Prens Bender bin Sultan: Hamad bin Casim ve Obama, Suriye’de İran ve Rusya’yı cesaretlendirdi

Suudi Arabistan'ın eski ABD Büyükelçisi Bender Bin Sultan (Fotoğraf: Muhammed el-Mani)
Suudi Arabistan'ın eski ABD Büyükelçisi Bender Bin Sultan (Fotoğraf: Muhammed el-Mani)
TT

Prens Bender bin Sultan: Hamad bin Casim ve Obama, Suriye’de İran ve Rusya’yı cesaretlendirdi

Suudi Arabistan'ın eski ABD Büyükelçisi Bender Bin Sultan (Fotoğraf: Muhammed el-Mani)
Suudi Arabistan'ın eski ABD Büyükelçisi Bender Bin Sultan (Fotoğraf: Muhammed el-Mani)

Eski Suudi Arabistan İstihbarat Başkanı, Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Washington Büyükelçisi ünlü Suudi siyasetçi Prens Bender bin Sultan, ülke liderleriyle yapılan toplantıların kulislerinde yaşananları ve bölgedeki sorunlu dosyalara ilişkin düşüncelerini Independent Arabia'ya anlattı.
Prens Bender bin Sultan, başyazar Advan el-Ahmeri ile gerçekleştirdiği 14 saatten uzun süren görüşmede, Arap bölgesine dair fikirlerini ve Washington’da çeyrek asır boyunca Suudi Arabistan Büyükelçisi olarak yaptığı göreve ilişkin düşüncelerini anlattı. Gündeme ve bölge siyasetine dair önemli açıklamalar yapan Bender bin Sultan’ın aktardıkları, ilerleyen günlerde Independent Arabia’da bölümler halinde yayımlanacak.
Obama ve Suriye
Prens Bender, Suudi Arabistan'ın batısındaki Cidde'de kendisiyle gerçekleştirilen görüşmede, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın gevşek politikaları nedeniyle Rusya ve İran’ın Suriye’ye müdahale etmeye cesaretlendiklerini söyledi. Merhum Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ile Obama arasında gerçekleşen bir konuşmanın ayrıntılarına ilişkin açıklamalarda bulunan Prens Bender, Kral Abdullah’ın Obama’ya, “Bir ABD Başkanı’nın bana yalan söyleyeceğini görecek kadar yaşamayı ummuyordum” dediğini aktardı. Obama'nın açık bir şekilde dile getirdiği ünlü kırmızı çizgilere atıfta bulunan Bender, bunlar arasında Suriye rejiminin kimyasal silah kullandığı sivillere yönelik aşırılıklarını durduracağı vaadinin de yer aldığını belirtti.
Obama yönetiminin son günlerinde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki gerginliğin nedenine de değinen Prens Bender, bunun sebebinin Obama’nın söz verdiği şeyin aksini yapması olduğunu belirterek, “İran'ın bölgedeki rolünü engellemekten bahsediyordu, fakat bununla birlikte gizlice İran’la müzakerelerde bulunuyordu. Bu durum Suudilerin, Obama yönetimine olan güvenini yitirmesine sebep oldu” dedi.
Katar
Prens Bender bin Sultan, Katar'ın eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad Bin Casim’i “yarı gerçek uzman” olarak nitelendirdi ve onun hakkında “sözlerinde gerçeklerin yarısını aktarmakta tecrübeliydi” ifadesini kullandı. Buna delil olarak eski Katar Emiri Hamad bin Halife, Hamad bin Casim ve Libya'nın öldürülen lideri Muammer Kaddafi arasında gerçekleşen görüşmeye ilişkin sızan kayıtlara atıfta bulunan Prens Bender, Hamad bin Casim’in ilgili kayıtta Suudi Arabistan'ı hedef alma planlarından bahsettiğini söyledi.
Hamad bin Casim’in kendini haklı çıkarmak için ilgili kayıtlar hakkında “gerçeğin yarısından haber veriyor” dediğini dile getiren Prens Bender, bütün gerçeğin bir komplodan ibaret olduğunu ve bunun Kaddafi'yi cezbetmeye yönelik bir girişim olduğu gerekçesinin onları haklı çıkarmadığını belirtti.
Katar dosyasına ilişkin sözlerini sürdüren Prens Bender, Doha’da bir ABD üssünün varlığının rejimi korumak anlamına gelmediği ve bunun Katar’ın değil, ABD’nin kullanımı için bir üs olduğu değerlendirmesinde bulunarak, Katar’ın politikalarında şizofreni belirtileri gösterdiğini ifade etti. Prens Bender, Doha'nın daha önce güvenliği sağlamak için Yemen, Sudan ve Suudi Arabistan'dan yardım istediğini belirterek, Katar’daki Türk varlığının güvenliği sağlamaya yönelik olduğunu ifade etti.
Eski Suudi Arabistan İstihbarat Şefi ve Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Prens Bender bin Sultan, Suriye rejimi başkanının “Basil Hafız Esed” adlı kronik bir kompleksten mustarip olduğunu söylüyor
Eski Suudi Arabistan İstihbarat Şefi ve Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Prens Bender bin Sultan, Suriye rejimi başkanının “Basil Hafız Esed” adlı kronik bir kompleksten mustarip olduğunu söylüyor
Beşşar Esed
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Suudi Arabistan'la arasındaki gergin ilişkiler ve bir fotoğrafının rejim medyası tarafından abartılarak Suriye'deki herhangi bir olayla ilişkilendirilmesi hakkında açıklamalarda bulunan Prens Bender, “Beşşar’ı bir şey olmadan önce de tanıyordum. Bir şey olduğunu düşünmeye başlamasından sonrada” dedi. DEAŞ örgütünün ortaya çıkmasında rol aldığına ilişkin iddiaları reddeden Prens Bender, bu bağlamda aleyhindeki suçlamaların ayrıntılarını açıkladı.
Beşşar Esed hakkında 'çocuk' benzetmesinde bulunan Prens Bender, "Beşşar'ın babası, etrafı erkeklerle çevrilmiş bir kişiydi. Hafız Esed, oğlu Beşşar'ın aksine kararlı bir kişiliğe sahipti. Oysaki Beşşar'ın bir düğüm haline gelmiş 'Basil Hafız Esed' kompleksi vardı” dedi.
Prens Bender, mezun olduktan sonra İngiltere’ye giden ve Londra'da oftalmoloji ihtisasını tamamlayan Beşşar Esed’in İngiliz hükümetinde nasıl arabuluculuk yaptığını anlatı. Esed'in sivilleri bombalamaya başladığı Suriye devriminden sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesinin ayrıntılarını anlatan eski Suudi İstihbarat Şefi, Putin'in kendisine, "Esed'in başını büyüten Suudilerdir. Çünkü onlar, Esed iktidara geldiği zaman, Fransa eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve Beyaz Saray yetkilileri ile görüşmesini sağladılar” dediğini aktardı. Ayrıca, Putin'in kendisine toplantı sırasında Beşşar’ı birçok kez Moskova’yı ziyaret etmeye davet ettiğini söylediğini ama Beşşar’ın buna olumlu cevap vermediğini kaydetti.
İran
Suudi Arabistan’ın eski ABD Büyükelçisi Prens Bender bin Sultan, İran Şahı’nı akıllı bir düşman olarak nitelendirdi ve İran'ın mevcut rejimine ve Humeyni'nin gelmesinden bu yana patlak veren sorunlara atıfta bulunarak İran Şahı hakkında “Aramızda dostluk bulunmamasına rağmen cahil bir arkadaştan daha iyiydi” ifadesini kullandı.
Şah'ın Bahreyn'i İran'a dahil etme arzusu da dahil olmak üzere Şah ve Kral Faysal arasındaki pozisyonları dile getiren Prens Bender, onu bu kararından vazgeçmesi için ikna eden Suudi çabalarının detaylarını ortaya koydu.
“Cahil kimse, düşmanın ta kendisidir. Nitekim Humeyni, Saddam Hüseyin rejimi altında ev hapsinde tutulduğu sırada Şah aleyhinde kışkırtıcı videolar yayınlıyordu. Şah, Humeyni’yi Irak’tan çıkarmadığı takdirde Saddam’ı Şattülarap’ı işgal etmekle tehdit etti” açıklamasında bulunan Prens Bender, Saddam’ın Şah’ı bunu yapmamaya ikna etmeye çalıştığını ve Humeyni’nin kışkırtıcı videolar yayınlamasını önleyeceğini söylediğini belirtti.
