​Kürtler ve İran Devrimi: Bitmeyen trajedi

​Kürtler ve İran Devrimi: Bitmeyen trajedi
TT

​Kürtler ve İran Devrimi: Bitmeyen trajedi

​Kürtler ve İran Devrimi: Bitmeyen trajedi

İran halkı 40 yıl önce ‘Şah’ rejimi devrildiğinde, adil bir rejim kurulmasını umuyordu. Ezilen İran halkı özgürlük, demokrasi ve refah bir hayat beklerken, din kisvesine bürünenlerin, evlatlarına ancak ölümden bir nebze daha iyi bir hayat sunacaklarını asla hayal edemezdi. İranlıların birçoğuna göre kurtuluş, özgürlük ve refah içinde bir hayat getirmesini umdukları devrim, intikamcı bir lanete ve sonsuz bir trajedi ve sıkıntı silsilesine dönüştü.
Devrimin 40’ıncı yılında İranlıların büyük bir kısmı gerçek devrimcilerin yok olduğunun farkına vardı. Halkın kalkınmasına yönelik beslenen büyük umutlar, mevcut rejimin, fetvalara, iktidardaki ‘Humeyni’ kurallarına ve planlarına dayanan politikaları neticesinde buhar olup gitti. Devrimle gelen ve isyancıların omuzlarında yükselen siyasi boşluk ve kaos havası halen devam ediyor.
Mustafa Hicri liderliğindeki İran-Kürdistan Demokrat Partisi (KDP-İ) Siyasi Büro üyesi Timur Mustafai Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, devrimin, İran halkının despot Şah rejimine karşı verdiği zorlu mücadelenin meyvesi olduğunu, ancak Humeyni ve etrafındakilerin zalim ve adaletsiz bir yönetim yolunda yönlerini değiştirdiklerini söyledi. Mustafai’ye göre rejim, İran halkının, hayalini kurduğu özgürlük ve demokrasinin geleceği, meşru haklar elde edecekleri ümidiyle bekledikleri zaman içinde ülkeyi, terör, keyfilik, baskı ve korku ile çevrili büyük bir hapishaneye dönüştürdü. Rejimin başarısız politikaları, ülkeyi hayatın çeşitli alanlarında insanları boğan ekonomik krizden kaynaklanan ciddi çıkmazlara itti.
Başta Tahran’ın politikalarının ülkelerini terk etmeye zorladığı Kürtler olmak üzere İranlı geniş bir kitle, Velayet-i Fakih rejiminin İran halkına yalnızca adaletsizlik ve baskı getirdiğini ve bu durumun artık değişmesi gerektiğini düşünüyor.
Mustafai, Kürt halkı ve meşru ulusal hakları konusunda yeni rejimin önde gelen isimleriyle müzakere etmek ve diyalog kurmak için Tahran'a bir heyet gönderen partisinin, devrimin ilk haftalarından itibaren Humeyni rejiminin kötü niyetlerinin farkına vardığını ve rejimin müzakereleri durdurmak için özgür Kürt bölgelerinde krizler ve kanlı sorunlar ürettiğini belirtti.
Humeyni’nin Kürt halkına zarar vermek ve haklarını sindirmek için oldukça ileri gittiğini söyleyen Mustafai, rejimin Nekede ve Baveh gibi birçok Kürt şehrinde sorunlar yaratmak için planlar devreye soktuğunu ve Humeyni’nin taraftarlarını ‘cihada’ çağıran meşhur fetvaları, yüzlerce silahsız sivilin öldürülmesi, yüzlercesinin ise yaralanmasıyla sonuçlanan bir dizi olayın takip ettiğini söyledi. Bu fetvalarla Humeyni’nin Müslüman Kürtlere karşı taraftarlarını yargısız infazlar ve kitlesel katliamlara teşvik ettiğini söyleyen Mustafai, bu durum karşısında direnmekten başka bir çareleri olmadığını vurguladı.
Devrimin üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen Humeyni'nin Kürtlerin yok edilmesine yönelik fetvalarından doğan sonuçların etkisinin Kürt bölgelerinde hala hissedildiğine işaret eden Mustafai, her yıl tek suçları meşru haklarını talep etmek olan onlarca genç insanın idam edildiğini söyledi.
