Fransa’da Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki anlaşmazlık büyüyor

Toulouse şehrinde dün yapılan gösteri (AFP)
Toulouse şehrinde dün yapılan gösteri (AFP)
TT

Fransa’da Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki anlaşmazlık büyüyor

Toulouse şehrinde dün yapılan gösteri (AFP)
Toulouse şehrinde dün yapılan gösteri (AFP)

Geçen ayın 17’sinde başlayarak adım adım Fransız yetkililerin kâbusu haline gelen Sarı Yelekler protestolarının dördüncü dalgası yarın başlıyor. Resmi güvenlik görevlilerini korkutan, yalnızca geçen cumartesi günü şahit olunan türden bir şiddet değil; bu şiddete ek olarak gösterilerin yayılarak başka bölgelere de yayılması. Bu durum, devletin ipin ucunu kaçırdığı izlenimi veriyor.
Bunun başlıca göstergesi de Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’dan başlayarak parti mensuplarına ve yerel yetkililere varana kadar üst düzey isimlerin yaptığı çağrılardır. Güvenlik yetkililerinden yapılan çağrılar da cabası. Herkes Paris’te ve birçok şehirde beklenenden daha güçlü bir şiddet dalgası yaşanmasından çekiniyor. Elysee’deki kaynaklar ve hükümet sözcüsü üzerinden mesajlar veren Cumhurbaşkanı bir kez daha ‘egemenliğe kafa tutan öfke dalgası’ ve yarın ‘şiddetin artması’ konusunda uyardı. Hükümetin sunduğu tavizlere ve Sarı Yelekler’in petrol ürünlerine uygulanan vergi zammının iptali yönündeki temel talebine cevap vermesine rağmen göstericiler yarınki protesto kararından vazgeçmedi.
Fransa Başbakanı Edouard Philippe, önceki gün meclis oturumunda ve dün Senato önünde tehlike çanlarını çalarak protestoların ucunun Fransızların ve kurumların güvenliğine dokunması konusundaki çekincelerini dile getirdi. Ülkede olup bitenlerin sorumluluğunu ister siyasetçiler ister sendikacılar isterse gazeteciler ve vatandaşlar olsun tüm katılımcıların üzerine yükledi.
Ancak bunlar, Fransa’nın içinde bulunduğu durumun ciddiyetini göstermeye yeterli değil. Duyulan endişe kendini gösterilerdeki şiddette ve kamuoyu yoklamalarındaki iktidara desteğin düşüşünde kendini gösteriyor.
Üstelik Başkan Emmanuel Macron’un ilk defa kendini savunmak durumunda kalması, talep sahiplerini bu fırsattan yararlanmak ve hükümetten taviz koparmak için sokaklara inme konusunda cesaretlendiriyor.
Fransız basını, Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında işlerin nasıl yürütüleceğine dair ‘ayrılık’ haberleri ile dolu. Bunun ilk göstergesi, iktidara sağcı Cumhuriyetçi Parti saflarından giren Edouard Philippe’in Macron’un iki haftadan az bir süre önce Sarı Yelekler’in taleplerine kısmen cevap verilmesi yönündeki isteğine karşı çıkması oldu.
Bununla birlikte Macron, görevi petrol piyasalarındaki değişimlere göre vergi artışlarını gözlemlemek ve uyarlamak olan bir mekanizmanın kurulduğunu ilan ederek yarım yamalak bir adım attı. Ancak bu eksik adımın ardından Sarı Yelekler, ilk ‘Kara Cumartesi’de Şanzelize Caddesi’ni (Champs-Elysees) adres gösterdi.
Bu ayın ikinci ‘Kara Cumartesi’ eylemi ise Paris ve diğer büyük şehirlerdeki kargaşa, kundaklama, göstericiler arasındaki çatışmalar, güvenlik güçlerine karşı yaşanan isyanlar ve güvenlik güçlerinin durumu kontrol altına alamaması gibi sebeplerden dolayı her şeyi ters yüz etti.
Yetkililer, geri adım atmanın devletin sokak karşısında ‘zayıf olduğu’ görüntüsü vereceği endişesiyle göstericilerin taleplerine cevap vermemenin artık imkânsız hale geldiğini anlamış durumda. Cumhurbaşkanı’nın partisi La République en Marche (Cumhuriyet Yürüyüşü) içinden de dâhil olmak üzere tüm partilerden hükümete sertlikten vazgeçme çağrısı geldi.