Humeyni'nin iktidara gelmesi ve ülkede Velayeti Fakih sistemini inşa etmesine de değinen Prens Bender, Suudi Arabistan’ın Humeyni’nin iktidara gelmesinden sonra bir müddet beklediğini ve Humeyni’nin Irak’ı ve Körfez ülkelerini istila etmekle tehdit edene kadar bir pozisyon almadığını söyledi.
Suudi Arabistan'ın eski istihbarat şefi Riyad'ın bu konuda kötü seçimlerden birini yaptığını ve Saddam Hüseyin’i İran’a karşı olan savaşında desteklediğini dile getirerek, Suudi Arabistan’ın Cenevre'de ve merhum Veliaht Prens ve Savunma Bakanı Prens Sultan bin Abdulaziz’in sarayında, Bağdat ile Tahran arasındaki müzakerelere gizlice arabuluculuk yaptığını söyledi.
Suudi Arabistan’ın eski büyükelçisi, halihazırda İran Meclis Başkanı olan Ali Laricani ile görüşmek üzere Tahran'a yaptığı ziyaret sırasında tesadüfen İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile bir araya geldiğini açıklayarak, “Daha önce duyduğumuz fakat görmediğimiz Süleymani ile tesadüfen tanıştık” dedi.
Başyazar Advan el-Ahmeri ile 14 saatten daha uzun bir süre konuşan Prens Bender bin Sultan, ülkesinin büyükelçisi olarak görev yaptığı sırada ABD başkanları ile olan ilişkisinden bahsediyor
Başyazar Advan el-Ahmeri ile 14 saatten daha uzun bir süre konuşan Prens Bender bin Sultan, ülkesinin büyükelçisi olarak görev yaptığı sırada ABD başkanları ile olan ilişkisinden bahsediyor
Diğer dosyalar
Filistin meselesine ilişkin açıklamalarda da bulunan Suudi istihbaratının eski başkanı Bender bin Sultan, eski Filistin lideri Yaser Arafat’ın eski ABD Başkanı Bill Clinton tarafından sunulan çözüm önerilerini ve barış girişimini reddederek Filistin davasına ve Filistinlilere karşı suç işlediğini söyledi.
Prens Bender bin Sultan, eski Suudi Kral Abdullah bin Abdulaziz ile eski ABD Başkanı George W. Bush arasında Teksas'taki bir çiftlikte Filistin eksenli bir görüşmede yaşanan anlaşmazlığı anlattı. Ayrıca Jimmy Carter'dan George W. Bush'a kadar bir dizi ABD başkanıyla arasında geçen bazı hikâyeleri de anlatan Prens Bender, Ortadoğu'daki politikaları nedeniyle Başkan Barack Obama ile görüşmediği için pişman olmadığını söyledi.
Çin'e ulaşmadan önce kamuflaj
Kral Fahd’ın kendisinden bir dizi ülkeyi ziyaret etmesini istediğini ve gittiği her ülkede kendisine birtakım görevler verdiğini söyleyen Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kral Fahd'ın planı, Ürdün’ü ziyaret etmem ve Kral Hüseyin'e Reagan ile yaptığı görüşmenin sonuçlarını ve Filistin meselesiyle ilgili konuştuklarını anlatmamdı. Sonra Mısır'a ve Irak'a gidip Saddam Hüseyin’e bunları anlattım. Sonra İngiltere’ye gittim, Başbakan Margaret Thatcher ile görüştüm ve ona Tornado uçaklarını satıp satamayacaklarını sordum.”
Burada Prens Bender ile yapılan röportajı sindirmenin kolay olmadığını ve röportajın günlerce sürdüğünü itiraf etmem gerekiyor. Prens Bender’in söz arasında anlattığı şeyler ve verdiği bilgiler en az ana noktalar kadar önemliydi ve birbiri ile bağlantılıydı.
Prens Bender, ABD ile İngiltere arasındaki silah anlaşmaları ile ilgili görüşmeler arasındaki farkı açıklamaya başladı ve şunları söyledi:
“İngiltere’deki durum ABD’den farklı. Çünkü İngiltere’de hükümet uçak anlaşması hususunda karar verdikten sonra, ikinci aşamada parlamento devreye giriyor. Washington'da ise aksi bir durum var. Kararı Kongre veriyor. Thatcher ile konuştuğumda teklifimi hemen kabul etti ve kaç tane uçağa ihtiyacımız olduğunu sordu. 48 uçağa ihtiyacımız olduğunu söyledim. Hemen kabul etti ve birtakım işlemlerin yapılması gerektiğini söyledi. Ona bir şey söylemek istediğimi, fakat kendisinden utandığımı söyledim. Söylememi istedi. Ona, Washington’da bunun için çok uğraştığımı, fakat kendilerinin ise bu teklifi hemen onayladığını söyledim ve “Washington ile nasıl başa çıkacağız?” diye sordum. Başkan Reagan’ın bu duruma nasıl tepki verdiğini anlattım. Bunun üzerine Thatcher, “Kral Fahd’a kendisi ile anlaştığımı, fakat bunu açıklamamasını söyle. Gelecek hafta Washington'a gideceğim ve Reagan'a F15-E'yi Suudi Arabistan'a satmak zorunda olduklarını söyleyeceğim. Kral Fahd’a söylediğini bana da söyleyecektir. Sonra Kongre ile Dışişleri ve Savunma Komitesi'ni ziyaret edip F15-E'nin Suudi Arabistan'a satılması gerektiğini ve aksi takdirde Suudi Arabistan’ın, Rusya, Çin ya da başka bir yere gideceklerini söyleyeceğim. Onlar da Reagan’a söylediklerini bana söyleyecekler” dedi. Thatcher’ın bu sözleri karşısında şaşırdım ve bu durumun Suudi Arabistan’ın lehine olabileceğini düşündüm. Ben ona bir sır verdiğimi düşünüyordum, fakat o bana tek başına gidip Washington'a durumu anlatacağını söylüyordu. Sonra bana, “Bunu reddettikleri takdirde onlara bir çözümüm olduğunu ve Suudi Arabistan’a Tornado’yu satacağımı söyleyeceğim. Böylece sorun çözülmüş olacak” dedi.”
Suudi Büyükelçisinin evinin bahçesinde Çin Büyükelçisi ile gerçekleşen görüşme
Prens, Arap ülkelerini ziyaret ettikten sonra Londra’ya ve oradan Washington’a geçti. Sonra Kral Fahd’ın talimatı üzerine Çin Büyükelçisi ile görüştü. Prens Bender, Kralın kendisine anlattığı gibi Çin Büyükelçisi ile Suudi Büyükelçisi’nin evinin bahçesinde bir araya geldi ve Suudi Arabistan'ın isteğini kendisine iletti.
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bana olumlu ya da olumsuz bir cevap vermedi. Görüşmenin üzerinden bir hafta geçti, fakat hala bir cevap gelmedi. 3 hafta sonra beni aradı ve beni akşam yemeğine davet etmek istediğini söyledi. Kralın benimle ya da onunla telefonda konuşmamamı söylediğini hatırlıyorum. Bir cevap alırsam gelip yüz yüze konuşmamızı söylemişti. Büyükelçinin bahçesinde kendisiyle buluştum. Bana, “Pekin füze meselesine önem veriyor, fakat iki ülke arasında herhangi bir ilişki yok. İki ülke arasında üst düzey yetkililerin katılacağı bir toplantı yapmayı ve ardından bu meseleyi konuşmak istiyorlar. Sizi Pekin’de ağırlamaktan memnuniyet duyacağız” dedi. Ben de ona, kendilerini Riyad’da ağırlamaktan memnuniyet duyacağımızı söyledim. Bana, Riyad’a gelmeyeceklerini söyledi. “Tarafsız bir yer olsun, Cenevre’de görüşelim” dedim. Büyükelçi bu teklifime de olumlu cevap vermedi ve orada aktif istihbarat faaliyetleri olduğunu söyledi. Düşündüm ve Pakistan’da buluşmayı teklif ettim. Bunun iyi fikir olduğunu söyledi.”
Çin ve Suudi tarafları toplantının Pakistan’da gerçekleştirilmesi hususunda anlaştılar. Çünkü Pakistan ile her iki ülke arasındaki ilişkiler oldukça iyiydi.
Prens Bender, bundan sonra yaşananları şöyle anlattı:
“Çin Büyükelçisine neden cevap vermek için 3 haftadan fazla beklediklerini sordum. Bana, bunu şahsi olarak Pekin’e ilettiğini ve bundan dolayı cevabın geciktiğini söyledi.”