Halkın İran sokaklarına taşan öfkesinin yanı sıra ülkedeki ikilemlerin ve başta ekonomi olmak üzere krizlerin bir çözeme ulaşamaması gibi faktörlerin artık rejimin değişmesi gerektiğinin bir göstergesi olduğuna dikkati çeken Mustafai’ye göre İran’ın önündeki asıl engel, Humeyni sonrası ülkenin geleceğini şekillendirmek için ortak bir gündeme sahip, birleşik bir siyasi muhalefetin olmaması.
İran’ın bölge ve dünya için bir sorun kaynağı haline geldiği, ABD ve Batı’nın dünyadaki çıkarları için açık bir tehdit oluşturduğunu söyleyen Mustafai, Tahran yönetimi üzerinde ciddi bir baskı oluşturan Washington’ın, bu risklerin büyüklüğünün farkına varmaya başladığını, ancak rejim değişikliğinin içeriden yapılması ve dışarıdan desteklenmesi gerektiğine inandıklarını belirtti. Mevcut rejimi sona erdirecek herhangi bir iç veya dış harekete katılmaya hazır olduklarını ifade eden Mustafai, İran’da gelecekte kurulacak düzenin federal demokrasi sistemi olması gerektiğini, aksi takdirde mevcut sorunlar ve ikilemlerin yeniden ortaya çıkacağını vurguladı.
“Darağacı sistemi”
İran’da insan haklarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan insan hakları aktivisti Kervan Şerefi ise, Velayet-i Fakih rejiminin iktidara gelmesinden bu yana başta Kürt bölgeleri olmak üzere durumun sürekli kötüye gittiğini söyledi. Şerefi,  “darağacı sistemi” olarak tanınan rejimin gölgesinde insan haklarıyla ilgili uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan raporlarda bu duruma işaret edildiğini vurguladı.
Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan Şerefi, Kürtlere yönelik keyfi tutumların yüzlerce gencin işsizliğin pençesinden çıkış için sınır bölgelerinde kaçakçılığa yönelmesine neden olduğunu ve rejim güçleri tarafından üzerlerine açılan ateşe karşı savunmasız kaldıklarını, sonuç olarak Kürtlerin adaletsizlik ve çifte standartlara maruz kalarak uluslararası düzenlemelerde öngörülen tüm haklardan mahrum bırakıldıklarını söyledi.
Devrimin başlangıcında Humeyni’nin vatandaşlara su, elektrik ve belediye hizmetlerinin ücretsiz olarak sunma ve milli gelirin bir kısmını vatandaşlara dağıtma sözü verdiğini belirten Şerefi, fakat bu vaatlerin rejimin henüz genç olduğu ve olgunlaşmadığı şeklinde çeşitli bahanelerle yerine getirilmediğini, buna karşın Irak ile 10 yıllık bir savaşa girildiğinin altını çizdi. Böylece halkın “hazırlık ve ilerleme aşaması” denilen dönemde takılı kaldıklarını ifade eden Şerefi, her gün İran bankalarından nüfuz sahibi insanların ve tarafların faydalandığı astronomik rakamlardaki hırsızlık haberleri duyulurken açlık ve sefalet çeken İranlıların artık bu vaatlerle kandırılamayacağını söyledi.
Öte yandan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) yaşayan İranlı mülteci Hüseyin Kerimi, Humeyni destekçilerinin “uğursuz” olarak adlandırdığı fetvadan sonra birçok şehir ve kasabada Kürt sivillere karşı gerçekleştirdiği kitlesel katliamları gözyaşı ve acı içinde hatırlıyor. O zamanlar 10 yaşlarında olduğunu söyleyen Kerimi, toplu idamları, buldozerlerin köyleri yıkmasını ve evlerin yakılmasını hala hatırladığını belirtti.
Humeyni rejiminin, dünyadaki terörün büyük bir finansmanı olduğunu düşünen Kerimi, bunun gün gibi ortada olduğunu, rejimin dini kanunlara tabi olduğunu iddia ederek kendi fikir ve eğilimlerinde olmayanların ortadan kaldırmasına izin verdiğini ifade etti.



UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
TT

UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)

Hayfa: Asad Ghanem

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı, İsrail'de büyük tepkiye yol açarken, kararı reddettiğini açıklamayan hiçbir yayın organı, makam sahibi ve gazeteci kalmadı.

Burada kararın analizine, yansımalarına ve olası sonuçlarına girmeyeceğim. Zira hem karardan önce hem de sonra bunlar üzerine derinlemesine incelendi, düşünüldü ve analiz edildi. Fakat ben burada İsrail'in karar karşısındaki öfkeli tutumunu anlatmakla ilgileniyorum. Bunun için kendi aralarında iç meselelerde anlaşmazlıklar yaşayan, ama UCM’nin kararını reddetme konusunda birleşen resmî kurumlardan gelen bazı tepkilere bakmamız yeterli.

Bir yandan bizzat suçlanan Netanyahu'nun tepkisi, diğer yandan her gün Netanyahu'yu yolsuzluk, dolandırıcılık ve diğer suçlardan sanık sandalyesine oturtmaya ve İsrail mahkemeleri önünde hesap verdirmeye çalışan İsrail Başsavcısı Gali Baharav-Miara tepkisi.

Netanyahu'yu yolsuzluk yapmakla ve İsraillilerin yaşadıklarıyla ilgilenmemekle eleştiren Yeş Ahid Partisi lideri Yair Lapid ve Mavi-Beyaz İttifakı (Kahol Lavan) Lideri Benny Gantz gibi İsrailli merkez ve sol parti liderlerinin Gazze Şeridi’nde Hamas Hareketi tarafından kaçırılıp rehin alınanların geri dönmesi için bir esir takası anlaşmasına varılamamasına karşı verdikleri tepkilere hızlıca bir göz atacak olursak, Netanyahu ve Baharav-Miara’nın tepkilerinden temelde farklı olmadıklarını görebiliriz. İç meselelerde farklı düşünseler de Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'daki suç politikalarını destekleme ve uluslararası meşru kararları reddetme konusunda hemfikirler.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

İç meselelerdeki anlaşmazlıklarda, önemli ve ciddi meselelerde bunlar tartışılır, protesto edilir, gösteri düzenlenir. İşte tamda bu yüzden birçok ayrıcalığa sahip olan ülkenin yarısı, ülkenin diğer yarısına karşı soluğu mahkemede alıyor. Devletin kuruluşundan günümüze kadar geçen süre zarfında kendilerine yapılan haksızlıkların intikamını diğer yarıdan almak istiyorlar.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

Dolayısıyla bu, muhalefetin ‘yargıya yönelik bir darbe’ olarak değerlendirdiği, hükümetin ‘yargı düzenlemesi’ reformu bağlamında olup bitenlerin ya da en azından olayın bir kısmının temel açıklamasıdır ve tarihte ezilmiş toplulukların daha fazla güç kazanmaya ve kendi görüşlerine göre kurucularının, kabilelerinin ve çevrelerindekilerin çıkarlarını gözeten kurumlara saldırarak siyasi zaferin meyvelerini toplamaya çalışırken ayrıcalıkların korunmasıyla ilgilidir. Bu tür anlaşmazlıklar, Arap basınındaki bazı analistlerin İsrail'in çöküşe doğru gittiğini ve bunun çok yakında gerçekleşeceğini öngörmelerine yol açtı.

Ancak İsrail'in kendisi, Filistinlilerden intikam almada, komşularıyla savaş ve barış konularında ve İsrailli liderleri suçlayan UCM kararı karşısındaki tutumunda bunu bize tekrar tekrar gösteriyor. İsrail, ordusuyla, halkıyla, güvenlik, siyasi ve yargı kurumlarıyla 7 Ekim 2023 tarihinden sonra soykırım suçları, yerinden etme, etnik temizlik, aç bırakma, aşağılama ve devletin doğuşundan bugüne kadar insan aklının tüm ahlaksızlıklarını içeren topyekûn bir savaşa girişti. Bu konuda birlik ve beraberlik içinde bir tutum sergileyen İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

