​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih

​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih
TT

​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih

​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih

Cezayir Savunma Bakan Yardımcısı ve Genelkurmay Başkanı Ahmed Gaid Salih’in, ülkede hem sivil hem de askeri sistemin temel direği olduğu konusunda yaygın bir düşünce bulunuyor. Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika’ya olan güçlü bağlılığıyla tanınan Gaid, 2004 yılında Buteflika’nın ikinci kez seçilmesine itiraz eden Muhammed el-Amari'nin yerine Genelkurmay Başkanı olarak atandı. Amari, görev süresinin uzatılması konusunda Buteflika ile aynı fikirde değildi ve araları bozulmuştu. İronik olan ise Amari’nin, Buteflika'nın üçüncü kez adaylığını koyduğu 2009 yılında onu destekleyenler arasında en ön saflarda yer almasıydı!
Günümüzde ise Cumhurbaşkanı Buteflika'nın 5’inci kez aday olmasına karşı çıkan halk hareketinin ortasında özellikle gözlemcilerin çeşitli taraflara gönderdiği çok sayıda mesajın ardından ordu ve 80’ine merdiven dayayan Genelkurmay Başkanı’nın tutumunun ne olacağı merak ediliyor.
79 yaşındaki Savunma Bakan Yardımcısı ve Genelkurmay Başkanı Salih, şuan 18 Nisan’da yapılması planlanan ve Buteflika’nın 5’inci kez adaylığını koyarak halkın sokaklara dökülmesine neden olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin tartışmaların odağında bulunuyor. 26 Şubatta, Buteflika’nın adaylığına tam destek verdiğini açıklayan Salih, ülkenin güneyindeki 6’ıncı askeri bölgedeyken yüz binlerce protestocunun Buteflika’nın 5’inci dönemine karşı sokaklara döküldüğü gösterileri hedef alan ve devlet televizyonundan canlı olarak yayınlanan konuşmasında şunları söyledi:
 “Ordu, ulusal bağımsızlığın koruyucusu olma sıfatıyla ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğünün yanı sıra halkı tüm kötülüklerden ve her türlü tehlikeden korumakla görevlidir. Ordu taahhütlerine bağlı kalacaktır ve hiç kimsenin Cezayir halkı tarafından inşa edileni yok etmesine izin vermeyecektir”
Hükümette sözü geçen büyük bir askeri şahsiyet olan Salih sert bir üslupla, “Bazı Cezayirlilerin demokrasiyi tüketen, Cezayir’in çıkarlarına hizmet etmeyen veya refah içinde bir gelecek sunmayan güvensiz yollara ve bilinmezliğe doğru sürüklenmeleri kabul edilebilir mi?” dedi.
Salih’in açıklamaları, halk hareketinden yana olduğunu söylemesini bekleyen birçok kişiyi şoke etti.
Garip olay
Ancak göstericilere yönelik bu sert açıklamaların ardından garip bir şey oldu. Savunma Bakanlığı Enformasyon Genel Müdürlüğü tüm basın yayın kuruluşlarına bir mesaj göndererek Genelkurmay Başkanı’nın ateşli konuşmasının devlet televizyonunun internet sitesi de dahil olmak üzere tüm sitelerden kaldırılmasını istedi. Konuşmanın geri çekilmesinin nedenlerine ise değinilmedi. Ancak bu davranıştan açıkça anlaşılıyor ki, devletin büyük bir kısmı göstericilere yönelik bu açıklamalardan memnun kalmamışlardı. Olayın üzerinden neredeyse iki hafta geçti, ancak kimse bir açıklama da bulunmadı.
Güçlü “dayanak”
Aslında Salih, Buteflika yönetiminin sırtını dayadığı sağlam bir duvardır. Salih’i, Buteflika'nın yönetimde kalmasını sağlayan “güç” olarak gören gözlemciler, Cumhurbaşkanı’nın onun sayesinde 5’inci kez cumhurbaşkanlığına aday olduğunu düşünüyorlar. Gerçekten de medya Salih'i eleştirmeye cesaret edemiyor. Özel muhalif gazeteler dahi hakkındaki yolsuzluk şüphelerini dile getirmekten çekiniyorlar. Bununla birlikte ilerleyen yaşı sebebiyle askerler ve subaylar ondan “Salih amca” diye bahsediyorlar.