Suudi Kralı Fahd bin Abdülaziz ve İngiltere Başbakan Margaret Thatcher (AFP)

“Riyad'a geri döndüm ve Krala olup biteni anlattım. Onu, Thatcher ve Çin Büyükelçisi ile yaptığım görüşmelerin neticesi hususunda bilgilendirdim. Kral, bana, Thatcher’in dehasını ve zekasını ima ederek, “Bu kadın tam bir şeytan” dedi. Kendisine, düzenlemelere başlamamız ve Pakistan’dan Çinlilerle gerçekleştireceğimiz toplantı için izin almamız gerektiğini söyledim. Bana onlara ne söyleyeceğimi sordu. “SABIC’ten bir heyeti kabul etmenizi istiyoruz. Kendileri ile ilişkimiz olmadığından dolayı sizin ülkenizde Çinliler ile bir toplantı yapmak istiyoruz. Petrokimya pazarlarının gelişimi hususunda kendileri ile konuşacağız” diyeceğimi söyledim. Pakistan tarafı isteğimizi memnuniyetle karşıladı. Heyetle birlikte Pakistan’a vardığımda, bizi misafirler için tahsis ettikleri sarayda ağırlamak istediklerini söylediler. Onlara teşekkür ettim, fakat Çinlilerin toplantının ülkelerin elçiliklerinde yapılmasını istediklerini söyledim. Washington’a döndüğümde Çin Büyükelçisi’ne durumu anlattım ve toplantı tarihini belirleyip Pakistan’a gittik.”
İki heyet toplantı masasına oturduğu sırada, Suudi heyeti ziyaretin asıl nedenini bilmiyordu. Çin tarafından ise tek bir yetkili vardı ve elinde ‘iki ülke arasındaki ilişkiler ve füze’ dosyaları vardı.
RÖPORTAJIN 2. KISMI