Tüm bunlar temelde Avrupa'dan ve başka yerlerden Filistin topraklarına zorla ya da seçilerek getirilen Yahudi yerleşimcilerin özüne ilişkin uluslararası toplumda, Arap dünyasında, akademik çevrelerde ve halk arasındaki tartışmalarla ilgili. Bu tartışma esasen şiddetin Siyonizm'in doğasında var olduğu fikri ile şiddetin siyasi gelişmeler bağlamında ve aşamalı olarak edinilen bir durum olduğu fikri arasında yapılıyor. Bu tartışma, sonuçlanması ve çözüme kavuşturulması mümkün olmadığından uzun yıllar daha devam edecek.

Yerleşimci-sömürgeci bir hareket olarak Siyonizm’in amacı yerli Filistinlilerin yerine Yahudileri ve diğerlerini geçirmekti. 1948 yılında yaşanan Nekbe (Büyük Felaket) öncesinde, sırasında ve sonrasında Filistinlilere karşı çeşitli şiddet yöntemleri geliştiren İsrail’in bu şiddeti geçtiğimiz yıldan bu yana Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da eşi ve benzeri görülmemiş suçlarla doruğa ulaştı.

Öte yandan, Siyonizm'in şiddete, Filistinlilerin ve Arapların kanına bulaşmayan başka bir yol izleyip izleyemeyeceğini anlayamayız, çünkü bunu yapmadı. Örneğin 1979 yılında Mısır'la, 1994 yılında Ürdün'le ve Oslo'da Filistinlilerle yapılan barış anlaşmalarından sonra bu konuda umut veren aşamalar ya da dönüm noktaları olduysa da bunların hepsi geçiciydi. Hatta İsrail barış ve göreceli olarak sakin denilebilecek zamanlardan faydalanarak başka bölgelerde başka suçlar da işledi.

xcsvfg
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant (AFP)

İsrailli, Filistinli ve uluslararası çevrelerden akademisyenlerin Filistin'in Siyonizm tarafından sömürgeci bir kolonizasyon hareketi olarak kontrol edilmesine ilişkin gelişmeleri belgeleyen çalışmalarını ele alırsak Nekbe'den önce ve sonra Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin devam eden şiddetine dair önemli belgelere ulaşmış oluruz.

Princeton Üniversitesi’nden Filistinli akademisyen Areej Sabbagh-Khoury tarafından kaleme alınan ve 2023 yılında yayınlanan Colonizing Palestine: The Zionist Left and the Making of the Palestinian Nakba (Filistin'in Kolonileştirilmesi: Siyonist Sol ve Filistin Nekbesi Süreci) adlı kitap, Siyonist solun ve genç muhafız Hashomer Hatzair'in, Nekbe'ye giden iki dünya savaşı arasındaki ve sonrasındaki dönemde Filistin topraklarının orta kesimlerinde yer alan Emir Vadisi’ne bağlı Filistin köylerinin ele geçirilmesindeki ve Filistinlilerin coğrafi olarak bu önemli bölgede neredeyse tamamen etnik temizliğe uğramasındaki rolüne ilişkin önemli belgeler içeriyor.

İsrail'in kuruluşundan önce ve sonra ‘halkların kardeşliği’, ‘çoğulculuk’ ve ‘eşitlik’ sloganları atan Siyonist hareketin sol kanadından isimler, Ben Gurion ve haleflerinin hükümetlerine katıldılar. Başka bir deyişle, sömürgeci projenin başlangıcından bu yana Filistinlilere karşı işlenen suçlara ve devletin kuruluşundan bu yana Filistinlilere ve Araplara karşı işlediği suçlara dahil oldular. Bu da iç meselelerde kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşayan, ancak iş Filistinlilerin anavatanlarını kontrol etmek, onları sürüp yerlerine başkalarını getirmek ve kapsamlı bir ırksal üstünlük sistemini pekiştirmek için Filistinlileri ve diğer Arapları ezmek, öldürmek, terörize etmek ve sürgün etmek olunca bunda hemfikir ve bunu yapmak için en iğrenç suçları işlemeye hazır olan Siyonist hareket ve İsrailli akımlar arasındaki bu birlik ve beraberlik halinin bir diğer tezahürü.