Başbakan önceki gün Elysee Sarayı’nda Macron’un başkanlığında gece düzenlenen toplantının ardından mecliste gaz ve elektrik de dâhil olmak üzere yakıtlar üzerindeki artışların altı ay süre ile dondurulduğunu ilan etti. Gelen olumsuz tepkiler ve göstericilerin hükümetin tedbirlerini ‘geç kalmış ve yetersiz’ görmesinden dolayı Elysee Sarayı, Fransa liderine 2019 senesi boyunca tüm artışları iptal ettiğini açıklatacak seviyeye geldi.
Bir buçuk sene boyunca ciddiyeti ve devletin işlerini demir yumrukla yürüttüğü bilinen hükümetin doğaçlama yaptığı çok açık. Macron’un Başbakan üzerine oynadığı ‘açık artırma’ Edouard Philippe’i zor duruma sokarak bulunduğu konumun değerini düşürdü.
Ancak işler bununla da sınırlı kalmadı. Siyasi yelpazenin büyük bir çoğunluğu, hükümetin geçen yıl aldığı ‘varlık vergisi’ kararından geri adım atmasını talep etti. Edouard Philippe başta olmak üzere bazı bakanlar da tansiyonun düşürülmesi ve bu konunun tartışılmasına fırsat verilmesinin faydalı olacağı görüşünde. Nitekim ses getiren bu karar halkın Macron’a ‘zenginlerin lideri’ gözüyle bakmasına neden oldu.
Başbakan, önceki gün milletvekilleri önünde yaptığı konuşmada hükümetin kararından geri dönmesinin ve söz konusu verginin kaldırılmasının bu işten faydalananları Fransız ekonomisinde yatırım yapmaya teşvik edip etmeyeceği üzerinde düşünmeye davet etti. Hükümet Sözcüsü ile Kültür Bakanı da aynı tutumu benimsedi. Ancak Macron’un tepkisi şok etkisi yarattı. Macron önceki gün Bakanlar Kurulu’nda ‘alınan kararın tekrar gözden geçirilmeyeceğini’ söyleyerek tüm ihtimallerin önünü tıkadı.
Bugün gözler, Şanzelize Caddesi’ne çıkılması ve başta Elysee Sarayı olmak üzere yönetim merkezlerine gidilmesi çağrısı yapan Sarı Yelekler’in gösterisi ile birlikte Fransa’nın önümüzdeki saatlerde neler yaşayacağına çevrilmiş durumda.
Protestoların hedefinde Temsilciler Meclisi, hükümet binası, Şanzelize Caddesi, Zafer Takı ve Meçhul Asker Anıtı, Başkanlık Sarayı ile bu noktalara çıkan yollar var.  Dün öğleden sonraya kadar ne Emniyet Müdürlüğü ne de İçişleri Bakanlığı başkentte ne gibi tedbirler alınacağına yönelik herhangi bir plan ortaya koyamadı. Parisliler, geçen hafta tanık oldukları sokak savaşının tekrarlanmasının önlenmesini ümit ediyor.
Dün Polis Sendikası Genel Sekreteri David La Bars, güvenlik güçlerinin eşi görülmemiş çapta şiddet eylemleri ve gerilla çatışmaları beklediğini belirten bir bildiri yayımladı.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Sayıları geçen cumartesiye göre artan insanların, kurumları basma, polisleri hedef alma ve binalara zarar verme ihtimaline hazır olunması gerek. Güvenlik güçleri bu konuda endişeli.”
Onlarca güvenlik gücü geçen hafta çıkan çatışmalarda yaralanırken bir emniyet merkezi de yakılmıştı.
La Bars, güvenlik hizmetlerinin üzerine çöken genel yorgunluktan ve sağlanan imkânların zayıflığından da şikâyet etti. Emniyet Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı, sadece başkentte 5500 güvenlik görevlisi görevlendirdi. Ancak bu da Parislilerin can ve mal varlıklarının güvenliğini sağlamak için yeterli olmadı. David La Bars, ortaya çıkan sorunlara çözüm bulamadıkları için ‘sorumsuz’ olarak nitelediği siyasetçilere de saldırdı. Söz konusu politikaların güvenlik güçlerini vatandaşla karşı karşıya bıraktığını vurguladı.