RÖPORTAJIN 3. KISMI​
RÖPORTAJIN 4.KISMI



Medeniyetler çatışması korkularının yeniden canlanması, değerler diplomasisini ön plana çıkarıyor

Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
TT

Medeniyetler çatışması korkularının yeniden canlanması, değerler diplomasisini ön plana çıkarıyor

Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Riyad, BM Medeniyetler İttifakı Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Mustafa el-Ensari

Amerikan toplumu kültürel çatışma ve geniş çaplı bir iç kutuplaşma yaşarken, Sudan etnik ve kültürel arka planlardan kaynaklanan korkunç bir insani trajedi yaşıyor. Rusya benzer bahanelerle Ukrayna'yı işgal ederken, “Medeniyetler Çatışması” belki de tezin sahibi Samuel Huntington'ın 20. yüzyılın son on yılında öngördüğünden daha da hızlı ve vahim bir tempoda, gerçekliğe dönüştü. Huntington'ın Batı ile İslam arasında olacağını öngördüğü ve gerçekten de yaşanan çatışma, bununla sınırlı kalmadı. Gelişmeler, aynı sistem içindeki -Batı, İslam veya Avrasya – çatışmaları da körükledi.

Kültürel ve insani kutuplaşmanın küresel olarak tırmandığı bu tarihi anda, Riyad, “İnsanlık İçin Diyaloğun 20 Yılı: Çok Kutuplu Dünyada Karşılıklı Saygı ve Anlayışın Yeni Dönemine Doğru” teması altında, 80 ülkeden bin 200 katılımcıyla BM Medeniyetler İttifakı (UNAOC) Küresel Forumu'nun yeni bir versiyonunun lansmanına sahne oldu. Bu forum, kültürel ve değerlere dayalı diplomasiye yönelik özlemlerin, krizlerle dolu gerçekliğin çelişkileriyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde düzenleniyor.

Forum “medeniyetler diplomasisini” yeniden canlandırmayı amaçlarken, 70 binden fazla Filistinlinin hayatını kaybettiği Gazze'deki devam eden savaş ve 10 milyon insanı yerinden eden Sudan çatışması, savaşların insanlığa tarifsiz acılar getirdiğini acı bir şekilde hatırlatıyor. Suudi Arabistan'ın foruma ev sahipliği yapma girişimi, bölgenin, medeniyetler ve bunların uluslararası politika üzerindeki etkisi konusunu yeniden gündeme getiren küresel tartışmada kilit bir oyuncu olarak rolünü sağlamlaştırma çabalarında dönüm noktası oluşturuyor.

Medeniyetler Çatışması tezi şaşırtıcı bir geri dönüş yapıyor

1990'larda Soğuk Savaş'ın sona ermesi, küresel çatışma çerçevelerini yeniden tanımlamada önemli bir dönüm noktası oldu. Bu bağlamda Samuel, uluslararası sistemin artık ideolojilere veya yalnızca ekonomik çıkarlara değil, medeniyet bağlarına dayalı çatışmalar yaşayacağı yeni bir aşamaya girdiğini savunan ünlü tezi “Medeniyetler Çatışması”nı yayınladı. Körfez Araştırma Merkezi'nde kıdemli danışman olan Salih bin Muhammed el-Kaslan'ın belirttiği gibi, bu tez geniş çapta yankı uyandırdı çünkü “daha barışçıl ve iş birlikçi olması umulan bir geleceğe dair kasvetli tablo çiziyordu. Bunun gerçekleşmemesi için harcanan yoğun çabalara rağmen, son yıllardaki göstergeler, daha az sesli ve ulusal stratejilere daha fazla entegre edilmiş olsa da medeniyetler çatışması tezli güçlü bir geri dönüşü gösteriyor.”

Bu analize göre söz konusu geri dönüş, medeniyetler çatışmasının ve çarpışmasının mantık ve farkındalıktan yoksun olduğunu, gerici ve tehlikeli kavramlarla beslendiğini kanıtlıyor. Zira uluslar arasındaki kaçınılmaz ve doğal farklılıkları varoluşsal çatışmaya dönüştürerek, en ufak bir sürtüşmeyi bile potansiyel olarak patlayıcı hale getiriyor.

Forumun oturumları bağlamında ve çatışma teorisinin geri dönüşü görüşüne yanıt olarak, Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Şeyh Muhammed el-İsa şunları söyledi: “Bu teori, Yaratıcının hikmetini anlamayı ve tarihten ders çıkarmayı hak eden bir dünyada nefretin, şiddetin ve savaşların yakıtı olmayı sürdürdü.” İsa’nın belirttiği gibi, Suudi Arabistan'ın bu tezleri reddetmesinin temelinde, medeniyetlerin “ötekine karşı akılcı bir saygı, Allah katında insanların en sevimlisi, insanlara en faydalı olanıdır ilkesinden ilhamla, kültürel değerlerin ve insanlık için ahlaki faydaların paylaşımı yoluyla ilerlediği inancı yatmaktadır.”

Medeniyet boyutuna verilen bu artan önem, günümüzün büyük güçlerinin politikalarında açıkça görülüyor. Örneğin Rusya, 2023 dış politika belgesinde kendisini bir “medeniyet devleti” olarak tanımlamış ve tek taraflı hegemonyaya alternatif olarak “insanlık medeniyeti senfonisi” fikrini önermişti. Daha Doğu'da Çin de bu konuya değinmiş ve 2023 yılında Devlet Başkanı Şi Cinping, medeniyetler çeşitliliğine saygıyı vurgulayan, başkalarına model dayatma girişimlerini reddeden “Dünya Medeniyetleri Girişimi”ni başlatmıştı. Araştırmacı Kaslan, popülist sağın yükselişinin Batı'da da medeniyet boyutunu yeniden kamuoyundaki tartışmaların ön saflarına taşıdığını gözlemliyor. Ona göre bu durum, “Batı medeniyetinin değerlerinin içsel aşınması” konusunda uyarıda bulunan yetkililerin konuşmalarında görülüyor ve bu da medeniyet boyutunun büyük güçlerin stratejik düşüncesinin bir parçası haline geldiğini ve “medeniyet çok kutupluluğu” çağının başlangıcını duyurduğunu doğruluyor.