Ancak bu üst düzey subay, günden güne üslubunu değiştirerek medyada halk hareketiyle barış yapmak ister bir görüntü çizdi. Salih bir konuşmasında, “Ordu, coğrafi olarak yakın olduğumuz bazı ülkelerde yaşanan güvenlik karmaşasının yanı sıra ülkemize yönelik tehlike ve tehditlerin farkındadır. Bu farkındalık, ordumuzu çok daha anlayışlı ve uyanık kılıyor. Allah’ın izniyle ordumuz her zaman, Anayasa’ya uygun olarak, vatanımızın ve ulusun yüce çıkarlarının sadık bir koruyucusu olmaya devam edecek. Ordumuz, her koşulda ve durumda sorumluluklarını yerine getirecektir. Herkes Cezayir halkının güçlü olduğunu ve ordusuna güvendiğini biliyor” şeklinde konuştu.
Salih’in güvenlik ve komşu ülkelerdeki tehlikeler konusundaki normal tondaki konuşmasında bu kez, önceki konuşmalarındaki “başarılar” yer almazken Cumhurbaşkanı’na da herhangi bir atıfta bulunmadı.
Gözlemciler bu konuşmayı, Cumhurbaşkanı’nın görevde kalmasına karşı çıkan protesto gösterilerinin Salih cephesinde yankı bulduğu şeklinde okudular. Bu durum akıllara, “Eğer protestolar giderek büyürse Salih, Buteflika'dan vazgeçer mi? Yoksa böyle bir düşünce için henüz erken mi? Ordu komutasının halk protestolarının yanında olduğunu söylemek mümkün mü?” şeklinde soruları getirdi.
“Halk sıkıntıda!”
Öte yandan Cezayir Toplumsal Barış Hareketi lideri ve Cezayir Cumhurbaşkanı adayı Abdurrezzak Makri, söz konusu açıklamalarının ardından Salih’e seslenerek, “Sözleriniz farklı yorumlara neden oluyor. Halkın yanında mısınız yoksa onları tehdit mi ediyorsunuz? Neyi kast ederseniz edin, kamu düzeni ve ülkenin istikrarına yönelik tek tehlikenin, sizinde parçası olduğunuz siyasi sistem olduğunu bilmelisiniz. Bildiğiniz gibi yönetim kadrosu, ülkenin istikrarını tehdit ediyor. Devleti, mafyavari ailelere dönüştüren büyük bir yolsuzlukla karşı karşıyayız. Babadan oğula geçen bir miras gibi devam eden yolsuzluk sorunu istisnasız tüm devlet kurumları ve yönetim kadrolarını sarmış durumda. Bununla birlikte oyunun içinde ayrıcalıklarla servet kazanan, dış uzantılarıyla ülkeyi dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı açık hale getiren zenginler de bulunuyor. Yönetim tarafından kasıtlı olarak siyasi fanatizm için ülkenin dört bir yanını küçük - büyük yolsuzluk ağları sarmış durumda. Bu da çalışmaları, üretimi ve adil rekabeti öldürüyor” dedi.
Makri şöyle devam etti:
“Yönetimin merkezine yerleşen yolsuzluk, zayıf hükümetlere, yozlaşmaya, seçimlerde hile yapılmasına neden olurken adalet, gözetim, bilgi ve sivil toplum kurumlarının yanı sıra partiler gibi kamuyla ilgili her yerde bozulmaların yaşanmasına katkıda bulundu. Yolsuzluk, ülke ekonomisinin çöküşü demektir. Ülke iflas ettiğinde askeriyeyi ayakta tutan devasa bütçe, vatandaşların omzuna binen büyük bir yüke dönüşecek. Ardından siz veya sizden sonra gelenler, askerlerin maaşlarını ödemede, silahların bakımında büyük zorluklarla karşılaşacaksınız. Bu da sınırların korunmasında zafiyete neden olacak. Yolsuzluk, yabancıların ülkemiz üzerinde nüfuz sahibi olması ve vesayet kurması demektir. Sayın Genelkurmay Başkanı, insanların bu siyasi sistemle olan sıkıntılarını barışçıl bir şekilde ifade etmeleri herkesin bu sorunları düzeltmesi ve kontrol etmesi için fırsat sunuyor. Eğer bunu anlamıyorsanız, siz de bu sorunun önemli bir parçasısınız demektir.”
