Reina saldırısıyla bağlantılı bir Rus yakalandı

Reina saldırganı Abdulkadir Masharipov (Şarku’l Avsat)
Reina saldırganı Abdulkadir Masharipov (Şarku’l Avsat)
TT

Reina saldırısıyla bağlantılı bir Rus yakalandı

Reina saldırganı Abdulkadir Masharipov (Şarku’l Avsat)
Reina saldırganı Abdulkadir Masharipov (Şarku’l Avsat)

Adana'da terör operasyonunda yakalanan ve Reina saldırısının faili Abdulkadir Masharipov'un kaldığı evde parmak izlerinden birinin sahibi olduğu tespit edilen yabancı uyruklu şüpheli tutuklandı. Adana Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Terörle Mücadele Şubesi ekiplerinin, Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma kapsamında, Adana’nın Seyhan ilçesinde üzerinde sahte Suriye kimliği bulunan, Çeçenistan asıllı Rusya vatandaşı A.G.’yi yakaladı. 
Şüpheli A.G.’nin, 2011 yılında Çeçenistan’da El Kaide terör örgütü adına faaliyet gösterdiği, 2013’te ülkesinde aranmaya başlanmasının ardından Türkiye’ye geldiği ve bir yıl sonra yine aynı örgüte katılmak amacıyla Suriye’ye gittiği tespit edildi.
2017 yılında, ’yabancı militan’ olduğu şüphesiyle Mısır’da yakalanıp, sınır dışı edilen A.G.’nin, sahte pasaportla ocak ayında yeniden Türkiye’ye gelmesinin ardından Suriye’ye gidip, El-Kaide’nin çatısı altındaki bazı gruplar adına faaliyet gösterdiği öğrenildi.
Güvenlik güçleri, A.G.’nin üzerinde ele geçirilen dijital dökümanları inceleyerek, Çeçenistan ve Suriye’de terör örgütleri adına gösterdiği faaliyetlerle ilgili çok sayıda fotoğraf buldu.
Yılbaşında terör eylemi gerçekleştirmek amacıyla Türkiye’ye gelmiş olabileceği değerlendirilen A.G. alınan ifadesinin ardından, Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’nce tutuklandı.
Şüphelinin parmak izi incelemesinde de, 1 Ocak 2017’de İstanbul’da yılbaşı gecesi eğlence merkezi Reina’ya düzenlenen, 39 kişinin hayatını kaybettiği, 79 kişinin de yaralandığı saldırıda tutuklanan, Tacikistan asıllı Özbekistan vatandaşı Abdulkadir Masharipov’un İstanbul’un Başakşehir ilçesinde kaldığı adreste tespit edilen parmak izlerinden biri olduğu tespit edildi.
Masharipov 16 Ocak 2017’de yakalanmıştı
Reina saldırganı olarak anılan Abdulkadir Masharipov, 16 Ocak 2017 gecesi düzenlenen bir operasyon sonucunda, Esenyurt'ta gizlendiği evde, Mısır, Somali ve Senegalli 3 kadınla birlikte yakalanmıştı.
Masharipov’un yanındaki kadınların, yılbaşı gecesi Reina’da 39 kişiyi öldüren Masharipov’a ödül olarak DEAŞ tarafından gönderildiği iddia edilmişti.
Terör saldırının ardından iki hafta saklanmayı başaran Masharipov, Suriye'nin kuzeyindeki bir DEAŞ liderinden saldırı emri aldığını ve Telegram üzerinden ona gece kulübünün içinden fotoğraf ve videolar gönderdiğini itiraf etmişti.
Masharipov, ilk hedefinin Reina değil Taksim meydanı olduğunu ancak sahaya ilişkin keşif araştırmasında bunu gerçekleştirmeyi neredeyse imkansız kılacak yoğun güvenlik önlemleri olması nedeniyle Reina’ya yöneldiğini söylemişti.
45'i tutuklu 57 sanığın yargılandığı davada, Masharipov hakkında, ‘Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, nitelikli şekilde kasten öldürme, silahlı terör örgütüne üye olma, nitelikli şekilde kasten öldürmeye teşebbüs, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermileri satın alınması taşınması bulundurulması’ suçlarından 40 kez ağırlaştırılmış müebbet ve bin 540 yıldan 2 bin 370 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenmişti.
Türk güvenlik güçleri, Reina saldırısından sonra, güvenlik kaygıları nedeniyle, Taksim Meydanı'nda yılbaşı kutlamalarını yasakladı.
Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca, Ankara, İstanbul ve diğer bölgelerin terör saldırılarına maruz kalmasının ardından, güvenlik güçleri DEAŞ hücrelerini hedef alan operasyonlarını arttırdı ve bu yıl gerçekleşmeden önce 347 terör eylemi engellendi.
Güvenlik güçleri, bu kapsamda 20 binden fazla operasyon gerçekleştirerek, çoğu yabancı olmak üzere yaklaşık 4 bin DEAŞ unsurunu gözaltına aldı. 3 bin unsur tutuklandı ve yüzlercesi de ülkeden sınır dışı edildi.
Avustralyalı gazeteci serbest kaldı
Türkiye'de 21 Eylül’den bu yana ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla tutuklu olan Avusturyalı gazeteci Max Zirngast, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Mahkeme aynı davada, iki Türk vatandaşını da serbest bıraktı.
Zirngast’ın avukatı Murat Yılmaz, Reuters’a verdiği demeçte, müvekkilinin Türkiye hakkında yazdığı makaleler ve ülkedeki bazı gösterilere katılması nedeniyle solcu terör örgütüne ait olmakla suçlandığını bildirdi.
Müvekkilinin adli kontrol şartı ile serbest bırakıldığını aktaran Yılmaz, suçlamaların asılsız olduğunu da dile getirdi.
Almanya merkezli re:volt dergisi çalışanı ve Siyasal Bilimler öğrencisi olan Zirngast, 21 Eylül tarihinde gözaltına alınmış, 10 günlük gözaltı süresinin ardından çıkarıldığı mahkemece tutuklanmıştı.
Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, Zirngast’ın gözaltına alınmasının ardından,  Türkiye’den gözaltının sebebini açıklamasını ve olaya ilişkin somut bilgiler vermesini istemişti.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.