Bender, Kral Abdullah ile Bush arasında gerçekleşen görüşmenin ayrıntılarını anlattı

Bender, Kral Abdullah ile Bush arasında gerçekleşen görüşmenin ayrıntılarını anlattı
TT

Bender, Kral Abdullah ile Bush arasında gerçekleşen görüşmenin ayrıntılarını anlattı

Bender, Kral Abdullah ile Bush arasında gerçekleşen görüşmenin ayrıntılarını anlattı

Independent Arabia’nın Suudi Arabistan eski İstihbarat Başkanı, Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Washington Büyükelçisi ünlü Suudi siyasetçi Prens Bender bin Sultan ile gerçekleştirdiği özel röportajın dördüncü bölümünde Bender, Kral Abdullah’ın ABD eski Başkanı George Bush ile Texas Crawford'daki çiftlikte aralarında geçen konuşmaları anlattı.
Prens Bender bin Sultan, kendisi ile gerçekleştirilen özel röportajın üçüncü bölümünde Esed’in planladığı reformları gerçekleştirmesi için paraya ihtiyacı olduğunu söylemesinin ardından Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz tarafından kendisine 200 milyon dolar gönderildiğini söylemiş, ayrıca Suriye devrimi başlangıcında Kral Abdullah’ın Esed’e gönderdiği özel elçiler ile ilgili ayrıntıları ortaya koymuştu.
Prens Bender bin Sultan, bu bölümde, Kral Abdullah bin Abdulaziz ile ABD eski Başkanı George Bush arasındaki anlaşmazlığın ayrıntılarını dile getirerek, Filistin meselesi hakkında konuşmaya devam ediyor. Ayrıca Prens, Katar, Katar eski Emiri Şeyh Hamad bin Halife, Katar eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad bin Casim ve Kuveyt'in kurtarılması savaşından önce ve sonra onları bir araya getiren konular hakkında açıklamalarda bulundu. Ayrıca Suriye ve Irak'ta terör örgütü DEAŞ’ın kurulması ile ilgili kendisine yöneltilen suçlamalara ve 2010'dan bu yana Suriye'deki radikal gruplara yardımlarda bulunduğuna dair söylentilere değindi.
Bush'un çiftliği ve Filistinli yaşlı kadın meselesi
Kral Abdullah, henüz Veliaht Prens olduğu 2002 yılında ABD eski Başkanı George Bush’u ziyaret etti. Fakat bu defa Bush’un Texas Crawford'daki çiftliğinde bir araya geldiler. Prens Abdullah, Bush'u daha önce Beyaz Saray'da ziyaret etmişti. Bush, Suudi Arabistan'ı ziyaret ettiğinde, Kral Abdullah onu Cenadriye’deki çiftliğine götürdü. Bunun ardından gerçekleşen ikinci toplantının mekanı olarak ise Bush’un Texas Crawford'daki çiftliği tercih edildi.
Prens Bender bin Sultan Kral Abdullah ile Bush arasında gerçekleşen ikinci görüşmenin ayrıntılarını şöyle anlatıyor:
“Kral’a çiftliğin bulunduğu Crawford’da havaalanı olmadığını ve oraya arabalarla gideceğimizi söyledim. Kral kabul etti ve öncesinde Baba Bush ile de görüşmek istediğini söyledi. Ben de ona protokol gereği önce devlet başkanıyla sonra diğeriyle görüşebileceğini söyledim. Misafirlerin karşılanması için tahsis edilen oğul Bush’un çiftlikteki evi küçük ve mütevazi bir evdi. Suudi heyeti ile ilgili düzenlemeler hususunda yetkililerle anlaştım. Kral Houston'a ulaştığı sırada kendisine Condoleezza Rice eşlik edecekti. Hatırladığım kadarıyla Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Dışişleri Bakanı Colin Powell ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice da Bush ile birlikteydi. Girdiğimiz sırada George Bush kapıda Kral Abdullah’ı selamladı. Ev, mutfak ve yemek odası olan küçük ve mütevazı bir evdi. Girişte birçok özel güvenlik bölümü bulunuyordu.”


Suudi Kral Abdullah bin Abdulaziz, ABD eski Başkanı George W. Bush ile Texas Crawford'daki çiftlikte (Beyaz Saray arşivleri)

“Kral Abdullah'ın gelmesinden kısa bir süre sonra Bush, antika bir pikap ile çiftlikte birkaç dakika gezinmeyi teklif etti. Kral tercümeyi kimin yapacağını sordu. Bir süre düşündüler ve şakalaştılar. Sonra tercüman olarak beni seçtiler. Pikabın bagajı dışında yer olmadığı için tercümeyi camdan yapacaktım.”

  • “Çiftlikteki öğle yemeğinin ardından Kral Abdullah, İsrail askerinin Filistinli yaşlılara yaptığı saldırı hakkında konuştu. Sonra öfkelendi ve oturmayı reddederek aracın hazırlanması yönünde talimat verdi. Ortamı sakinleştirmeye çalıştık.”

“Ziyaretin ana hedeflerinden biri Filistin sorunu ve Arap-İsrail barış dosyasıydı. Kral Abdullah, bir İsrail askerinin Batı Şeria’dan yaşlı bir kadını yere attıktan sonra ayakları ile kadının ellerine ve omuzlarına basması ile ilgili bir haber görmüştü. Kral videonun ve fotoğrafların bir kopyasını muhafaza etmemizi ve ABD'ye gideceğimiz zaman yanımıza almamızı söyledi. Çiftliğe geçtik ve öğle yemeği için sofraya oturduk. Başkan Bush konuşmaya başladığı sırada Kral Abdullah araya girip şöyle dedi; “Bizim yemeğimiz bir parça et, patates ve sebzedir. Mutfak işleri ile eşim ilgileniyor. Öncelikle yemek yenilmesi ve sonrasında gerektiği kadar oturulup konuşulmasını söyler.” Kralın üstünde bir huzursuzluk vardı. Herkes çiftliğe girdiğinden beri Kralın her an bir şeyler söyleyeceğini ve herhangi bir tartışma başlamadan önce içindeki huzursuzluğu dile getirmek istediğini hissediyordu. Yemeği bitirdik ve Başkan Bush ortak meseleleri görüşmek üzere salona geçmeyi teklif etti. Kral öncelikle kendisi ile yalnız görüşmek istediğini ve benim de tercümanlık yapmam için kendileri ile bulunmamı istedi. Salona geçtik. Kral, “Yemeğe hürmeten konuyu açmak istemedim. Bir sahneye tanık oldum ki, kadınlara ve yaşlılara bir parça saygısı olan birinin bunu kabul etmesi mümkün değil” dedi. Sonra Kral Abdullah, İsrail askerinin Filistinli yaşlılara yönelik saldırıları hakkında konuştu ve bir İsrail askerinin Batı Şeria’dan yaşlı bir kadını yere attıktan sonra ayakları ile kadının ellerine ve omuzlarına bastığını söyledi. Bush, Kral’a bunu nerede gördüklerini sordu. Kral ise kendisine “Siz görmediniz mi?” diye sorunca Bush, televizyon izlemediğini, fakat bu durumu soracağını söyledi. Kral hemen benden videoyu ve İsraillilerin yaptığı çirkin davranışları gösteren fotoğrafları istedi. Bush bunları gördükten sonra, durumun oldukça tuhaf olduğunu söyledi ve fotoğraflara ve videoya dikkatlice baktı. Kral kendisine neyi görmeyi umduğunu sordu. Bush ise cevap olarak, “Kadının elinde bıçak veya tabanca olabilir mi?” diye sordu. Kral bundan rahatsız oldu ve Bush’a dönerek, “İnsan hakları ve insaniyet nerede kaldı? Arap ve Müslüman dünyasının bu adaletsizliği ve aşağılanmayı kabul etmesini nasıl beklersiniz” dedi. Kral Bush’a sorular sormaya devam ederek hissettiklerini dile getirdi ve sonra bana arabaları hazırlamamı söyledi. Bush, Kral’dan kalmasını istedi ama Kral reddetti. Kral’a, başkanın konuşmasını tamamlamak istediğini söyledim. Bana döndü ve “Git arabaları hazırla” dedi. Bush, Kral’ın Filistinli kadın hakkındaki haberden bu kadar etkilendiğini görünce şaşakaldı.”
Evin küçük olmasından dolayı herkesin tartışmayı duyduğunu dile getiren Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ve Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal, odanın dışındaydılar. Onlara içeride tartışmanın başladığını söyledim. Powell, bunun imkansız olduğunu ve görevimizin Kral’ın buradan öfkeyle çıkmamasını sağlamak olduğunu söyledi. Ben de ona “Git ve kendin söyle” dedim. Powell, benden kendisine eşlik etmemi istedi. Araçların hazırlanmasını söyledikten sonra kendisine eşlik ettim. Kral’a dediği gibi yaptığımı ve Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın kendisine bir şeyler söylemek istediğini belirttim. Kral, Powell’a döndü ve “Sen de mi televizyon izlemiyorsun?” diye sordu. Powell, “Kimse bana bir şey söylemedi” dedi. Ona durumu anlattım. Sonra Powell, Kral Abdullah’a, “Bu benim hatam. Riyad’daki ABD Büyükelçiliği beni olaydan haberdar etti ve başkana göndermek için bir rapor hazırladık. Ancak başkan çiftlikte olduğu ve olay da devam etmediği için daha sonra başkana iletiriz dedik” dedi. Kral, “Senin hakkında iyi şeyler duyuyorum ve Kuveyt'in kurtarılması savaşından bu yana seni tanıyorum. Bize yalan mı söylüyorsun yoksa durum anlattığın gibi mi?” diyerek cevap verdi. Powell, “Size yalan söylemeye cesaret edemem” dedi. Kral bana döndü ve “Başkan Bush’a içimdekileri döktüğümü ve öğle yemeği için kendilerine teşekkür ettiğimi söyle. Babası ile görüşmem gerekiyor, bundan dolayı kendisine veda etmeliyim” dedi. Bush Kral’a konuyla kişisel olarak ilgileneceğine dair söz verdi ve sonuçlar ile ilgili olarak benim aracılığımla kendisini bilgilendireceğini söyledi.”
Baba Bush’u ziyaret
“Gergin bir atmosferin ardından George H. W. Bush’u ve eşi Barbara’yı ziyaret etmek için yola çıktık. Baba Bush’un ofisine ulaştığımızda bana, “George’un Prens Abdullah’ı kızdırdığını işittik. Kral’a eşim Barbara'nın oğlunu mazur görmesini talep ettiğini söyle” dedi. Bunun üzerine Kral Abdullah, bunun dostlar arasında yaşanabilecek normal bir durum olduğunu söyledi. Sonra Bush, “Şimdi George'u aramamın sakıncası olur mu?” diye sordu. George ile konuşan Kral Abdullah, annesinin kendisini mazur görmesini istediğini söyledi. Bunun üzerine George, Kral Abdullah’a teşekkür etti. Bu konuşmayı fırsat bilen Kral Abdullah, “Eziyet edilen Filistinli kadın da onlardan birinin annesiydi” dedi.”
Prens Bender bunun ardından, olurda ümmetin ve dinin en kötü düşmanlarına söz gelirse Kral Abdullah ve Suudi Arabistan'ın bu ziyaretle başlayan çabalarının bir terörist grup tarafından nasıl yok edildiğini anlatacağını söyledi.