Askeriye ve parlamento yönetimi
Öte yandan hükümet sisteminde sivil-asker ilişkisi üzerine birçok yazısı bulunan sivil-askeri ilişkiler uzmanı Dr. Muhammed Dahuş yaptığı değerlendirmede, Cumhurbaşkanı Buteflika’nın hastalığı döneminde görevlerini yerine getirememesi sebebiyle Genelkurmay Başkanı Salih’in rolü ve etkisinin arttığını ve yetkilerini teknik boyuttan (Ordu Komutanlığı) siyasi boyuta (Savunma Bakan Yardımcılığı ve Bakanlar Kurulu üyeliği) genişlettiğini söyledi.
Milli Savunma Bakan Yardımcılığı yetkilerine ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin bu görev kapsamında tüm belge ve kararlara imza yetkisinin yanı sıra Savunma Bakanlığıyla ilgili yazışmaları yapmasına izin verdiğini söyleyen Dr. Dahuş, Savunma Bakanlığı'nın çeşitli devlet kurumlarıyla ilişkilerinin yanı sıra Bakanlığın mali ve ekonomik sorunlarının çözülmesi ve bütçesinin hazırlanmasının da bakan yardımcısının görevleri arasında olduğunu söyledi. Dahuş bakan yardımcısının ayrıca, Savunma Bakanlığına bağlı insan kaynakları politikasını hazırladığını ve uyguladığını bununla birlikte memurların dönüşüm ve hareket planlarını düzenlediğini belirtti. Dahuş, bakanlığın anlaşmalarını inceleyen komisyonuna başkanlık eden bakan yardımcısının bunları Milli Savunma Bakanı’na bakanlıktaki üst düzey mevkilere atama önerileri sunduğunu da kaydetti.
Cezayir'de sivillerle ordu arasındaki ilişkilere dair beklentilerle ilgili olarak ise Dr. Dahuş, siyasi iktidar ile ordu arasındaki ilişkilerin, demokratik bir ortamda dengeli sivil-askeri ilişkileri kurulmasını kabul ettiğini belirterek silahlı kuvvetlerin yürütme ve parlamento makamlarıyla arasında ilişkinin dengeli olması gerektiğini vurguladı. Barış veya savaş durumlarında askeriyenin sorumluluk alanları ve komuta zincirinin belirlenmesi gerektiğini ifade eden Dahuş, sivil bir yapı olan Milli Savunma Bakanlığı’nın hükümet içerisinde orduyu temsil ettiğini de sözlerine ekledi. Ülkedeki savaş veya acil durumları ilan etme yetkisinin parlamentoda olduğunu belirten Dahuş, üst düzey askeri komutanların atamalarının yanı sıra askeriyenin bütçesinin de parlamento tarafından onaylandığının altını çizdi.
Cezayir'deki sivil-askeri ilişkilere ışık tutmaya devam eden Dr. Dahuş, ülkede bağımsızlığın ilan edilmesi ve yasama yönetiminin kurulmasından bu yana ordu bütçesi ve harcamalarının parlamento tarafından takip edildiğini bu görevin asla bir komutana verilmediğini söyledi. Parlamentoda orduyu sınırlandırmak amacıyla ulusal bir savunma komisyonu kurulmasına rağmen, ordu ile devleti temsil eden kurumlar arasındaki ilişkide hiçbir değişikliğin olmadığına dikkati çeken Dahuş, dahası Cezayir parlamentosunun savaş veya acil durum ilan etme ve kıdemli askeri komutanlar atama gibi üst düzey demokratik uygulamalara ulaşamadığını da sözlerine ekledi. Silahlı kuvvetlerin baş komutanı olan cumhurbaşkanının özel yetkilerinin ordunun iktidarda söz sahibi olmasında önemli rol oynadığını söyleyen Dahuş, bu nedenle demokratik sürecin henüz tamamlanmadığını ve seçimlerin güvenilirliğine gölge düşüren sahtekarlık suçlamaları nedeniyle hala yarım kalmaya devam ettiğini kaydetti.