Medine Vesikası’ndan çatışmaların çözümüne

Suudi Arabistan'ın bu sahnedeki varlığı sadece geçici bir ev sahipliği değil, küresel tartışmada önemli rol oynamak için stratejik bir şanstır. Medeniyetler çatışması ve medeniyetler diyaloğu ikilemi tarihsel olarak İslam ile diğer medeniyetler arasındaki ilişki etrafında dönmüştür. İslam'ın beşiği, Haremeyn-i Şerifeyn’in evi olma statüsü ve İsa'ya göre “insan hakları ve kapsayıcı vatandaşlığın temelleri üzerine en eski yazılı belge olan Medine Vesikası'nın ortaya çıktığı insanlık medeniyetinin beşiği” olması nedeniyle Suudi Arabistan, gerçekte çağdaş medeniyet ikileminin kalbinde yer alıyor. Bu rol tarihsel olarak köklü ve birkaç yıl önce Medine Vesikası’nın izinde başlatılan Mekke Vesikası, Riyad'ın bu konuya olan uzun süreli ilgisini yansıtıyor.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan al-Suud, ülkesinin foruma ev sahipliği yapmasının hoşgörü, diyalog ve birlikte yaşama değerlerini teşvik etmeye yönelik uluslararası çabaları desteklediğini teyit ederek, “medeniyetler arası iletişim, barışı sağlamanın ve çatışmaları çözmenin en iyi yoludur” vurgusunu yaptı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu taahhüt sadece söylemden ibaret değil, Krallığın 2030 Vizyonu'nun içeriğinin de pratik bir yansımasıdır. Bu vizyon, “İtidal Aşırılıkçı Düşünceyle Mücadele Merkezi” ile “Selam Medeniyetler Arası İletişim Projesi” gibi aktif kuruluşlar aracılığıyla “ılımlılık ve medeniyetlere açılım temelinde ulusal bir yaklaşımı yansıtmakta, nefret söylemi ve aşırıcılıkla mücadele etmektedir.”

Suudi Arabistan'ın katılımı, özellikle yeni nesilleri eğitmenin, ekonomik ve teknolojik gücün yanı sıra değer boyutunun da kilit bir belirleyici haline geldiği uluslararası düzenin yeniden şekillendirilmesiyle ilgili tartışmaya bir katkıyı temsil ediyor.

Bu bağlamda Bakan, “umudun en iyi ifadesi, geleceğin liderleri ve barış elçileri olan gençlerdir” diye belirtti. Bu nedenle ana forumun yanı sıra bir gençlik forumu da düzenlendi. Dahası Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı Gençlik Forumu başlatıldı.

Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri Dr. Muhammed bin Abdulkerim İsa ise “BM'nin üzerine kurulduğu uluslararası insani değerlerin uluslararası meşruiyete sahip olduğunu” vurguladı. “İslami değerlerin medeniyetler ittifakını desteklediğinin” altını çizdi ve “aşırıcılık ideolojisinin Doğu ve Batı arasındaki medeniyetler çatışmasını artırdığı” uyarısında bulundu.

Uygulama zorluğu

Guterres ise yaptığı konuşmada, çatışmalar karşısında diyaloğun bir “lüks” değil, “hayati bir gereklilik” olduğunu vurguladı. Ulusları savaş ve çatışma tehlikelerinden koruyan önleyici barışın gerekliliğinin altını çizdi. Ancak araştırmacı Kaslan'a göre forumun gerçek değeri, Krallığın ittifakın yenilenen ivmesini sürdürülebilir, sembolik açıklamaların ötesine geçerek 2031'in ötesine uzanan uluslararası ajandaya dönüştüren bir sürece evrilmesini sağlama yeteneğinde yatıyor. Bu ise derin kurumsal icraatlar gerektiriyor.

Kaslan, bu sürdürülebilir sürecin, varlığı ve etkisi gerilemiş olan Kral Abdullah bin Abdulaziz Uluslararası Dinlerarası ve Kültürlerarası Diyalog Merkezi'ni (KAICIID) yeniden canlandırmak için ciddi bir kurumsal çaba gerektirdiğini de kabul ediyor. Ona göre bu, aynı zamanda merkeze ivmesini yeniden kazandırabilecek fikri yetkinliğe ve net idari kapasiteye sahip bir liderliğin seçilmesini de gerektiriyor. Eş zamanlı olarak, başta Avusturya ve İspanya olmak üzere merkezin kurucu üyeleriyle etkili bir ortaklığın yeniden kurulmasını, onların merkezi destekleme ve rolünü pekiştirme konusundaki siyasi ve kurumsal taahhütlerini yenilemelerini de sağlamayı gerektiriyor.

Kaslan bu bağlamda, merkezin yeniden aktif hale getirilmesinin, Krallığın uluslararası arenada medeniyetin yeri hakkındaki soruları ele almada kilit bir ortak haline gelmesi yolunda önerilen adımlardan sadece biri olduğunu belirtti. Böylece merkezin Krallığın yumuşak gücünü artırmaya katkıda bulunacağını ve Suudi diplomasisinin yükselişiyle uyumlu olacağını ifade etti.

Forumun, nefretle mücadele ortaklıklarını belirleyen göç, kadınların barıştaki rolü ve yapay zeka kaynaklı dezenformasyonla mücadele konularına odaklanan “Riyad Deklarasyonu”nun kabul edilmesiyle yeni bir uluslararası gündeme katkıda bulunması bekleniyor.

Bu gidişat, Amerikan stratejik söylemindeki değişim de göz önünde bulundurulduğunda daha da netleşiyor. Yirmi yıl boyunca, Bush, Obama ve Biden dönemlerindeki ulusal güvenlik stratejileri, tehditleri analiz ederken veya büyük eğilimleri tanımlarken “medeniyet” terimini kullanmamış, bunun yerine demokrasiler ve otoriter rejimler gibi siyasi sınıflandırmalara dayanmıştı.

