ne valisi, ne kaymakamı ne o yörenin halkı...  Halbuki deprem analizi bir kentin tehdit eden unsurlarını ayrıntılarıyla bilmek demektir. Türkiye'nin her kentinin tehlike analizi yapılmak zorunda. Bu tehlike analizi dediğimiz zaman daha çok fay analizi akla gelir. Bizim her ilimiz iyi-kötü faylara yakın veya üzerinde. Mesela Türkiye'de fay üzerinde yaşayan 25 il var. Hala haberleri yok emin olun. Bu fayların, çalıştığında 10 binleri yok edeceğinden haberleri yok. Kent buna hazır mı değil mi onu da bilmiyorlar. Bilinmezlikler içerisinde yüzüp duruyoruz"

Profesör Görür, Türkiye'deki kentsel dönüşüm algısı ile ilgili ise "Yenilemeyi veya güçlendirmeyi müteahhitlik projesine indirgiyorlar. Sadece yapı stokunun peşine düşmek, bu işi müteahhitliğe, paraya, ranta dönüştürmek için İstanbul'da çok şey yapıldı. Kentsel dönüşüm hep Bağdat caddesinde. Bağdat Caddesi ilk başta depremde darbe yiyecek yer değil ki" yorumu yapıyor. 

Kentsel Dönüşüm ve Hukuk Platformu Başkanı Prof. Dr. Gürsel Öngören İstanbul'da 3,6 milyon konut olduğunu, bunun 1,3 milyonunun dönüştürülmesinin gerektiğini, 2012'den bu yana ise bina stokunun yüzde 15'ini dönüştürüldüğünü belirtiyor.

Independent Türkçe



Somali'de Türk kuvvetlerinin konuşlandırılmasının askeri ve siyasi sonuçları

Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)
Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)
TT

Somali'de Türk kuvvetlerinin konuşlandırılmasının askeri ve siyasi sonuçları

Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)
Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)

Mahmud Ebu Bekir

Somali medyası, yaklaşık 500 asker taşıyan iki Türk askeri uçağının, Ankara ile Mogadişu arasında artan askeri iş birliğini yansıtacak şekilde, Somali'nin başkenti Mogadişu'daki Aden Adde Uluslararası Havalimanı'na ulaştığını bildirdi.

Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor. Resmi bir açıklama yapılmamış olsa da Türk medya kaynakları bu yıl toplam asker sayının 5 bini bulabileceğine işaret ediyor.

Bu kuvvetler, Somali hükümetinin eş-Şebab hareketine karşı operasyonlarını yoğunlaştırdığı bir dönemde Mogadişu’ya ulaştı. Hükümet, Türk savaş uçaklarının hava desteğiyle harekete ait hedeflere yönelik saldırılar gerçekleştiriyor.

Temmuz 2024'te Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzaladığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Somali'de iki yıl süreyle konuşlanmasına izin veren tezkereyi onaylamıştı. Bu adım, bölgesel ve uluslararası ortaklarla iş birliği yaparak, Somali Federal Hükümeti'nin terörle mücadele çabalarına destek sağlamayı amaçlıyor.

Mogadişu ile Ankara arasında son dönemde imzalanan anlaşmaların özellikle bir yandan Somali-Etiyopya anlaşmazlığının, diğer yandan da Kızıldeniz Havzası'ndaki bölgesel gerginliğin yaşandığı bir döneme denk geldiği göz önüne alındığında gözlemciler, Türk kuvvetlerinin misyonunun yalnızca terörle mücadeleyle sınırlı olmadığını, bunun siyasi, askeri ve ekonomik sonuçları da olduğunu düşünüyor.

Addis Ababa'nın Somaliland bölgesi ile denize erişim ve iki askeri üs kurmak amacıyla imzaladığı mutabakat zaptının ardından Mogadişu, Etiyopya'nın Somali kıyılarına yönelik müdahalelerinin önüne geçmek için bölgesel ittifaklar kurmaya çalışıyor. Mutabakat zaptı Etiyopya’nın bunlar karşılığında Somaliland'ın bağımsızlığını tanıyıp, uluslararası alanda tanınmayan bu Somali bölgesinin uluslararası toplum tarafından mümkün olan en üst düzeyde tanınması için uluslararası forumlarda çaba göstermesini öngörüyor.