ABD Başkanı George W. Bush, Körfez Savaşı’nın başladığını bildirdiği sırada (History sitesi)

Katar... Baba ve oğul ile arasındaki ilişkiler
Prens Bender’in Katar ile olan ilişkileri 1960’lara kadar uzanıyor. Gelgitlerle ve yaşanan birtakım hadiselerle çalkalanan ilişkiler Prens Bender’in 2012 yılında halihazırda Katar Emiri olan Şeyh Temim bin Hamad ile görüşmesine dek devam etti.
Prens bin Bender o günleri şöyle anlatıyor:
“Baba Emir olarak da bilinen Katar'ın eski emiri Hamad bin Halife ve Bahreyn Kralı Hamed bin İsa Al Halife, ben ve kardeşlerim Prens Halid bin Sultan ve Fahd bin Sultan, İngiltere'de birlikteydik. Sinemaya ve eğlence parklarına birlikte giderdik. 1965 yıllarıydı. Yaşlarımız genelde 15 ila 16 arasında değişiyordu. Çünkü bir yıl sonra Havacılık Akademisi’ne girdim ve o sıra 16 yaşındaydım. Riyad'daki askeri hastaneye gittim ve tüm koşulların sağlanabilmesi için yaşımı bir yıl büyüttüm.”


Prens Bender bin Sultan’ın gençliği

Prens Bender sözlerine şöyle devam etti:
“Şeyh Hamad bin Halife İngiltere'de bile Batılı kıyafetler giymezdi. Katar halkının giyindiği gibi giyinirdi. O ve Prens Halid bin Sultan, Sandhurst Akademisi’ne girmek için hazırlanıyordu. Ben ise Havacılık Akademisi’ne girmek için hazırlanıyordum. Her birimiz kendi yolumuzdan gittik ve mezun olduk. Londra'da İngilizce öğrenmeye başlayan Şeyh Hamad bin Halife ile olan dostluğumuz o yıllarda başladı ve oldukça güzeldi. 1960'larda Hava Akademisi’nde bir subay iken Katar'a gittim ve beni Hamad bin Halife karşıladı. Otelde kaldım. Akşam, amcası Ali el-Atıyye bizi davet etti. Kendisi bir subaydı. Kuveyt'ten ya da Bahreyn'den mezun olmuştu. Hamad bin Halife Savunma Bakanı oluncaya dek ordu komutanlığı yaptı. O sıra askeri rütbeleri değiştirmemişlerdi. Komutan, komutan yardımcısı, lider vs. Ona ‘lider Abdullah’ diyorlardı. Akşam yemeği hazırlandığı sırada, başka bir gün beni ağırlamak istediğini söyleyerek bir gün daha kalmamı istedi. Akşam yemeği için oturduk ve Ali Atıyye bana, “Ey Bender, kardeşin ve onunla birlikte olan subaylar ahmak” diye seslendi. Bende ona “Ey lider” dedim ve ‘ahmak deli manyak’ kelimesini kullanmasına güldüm. Bana, “İngiltere'den satın aldıkları tankları koyacak yer için 100 milyon istiyorlar. Develer için bir arazim var ve bununla birlikte birkaç yer hazırladık. Develeri başka bir yere götürerek tankları buraya koyabiliriz” dedi.”
Katar’ın tarihi şehirlerinden biri
Hamad bin Casim… Gizemli sayfa!
Prens Bender, dostları hakkında konuşurken bir anda ‘gizemli sayfa’ diye nitelendirdiği bir konuya geçti ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bütün bunların içinde gizemli bir sayfa bulunuyor: Hamad bin Casim. Merhum Şeyh Halife, Hamad bin Casim'in kız kardeşi ile evlendi. Onu Gümrük İdaresi Müdürü olarak atadılar ve süreç içerisinde Maliye Bakanı oldu. Babası Halife bin Hamad, yılın yarısını İsviçre'de ve güney Fransa'da geçirmişti. Her şeyden o sorumluydu ve oğlu Abdulaziz’i Petrol Bakanı olarak atadı. O sıra Hamad bin Casim Maliye Bakanı ve Hamad bin Halife ise Savunma Bakanı olarak atandı. Abdullah el-Atıyye’den kurtulmanın bir yolunu buldular. Çünkü kendisinin güçlü bir kişiliği ve saygınlığı vardı. Abdullah el-Atıyye, halihazırdaki Savunma Bakanı Halid el-Atıyye’nin babasıdır.”
Prens Bender, şu anki Katar Savunma Bakanı Halid el-Atıyye’nin Suudi Arabistan'daki Kral Faysal Hava Akademisi’nden mezuniyeti ve onunla babası arasındaki anlaşmazlık hakkında şunları söylüyor:
“Abdullah el-Atıyye oğlu Halid’e sinirlendi ve onu kovdu. Halid, Suudi Arabistan'a geldi ve babam Prens Sultan bin Abdulaziz’in himayesinde yaşadı. Kral Faysal Hava Akademisi’nde okuyan Halid, akademiden mezun olmadan önce Prens Sultan, lider Abdullah'a ve KİK ülkelerinin genelkurmay başkanlarına mezuniyet törenine katılmaları için davetiye gönderdi. Ona mezunlarının arasında oğlu Halid’in de bulunduğunu söylemedi. Prens Sultan, baba ile oğlu barıştırmak istiyordu. Prens Sultan, Abdullah el-Atıyye’den yanına oturmasını istedi ve ona, “Senden kişisel bir isteğim var” dedi. Bunun üzerine Abdullah, “Senin talebin benim için emirdir” dedi. Prens Sultan Halid’i çağırttı. Halid geldi ve ondan babasının elini tutmasını istedi. Abdullah reddetti ve elini çekti. Prens Sultan ikisini barıştırdı. Bu tutum size ilişkilerin nasıl bir durumda olduğunu açıklamak için verdiğim bir örnektir. İşte Hamad bin Halife iktidara gelmeden önce ilişkilerin temelinde böyle bir dostluk ve muhabbet vardı.”
Prens bin Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“O yıllarda Katar, büyük bir siyasi rol oynamak istiyordu. Kral Faysal ve Cemal Abdünnasır döneminde Suudi Arabistan ile Mısır arasındaki ilişkilerde bir gerginlik söz konusuydu. Katarlılar arabulucu rolü oynayabileceklerini düşünüyorlardı. Hamad bin Halife o sıra Mısır'a gitti ve ne olduğunu bilmediğim bir eğitim aldı. Müslüman Kardeşler'in aydınları ile görüşmelerde bulundu. Hamad bin Casim bu gruba dost olanlardan biriydi. O da ayrı bir hikaye. Ancak bu, Müslüman Kardeşler’in Katarlılar üzerindeki etkisine dair bir kıvılcım olabilir. Hamad bin Halife ve Hamad bin Casim arasındaki ilişkiye şöyle bir hikaye ile başlayabiliriz: Hamad bin Halife, Savunma Bakanlığı için ek bir bütçe talep etti ve babası, bir sebepten dolayı bu talep karşısında şaşırdı. Hamad bin Casim, Hamad bin Halife’ye “Bütçe istedin, fakat Emir bunu kabul etmedi. Baban Halife bin Hamad’a İsviçre'de veya Güney Fransa'da bir ev almasını ve dinlenmesini teklif et. Kabul ederse ona, Veliaht Prens’in Başbakan ya da Savunma Bakanı olduğunu söyleriz. Ben bir maliye bakanıyım ve bana ödeme talimatı verildiğinde bunu yerine getiririm. Ülkenin Emiri’ne gitmeme gerek yok” dedi. Baba bu fikri reddetti, fakat teklifi tekrarladılar. Halife bin Hamad, “Finans ve petrol dışında, kabine ve diğer her şey hakkında hemfikirim” dedi. Böylece babanın uzaklaştırılmasına yönelik hazırlıklar başladı. Hamad bin Halife tüm yeni fikirleri uygulayana dek petrol ve maliyeyi elinde bulundurma veya hiçbir şey yapmama durumundaydı. Anlattığım bu hikaye, merhum Emir Halife bin Hamad’ın uzaklaştırılmasına dair olan sırlardan biridir.”
Hava adaları üzerine anlaşmazlık ve Kral Fahd’ın kararlılığı
Bahreyn ile Katar arasındaki Havar Adaları anlaşmazlığı on yıllar öncesine ve meselenin uluslararası tahkim kararı ile çözüldüğü zamana dek uzanıyor. Riyad bu konuda Bahreyn’in yanında yer aldı ve Katar’a suiistimallerini durdurması çağrısında bulundu. Merhum Katar Emiri Şeyh Halife bin Hamad’ın
Kral Fahd'a anlaşmaya varılıncaya kadar adaların etrafında çatışma olmayacağına dair söz verdiğini aktaran Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Aniden Bahreynliler, Katar tarafının toprak dolguları göndermek için denizi mühürlemeye başladığını söyledi. Kral Fahd, Prens Sultan bin Abdulaziz'e derhal yola çıkması ve neler olduğunu araştırması yönünde talimat verdi. Gerçekten de denizi doldurmak için gelen nakliye kamyonlarından oluşan uzun bir kuyruğun olduğu görüldü. Kral Fahd öfkelendi ve Prens Sultan'a hemen gitmesini ve Katar’a 24 saat içinde dolguyu durdurmasını söylemesini istedi. Zamanlama kötüydü ve Kral Fahd kardeş bir ülkeden gelen böyle bir davranışla karşı karşıya kalmayı beklemiyordu. Üstelik Katar, herhangi bir anlaşma veya uzlaşı olmaksızın herhangi bir şekilde harekete geçmeyeceğine dair söz vermişti. O sıra hepimiz Harim Bahçesi’nde bulunuyorduk. Kral Fahd, “Selman, sen Prens Abdullah’a hazırlıklı olmasını söyle. Bender, sen ise Bahreyn’e git ve bizimle iletişim halinde ol” dedi. İlk haber, Katarlılara, Zahran'dan uçaklar kalktıktan sonra ulaştı. Şeyh Halife, Kral Fahd ile temasa geçti, fakat Kral cevap vermedi. Kral Fahd, Veliaht Prens’ten de cevap vermemesini istedi. Bu, Kuveyt savaşından önceki son Körfez Zirvesi ile savaşa kadar olan dönemde gerçekleşti. Çünkü Körfez Zirvesi’ndeki oylamayı hatırlıyorum. Zirvede Şeyh Hamad bin Halife ve babası vardı. Katar Zirve toplantısı sırasında, Kuveyt ve özgürlüğü konusunda henüz bir fikir birliğine varılmadığını söyledi. Kral Fahd döndü ve “Kim konuşuyor?” dedi. Hamad bin Halife kalktı ve “Ben senden yaşlıyım. Havar Adaları sorununu çözene kadar bir anlaşma olmayacak” dedi.”
Prens, Suudi uçaklarının kalkışından sonra yaşananları anlatmaya devam etti:
“Katar tarafı, Suudi uçaklarının gönderilmesinin ciddi bir uyarı sinyali olduğunu anlamıştı. Birkaç kez iletişime geçmeye çalıştılar. En sonunda Şeyh Halife bin Hamad, Veliaht Prens ile temasa geçti ve acilen kendilerini ziyaret etmek istediğini söyledi. Prens Abdullah ona olumlu bir cevap vermedi ve “Kral Fahd'ın görüşmeyi kabul edeceğini sanmıyorum” dedi. Halife bin Hamad bunun üzerine, “Veliaht Prens ve Savunma Bakanı Hamad bin Halife’yi göndermeme izin verin. Krallığın teklifini kabul etmeye hazırız” dedi. Krallığın önerisi, Katar ve Bahreyn ile birlikte Suudi Arabistan veya hakem olacak diğer bir ülkeden oluşan üçlü bir komitenin kurulmasıydı. Komite Havar Adaları üzerine olan anlaşmazlığı tartışacaktı ve görüşmeler sonrasında çıkan neticenin kabul edilmesi şarttı. Katar, verilen karara uymadığı taktirde dosya Uluslararası Adalet Divanı'na taşınacaktı. Prens Abdullah, Kral Fahd'a bunu soracağını ve kendisine dönüş yapacağını söyledi. Prens, Kral’a Katar’ın konunun ciddiyetinin farkında olduğunu ve bir çözüm önerdikleri taktirde kaybedeceklerini düşünmediğini söyledi. Kral Fahd bunu kabul etti ve ortam duruldu.”
Hamad bin Halife Harim Bahçesi’nde
Şeyh Hamad bin Halife Suudi Arabistan'a geldi. Bazı Katarlı yetkililerinin kendisine eşlik ettiği Hamad bin Halife’yi Kral Fahd, Prens Abdullah ve Prens Sultan karşıladı. Toplantı sırasında orada bulunmayan Prens Bender, yaşananları Kral Abdullah’ın ağzından şöyle anlatıyor:
“Hamad bin Halife, Kral Fahd’a “Şartlarınızı kabul ediyoruz. Fakat ey Fahd, adil bir arabulucu olacağınızı düşünmüyoruz” dedi. Kral Fahd ona döndü, fakat cevap vermedi. Bunun üzerine Prens Abdullah Şeyh Hamad bin Halife’ye yönelerek, “Nasıl olur da ey Fahd diye seslenirsin? Amca de, efendim de!” dedi. Şeyh Hamad ortamı sakinleştirmeye çalışarak, “Ben sizdenim ve oğlunuzum. Hata ettim” dedi ve konu kapandı. Mahkemeye gitmeye karar verildi. Ardından Hamad bin Halife’nin de katıldığı Körfez Zirvesi gerçekleşti. Hamad bin Halife, Havar Adaları meselesi dikkat alınana dek Kuveyt’in kurtuluşu konusunda oy kullanmaya yanaşmayacağını söyledi. Kral Fahd döndü ve “Kim konuşuyor?” dedi. Hamad bin Halife, bunun üzerine “Ben senden yaşlıyım. Havar Adaları sorununu çözene kadar bir anlaşma olmayacak” dedi. Kral Fahd, Katar tarafının söylediklerini görmezden gelerek salondan çıktı. Kral’ın ardından salondan çıkan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Devlet Başkanı Şeyh Zayed Al Nahyan, kendisinden salona geri dönmesini istedi ve Kral döndü. Hamad bin Halife geldi ve Kral Fahd’ın başını öperek kendisinden özür diledi. Körfez Savaşı'na katılan bir Katar kuvvetinin olduğu doğrudur. Fakat öncesinde böyle bir dönemden geçildi. Hamad bin Halife, babasını uzaklaştırma planına başladı ve politik rolünü güçlendirmeye çalıştı.”
Prens Bender, Şeyh Hamad'ın babasını iktidardan uzaklaştırmasından sonra yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor:
“Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad bin Casim, Suudi Arabistan'a geldi ve Şeyh Halife'nin karşılanmamasını istedi. Riyad bunu reddetti. Kral Fahd, onu resmi bir şekilde karşılayacağını ve misafirler için tahsis edilen sarayda ağırlayacağını söyleyerek, aralarında Hamad bin Casim’in de bulunduğu topluluğa, “Bir hafta önce Katar Emiri’ydi, şimdi düşman mı oldu?” dedi. Bunun üzerine bir itirazı olmadığını söyleyen Şeyh Hamad bin Casim, bunun basına gösterilmemesini talep etti. Kral Fahd, Şeyh Halife'yi resmi bir şekilde karşıladı, onu misafirler için tahsis edilen sarayda ağırladı ve bunu resmi Suudi kanalında yayınlattı.”
Hamad bin Casim ve ABD üssü
Prens Bender bin Sultan, ülkesinin Washington büyükelçiliğini yaptığı sırada Şeyh Hamad bin Casim ile olan bir anısını şöyle anlatıyor:

“ABD Başkanı George H. W. Bush dönemindeki Dışişleri Bakanı James Baker beni aradı, bir konu hakkında konuşmak istediğini söyledi. Hamad bin Casim ile ilgili anlatacağım bu olay, Şeyh Hamad bin Halife ve Şeyh Hamad bin Casim’in benimsedikleri pozisyonları açıkça gösteriyor. İkili, Körfez Evi'nin aleyhinde bir politika benimsemeye başlamıştı. Hamad bin Casim, Washington’a gitti ve James Baker’a Kuveyt’in kurtuluşundan sonra Doha’nın ABD birliklerine ev sahipliği yapma isteğiyle ilgili fikrini sordu. Hamad bin Casim’in yanıldığı şey, Baker’in bu durumu saklı tutacağını sanmasıydı. Haman bin Casim, Baker’e, “Katar, birliklerinizi ağırlamaya, askeri bir üs hazırlamaya ve yıllık bir miktar ödeme yapmaya hazır. Fakat Suudilere söylememeniz şartıyla” dedi. Baker, Hamad bin Casim’in bu isteğine güldü ve bunun kendi uzmanlık ve yetki alanının dışında kaldığını, konuyla savunma bakanının ilgilenebileceğini söyledi. Baker, hemen beni aradı ve acil olarak kendisini ziyaret etmemi istedi. Bana bir sırrının olduğunu ve bunu benimle paylaşmak istediğini söyledi. Ben de ona zaten yeterince sorunla uğraştığımızı ve basit bir mesele ile bizi uğraştırmamasını söyledim. Bana, Hamad bin Casim’in kendisini ziyaret ettiğini ve aralarında konuşulanları anlattı.”