Ahmed Gaid Salih kimdir?
13 Ocak 1940 yılında Cezayir’in beşinci büyük şehri Batna’nın Ayn Yakut ilçesinde doğan Salih, 17 yaşında Fransız sömürgeciliğine karşı bağımsızlık mücadelesine katıldı. Ağustos 1957'de katıldığı orduda 21, 29 ve 39'uncu birliklerin komutanlıklarına getirildi.
Rusya’daki askeri bir akademiden mezun olan Salih, orduda çok sayıda görev aldıktan sonra 1993 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. 1994 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. 2004 yılında ise Genelkurmay Başkanlığı’na getirildi. 2006 yılında Tuğgeneralliğe yükseldi. 15 Eylül 2013 tarihinde Milli Savunma Bakan Yardımcılığı görevi verildi. Birçok madalyası da bulunan Salih, evli ve yedi çocuk babasıdır.



Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  
TT

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Tarih boyunca şahit olunan başlıca olgulardan biri; adaletsizliğin faillerinin kendilerini temize çıkarıp, mağdurları suçlayarak eylemsizliklerini ve kötülüğü haklı çıkarmaya çalışmasıdır. Omicron varyantının ortaya çıkmasından Afrikalıların sorumlu olduğu iddiaları, dünyanın kuzey ülkelerinde aşı kullanımında isteksizlik ve Güneydeki ülkelerin düşük aşılanma seviyeleri, 2021 yılında bu utanç verici hikâyenin bir kez daha tekrarlandığını gösteriyor.  
Omicron Afrika'nın suçu değildir; temel sorumluluk, yüz milyonlarca aşıyı stoklayıp, tüm uyarılara rağmen, dünyanın en savunmasız bölgelerinin aşılanması ve virüsün mutasyonları konusunda çok az şey yapan zengin ülkelerin yönetimlerindedir.  
Kritik sorun, Afrika'daki hükümetlerin aşıları yasaklaması ya da ihtiyatlı yaklaşması değil, Afrika'nın aşılara erişememesidir. Elbette aşı karşıtları dünyanın her yerinde kaos yaymaya çalışıyor. Bununla birlikte, Afrika ve Asya ziyaretlerimde, unutamadığım sahne; bir anne ve çocuklarının, aşılanmak için kilometrelerce yol kat edip günlerce beklemesiydi. O anne, çocuk felci, difteri ve tüberküloz gibi hastalıklar karşısında, ailesinin hayatta kalmak için en iyi şansının aşı olmak olduğunun farkındaydı. O annenin kararlılığı ve tıbbın hayat kurtarıcı gücüne olan inancı, ihtiyacının karşılanması için icabet edilmesi gereken ahlaki bir çağrı anlamına gelir. 
Son zamanlarda yeni bir salgınla karşı karşıya olmamız bize pratik bir zorunluluğu hatırlatıyor: dünya genelinde aşılamada başarısız olursak ailelerimizi ve toplumlarımızı da yüzüstü bırakmış olacağız. Virüsün serbestçe mutasyona uğramasına izin vererek, tamamen aşılanmış olanlara bile musallat olmasına katkı sunmuş oluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, bu yılın eylül ayına kadar, yaklaşık 200 milyon vaka artışı ve 5 milyon ölü sayısı öngörüyor. Bu durum bize şu karamsar söylemi hatırlatıyor; hiçbir yerde kimse korku içinde yaşamasın diye, herkes her yerde korku içinde yaşayacak.  