Tüm bu durum Macron’un karizmasını göreve geldiğinden bu yana görülmemiş bir şekilde dibe çekiyor. Nitekim sonuçları dün yayınlanan bir ankete göre Macron’a halk desteği yüzde 20’nin altına geriledi. Aynı durum hükümet ve başbakan için de söylenebilir. Son anketlere göre Fransızların yüzde 78’i Sarı Yelekler’e yönelik resmi yanıtın talepleri karşılamadığı görüşünde. Bu, dolaylı yoldan da olsa gösterilerin devam etmesinin desteklendiğine işaret ediyor.
Hükümet, sokaklardaki hareketliliğin üzerine bir de önümüzdeki pazartesi günü bir güvenoyu yoklaması ile karşı karşıya kalacak. Güvenoyu teklifi, Sosyalist Parti, Komünist Parti ve Boyun Eğmeyen Fransa (Jean-Luc Melenchon’un başkanlık ettiği aşırı sol) partisinin yer aldığı sol akım tarafından sunulacak. Teamüllere göre teklifin sunulduktan 48 saat sonra oylanması gerekiyor.. Her ne kadar hükümet çoğunluğu elinde bulundursa da söz konusu teklif, sağ ve sol muhalifler açısından dayanışma, hükümete saldırmaya devam etme ve siyasi kazanımlar elde etme konusunda bir fırsat sağlıyor. Macron, sağ ve sol kesimleri arkasında bırakarak liderlik yarışını kazanmasından bu yana söz konusu bloğun oluşmasının önünü kesmişti.



Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  
TT

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi Arabistanlı bir yazar olarak, uzun yıllar, birçok sanatçı, yazar, akademisyen ve aydını barındıran bir entelektüel grubun içinde yer aldım. Kahire, Beyrut, Tunus ve Kazablanka gibi Arap başkentlerindeki konferanslara, festivallere ve kültürel organizasyonlara iştirak ediyorduk. O zamanlar kardeş ülkelerde olan kültür bakanlıklarının bir benzerinin ülkemiz Suudi Arabistan’da da olması için özlem duyuyorduk. Daha sonra enformasyon bakanlığı altında bir kültür komitesi kurulması kararlaştırıldı. Bu haberi yarım yamalak bir tebessümle karşılamak durumunda kaldık. Çünkü bu, hayallerimizin ve beklentimizin altında bir karardı. Biz daha çok yazar, sanatçı ve her alandaki düşünüre ciddi destekler verecek bağımsız bir kültür bakanlığı hayal ediyorduk.  
Suudi Arabistan’daki kültürel sahne oldukça zengin ve çok çeşitlidir.  Suudi kültür ortamı hakkında pek bir şey bilmeyenler için şöyle özetleyebilirim.  Birincisi kamu desteği, ikincisi; özel sektör ve üçüncüsü bağımsız olmak üzere, kültür dünyamız üç alanda değerlendirilebilir. Kamu desteği, devletin kültürel etkinliklere doğrudan veya dolaylı olarak sunduğu desteklerdir. Özel sektörün hizmetleri ise, yayınevleri, edebiyat merkezleri ve sanat galerileri ile sınırlıdır. Bağımsız sanat ise, edebiyat kulüpleri, sivil kültür sanat dernekleri ve geleneksel medya tarafından desteklenen faaliyetleri içerir.  
Bağımsız addedebileceğimiz bu kültürel alanda, ülke genelinde 17 edebiyat kulübü ve 16 kültür sanat derneği faaliyet göstermektedir. Bağımsız alan, yetmişli yıllardan bu yana Krallıktaki kültürel yaşamın gelişiminde çok önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. Ülkedeki en önemli kültürel ve düşünsel ürünlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan bağımsız kültürel alan, sınırlı kamu desteği, sınırlı özel sektör desteği ve bağışçıların desteği ile ayakta kalmaktadır.  