Katar’daki ABD üssünün bir fotoğrafı (Katar’daki ABD Büyükelçiliği’nden)

“Katarlılar, Amerikan varlığının bulunduğu herhangi bir yere dokunulmayacağını düşünüyordu. Böyle bir garanti varsa, istediğimiz herhangi bir dış politikanın uygulanması mümkün olurdu. Baker, şaşırarak, “Nasıl böyle düşünebildiklerini bilmiyorum” dedi ve harekete geçene kadar bu durumdan kimseye bahsetmememi istedi. Sona bana, Başkan Bush ve Dick Cheney’e durumu anlattığını ve Hamad bin Casim’e ‘seçimlerle meşgul olduklarını ve Suudi Arabistan'ın cevabını bekleyeceklerini’ söylemeye karar verdiklerini söyledi. Baker'ın bu davranışına güldüm ve “Adamlar başarısız oldular” dedim. Baker’de bunun üzerine, “Aptallar, bırak öğrensinler” dedi. Baker ile görüşmem sona erdi. Katar'ın Washington Büyükelçisi Abdurrahman bin Suud beni aradı. Bana, Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad bin Casim’in beni ziyaret etmek istediğini söyledi. Bende ona “Olur, buyursun” dedim. Fakat sonra durdum, eğer o gelirse görüşmeyi bitiremeyeceğimi düşündüm ve bundan dolayı benim gitmemin daha iyi olacağına karar verdim. Hamad bin Casim, ABD Dışişleri Bakanı’ndan Katar’da bir ABD üssünün kurulması talebinin ayrıntılarından haberdar olmadığımı düşünüyordu. Şeyh Abdurrahman bin Suud’a, Hamad bin Casim’i ziyaret edeceğimi söyledim. Hamad bin Casim’in yanına gittiğimde, ABD Büyükelçisi de onunla birlikteydi. Konuyu açmaya çalıştı. Ben de haberim yokmuş gibi davranıyordum.  Bana, “Hassas bir mesele var. Katar liderliği sizden Kral Fahd, Prens Abdullah ve Prens Sultan'a bunu iletmenizi istiyor” dedi. Bunun üzerine ona, “Doha'dan Suudi Arabistan'a gidip onları bu durumdan haberdar etmek, bana anlatmak için bu kadar mesafeyi kat etmekten daha kolay değil miydi?” diye sordum. Sonra bana konunun Amerikalılar ile ilgili olduğunu söyledi. Hamad bin Casim ile olan görüşmemiz, Washington'daki Four Seasons Oteli'nde gerçekleşti. Bana, “Amerikalılara, bölgeyi bütünüyle korumak istedikleri takdirde savaş uçaklarını yerleştirmeleri için Katar’ın hazır olduğunu teklif ettik. İsrail ve diğerleri ile olan ilişkilerimizde olduğu gibi, başka kimselerin bu husustaki eleştirilerine kulak asmıyoruz” dedi. Ona, “Sadece bu mu?” dedim, o da “Evet, sadece bu” dedi. Sonra ona Baker'in dün beni aradığını ve her şeyi anlattığını söyledim. Bana, “Dün mü?” diye sordu. Onayladım ve ona, Amerikalılarla ya da dünyadaki başka bir güçle birlikte arkamızdan oyun çevirmenin hiçbir anlamı olmadığı mesajını vermek istediğimi söyledim.”


İsrail eski Dışişleri Bakanı Şimon Peres ve Şeyh Hamad Bin Casim Al Sani, Mayıs 2001’de Washington’da bir toplantı sırasında (AFP)

Prens Bender'e anlattıklarının tarihini sordum. Nitekim Katar-İsrail ilişkileri, 1996 yılında Doha'da İsrail Ticaret Bürosu'nun açılmasından ve Başbakan Şimon Peres'in Katar'a ziyaretinden sonra resmen başlamıştı. Bana, ilişkilerin 1991'deki Madrid Konferansı'ndan hemen sonra başladığını ve o sırada Katar'da yaygara koptuğunu söyledi.
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hamad’a, “Bana yeni bir şey söylemeni bekliyordum, bunu değil. James Baker senden önce detayları anlattı. Açıkçası seninle öğle yemeği ya da akşam yemeği yemek istiyorum, ama bu hafta çok meşgulüm” dedim. Sonra ona meseleyi kendisinin mevkidaşı olan Prens Suud el-Faysal'a iletmesini söyledim.”
Prens bin Bender, burada Kral Abdullah ile Hamad bin Casim arasında geçen kısa bir konuşmayı aktararak şöyle devam etti:
“Katar’ın Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) karşıtı politikalarını artırdığı sırada, Kral Abdullah bir keresinde Şeyh Hamad bin Casim’e, “Daima kardeşlerinizin görüşlerine muhalefet ediyorsunuz. Kendisinden büyük bir sandalyeye oturan cüce gibisiniz” demişti. Hamad bin Casim ise buna, “Haklısınız. Eğer çığlık atmazsak, kimse büyük sandalyede olduğumuzu fark etmez” diyerek cevap vermişti.”
Prens Bender’in 2012 yılında Doha’yı ziyareti
2012 yılında Suudi Arabistan İstihbarat Başkanlığı’na atandığı sırada Prens Bender bin Sultan’ı tebrik etmek için arayanlardan biri de Şeyh Hamad bin Halife’ydi. Sonrasında Katar’ı ziyaret ettiğini belirten Prens Bender şöyle devam etti:
“Katar'ı ziyaret ettim. Şeyh Temim ve Katar İstihbarat Şefi oradaydı. Ziyaret, 2012'de Hamad'ın Temim'e imtiyaz vermesinden önce gerçekleşti. Ziyaretin yarısı iş diğer yarısı da dostluk çerçevesinde gerçekleşti. İş ile ilgili olan kısım, Suriye ile alakalıydı. İstihbarat başkanlığına getirilmemin öncesinde, Türkiye'de bir operasyon odası kurulması üzerine bir anlaşma vardı. Suudi Arabistan ve Katar da buna dahildi. Fakat bir şey oldu ve istihbarat başkanlığı görevini üstlendiğim sırada, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve diğerlerinin de dahil olduğu bir operasyon odasının Ürdün'de kurulması kararlaştırıldı. Babam Prens Sultan, diyabet yüzünden kendini iyi hissetmediğini, takip ettiği bir diyet programı olduğunu söyledi ve Şeyh Temim'in öğle yemeği davetini kabul etmemi istedi. Dışarı çıktım. Temim beni bekliyordu. Birlikte lokantaya gittik ve havadan sudan konuştuk. Daha sonra Hamad bin Casim’i aradım ve kendisini sorduğumu fakat bulamadığımı söyledim. Bana gribe yakalandığını söyledi. Temim daha sonra babasının imtiyazıyla Emir olarak atandı.”
İlk Körfez krizinden sonraki Riyad Zirvesi
Şeyh Temim’in iktidara gelmesinden aylar sonra -Katar’ın Müslüman Kardeşler’e ve Arap Baharı’na desteğini artırması ile Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’in Doha’nın politikalarına karşı büyükelçilerini Doha’dan çekmek zorunda kalmalarının ardından- 2014 yılında Kral Abdullah'ın çağrısıyla Riyad'da Körfez Zirvesi geçekleştirildi.
Prens Bender bin Sultan, o dönem kuliste yaşananları şöyle anlatıyor:
“Temim liderlere, ondan önce yaşananlar için kendisini sorumlu tutmamalarını söyledi. Kral Abdullah zirvede yaptığı konuşmada ona oğlum diye hitap ederek, “Politikalarını ve bunların babanın eski politikalarına benzer olup olmadığını bilmek istiyorum. Burada ailenin ve kardeşlerinin arasındasın, dilediğini söyleyebilirsin. Bakanlar kurulunu topladık ve birkaç noktadan oluşan bir anlaşma hazırladık. Herkes bunu kabul etti. Sen okudun mu?” dedi. Şeyh Temim okuduğunu söyledi. Bunun üzerine Kral Abdullah, Şeyh Temim’e kabul edip etmediğini sordu. Katar Emir'i olumlu cevap verdi ve bunun üzerine Kral Abdullah, onun bu cevabından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.


Riyad Ek Anlaşması 2014
  • “Katar ile uzlaşılacak orta bir yol görmüyorum. Bu benim şahsi görüşüm. Şeyh Muhammed bin Zayed, Şeyh Temim'i, Kral Abdullah ile arasında yaşanabilecek sert bir fırtınadan kurtardı ve ona, “Suudi Arabistan'ı kaybetme” dedi.”

“Başta Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed olmak üzere BAE heyeti, toplantının Şeyh Temim'in geri dönmesiyle raydan çıkabileceğini hisseti. Şeyh Muhammed bin Raşid başkanlığındaki BAE heyetine, Şeyh Muhammed bin Zayed de eşlik ediyordu. Şeyh Muhammed bin Zayed, Şeyh Temim’e doğru eğildi ve kulağına bir şeyler fısıldayarak sandalyesine geri döndü. Kral Abdullah, “Fısıldadığın şeyi bize de söyle!” dedi. Bunun üzerine Şeyh Temim dostane bir ifadeyle, “Benden önce olanlar için beni sorumlu tutmayın. İktidarım sırasında olanlar hakkında beni sorgulayabilirsiniz. Allah korusun, kardeşlerimin ve grubun ortak görüşünden sapmayacağım” dedi. Kral Abdullah, benden, Şeyh Muhammed bin Zayed'e ne olduğunu ve Şeyh Temim’in kulağına ne fısıldadığını sormamı istedi. Şeyh Muhammed bin Zayed'e, “Ebu Halid, neler oluyor?” diye sordum. Bana, Şeyh Temim’e “Beni dinle Temim. Abdullah ile şakalaşma ve Suudi Arabistan'ı kaybetme. Varsa anlaşma hakkında düşündüklerin, şimdi söyle. Aksi halde anlaşmayı onayla” dediğini söyledi.”


Prens Bender’in bahsettiği 2014 yılının Kasım ayında Riyad’da düzenlenen meşhur Körfez Zirvesi. Körfez liderlerinin huzurunda Riyad anlaşması imzalandı ve Katar yeni bir sayfa açacağına dair söz verdi (SPA)