Ancak, Trump yönetiminin yakın zamanda açıkladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi, medeniyet boyutunu açıkça vurgulayarak bu kalıptan net bir sapmayı temsil ediyor. Belge, “Avrupa'nın medeniyet güvenini ve Batı kimliğini yeniden kazanması” gerektiğini belirtti ve “medeniyet kimliğinin aşınması olasılığı” konusunda uyarıda bulundu. “Yeterlilik ve liyakatin, ABD'nin en önemli medeniyet avantajları arasında olduğunu” savundu. Kaslan, “bu ağırlıktaki bir referans belgede bu tür bir dilin kullanılması, medeniyet boyutunun Batı'da stratejik düşüncenin yapısının parçası haline geldiğini ve sadece kültürel söylem olmadığını ortaya koyuyor” değerlendirmesinde bulundu.

Bu nedenle, yapıcı bir medeniyet yaklaşımının gerçek sınavı, siyasi kutuplaşmadan uzak, pratik uygulamada yatıyor. Nihai amaç, ortak insani değerlere saygıyı yeniden tesis eden ve çatışma mantığını aşan dengeli bir medeniyet söylemi oluşturmaktır. Gazze ve Sudan'da devam eden trajedilerin gölgesinde, katılımcıların da düşündüğü gibi, diyalog sadece diplomatik bir seçenek değil, 21. yüzyılın “insanlığın savaşlara tanık olduğu son yüzyıl” olmasını sağlamak için varoluşsal bir zorunluluktur. Katılımcılar, medeniyetlerin, ötekine karşı akılcı bir saygı ve sundukları medeni ve ahlaki faydaların paylaşımı yoluyla yükseldiğini vurguladılar.

ABD Başkan Yardımcısı Batı medeniyeti için endişeleniyor

J.D. Vance'in Münih Güvenlik Konferansı'ndaki konuşması da bunu açıkça doğruluyor. Vance konuşmasında doğrudan Batı'yı sadece coğrafi bir alan olmanın ötesine geçen medeniyet oluşumu olarak tanımlayan bir vizyon sundu. Batı’yı Yunan felsefesi, Roma hukuku ve Hristiyan değerlerinin etkileşimiyle şekillenen, yüzyıllarca süren çaba ve fedakarlıkla inşa edilen ve korunan bir medeniyet olarak tanımladı.

Kaslan'ın forumun oturumları arasında sunduğu değerlendirmede belirttiği gibi, Vance konuşmasında bu tanımlama ile sınırlı kalmadı. Daha da ileri giderek, bu uygarlığın üzerine kurulduğu değerleri koruma, öz farkındalığını ve tarihsel rolünü sürdürme yeteneği hakkında temel bir soruyu da gündeme getirdi. Bu soruya verdiği yanıtta, dışsal zorluklar ve içsel baskılar karşısında Batı kimliğini yeniden teyit etmenin önemini vurgulayarak, bu kimliği güçlendirmenin, gücü ve statüyü korumak için gerekli bir koşul olduğunu belirtti.

vgth
ABD Başkan Yardımcısı J.D.Vance (AP)

Suudi araştırmacı, ABD Başkan Yardımcısının Avrupa'nın kalbinde tarihi öneme sahip Münih şehrinde düzenlenen uluslararası bir konferansta yaptığı bu konuşmanın, “kendini tanımlamada veya iç ve dış zorlukları karakterize etmede, Batı siyasi söylemine medeniyetsel değerlendirmelerin dahil edilmesine yönelik artan bir eğilimi” gösterdiği görüşünde.

Ancak şu soru varlığını sürdürüyor: Bu yeni yaklaşım, çatışmayı körükleyen ve buna bahis oynayan önceki yaklaşıma benzer mi, yoksa tam aksi mi olacak?

Bu nedenle, bu karmaşık alanda faaliyet gösteren bir kuruluş olan Rabıta’nın Genel Sekreteri İsa, medeniyetler çatışması ve çarpışması teorilerini eleştirerek, bunları “mantık ve farkındalıktan yoksun” diye tanımladı ve “akademik hiyerarşide bazıları ileri görünse bile” kusurlu ve tehlikeli kavramlara dayandığını belirtti. Tehlikesinin, uluslar arasındaki kaçınılmaz anlaşmazlıkları doğal seyrinden çıkarıp varoluşsal bir çatışmaya dönüştürmelerinde yattığına dikkat çekti. “Bu teoriler, Yaratıcının hikmetini anlamayı ve tarihten ders çıkarmayı hak eden bir dünyada nefretin, şiddetin ve savaşların yakıtı olmayı sürdürdü. Medeniyetler çatışma yoluyla değil, karşılıklı saygı, kültürel değerlerin ve insanlık için ahlaki faydaların paylaşımı yoluyla ilerler” diye ekledi.

Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri, günümüz dünyasının “önleyici barışa”, yani ulusları yaşanmadan önce savaş ve çatışmaların tehlikelerinden koruyan proaktif bir yaklaşıma acil ihtiyacı olduğunu vurguladı. Dini liderleri ve kanaat önderlerini, çatışma söylemlerine karşı “akılcı ve birlikte yaşamı tesis eden” fikirlerle karşılık vermeye çağırdı.

Forum, 20 yıllık küresel diyaloğun kazanımlarını gözden geçirmeyi, mevcut zorlukları tartışmayı, halklar arasında uzlaşıyı güçlendirmeye yönelik ortak bir eylemin geleceğini tasavvur etmeyi, uluslararası barış ve istikrarı desteklemeye katkıda bulunan iletişim köprüleri kurmayı amaçlıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Suudi Arabistan ve Çin karşılıklı vize muafiyeti anlaşması imzaladı

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
TT

Suudi Arabistan ve Çin karşılıklı vize muafiyeti anlaşması imzaladı

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Çinli mevkidaşı Wang Yi, iki ülke arasında karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasının imza töreni sırasında (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Riyad’da dün Suudi Arabistan ile Çin arasında bir görüşme gerçekleştirildi. Görüşmede, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan bin Abdullah’ın daveti üzerine Riyad’a yaptığı ziyaret kapsamında, iki ülke arasındaki kapsamlı stratejik ortaklık ilişkileri ele alındı. Toplantı sırasında, diplomatik, özel ve hizmet pasaportu sahiplerine yönelik karşılıklı vize muafiyeti anlaşması imzalandı.