 Bir ‘korona’ krizinden başka bir ‘korona’ krizine geçmek yerine, 2022 yılını, virüse karşı tam kontrol yılı yapma kararlılığını göstermeliyiz. Seçeneklerimiz tüm dünyanın aşılanmasıyla sınırlı tutulamaz. Nitekim şu anda tüm dünyayı aşılamaya yetecek kadar aşı üretiyoruz. Mevcut üretilmiş aşı miktarı 11,1 milyar doz civarında ve haziran ayına kadar bu sayı yaklaşık 19,8 milyar doza ulaşacak. Ancak buradaki en önemli ve kabul edilemez sorun, dağıtılan milyarlarca aşının yalnızca yüzde 0,9'unun düşük gelirli ülkelerde kullanılmasıdır. Aşıların yüzde 70'i yüksek ve orta gelirli ülkelerde dağıtıldı. Yine testlerin sadece yüzde 0,5'i düşük gelirli ülkelerde yapıldı. Bu ülkelerde, bırakın solunum cihazını, ciddi anlamda temel tıbbi ekipman sıkıntısı yaşanıyor.  
Dünya genelinde tahmini 500 milyon yoksul insan, zorunlu sağlık hizmetleri ödemeleri nedeniyle aşırı yoksulluğa itiliyor.  
Düşük gelirli ülkelerde aşılanma oranları ortalama yüzde 4,8, Afrika genelinde bu oran yüzde 9,96 olarak kayda geçmiş durumda.  Bu kasvetli bir tabloyu yansıtıyor, kuzey ülkelerine kıyasla çok daha düşük maliyetlerle güney ülkelerinde aşılama yapabiliriz. Bu utanç kaynağı eşitsizlik sadece tıbbi bir başarısızlık olarak değil, bizim için ahlaki bir düşüşü göstermektedir.  
2022'de bizi bekleyen en büyük küresel zorluk, dünyanın zenginleri ile korunmasız yoksulları arasındaki büyük uçurumu kapatmak için finansman sağlayarak bu utancı ortadan kaldırmamızdadır. Küresel sağlık çabalarını desteklemeli ve gerekli finansmanı sağlamalıyız.  
Küresel ekonominin 1,1 trilyon dolarla desteklendiği 2009 mali kriziyle ilgili deneyimlerimden biliyorum. İngiltere olarak, özellikle sağlık alanında istihdamı arttırmaya yönelmiştik. İngiltere’nin vatandaşlarının istihdamına yönelik bu vizyonu, dünya geneli için örneklik teşkil etmeye adaydır.  Mevcut her sağlık uzmanını istihdam etmeli, aşı ve ilaç çalışmaları ile muteber dağıtım ajanslarını desteklemeliyiz. Coca-Cola'nın haritalarda yer almayan en ücra yerlere ulaşması gibi, Pfizer'in de gerekirse drone’lar aracılığı ile aşıları her yere ulaştırması lazımdır. Böylelikle daha önce hiç aşı olmamış yetişkinlerin aşıya kavuşması sağlanabilir.  
Dünyadaki en zengin ekonomiler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 23.4 milyar dolarlık acil taleplerine yanıt vermelidir.  
Bunun içinde, Kovid-19 salgınına karşı küresel aşı ve tedavi programının (ACT Accelerator) aciliyet içeren 1,5 milyar dolarlık fonu da yer almaktadır. Bu miktar çok yüksek görünebilir, ancak Koronavirüs salgının 2025 yılına kadar dünya ekonomisinde neden olacağı 5,3 trilyon dolarlık zarardan 200 kat daha küçüktür. 23 milyar dolar, kuzeydeki her vatandaş haftada 10 pence (pens) öderse bu meblağ karşılanabilir. Bu tarihteki en önemli yatırımlardan biri olacaktır. Tabi ki yaşam ve ölüm arasında fark yaratmanın, en ucuz bisküvi paketi fiyatından çok daha değerli olduğuna şüphe yok.  

Kovid-19 aşısı ve tedavi yöntemlerine eşit erişim için 23 milyar dolar gerekiyor, buna ek olarak; araştırmaları sürdürmek ve tedavilerin uygulanmasında dahili kapasite oluşturmak için 24 milyar dolara gereksinim var.  