Güvenlik endişeleri

Afrika Boynuzu uzmanı Abdurrahman Seyyid ise Türk kuvvetlerinin Mogadişu'ya gelişinin, son dönemde Somali devletine karşı bir dizi askeri eylem düzenleyen Somalili terör örgütü Şebab'ın ilerleyişini durdurmak amacıyla Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud'un acil talebi üzerine gerçekleştiğini düşünüyor.

Seyyid, bu hareketin yönetimin dizginlerini ele geçirmesinin Somali'nin ulusal ve bölgesel istikrarının daha da kötüleşmesine yol açabileceğine inanıyor. Bunun yanı sıra ülkedeki Türk çıkarlarını, özellikle madencilik ve Somali kıyılarında petrol arama faaliyetlerini tehdit ettiğini belirtiyor. Ona göre Ankara, altyapı yatırımlarına katkıda bulunarak ve ekonomiyi canlandırarak Somali hükümetinin güvenlik, askeri ve ekonomik alanlardaki çabalarını desteklemekten de çekinmedi. Ayrıca Somalili öğrencilere Türk üniversitelerine kayıt imkânı sağlanarak iki ülke arasında bilimsel alanda da iş birliği bulunuyor. Buna bir de 2 bin 500 askere varan askeri iş birliği anlaşması ekleniyor. Seyyid, Türkiye'nin hayati jeopolitik ve ekonomik çıkarları olan bölgesel bir güç olduğunu, Akdeniz, Kızıldeniz, Ortadoğu ve Orta Asya gibi dünyanın birçok bölgesinde fırsatları değerlendirip nüfuzunu artırmayı hedeflediğini belirtiyor.

Afrika Boynuzu uzmanı, Somali'nin Hint Okyanusu'na en uzun kıyı şeridine ve Kızıldeniz ile Aden Körfezi bölgesine kadar uzanan stratejik bir coğrafi alana sahip olduğunu belirtiyor. Bunun da bilhassa uluslararası seyrüsefer açısından stratejik bir geçiş noktası olan Kızıldeniz havzasında yaşanan gerginlikler göz önüne alındığında, uluslararası ve bölgesel planlarda stratejik önemini iki katına çıkardığını ifade ediyor.

Seyyid’e göre Somali birçok alanda Türkiye'nin desteğine ve iş birliğine ihtiyaç duyuyor. Mogadişu ayrıca Türkiye'yi, özellikle Etiyopya ve Kenya'nın yayılmacı emelleri karşısında Somali çıkarlarını savunmada güvenilir ve sadık bir müttefik olarak görüyor. Zira Türkiye'nin müttefiklerini savunma konusunda ciddi bir geçmişi var. Trablus'taki Libya hükümetinin Halife Hafter güçlerinin eline geçmesini engellemedeki rolü, Azerbaycan'ın 30 yıllık Ermeni işgali sonrasında Dağlık Karabağ'daki topraklarını geri almasına verdiği destek buna örnek verilebilir.

Güvenli ittifak

Seyyid, Ankara'nın Suriye, Azerbaycan ve Libya gibi çatışma bölgelerinde koordinasyon yeteneğini kanıtladığını, başka ülkelerle karşı karşıya geldiğinde bile, çoğu zaman bir iş birliği ve çatışmasızlık formülü bularak, Türkiye ile bölge ülkeleri arasında herhangi bir çatışma ihtimalini ortadan kaldırdığını düşünüyor. Dahası anlaşma iki bağımsız devlet arasında yapılmış olup, belirli bir devleti hedef almıyor ve güvenliğin sağlanması ile terörle mücadele alanlarında iki başkentin hayati çıkarlarına odaklanıyor.

Seyyid, son dönemde Kızıldeniz ülkelerinde bölgede artan yabancı askeri varlığına ilişkin bir hassasiyet oluştuğunu ve bu hassasiyetin, onları Kızıldeniz Ülkeleri Forumu adı altında bir oluşum kurmak zorunda bıraktığını belirtiyor. Ancak forum henüz kuruluş aşamasında ve bölgesel bir güvenlik sistemi oluşturacak çerçeve ve yapılar henüz tamamlanmadı. Ayrıca Türkiye, Etiyopya'da ekonomik varlığı, Sudan'da güvenlik ve askeri varlığı ve Somali ile yıllardır süren kapsamlı iş birliği ile bölgedeki nüfuzunu pekiştirme konusunda bu forumdan önce davrandı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bundan dolayı Türkiye’yi Kızıldeniz ve Afrika Boynuzu denkleminin dışında tutmak zor. Afrika Boynuzu uzmanı Abdurrahman Seyyid, hayati çıkarları ile çatışmadığı sürece Türkiye’nin katılımının bu ülkeler için doğrudan bir endişe yaratmasının muhtemel olmadığını söylüyor.