Taraflar, ekonomi, ticaret, yatırım ve enerji başta olmak üzere çeşitli alanlardaki ikili ilişkilerin mevcut seviyesini gözden geçirerek, bu ilişkilerde kaydedilen hızlı gelişmeden duydukları memnuniyeti dile getirdi. Ayrıca ziyaretin, Suudi Arabistan ile Çin arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 35. yıl dönümüne denk gelmesine dikkat çekilerek, bu sürecin ortak çıkarlar doğrultusunda artan görüş yakınlaşması ve iş birliğiyle desteklendiği vurgulandı.

efgthy
Suudi Arabistan-Çin Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite'nin beşinci toplantısı Riyad'da gerçekleştirildi. (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Suudi Arabistan ve Çin dışişleri bakanları, Suudi Arabistan-Çin Yüksek Düzeyli Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite’nin beşinci toplantısını da gerçekleştirdi. Toplantıda, ikili iş birliğinin çeşitli alanlarda güçlendirilmesinin yolları ele alınırken, koordinasyon ve istişarenin sürdürülmesinin önemine vurgu yapıldı.

Taraflar, iki ülkenin hayati çıkarlarıyla bağlantılı konularda karşılıklı desteğin sürdürülmesi konusunda kararlılıklarını teyit ederek, güvenlik, istikrar, kalkınma ve refahı güçlendiren her türlü çabanın desteklendiğini ifade etti. Suudi tarafı ayrıca ‘tek Çin’ politikasına bağlılığını yineleyerek, Çin Halk Cumhuriyeti hükümetinin Çin’i temsil eden tek meşru hükümet olduğunu ve Tayvan’ın Çin topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladı.

Çin tarafı ise Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve güçlendirilmesine verdiği desteği dile getirirken, Krallığın bölgesel ve uluslararası düzeyde güvenlik ve istikrarın desteklenmesinde üstlendiği rolü takdir etti. Ayrıca Çin tarafı, Vizyon 2030 kapsamında Suudi Arabistan’da kaydedilen ekonomik gelişmeleri övdü ve Aralık 2022’de Krallık tarafından ev sahipliği yapılan Riyad Arap-Çin İşbirliği ve Kalkınma Zirvesi’nin sonuçlarını olumlu buldu.

drgt
Suudi Arabistan-Çin Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite'nin beşinci toplantısı Riyad'da gerçekleştirildi. (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

Suudi tarafı, Çin’in 2026 yılında İkinci Arap Devletleri-Çin Zirvesi ile İkinci Körfez-Çin Zirvesi’ne ev sahipliği yapmasına destek verdiğini açıkladı. Çin tarafı ise Krallığın ev sahipliğinde düzenlenecek Expo 2030’a katılmaya hazır olduğunu bildirdi.

Taraflar, ortak ilgi alanına giren bölgesel ve uluslararası meseleler hakkında görüş alışverişinde bulunurken, Filistin meselesine kapsamlı ve adil bir çözüm bulunmasına yönelik çabalara desteklerini yineledi. Bu çerçevede, uluslararası meşruiyet kararları, Arap Barış Girişimi ve iki devletli çözüm ilkesi doğrultusunda, 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının gerekliliği vurgulandı. Ziyaretin sonunda taraflar, diplomatik, özel ve hizmet pasaportu sahiplerine yönelik karşılıklı vize muafiyeti anlaşmasını imzaladı.

dfergt
Suudi Arabistan-Çin Ortak Komitesi’ne bağlı Siyasi Komite'nin beşinci toplantısı Riyad'da gerçekleştirildi. (Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı)

 


Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği
TT

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Ateşesi Dr. Faysal b. Abdurrahman Usra

Ortak iş birliğinde yeni bir dönemin tesis edilmesi, bölgede ekonomik ve lojistik entegrasyona yeni bir yapı taşı eklenmesi ve Suudi Arabistan-Katar Koordinasyon Konseyi çalışmaları kapsamında, Körfez ülkeleri arasında modern altyapı alanındaki en büyük adımlardan biri atıldı. Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani’nin himayesinde, Suudi Arabistan ile Katar arasında yolcu taşımacılığına yönelik hızlı tren projesinin hayata geçirilmesine ilişkin bir anlaşma imzalandı. İki ülke ayrıca, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlayacak söz konusu tren projesinin resmen başlatıldığını duyurdu. Hayati öneme sahip proje, iki kardeş ülke arasındaki köklü ve tarihi ilişkilerin derinliğini yansıtmasının yanı sıra, kalkınma alanında iş birliği ve entegrasyonu güçlendirmeye yönelik stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın pekiştirilmesi ve bölgede daha geniş bir refah ve gelişim ufkuna yönelik ortak iradeyi de ortaya koyuyor. Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin ilanı, iki ülke arasındaki ilişkilerin ulaştığı düzeyi teyit eden tarihi bir dönüm noktası olarak öne çıkarken, ulaşım sektöründe ikili iş birliğinin somut bir yansıması ve bölge için ortak gelecek vizyonunun sembolü niteliği taşıyor. Modern ve sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin geliştirilmesinde iki ülke arasındaki entegrasyonu temsil eden proje, aynı zamanda turizmin büyümesine önemli katkı sağlamayı hedefliyor. Projenin, Suudi Arabistan ve Katar’daki turistik destinasyonlara erişimi kolaylaştırarak ziyaretçi sayısını artırması ve iki başkent arasında kısa ve sık seyahatleri teşvik etmesi bekleniyor.