Kral Abdullah’ın Katar’a olan öfkesinin, ‘Katar’ın sürekli bir şekilde Krallığın kendilerine sınırlamalar ve koşullar dayattığını dile getirdikleri açık ve gizli iddialar ortaya atmasından’ kaynaklandığını söyleyen eski Suudi İstihbarat Şefi Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Onlara KİK’te birlik olduğumuzu ve bunun isminin ve hedefinin işbirliği olduğunu söylüyoruz. Bu, diğerlerine zarar vermemek koşuluyla her devletin kendi egemenliğine sahip olduğu anlamına geliyor. Hiçbir koşul belirlemedik. Bakanlar bir araya gelerek meseleleri ortaya koydular ve üzerinde anlaştılar. Kral, Katar Emiri'ne herkesin önünde anlaşmayı okuyup okumadığını ve onaylayıp onaylamayacağını sordu. Şeyh Temim buna olumlu cevap verdi. Katar'dan imzaladıklarını uygulamaktan başka bir şey talep edilmedi. Bunu yapamazlarsa, onlarla normal ilişkiler kuramayız.”
Katar ve Müslüman Kardeşler
“Müslüman Kardeşler'le bağlantı kurmak istiyorlardı. Fakat parti onlarla ittifak edebilecek durumda değildi. Bilakis parti, dünyanın her yerine yayılmış ve özellikle Hizbullah olmak üzere İran'daki partilere benzer şekilde hareket ediyordu. Neden mi grubun yaygın ve sabit olmayan bir yapıya sahip olduğunu söylüyorum? Çünkü planları ve stratejileri var ve dünya geneline yayılmış durumdalar. Müslüman Kardeşler, Mısır, Suriye ve başka yerlerden kovulduğunda, Suudi Arabistan onlara ev sahipliği yaptı. Yayılmaya ve nüfuzlarını güçlendirmeye başladılar. Çaldıkları ilk kapı Milli Eğitim Bakanlığı oldu. Müfredatı yavaş yavaş değiştirmeye başladılar. Mesela, ilk yıl bir satır değiştirdiler, sonra iki satır… Böylece tüm müfredatı kendi isteklerine göre değiştirdiler. Bu bizim hatamızdı. 1979 yılında Cuheyman olayı yaşandığı dönemde ihlalleri araştırmıyorduk. 11 Eylül 2001 olaylarından sonra kendimizi sorgulamaya başladık ve içinde bulunduğumuz durumu gözden geçirdik. Çünkü başkalarının hatalarını görüyorduk, fakat kendi hatalarımızdan habersizdik. 11 Eylül olayı yaşandığı zaman durumu ciddi bir şekilde gözden geçirmenin zamanı gelmişti. Kitaplarımızı ve müfredatımızı inceledik. İslamiyet ve hoşgörüyle hiçbir ilgisi olmayan bazı şeylerin bulunduğunu gördük ve şaşırdık. Katarlılar, üç şeyin Katar’ı büyük kıldığını düşünüyorlardı. Bunlardan ilki ve en önemli olanı Katar’daki Amerikan askeri varlığıydı. İkincisi Müslüman Kardeşler ile olan karşılıklı çıkarlardan faydalanıyor olmaları ve üçüncüsü ise medyaydı. BBC Arabic’in lisansının iptal edilmesinin hikayesini herkes bilir. Ruhsat bir Suudi şirkete aitti ve daha sonra Hamad bin Halife tarafından satın alındı. Dikkat ederseniz, petrol ve doğalgazın Katar politikalarının en önemli dayanağı olduğunu söylemiyorum. Çünkü petrol ve doğal gaz hiç kimseye özgü değildir ve dünyada siyasi denklemlerin değişmesi ile birlikte bu ikisiyle oyuna dahil olamazsınız.”
Prens Bender, Katar politikalarından örnekler vererek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örneğin ABD, önceleri petrol ithal ederdi, şimdi ise ihraç ediyor. Rusya şimdi Avrupa'ya ve diğer bölgelere doğalgaz temin ediyor. Arap Körfezi ve Hürmüz Boğazı'ndaki durum sarsıldığı an Katar'ın gaz ve petrol açısından rolü sona erer, tabi boru hatlarını uzatıp İran üzerinden dünyaya yaymak istemiyorsa. Katar'ın Kuveyt'e kadar bir gaz boru hattı uzatmak istediğini ve bunu reddettiğimizi hatırlıyorum. Amerikan üssünün varlığında boru hattını İran'a kadar uzatamazlar. Bahsettiğim şu üç dayanağa geri dönelim. Gülünç olan, Katar'ın şu anki Emir’inde babasında bulunan kötü huyların bulunmaması. Fakat inatçılığını ondan almış. Zeka olmadığı takdirde inatçılığın bir değeri yoktur. Her ne kadar bütünüyle emin olmasam da Katar'da halkı ve politik meseleleri yöneten iki kişi olduğunu düşünüyorum: Hamad bin Halife ve Hamad bin Casim.”
Prens Bender, Katar ile ilişkilerin düzeleceğini düşünüyor mu?
Kendisine bu soruyu sorduğum zaman bana, vereceği cevabın Suudi hükümetinin değil kendi kişisel görüşü olduğunu belirterek şunları söyledi:

“Katar, kendisi ile uzlaşılan meseleler hususunda bağlılığını sürdürmediği sürece bunun yanlış olacağını düşünüyorum. Katar uçsa de düşse de yine de Katar’dır. Ortadoğu'daki en büyük üs Libya'daki Willis üssüdür. Libya'da devrim gerçekleştiği sırada, devrimi gerçekleştiren subaylardan biri ABD üssüne gitti. Üsse yakınlaştığı sırada Amerikalılar onu uyardı. Libyalı subay onlara, Libya kralına karşı bir darbe yaptıklarını haber vermeye geldiğini söyledi. Amerikalılar ise bunun bir iç mesele olduğunu ve hiç kimsenin üsse yaklaşamayacağını söyledi. Buradaki amaç Doha’nın ABD üssünün varlığının Katar’ı korumak için olduğu yanılsamasını ortadan kaldırmaktır. Washington’ın kendi çıkarlarını koruduğunu ve sadece bunun için hareket ettiğini bilmiyorlar. Libya’da yaşananlardan ders çıkarmaları gerekiyor. Libya’daki üs, ABD’nin dünya üzerindeki en büyük üssüydü ve yine de kralı korumadılar.”


Prens Bender bin Sultan, geçen Aralık ayında Cidde'deki sarayında kendisi ile gerçekleştirilen özel röportaj sırasında (Fotoğraf: Muhammed el-Mani)

Katarlıların, Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın her daim bölgede kalacağını, fakat bölgedeki ABD varlığının herhangi bir gün ayrılabileceğini düşünmeleri gerektiğini belirten Prens Bender, ABD üssünü garanti olarak öne sürmeye devam ettikleri sürece hiçbir şekilde güvencelerinin olmayacağını söyleyerek şöyle devam etti:
“Örneğin, Türkiye'nin Doha'daki rolünü abartıyorlar. Türkiye’nin NATO ile olan taahhüt ve anlaşmaları dikkate alınmadığı takdirde, NATO üyesi olarak askeri ve siyasi kapasiteye ve yetkiye sahip bir ülke olmadığı görülür. Türkiye'nin Katar'daki varlığı bir güvenlik meselesidir. Onlardan önce Sudanlılar, öncesinde Yemenliler ve ondan önce ise Suudiler tarafından kabul edildiler. Türkiye'nin varlığı askeri değil. Katarlıların üsse atıfta bulunarak, ABD üssünün varlığı ile kendilerini güvence altına aldıklarını düşünmeleri bir vehimden ibarettir.”
Prens'e tekrar Katar'ın krizinin mahiyetini sordum, bana şöyle cevap verdi:
“Katar krizi, her şeyden önce Katar’ın kendisi ile ilgili olan krizidir. Katar krizi, bir kişinin şizofreniden mustarip olması gibidir. Oryantalist bir arkadaşım bana, “Katar ilk aile olmaya kararlı, siz ise onların ikinci aile olarak kalmaları hususunda ısrar ediyorsunuz” demişti. Ona bu konuda haklı olduğunu söyledim. Kuşkusuz, Katar gibi bir Körfez devletindeki durumun bu dereceye ulaştığına tanık olmak acı verici. Ama seni kötüye götüren şeyin daha kötü olduğu söylenir. Katar'ı doğru yola davet ediyoruz, fakat bu parayla ödenebilecek bir şey değil. Yaptıkları şeyler yeni değil. Temim’in onayladığı yeni anlaşma konusunda iyimser olduk. Fakat sonuç farklı oldu.”
Körfez Savaşı
Prens'e tekrar Şeyh Hamad bin Casim ve ABD Dışişleri Bakanı James Baker’dan edindiği bilgilere dair ayrıntıları sordum. Prens, ayrıntılar hakkında konuşmaya başlamadan önce şunları söyledi:

“Saddam'a verdiğimiz destek nedeniyle bize düşman olan İran bile Katar'ın yaptığını yapmadı. Nitekim Katar, Kuveyt'i özgürleştirme konusu hakkında konuşmadan önce ABD üssüne ev sahipliği yapma ve Havar Adaları gibi marjinal meseleleri görüşmek istedi. İran’ın İkinci Körfez Savaşı ya da Kuveyt’in kurtarılması savaşı ile ilgili tutumuna gelirsek; Birleşmiş Milletler’in (BM) Kuveyt’i özgürleştirme kararı için New York’taydık. O sıra tesadüfen İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayati ile karşılaştık ve ona Kuveyt’i kurtaracağımızı söyledim. Amerikalılardan, Avrupalılardan ve Sovyetlerden BM kararına karşı çıkmamalarını istedik. Peki İran’ın tutumu ne oldu? Velayati bana, “Sizi bütünüyle destekliyoruz” dedi. Bunun üzerine Prens Suud el-Faysal bana, “Sence takiyye mi yapıyorlar yoksa İran gerçekten ciddi mi?” diye sordu. Bende ona, “Mantık, onların Saddam'a karşı her şeyi destekleyeceğini söylüyor” dedim. İki gün sonra, BM merkezinde bir Batılı gazeteci, İran’ın Kuveyt’i kurtarmak için ABD’nin Suudi Arabistan’a asker göndermesini kabul edip etmeyeceğine dair Velayeti’ye bir soru sordu. Velayeti, İran’ın bölgeye herhangi bir askeri müdahaleyi kabul etmeyeceğini ve özellikle büyük şeytan söz konusu olduğunda bunun kesinlikle mümkün olmayacağını söyledi. Oteldeki odamdaydım ve telefon çaldı. Arayan Prens Suud el-Faysal’dı. Bana uyuyup uyumayacağımı sordu. Bende ona, haberleri izlediğimi söyledim. Sonra yanına gittim ve bana haberlerden bahsetti. Bende ona, meselenin onun düşündüğü gibi takiyyeden ibaret gibi göründüğünü ve İranlıların kabul etmesinin veya etmemesinin hiçbir değeri olmadığını söyledim. Prens Suud el-Faysal bana, “Hayır. Bu fırsatı kaçırmamamız lazım” dedi. Prens Suud el-Faysal, İran Büyükelçisi ile temasa geçerek, Ali Velayati ile görüşmek istediği söyledi. İran Büyükelçisi, Velayati’nin BM binasında olduğunu söyledi.”
Prens Bender, sözlerine şöyle devam etti:
“New York’taki BM binasında, Suudi Sekreteryası’nın hediyesi olan Kabe örtüsünden bir parça var. İranlılar Prens Suud el-Faysal'a görüşmenin bu perdenin altında yapılmasını teklif ettiler. Ben, toplantının kutsal bir toplantı olup olmayacağını sordum. Onlara Kuveyt'i özgürleştirmek için dünyayı seferber etmemize karşı olmadıklarını, fakat sonrasında yaptıkları açıklamalarda bunun aksini söylediklerini anlattık ve sebebini sorduk. Bize, “Saddam'ın geri çekileceğinden korkuyoruz. İran’ın, ABD’ye karşı onun yanında olacağını düşünürse, Kuveyt’te kalmaya devam eder. Bunu, Kuveyt'ten geri çekilmemesi ve çıkarılmaması için söyledik” dediler. Prens Suud el-Faysal cevap olarak, “Garip bir politikanız var, teşekkür ederim” dedi.”
Bender: Körfez Savaşı'nda ABD üssüne soğuk baktık
Suudi Arabistan eski İstihbarat Başkanı, Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Washington Büyükelçisi ünlü Suudi siyasetçi Prens Bender bin Sultan, ülke liderleriyle yapılan toplantıların kulislerinde yaşananları ve bölgedeki sorunlarla ilgili dosyalara ilişkin Independent Arabia'ya verdiği röportajda, Riyad'ın Körfez Savaşı öncesinde, savaş sırasında veya sonrasında, kendi topraklarında bir Amerikan üssünün bulunması fikrine sıcak bakmadığını belirtti.
Bender, “Suudi liderliğinde, Amerikalılardan yardım alınıp alınmayacağına ve geldikleri vakit burada kalıp kalmayacaklarına dair bir tartışma vardı" dedi.
Prens sözlerini şöyle sürdürdü: "ABD Savunma Bakanı Dick Cheney ve General Herbert Norman Schwarzkopf’ın geldiğini ve ayrıntılar hakkında Kral Fahd’ı bilgilendirdiklerini hatırlıyorum. Ben o sıra bir ameliyat sebebiyle yurtdışında bulunuyordum. Kral Fahd, Savunma Bakanı’ndan bir an izin istedi ve o sıra Veliaht Prens olan Kral Abdullah’a, Savunma Bakan Yardımcısı Prens Abdurrahman bin Abdülaziz’e ve oradaki herkese fikirlerini sordu. Herkes kabul etti. Kral Fahd, Cheney’e döndü ve “Sorun aramıyoruz ve savaşları teşvik etmiyoruz. Saddam'ı yaptıklarından uzaklaştırmak ve sorunu barışçıl bir şekilde çözmek için elimizden gelenin en iyisini yaptık. Meselenin böyle sonuçlanması hususunda ısrar eden Saddam’dı” dedi.
Cheney daha sonra bana, “Kral Fahd yanındakilerle Arapça konuşmaya başladığında, kalbim endişeyle çarpmaya başladı. Çünkü sözlü onayınızı aldık ve bunun üzerine askeri uçaklarımız hareket etmeye başladı. Kralın kararından dönmesi bizi endişelendiriyordu.”
Prens Bender, Kral Fahd'ın ABD birliklerinin Suudi topraklarında kalmayacağı yönünde güvence verilmesini istediğini anlattı. Kral'ın "bundan dolayı birtakım şartlar ve kısıtlamalar belirlediğini" belirten Prens Bender o anları şöyle anlatıyor:
“Kral Fahd benden bir kağıt getirmemi ve şunları yazmamı istedi: “ABD silahlı kuvvetleri isteğimiz üzerine Suudi Arabistan'a geldi. Yine istediğimiz takdirde ülkeden ayrılacaklar. ABD silahlı kuvvetleri ülkenin geleneklerine saygı duyacak ve aykırı herhangi bir davranışta bulunmayacak.” Bunları yazdıktan sonra Kral Fahd bana, misafirleri ağırladığımız saraya gidip Dick Cheney'e sunmamı ve onayladığı takdirde imzalamamı istedi. Cheney'e gittim ve durumu anlattım. Bana, “Amerikan silahlı kuvvetleri geldiği takdirde, bundan sonra bizim en önemli noktalardan biri askerlerin ailelerine geri dönmesidir. Dolayısıyla bu hususta herhangi bir problem yok” dedi. Cheney’e, “Doğru fakat yine de tatmin olmak istiyorum. Bu, her iki tarafın yararına olacak siyasi bir adımdır” dedim. Bana bunun bir anlaşmaya benzediğini ve bundan dolayı imzalama yetkisinin olmadığını söyledi. Ben de üzgün olduğumu, eğer imzalamazsa Kralı bu durumdan haberdar etmem gerektiğini söyledim. Cheney, uçakların havalandığını ve geç kalacaklarını belirterek “Bu kağıt o kadar önemli mi?” diye sordu. Ben de, “Evet” dedim. Bunun üzerine Savunma Bakanı dışarı çıktı ve Başkan Bush’a telefon açtı. Bush, Cheney’e kağıdı imzalamasını söyledi. Cheney’in imzasını aldıktan sonra kağıdı Kral’a teslim ettim.”
- Bender, Suriye’deki terörist örgütlerin oluşumuna katkıda bulundu mu?
2014 yılının sonlarında, Suudi Arabistan'ın Suriye ve Irak'taki DEAŞ terör örgütüne para, silah ve araba sağladığı ve Prens Bender’in Suriye topraklarında yeni terörist grupların oluşturulmasının mimarlarından biri olduğunu yönünde söylentiler başladı.
Prens Bender ile görüşmeden 48 saat önce kendisine odaklanmak istediğim noktalar ve konuşmak istediğim meseleler üzerine bir yazı gönderdim. Bunlar arasında Prens Bender’in Suriye'deki savaştaki rolü hakkında bir soru da vardı.
Prens Bender bana, gönderdiğim yazıyı okuduğunu söyledi ve anlatmaya başladı:
“Zehir hazırlayan, kadehe koyan ve onu içtikten sonra hayatta kalmak için rabbine dua eden bir adamı düşün. DEAŞ sadece bizim için değil, İslam dini ve bütün dünya için bir zehirdir. Başkan Bush 11 Eylül 2001’de Birleşmiş Milletler’e (BM) Filistin ile İsrail arasındaki iki devletli çözümü ilan eden ve her iki devleti tanıdığını bildiren bir konuşma yapacaktı.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice ve CIA Direktörü George Tenet ile birlikte yaklaşık 10 gün konuşma metni üzerine çalıştık. Bu, daha önce bahsettiğim çiftlik toplantısının neticesiydi.  Zor ve yoğun çalışmalar ile geçen günlerden sonra Bush’un okuyacağı metni tamamladık. Geriye sadece metnin onaylanması kaldı. 8 Eylül gecesi, George Tenet beni aradı ve Colin Powell'dan bir mesaj aldığını söyledi. Mesajda, Powell’ın bazı Güney Amerika ülkelerine ziyarette bulunması sebebiyle son toplantıyı ertelemek istediği yazıyordu. Arapların ve Müslümanların düşmanlarının düşmanlarını araştırdığımızda, el- Kaide’nin 11 Eylül’de yaptığı gibi ümmeti yok etmeyi başaran kimseyi bulamayız. Örgüt bu saldırısıyla Filistin davasına hizmet etmeye yönelik bütün çabaları mahvetti.”
Prens’e “Peki ya DEAŞ?” diye sordum. Bana “İran mantığını ya da daha doğru anlamıyla mantıksız gerekçelendirmeyi hatırlatıyorsun” dedi. Şaşırdım ve “Ben mi?” dedim. Prens Bender, “Söylemek istediğimi açıklamama izin ver” dedi ve şöyle devam etti: “Soru İran mantığı ile sorulmuş bir soru, seninle ilgili bir durum değil. İran, Arap (Basra) Körfezi'nde yabancı ülkelerin filoların bulunmasına karşı çıktığını söylüyor ve onların orada bulunmasının sebebini unutuyordu. Körfez'de bugüne kadar Bahreyn'deki La Salle isimli bir gemi dışında hiçbir yabancı güç bulunmadı. İran’ın Körfez'e mayın yerleştirmesi uluslararası nakliyeyi engellediği zaman, ülkeler kendi bayraklarını taşıyan bu gemileri korumak için filolarını göndermek zorunda kaldılar. Amerikan, Fransız, İngiliz ve Sovyet-Rus filolarının burada bulunmasının sebebi buydu. Bu, İran’ın söz konusu faaliyetlerinin bir sonucu olarak ortaya çıktı.”
Prens Bender tekrar sorduğum ilk soruya dönerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Mutedil Suriye direnişine verdiğimiz destek sır değil. Riyad, İstanbul ve Amman’da Dışişleri bakanları ve istihbarat direktörleri düzeyinde yapılan toplantılar kamuya açıktı. Lojistik destek sadece Suriye direnişi, yani Özgür Suriye Ordusu içindi. Operasyon odasında Suudi Arabistan, Türkiye, Katar ve birçok Batı ülkesi gibi devletlerden temsilciler vardı. İstihbarat şefi olarak göreve başladığım sırada, Ürdün’de de bir operasyon odası açılması önerisinde bulundum. Bütün bunlar kamuya açık ve sır değil.
Bu, Katar Dışişleri Bakanı ve Başbakan Hamad bin Casim’in, “Suudiler, bizim Suriye'de öncü bir rol oynadığımızı gördükleri zaman müdahale etmeye başladılar” açıklamasıyla irtibatlıdır. Hamad bin Casim, kendileri ve Türklerle olan çalışmayı neden bıraktığımızı biliyor.”
Çin füzelerinin Suudi Arabistan'a nakli
Füzelerin uçaklarla nakledilmesi mümkün değildi. Ancak Suudi Arabistan'ın batısında bulunan Rebiğ kenti yakınlarındaki limandan alınabilirlerdi.
Prens Bender şöyle devam etti:
“Bu liman özellikle Irak-İran savaşı için inşa edilmişti ve Irak için bu limana ulaştıran bir kara hattı açılmıştı. Irak'ın ihtiyacı olan her şey doğrudan bu limandan geliyordu. Irak daha sonra Akabe yoluyla silahları temin edince bu limana ihtiyaç kalmadı. Liman her ne kadar füzelerin nakledilmesi için uygun olsa da bu işin gizlice yapılması gibi bir sorun vardı. Askeri yetkililer ile birlikte kamyonların üzerine soğuk içecek reklamları yapıştırmaya karar kıldık. Böylece mal taşıyan kamyonlar gibi görüneceklerdi. Gemi limana ulaştığında füzeler yüklendi ve akşam vakti yola çıktık. Kral Fahd'ın tavsiyesi beni kurtardı. Çin füzeleri ile ilgili olarak ABD’li yetkililer ile herhangi bir sorun yaşamadık. Pekin’e ilk gittiğim zaman, ABD istihbarat temsilcisi Washington’a, Suudi Arabistan Washington Büyükelçisi’nin Çin’e ulaştığını haber vermiş ve Ulusal Güvenlik Konseyi'ni bilgilendirmişlerdi. Schultz onlara endişe etmelerine gerek olmadığını, durumdan haberdar olduklarını söyledi.”
“Suudi askeri yetkilileri, uyduların Suudi Arabistan üzerindeki zamansal döngüsünü öğrenmek istiyorlardı. Böylece füzeleri uygun zamanda sığınaklara taşıyabileceklerdi. O sıra ABD istihbarat başkanına gittim ve büyük bir problemimiz olduğunu söyledim.  İranlıların silah ve füzeleri Suudi Arabistan'ın doğu bölgesine doğru hareket ettirmeye başladığına dair istihbarat almıştık. İstihbarat başkanı bana bunun çözülebilecek kolay bir problem olduğunu ve durumu uydularla izleyeceklerini söyledi. Bize ne zaman haber vereceklerini sordum. 12 saat içinde bizi bilgilendireceklerini söyledi. Edindiğimiz bilgiler doğrultusunda çalışmalara başladık. Kamyonlardan biri arızalandı ve ilk uydu geçti. Ardından ikinci uydu tarafından çekilen fotoğrafta bir kamyonun içinde füze şeklide garip bir cisim görünüyordu. ABD istihbarat operasyonu odasındaki memur, kendisine ulaşan fotoğrafları karşılaştırdı. Fotoğraftaki cismin Doğu Rüzgârı C3’e benzediği ortaya çıktı. Yetkililer durumu teyit etti. Bu kez kamyona odaklanmayı tercih ettiler ve sığınağa girene kadar takip ettiler. Neyse ki arızalı kamyon son füzeyi taşıyordu.”
“ABD tarafı, silahların, İran’ın onları elde etmesinin önüne geçmek için Suudi Arabistan tarafından satın alındığını düşünüyordu. ABD'nin Suriye ve Suudi Arabistan büyükelçisi olarak görev yapan Richard Murphy beni aradı ve “5 dakika görüşebilir miyiz?” diye sordu. Akşam vakit görüşebileceğimizi söyledim. Bana eşiyle birlikte akşam yemeğine davetli olduklarını ve zamanının dar olduğunu söyledi. Sonra eşiyle beraber geldiler. Benimle ofisimde yalnız görüşmek istediğini söyledi. Elinde bir zarf tutuyordu. Bana zarfı uzattı ve “Seninle uzun zamandan beri arkadaşız. Bunu bana açıklar mısın? Bunu neden şans eseri öğrendik?” diye sordu. Zarfı aldım. İçinde füzelerin fotoğrafları bulunuyordu. Ona, “Doğrudur, uzun zamandır arkadaşız ve büyükelçi olduğum zamandan bu yana birbirimizi tanıyoruz. Fakat bu askeriyeyi ilgilendiren bir mesele. Bunu bana sormana şaşırdım. Böyle bir konuşma için Pentagon’dan birinin gelmesini bekliyordum. Söylediklerine dair bir yorumum yok. Bu fotoğrafları alıp hükümetime göndereceğim. Onlar sana cevap verirler” dedim.”
Washington, Bender bin Sultan'ın istediğini elde ettiğini ve aynı zamanda kendilerinden bir şeyler gizlediğini anladı. Yetkili Prens Bender’e, “Schultz'dan bir mektup var. Kendisine ve ABD’ye yalan söylediğini ve bunun tehlikeli bir davranış olduğunu söylüyor. ABD Dışişleri Bakanı olarak, ondan izin alana kadar herhangi bir devlet kurumuna gitmeni yasaklıyor” demiş. Bunun üzerine Prens Bender, kendisine selamlarını iletmesini ve Iraklılar için Çin’den silah alacaklarına dair kendisini bilgilendirdiklerini söylemesini istemiş.
Prens Bender bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
“ABD, Suudi Arabistan’a Pershing füzeleri satmayı kabul etmemişti. Schultz toplantı tutanaklarına bakarsa bunu görebilir. Orada sığınaklar inşa etmek için Çin’den yardım alacağımızı da söylüyorum. Ona yalan söylemedim. Yetkili bana, “Sen gerçekten bir tilkisin, fakat bakan sana kızgın” dedi. Bakana teşekkür ettim ve yarın Aspen'deki çiftliğime gideceğimi ve iki ya da üç hafta orada kalacağımı söyledim. Aranmadığım ve hakkımdaki kararın kaldırıldığına dair haber almadığım takdirde İngiltere’ye ya da Güney Fransa’ya gideceğimi belirttim.”
ABD Dışişleri Bakanlığı, Prens Bender'in resmi etkinliklere katılmasını ve devlet dairelerine girmesini engelledi.  Ancak bu, Bakan Schultze tarafından başkanın veya başkan yardımcısının izni olmaksızın öfkeyle alınmış bir karardı.
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Aspen'e ve daha sonra Suudi Arabistan’a gittim. 3 aydan fazla bir süre orada kaldım. Bir süre sonra, o sıra başkan yardımcısı olan Baba Bush beni aradı. Eşinin kendisine beni sorduğunu ve neden bir süredir ziyaretlerine gitmediğimi merak ettiğini söyledi. Kendileri eşim Hafya ile görüşmüş ve eşim ona ülke dışında olduğumu söylemiş. Başkan Reagan durumdan haberdar olmuş ve kendisinden izinsiz böyle bir şey yaptığı için Schultz'u azarlamış. Reagan’ın Suudi Arabistan ile arası iyiydi. Çin füzeleri ile ilgili görüşmelerin öncesinde, daha önce anlattığım gibi İran Kontra operasyonu başlamış ve Reagan, Kral Fahd’tan Kongre oylarını alana kadar yardım istemişti.”
RÖPORTAJIN 1.KISMI
RÖPORTAJIN 2. KISMI