2018 yılında yayınlanan kraliyet kararnamesi ile, kültür bakanlığı enformasyon bakanlığından ayrılarak bağımsız bir kuruluş haline geldi. Ülkede kültürel faaliyetleri yakından takip edenler artık farklı bir gelecek tahayyül edebiliyordu. Nitekim takip eden üç yıl içinde kültürel alanlarda önemli atılımlar yapıldı.  
Artık karamsarlığın yerini iyimserlik alabilirdi. Çünkü Suudi Arabistan’ın yeni kültür bakanlığı, Arap ülkelerindeki muadillerinden farklı olarak, aydınların arzu ettiğinden daha olumlu bir vizyon taşımaktaydı. Kültür bakanlığı, bölgedeki ve Arap ülkelerindeki benzerlerinden farklı bir örgütlenmeye gitmişti. Bu örgütlenmenin şekillenmesinde UNESCO aktif rol aldı. Bakanlık süreç içinde faaliyetlerini çeşitli kültürel sektörleri kapsayan 11 başlık altında organize etti. Bu başlıklar altında edebiyat, çeviri, tiyatro, müzik ve resim sanatlarının yanı sıra moda ve yemek pişirme gibi aşina olunmayan kültürel üretim alanları da kendisine yer buldu. Bakanlık nezdinde 16 komisyon oluşturuldu. Dikkat çekici husus ise, bu komisyonların bürokratik ataletten uzak olarak tamamen bağımsız bir şekilde yönetilmeleridir. Bahsi geçen komisyonların yönetim kurulları ve icra komiteleri, kültür aracılığı yapan dernekleri denetlemekte ve desteklemektedir.  Kültürel bir etkinlik yapmak, konferans veya sempozyum düzenlemek isteyenlerin, bakanlık destekli bir dernekle anlaşması gerekiyor. Kitap telif etmek veya yabancı dildeki bir eserin çevirisini yapmak isteyenlerin ise bir yayınevi ile anlaşmaları yeterli oluyor. Komisyonların doğrudan değil de bağımsız dernekler aracılığıyla vatandaşla muhatap olması nedeniyle, bürokratik zorluklar ve idari yolsuzlukların önüne geçilmesi hedefleniyor.  

Bütün bunlar gülümseten olumlu gelişmelerdir. İşlerin gidişatını yakından takip eden biri olarak bu pozitif yargılarda bulunabiliyorum. Sayın kültür bakanının başkanlığını yaptığı, edebiyat ve tercüme komisyonunun içinde yer almaktayım. Kadın çalışanların da yoğunlukta olduğu bu komisyonun çalışma ortamı, daha önce devlet kurumlarında alışık olmadığımız kadar rahat ve özgürlükçü.   
Ancak, bilindiği üzere kültür, ne kadar çeşitli ve gelişmiş olsa da kurumlar tarafından üretilemez. Kurumlar kültürel üretimi teşvik eder ya da sekteye uğratır fakat kültürün üretimini üstlenemez. İster edebiyat olsun ister felsefe veya sanat, tekil ya da çoğul olarak bireyler tarafından üretilir. Kral Abdülaziz tarafından kurulduğu ilk yıllardan itibaren ülkemizin kültürel birikimi, bireysel çabalarla oluşmuştur.  
Sayın Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki 2030 vizyonunu kültürel alanda yakalayabilmemiz için, kültür üreticisi bireylere uygun koşulların sağlanması bir zorunluluktur. Kültür bakanlığının artan ve çeşitlenen maddi manevi destekleri, bu yolda güçlü bir şekilde ilerlediğimizin güçlü bir göstergesidir. Ancak bu eğilimin sürdürülebilir olması için dikkat edilmesi gereken hususlar var: 
Birincisi: kültürün, entelektüel ve yaratıcı bir doruk noktası olarak görülmesidir. Doruk noktası derken, insanın kültürel faaliyeti ile kendisini gerçekleştirebileceği en üst sınırlara ulaşabilmesini kastediyoruz. Popülizmin cazibesine kapılmadan, üretici ve alıcıları tatmin etmek için nitelikten ödün verilmemesi gerekir. Bunun elitist, üstenci bir yaklaşım olduğunu ve kültürün geniş kitlelere yayılmasına mâni olacağını iddia edenler olabilir.  Ancak niteliğin niceliğe feda edilmesi, kültürel seviyenin ve kalitenin düşmesiyle sonuçlanacaktır. Asıl hedeflenmesi gereken, kitlelerin seviyesinin yukarıya çekilmesi olmalıdır.  Kültürün en yüksek ürünlerinden biri olan felsefe, kimileri için hayata dair basit fikirlere dönüşebilir veya insan hayatındaki en önemli konuların tartışılarak, sorunlarına çözüm bulunmasına katkı sağlayabilir. Tabi ki yüksek standartlar dayatılamaz, bununla birlikte olumlu yönlendirmeler ve hatırlatmaların yapılması gerekir.   