Suudi Arabistan Ulaştırma ve Lojistik Hizmetleri Bakanı Mühendis Salih el-Casir ile Katar Ulaştırma Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdullah Al Sani tarafından yakın zamanda imzalanan anlaşma, Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin fiilen başlamasının işaretini veriyor. Proje, İki Kutsal Caminin Hizmetkârı ve Veliaht Prens ile Katar Emiri’nin doğrudan ilgi ve desteği altında yürütülüyor; bu durum, iki kardeş ülke arasındaki entegrasyon projeleri arasında stratejik önemini ortaya koyuyor. Bu devasa proje, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu ve Katar Ulusal 2030 Vizyonu’nun somut bir uygulaması olarak değerlendiriliyor. Proje, iki ülke liderliğinin, daha bağlantılı ve refah dolu bir gelecek yaratma vizyonunu yansıtıyor ve bölgedeki altyapı entegrasyonuna yönelik daha geniş bir çerçevede konumlanıyor; özellikle ulaşım, enerji ve ticaret alanlarında iş birliğini güçlendiriyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın gerçek bir örneği olarak öne çıkıyor; vatandaşlar arasındaki bağları güçlendirirken, iki ülke arasındaki seyahati daha hızlı, konforlu ve güvenli hâle getiriyor. Ayrıca modern ve sürdürülebilir altyapının geliştirilmesi yoluyla ekonomik büyümeyi destekliyor, yaşam kalitesini artırıyor ve ileri düzeyde ulaşım seçenekleri sunuyor. Hızlı tren hattı, ekonomik çeşitliliğin sağlanmasına, turizmin canlandırılmasına ve ulaşım sektörünün etkinliğinin artırılmasına katkıda bulunacak. Projenin, başta havaalanları ve büyük ekonomik şehirlerle entegrasyonu sayesinde, iki ülke arasındaki ticaret, yatırım ve iş hareketliliğinde önemli değişiklikler yaratması bekleniyor. Böylece proje, iki halk için daha bağlantılı ve refah dolu bir geleceğin inşasında merkezi bir rol oynayacak ve Körfez’deki stratejik bağlantı zincirinin en önemli halkalarından biri olarak değerlendirilecek.

Suudi Arabistan ile Katar arasında inşa edilecek hızlı tren projesi, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlamanın ötesinde, iki halk arasındaki tarihi ve kültürel bağların derinliğini de yansıtıyor. Proje, yalnızca bir altyapı yatırımı değil; ortak dini ve kültürel değerleri paylaşan, gelenek ve alışkanlıklarıyla birbirine yakın iki halkın birleşik geleceğini simgeleyen bir sembol niteliği taşıyor. Proje, ülkedeki ulaştırma ve lojistik sektörüne de önemli katkılar sağlayacak. Sektör, Kral Selman bin Abdulaziz’in liderliğinde ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın desteğiyle kapsamlı yapısal reformlar ve 280 milyar Suudi riyalini aşan ulusal ve uluslararası yatırım sözleşmeleriyle güçlendirilmiş durumda. Suudi Arabistan, güçlü ve yatırım çekici ulaşım ile lojistik altyapısına sahip bir ülke olarak öne çıkıyor. Riyad-Doha hızlı tren hattı, toplam 785 kilometrelik uzunluğuyla yolculara hızlı ve sürdürülebilir bir seyahat imkânı sunacak. Proje, Riyad’daki Kral Selman Uluslararası Havalimanı ile Doha’daki Hamad Uluslararası Havalimanı’nı birbirine bağlayarak iş ve turizm amaçlı seyahatlerde esneklik sağlayacak. Hattın güzergâhı Riyad, Hufuf ve Dammam olmak üzere üç önemli Suudi şehrine de uzanacak ve toplamda 5 ana yolcu istasyonu yer alacak. Bu istasyonlar, konfor, hız ve akıllı teknolojileri bir araya getirerek modern bir yolculuk deneyimi sunacak. Trenin saatte 300 kilometreyi aşan hızı, iki başkent arasındaki seyahat süresini yaklaşık iki saate indirecek. Bu sayede ticaret ve turizm hareketliliği artacak, ekonomik büyüme desteklenecek ve yaşam kalitesi yükseltilecek. Proje, yıllık 10 milyondan fazla yolcuya hizmet verecek ve Suudi Arabistan ile Katar’daki önemli turistik ve kültürel noktaların keşfini kolaylaştıracak. Ayrıca proje, hafif ve orta ağırlıktaki yük taşımacılığını geliştirerek sınır ötesi lojistik çözümler sunacak, iki ülke arasındaki ticaret hacmini artıracak ve teslim sürelerini kısaltarak operasyonel maliyetleri düşürecek. Yapım ve işletme aşamalarında ise Suudi Arabistan ve Katar’da 30 binden fazla doğrudan ve dolaylı istihdam yaratması öngörülüyor. Tüm bu özellikleriyle proje, bölgesel kalkınmayı destekleyen ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasındaki entegrasyonu güçlendiren stratejik bir altyapı yatırımı olarak öne çıkıyor.

Bu stratejik projenin altyapı inşaatları, yerel müteahhitlik şirketleri tarafından gerçekleştirilecek; modern tren teknolojileri ise alanında uzman uluslararası şirketler tarafından sağlanacak. Projenin tamamlanması, altı yıllık bir zaman çizelgesine göre yürütülecek ve en yüksek uluslararası kalite ve güvenlik standartlarına uygun olarak gerçekleştirilecek. Tren hattında en son demiryolu teknolojileri ve akıllı mühendislik çözümleri kullanılacak, böylece güvenli ve sorunsuz bir işletme sağlanacak. Proje, çevresel sürdürülebilirliği destekleyerek karbon emisyonlarını azaltacak ve bölgedeki akıllı ve sürdürülebilir ulaşım çözümlerine geçişi teşvik edecek. Böylece ekonomik ve lojistik entegrasyonda yeni bir dönemin temelleri atılmış olacak. Hızlı tren, iki ülke arasındaki ticaret ve turizm hareketliliğinin haritasını yeniden çizecek. Geleneksel ulaşım yollarının ötesine geçerek bireylerin hareketini kolaylaştıracak, turizm ile büyük spor ve eğlence etkinliklerini canlandıracak ve yaşam kalitesini yükseltecek. Projede tamamen temiz enerji kullanılacak; elektrikli trenler sayesinde çevreye olumlu katkı sağlanacak ve bireysel taşımacılıktan toplu taşımaya geçiş, çevresel yükü büyük ölçüde hafifletecek. Altı yıl içinde tamamlanması planlanan proje, güvenli ve sorunsuz işletmeyi garanti eden en son demiryolu ve akıllı mühendislik teknolojilerini bir araya getirecek. Suudi Arabistan-Katar hızlı tren hattı, hız, sürdürülebilirlik ve benzersiz yolculuk deneyimini bir araya getirerek bölgede ulaşım ve seyahat geleceği için yeni bir standart oluşturacak ve yenilik ile ilerlemenin sembolü olacak.

Başarıyı veren Allah’tır…