RÖPORTAJIN 3. KISMI​



Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
TT

Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Irak hapishanelerinden salıverildikten sonra Suriye'ye döndüğünde kendisine iki şart koyduğunu söyledi: ‘Irak'ın mezhep savaşı deneyimini tekrarlamamak ve sadece rejimle mücadeleye odaklanmak.’

Bu ifadeler, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart'ın geçtiğimiz günlerde Şam'da eş-Şera ile bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ve ‘Ahmed eş-Şera hapisteki bir El Kaide savaşçısından Suriye'nin liderine nasıl dönüştü?’ başlığıyla yayınlanan podcastte yer aldı.

Eş-Şera, “El Kaide'nin Irak'ta yaptıklarını tekrarlamak istediler ama ben bunu şiddetle reddettim. Bu durum aramızda bin 200'den fazla savaşçımızın öldürüldüğü ve benim de kuvvetlerimin yüzde 70'ini kaybettiğim büyük bir çatışmaya yol açtı. Ancak yeniden toparlandık ve rejimle savaşmaya odaklandık. Aynı zamanda DEAŞ ve benzeri gruplar gibi diğer taraflardan gelen tehditlerle de başa çıkmak zorunda kaldık” ifadelerini kullandı.

Eş-Şera, “Bir savaşçıydınız, bir mahkumdunuz, bir liderdiniz ve şimdi bir cumhurbaşkanısınız… Bu dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Şu anda Esed'in eskiden bulunduğu bu saraydayım. Ben bir savaşçıydım, savaşmak istediğim için değil. Bugün cumhurbaşkanıyım ama cumhurbaşkanı olmak istediğim için değil.”

Irak savaşı deneyimi

Suriye Cumhurbaşkanı, üniversitenin ilk dönemlerinde genç bir adam olarak, Suriyelilerin 60 yıl boyunca maruz kaldığı acımasız baskıdan, Suriye toplumunun sistematik olarak yok edilmesinden ve Irak'ta savaş patlak verdiğinde oraya gitmesi gerektiğini hissetmesinden duyduğu öfkeden bahsetti.

Eş-Şera Irak'ta üç yıl savaşmış, ardından beş yılını hapiste geçirmiş. İngilizler ona hapishanenin onu nasıl değiştirdiğini, bundan ne öğrendiğini ve çeşitli grupların saflarında nasıl hızlı bir şekilde yükselebildiğini sordu.

cdfrgthy
Suriyeli sanatçı Tamara Bessam Ebu Alvan, Şam'da Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlayan bir duvar resmi çiziyor. (Reuters)

Eş-Şera bu soruya şu cevabı verdi: “Suriye'de var olan baskının boyutlarını fark etmeye başladığımda yaklaşık 19 yaşındaydım. Ülkenin kötüye giden durumunu ve önceki rejimin ülkeyi nasıl korkunç bir şekilde yönettiğini görebiliyordum. Şam'ın taşıdığı yük ve rejimin Suriye toplumunu ve bu kadim şehri nasıl istismar ettiği konusunda derin bir acı hissettim.”