İkincisi: Kültürel üretimin aracı olan Arap diline azami özenin gösterilmesidir. Arapçanın kültürel üretimdeki temel rolü teşvik edilmelidir. Başta eğitim alanında iyileştirmeler olmak üzere, akademi, medya ve ticari alanlarda Arapça dilinin doğru kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle ticaret alanlarında İngilizcenin Arapçanın yerini almaya başladığı görülüyor. Gençlerin kullandığı dil itibariyle Arapçalarının geliştirilmesi için gerekli adımların atılması zorunludur. Arapça, kültürümüzün geleceğidir, çünkü sahip olduğumuz kültür Arap kültürüdür.   
Üçüncüsü: İfade ve üretim özgürlüğü alanlarının genişletilmesidir. Toplumsal baskı ve muhafazakâr yaklaşım, üretilenlerin kalitesini olumsuz etkiler. Geçmişte, bu korkular ve hassasiyetler nedeniyle, nice kültürel içerik üreticisi yurt dışında yaşamak zorunda kalmıştır. Çok şükür bu yönde olumlu değişikliklerin olduğuna dair birçok işaret var, ancak Suudi Arabistan’ı, kendi çocuklarının ürettikleri için bir merkez haline dönüştürebilmemiz için daha fazla çaba sarf etmeliyiz.  
Dördüncüsü: Kültürün, geniş anlamıyla bir milli servet olduğunun bilincinde olmalıyız.  Veliaht Prens, Cidde şehrinde Suudi aydınlarla yaptığı ilk görüşmede, bu hususu vurgulamıştı. Suudi Arabistan’ın Arap, Müslüman ve dünya düzeyindeki entelektüeller için bir cazibe merkezi olması için bireysel ve toplu olarak daha fazla çaba sarf etmemiz gerekir. Bunun için de ülkemizde kitap dağıtımı, konferans ve festivallerin düzenlenmesi için mevcut prosedürlerin kolaylaştırılması lazımdır. Yakın zamanda ülkemizde geniş katılımlı Arapça kitap fuarının düzenlenmesi ile felsefe ve çeviri alanlarında iki önemli konferansın yapılmış olması, sürdürülmesi gereken doğru yolda atılmış adımlar olarak değerlendirilebilir.  
Beşincisi: Kültürel faaliyette tarihsel olarak önemli bir yeri olan, edebiyat kulüplerinin ve kültür sanat derneklerinin verimliliğinin arttırılması için girişimlerde bulunulmasıdır. Bu kültürel tarihi mirasa yeterli özeni göstermeliyiz.  
 Altıncısı: Akademik ve araştırma kurumlarının, kültürel üretime daha fazla katkıda bulunmaya teşvik edilmesidir. Akademi yaygın olduğu üzere halktan uzak olmamalı, halkla daha fazla etkileşim kurmalıdır. Üniversiteler, yirminci yüzyılın başlangıcından bu yana Arap kalkınmasında önemli roller üstlenmiştir. Suudi Arabistan’ın kültürel tarihinde de üniversitelerin önemli bir yeri olmuştur. Ancak son yıllarda bu rolün azaldığına dair emareler bulunmakta. Üniversitelerin aktif katılımı olmadan gerçek nitelikli bir kültürel canlanma tasavvur edilemez. Zira üniversiteler, aydınlanma, gelişim ve bilinçlenme için en önemli merkezlerdir.  
 Bana göre, ülkemizde kültürel atılım gerçekleşmesi için dikkate alınması gereken hususlar bunlardır. Bu alanlarda şimdiye değin atılmış önemli adımlara ek olarak, bu hususlara da odaklanılırsa yüksek kültür seviyelerine çıkmamız kaçınılmazdır.