Jeopolitik etkiler

Somalili siyasi analist İdi Muhammed ise Mogadişu'yu Ankara'ya bağlayan stratejik çıkarlar göz önüne alındığında, Türk askeri misyonunun görevinin terörizm ve organize suç ile mücadeleye odaklandığını düşünüyor. Somali'de inşaat ve altyapı gelişimine yönelik katkılarına ilave olarak, özellikle petrol arama ve madencilik alanlarında artan Türk yatırımlarına dikkat çekiyor.

Muhammed, Türk askeri varlığının misyonunun terörle mücadele ve Somali'deki Türk çıkarlarını koruma gibi güvenlik boyutuyla sınırlı olmasına rağmen, Somali kıyılarını bölgesel emellerden korumak da dahil olmak üzere birçok jeopolitik anlamı olduğunu da vurguluyor. Etiyopya'nın, ülkenin kuzeyindeki ayrılıkçı bölge ile imzaladığı mutabakatla Somali kıyılarını işgal etme ve kalıcı askeri üsler kurma çabaları da bu emellere dahil.

Muhammed, Türk askeri gücünün Somali'nin birliğini ve tüm toprakları üzerindeki egemenliğini korumaya katkı sağlayacağını vurguluyor. Buna ilaveten, Somali egemenliğindeki liman hizmetlerinden Etiyopya'nın yararlanmasını öngören Addis Ababa ile Mogadişu arasındaki Ankara Anlaşması'nın aslına sadık bir şekilde uygulanmasını sağlamaya yönelik katkısının da altını çiziyor.

Siyasi analist, Türk askeri varlığının, Kızıldeniz'de bulunan bölgesel ve uluslararası güçlerle, özellikle Cibuti'deki yabancı üslerle, uluslararası nakliye yolu olarak Kızıldeniz'in girişlerini güvence altına almak amacıyla, koordinasyon fırsatları yaratabileceğini ifade ediyor. Zira dünya deniz ticaretinin yüzde 12'si, Asya-Avrupa ticaretinin ise yaklaşık yüzde 40'ı buradan geçiyor.

Muhammed, Türk kuvvetlerinin Somali'ye konuşlandırılmasının, Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz bölgesindeki aşırılıkçı grupların oluşturduğu tehdidi azaltacağına dikkati çekiyor. Nitekim el-Kaide örgütünün Doğu Afrika'daki bir kolu olan Somalili Şebab hareketi son dönemde varlığını güçlendirdi ve eylemlerini artırdı. Bu eylemlerinden biri de Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in orada bulunduğu bir sırada Mogadişu Havaalanı’nı hedef alan saldırısıydı. Bu da Somali hükümetinin Türk kuvvetleriyle koordineli olarak hareketin mevzilerine karşı şiddetli saldırılar düzenlemesini gerektirdi. Zira hareketin askeri kabiliyetlerini geliştirdiği ve birçok cephede ilerlediği yönünde haberler geliyor.

İdi Muhammed, Türk kuvvetlerinin Kızıldeniz Havzası'nda yaşanan gerginlikte olumsuz bir rolünün olduğu iddialarını reddediyor. Türkiye’nin, Suudi Arabistan, Ürdün, Eritre ve Sudan ile iyi ilişkilere sahip olduğunu, ayrıca Mısır ile de yakın zamanda ilişkilerini normalleştirdiğini belirtiyor. Dahası Etiyopya'nın Kızıldeniz'de askeri üs kurma planlarına karşı çıkan kararlı duruş ile kıyaslandığında, Somali ile Türkiye arasındaki Türk kuvvetlerinin konuşlandırılması anlaşmasının, Kızıldeniz'e kıyısı olan ülkelerde herhangi bir sonuca ve tepkiye neden olmadığını söylüyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.