Sözlerine şöyle devam etti: “Bu rejimin düşmesi gerektiğine ikna olmuştum ama bunu gerçekleştirecek araçlarımız ya da uzmanlığımız yoktu. Bu yüzden deneyim kazanabileceğim her yere gitmeye karar verdim. O sırada Amerikalılar Irak'a girmeye hazırlanıyordu ve ABD'nin yaptıklarına karşı güçlü bir Arap ve İslami tepki vardı. Unutmamalısınız ki o zamanlar gençtim ve farklı bir düşünce tarzım vardı. Bu yüzden Irak'a gittim ve farklı gruplarla çalıştım. Zaman içinde bu gruplar yavaş yavaş küçülmeye ve El Kaide örgütüyle birleşmeye başladı. Bu şekilde kendimi El Kaide saflarında buldum.”

sxcdfrgt
Yaklaşan Ramazan Ayı için hazırlanan ‘Benatu’l Başa’ adlı dizinin çekimleri Eski Şam'da yapılıyor. (AFP)

22 yıllık bu yolculuk sırasında eş-Şera, Irak'taki deneyimlerinden öğrendiği en önemli şeyin, aynı hataları tekrarlamaktan kaçınmak istiyorsak politikaların sürekli olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiği olduğunu söyledi. O dönemde Batı'nın Ortadoğu'ya yönelik politikalarını eleştiren eş-Şera, “Bunlar yanlıştı ve değiştirilmeleri gerekiyordu. Bölge halkının her 10 yılda bir kötü kararların bedelini ödemesini istemiyoruz” dedi.

Bir barış adamı!

Kendisini dünyaya bir barış adamı olarak tanıtmak isteyip istemediği ve kendisine halen şüpheyle yaklaşan ülkelerle nasıl ilişkiler kurmayı planladığı sorusuna eş-Şera şu yanıtı verdi: “Bölgemizde, özellikle Suriye'de savaşlardan bıktık. İnsanlık barış ve güvenlik olmadan yaşayamaz, insanların aradığı şey bu, savaş değil. İnsanları bir araya getirebilecek ve savaşa başvurmadan barışçıl çözümlere götürebilecek pek çok şey var. Barış içinde insan olarak bizi birleştiren şeyler, savaş içinde bizi bölen şeylerden çok daha büyüktür.”

scdfvgbth
Yeni Suriye yönetimi geçtiğimiz aralık ayında muhalif grupları birleşik bir Suriye ordusuna entegre etmeye çalıştı. (SANA)

HTŞ grupları

Podcastte eş-Şera’ya bazıları daha radikal olan birçok hareketten oluşan Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) içindeki pratik bir zorluk soruldu: “Burada bizimle birlikte oturmanıza kızanlar olabilir. Şimdi cumhurbaşkanı olduğunuza göre, en radikal olanlar da dahil olmak üzere tüm bu eski gruplarla nasıl başa çıkacaksınız?”

Ahmed eş-Şera şöyle yanıtladı: “Burada sizinle birlikte oturmama izin verilmediğini söylemek büyük bir abartı olur. O kadar da kötü değil. Bir arada yaşamamızı ve birbirimizle savaşmaya gerek kalmadan devrimin hedeflerine ulaşmamızı sağlayacak uygun ve kabul edilebilir bir formüle ulaşana kadar tüm bu taraflarla ikna ve diyalog yöntemlerini kullandım... Pek çok kişi bu yaklaşıma katıldı.”

scdfvgrth
Halep kırsalından Humus şehrine dönen yerinden edilmiş Suriyelileri taşıyan bir otobüsün penceresinden bakan bir çocuk, elinde Suriye bağımsızlık bayrağı tutuyor, 10 Şubat. (AFP)

Anayasa ve seçimler

“Peki ya ‘ulusal konferans’ ve anayasa ile seçimlerin belli bir zaman dilimi içinde yapılmasının garanti edilmesi hakkında ne söylersiniz?”

Eş-Şera, Suriye'nin çeşitli aşamalardan geçtiğini ve önceliğin hükümeti istikrara kavuşturmak ve devlet kurumlarının çöküşünü önlemek olduğunu söyledi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “İdlib hükümetini Şam'ın kontrolünü ele geçirdiğimizde iktidarı devralmaya hazır olacak şekilde hazırladık. Bu aşama için üç ay ayırdık. Daha sonra anayasal deklarasyon, ulusal konferansın toplanması ve cumhurbaşkanının atanmasını içeren bir sonraki aşamaya geçeceğiz. Uluslararası sözleşmelere uygun olarak bir cumhurbaşkanı atadık. Anayasa uzmanlarına danıştıktan sonra muzaffer güçler cumhurbaşkanını atadı, önceki anayasayı iptal etti ve eski parlamentoyu feshetti. Şimdi, yeni bir anayasanın ilan edilmesinin önünü açacak öneriler geliştirmek amacıyla çok çeşitli tarafların yer alacağı ulusal diyalog sürecine geçeceğiz. Geçici bir parlamento oluşturulacak ve bu parlamento yeni anayasayı hazırlamak üzere bir anayasa komitesi kurmakla sorumlu olacak.”

Trump ve Gazze

Eş-Şera, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin Mısır ve Ürdün'e taşınmasına ilişkin açıklamalarıyla ilgili olarak şunları söyledi: “İnsanları topraklarını terk etmeye zorlayabilecek hiçbir güç olmadığına inanıyorum. Birçok ülke bunu yapmaya çalıştı ama hepsi başarısız oldu, özellikle de Gazze Şeridi'ne yönelik son savaş sırasında. Geçtiğimiz bir buçuk yıl boyunca Filistin halkı acıya, ölümlere ve yıkıma katlandı ama yine de topraklarını terk etmeyi reddetti. 80 yılı aşkın süredir devam eden bu çatışmada, Filistinlileri zorla yerlerinden etmeye yönelik tüm girişimler başarısız oldu. Terk edenler kararlarından pişman oldular. Birbirini izleyen Filistinli nesillerin aldığı ders, topraklarına bağlı kalmanın ve onu terk etmemenin önemidir.”

scdfvrgty
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera dün Silikon Vadisi'nden Suriye asıllı Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyetle bir araya geldi. (SANA)

Ekonomik model

Kendisini en çok ilgilendiren küresel ekonomik model ve ekonomi yönetimi açısından ilham aldığı belirli bir ülke ismi sorulan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Singapur, Suudi Arabistan, bazı dönemlerde Brezilya ve kalkınma yolunda büyük zorlukların üstesinden gelen Ruanda gibi ekonomik büyümeye tanık olan birçok ülkeyi incelediğini söyledi. Her ülkenin kendi zorlukları ve kalkınma aşamasıyla şekillenen kendi bağlamına sahip olduğunu belirtti. “Bu örneklerden değerli dersler çıkarılabilecek olsa da bunları körü körüne taklit etmemeliyiz. Bunun yerine, Suriye'nin kendine özgü durumuna uygun bir yaklaşım geliştirmek için bu dersleri uyarlamalı ve entegre etmeliyiz” dedi.

Ordu ve polisin lağvedilmesi

Eş-Şera'ya, Baas'tan arındırma sonrasında Irak'ta yaşananları anımsatan polis ve ordunun lağvedilmesi ve bu konunun nasıl ele alınacağı sorulduğunda, Suriye ve Irak'taki durum arasında büyük farklar olduğunu ve karşılaştırmaların her zaman büyük farklılıklar gösterdiğini söyledi. Suriye ordusunu ‘bir alternatif hazırlamadan’ dağıtmadığını belirtti.

Eski rejimin ordusunun Irak ordusu gibi olmadığını vurgulayan eş-Şera, “Çok sayıda milis ile İran ve Rusya'dan gelen dış müdahalelerle parçalanmıştı. Ordu dağılmış ve çökmüştü. Birçok genç erkek askere gitmemek için Suriye'den kaçıyordu. Dolayısıyla ordunun Suriyeliler için büyük bir önemi yoktu. Bugün Suriye'de zorunlu askerlik uygulamadım. Gönüllü askerliği tercih ettim. Bugün binlerce kişi yeni Suriye ordusuna katılıyor” ifadelerini kullandı.

Devrimci zihniyet bir devlet inşa edemez

Kendisini halen bir devrimci olarak görüp görmediği sorulan eş-Şera, devrimci zihniyetin bir devlet inşa edemeyeceğini söyledi. Şarku'l Avsat'ın Rory Stewart'ın röportajından aktardığına göre Eş-Şera, “Bir devlet inşa etmek ve bütün bir toplumu yönetmek söz konusu olduğunda farklı bir zihniyete ihtiyaç duyarsınız. Benim için devrim, rejimin devrilmesiyle sona erdi” dedi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün ülkenin yeniden inşası, ekonomik kalkınma, bölgesel istikrar ve güvenliğin sağlanması, komşu ülkelere güvence verilmesi ve Suriye ile Batı ülkeleri ve bölge ülkeleri arasında stratejik ilişkiler kurulmasını içeren yeni bir aşamaya geçtik.”

sdfgrt
Ahmed eş-Şera'nın geçen ay yaptığı bir konuşmayı Şam'daki er-Ravza kafede takip eden Suriyeliler (Şarku’l Avsat)

Batı medyasının kendisi hakkında söylediklerine ilişkin tutumu sorulan Ahmed eş-Şera, Suriye'nin küresel etkiye sahip stratejik bir ülke olduğunu söyledi. Eş-Şera, “Geçmişte rejim kasıtlı olarak Suriyelileri Avrupa'ya göç ettirmeyi ve Captagon'u Avrupa'ya ve bölgeye kaçırmayı amaçlıyordu. Şam ayrıca, Suriye içindeki bazı ülkelerin oynadığı son derece olumsuz rol nedeniyle bölgede daha fazla istikrarsızlık tohumları ekmek için bir üs olarak kullanıldı” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye'nin durumunun kökten değiştiğini ve gelecek vaat eden yeni bir ülke haline geldiğini vurgulayan eş-Şera, “Suriye ekonomik kalkınma yoluyla bölgenin istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayacaktır” dedi. Eş-Şera, tarım, sanayi ve ticaret gibi sektörlerde önemli bir merkez olacak olan Suriye'nin tarihi İpek Yolu üzerinde yer aldığını ve Doğu ile Batı arasındaki ticaretin yeniden gelişmesinin beklendiğini belirtti.

Eş-Şera, Batı'nın Suriye'ye bakışını bu açıdan yeniden gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.