İsrail'in UCM’nin kararına verdiği tepkileri gözden geçirirken, bunu İsrail'in iç meselelerdeki ciddi anlaşmazlıkları ve Filistinlileri ezmek, anavatanlarını kontrol etmek ve hatta Filistin'den en uzak noktada olsalar bile onları destekleyen ya da onlara yaklaşanları anti-Semitizmle suçlayarak haklarında soruşturma başlatmakla ilgili konularda tamamen hemfikir olmaları bağlamına oturtmak gerekir. Kısacası İsrail, içeride birbirinden kopuk görünen -ki bu doğru değildir- ve dışarıda ya da dışarıdan düşman olarak gördükleri karşısında uyumlu görünen -ki bu doğrudur- bir makinedir.

Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir.

İsrail’in hem dışarıdan hem de içeriden gelen baskılara karşı çok hassas ve duyarlı olduğuna şüphe yok. Bu da İsrail'i siyasi olarak kuşatmayı amaçlayan adımlar arasında en üst düzeyde koordinasyon ya da en azından bir homojenleşmenin olmasını gerektiriyor. İsrail'in Filistinli vatandaşlarına olduğu kadar organize ve etkin bir Filistin ulusal hareketinin yeniden canlandırılmasında Filistinli politikacılara, kararlılıklarını güçlendirmede Batı Şeria ve Kudüs’ün Filistinli sakinlerine, Filistinlilerin bu kararlılıklarını ortaya koymaları için sarf edilen diplomatik çabalarda ve destekte Arap dünyasına ve Filistin mücadelesini destekleyen ülkelere, rasyonelleştirilmesi ve devam ettirilmesi büyük önem taşıyan protesto gösterilerine ve boykot çabalarında Birleşmiş Milletler (BM) organları, uluslararası insan hakları kurumları, Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı alan UCM ve İsrail'in Gazze'de soykırım suçu işlediğine dair Güney Afrika tarafından açılan davada yakında benzer bir karar alması beklenen Uluslararası Adalet Divanı (UAD) da dahil olmak üzere İsrail uygulamalarını ifşa eden uluslararası kurumlara çok önemli bir siyasi rol düşüyor. Filistin'de adaleti sağlamaya ve İsrail'in Filistinli, Lübnanlı, Arap ve Müslüman komşularına karşı kontrolsüz canavarlığını engellemeye yönelik diğer faaliyetlerin ve çabaların da rolü büyük.

Tüm bunlar, Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin sonuçlarını ortadan kaldırmayı, öncelikle Siyonizm’in ve İsrail'in işlediği suçlara bir son vermeyi ve ırksal üstünlük (apartheid) sistemini ve yansımalarını gidermeyi amaçlayan birikmiş bir süreç bağlamında bir gelişme olarak anlaşılmalı. Hedefleri olan, bunun için gerekli araçları içeren bir Filistin stratejik projesi geliştirmek ve çabaları, özelde Filistinlilerin, genel olaraksa Arapların çektiği acıların sona erdirecek açık bir yola ulaşacak şekilde organize etmek ve düzenlemek önemli.

Tüm bunlar için, meseleleri yönetebilecek bir liderlik ekibine sahip olunması büyük önem taşıyor. Filistinli ve Arap liderlerin bunu yapabilecek kapasitede olmaları önemli. Arapların performansı yetersiz ve Filistinlilerin şimdiye kadar sergiledikleri performans tam bir fiyasko. Ortak, yetenekli ve etkili bir Filistin liderliği inşa etmek, UCM kararının da bir parçası olduğu birikmiş sürecin Filistinlileri içinde bulundukları durumdan çıkarmayı amaçlayan başarılara ulaşmasının ön şartıdır. Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir. Her şeyden önce, Filistinliler olarak bu yönde çalışmaya başlamamız ve aynı anda hem iç hem de dış zorluklarla başa çıkma konusundaki başarısızlıklar serisine bir son vermemiz gerekiyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla tarafından çevrilmiştir.