Ayrıca, üç bağımsız kuruluş tarafından önerilen yıllık 10 milyar doları kapsayacak uzun vadeli finansman kaynağına ihtiyaç var. ABD Başkanı Joe Biden'in önümüzdeki aylarda davet edeceği Aşı Konferansı'nda bu meblağların taahhüt edilmesi, gelecekteki salgınları önlemek aşısından son derece önemli olacaktır.  
Öncelikle, uluslararası toplum olarak, tıpkı 1960'larda dünya genelindeki çiçek hastalığını ortadan kaldırmak için yaptığımız gibi, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nın barışı koruma operasyonlarını finanse ettiği gibi, maliyetlerin ülkeler arasında adil bir şekilde paylaştırıldığı bir formül üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Halihazırda, küresel sağlık finansmanı, bağış toplama kampanyalarıyla sağlanmaya çalışılıyor. Bunun yerine daha ciddi girişimlerin yapılması zorunludur. Bulaşıcı hastalıkların kontrolü için öncelikle DSÖ ve küresel sağlık çabaları, adil bir dağılımla ortak bir şekilde finanse edilmelidir. ABD ve Avrupa Birliği, maliyetlerin yaklaşık yüzde 25'ini sağlamalı, geri kalan ülkeler ödeme güçlerine göre katkılar sunmalıdır.  
İkinci olarak, koronavirüs salgının göz önüne serdiği, küresel sağlık sisteminin eksiklerinin bir an önce giderilmesine yönelik girişimler gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü salgınla mücadelesinde düşük kaynaklara sahipken, IMF ve kalkınma bankaları para kaynaklarının büyük çoğunluğuna hükmetmektedir. IMF’nin kaynaklarından 10 milyar doları yeni bir aşılama faaliyeti için ayırması lazımdır. Yine uzun vadede 100 milyar dolarlık bir fonun, küresel sağlık mekanizmasını iyileştirmek ve muhtemel salgınlara hazırlanmak için tahsis edilmesi gerekir.  
Üçüncü olarak, ihtiyaç duyulan finansman kaynaklarının sağlanmasında, kuzey ülkelerinin ortak para rezervlerinin kullanılmasına odaklanmalıyız. Sadece başlangıçta 2 milyar dolar ayırarak, en yoksul ülkelerin sağlık sistemlerine katkı sunmamız mümkün olacaktır.  
Son olarak, BM Küresel Sağlık Girişimi, 2006'dan bu yana küresel sağlıkla ilgili uluslararası havayolu vergilerinden yaklaşık 1,25 milyar dolar toplayabilmişti. Bu dayanışmanın benzerini, uluslararası ticari faaliyetlerin normale dönmesinden fayda sağlayacak olan şirketlerden talep edebiliriz. Bu şirketler, koronavirüs salgınıyla baş etme çabalarına katkı sunmalıdır.  
Umut kırılgan bir bileşendir. Bazı ülkelerde stoklardaki aşılar heba olurken, bazı ülkelerin aşıya umutsuzca ihtiyaç duyması umudu öldürebilir. Zengin ülkeler yoksul ülkelere yönelik kendi resmi taahhütlerini yerine getirmezse, kar etmenin insan hayatından öncelikli olduğu düşünülebilir. Ancak bu yıl umut tekrar canlanabilir.  
Bir zamanlar imkânsız görünen şey bugün mümkün olabilir. Önce bir zengin ülkenin katkıları, ardından iki ülkenin, sonra altı ülkenin, derken herkes bu ölümcül hastalığın yayılmasını durdurmak için birleşecektir. Sadece ölümlerin önüne geçmek için değil, tüm insanların yaşamına eşit değer verdiğimizi göstermek için bu böyle olacaktır.   
Bu dayanışma eylemleriyle, Afrika’daki binlerce yoksul anne, 2020 ve 2021'de sınavı kaybeden dünyanın, 2002’de birleştiğini ve kendilerine yardım ettiğini görecektir. O anneler, bizim de başkalarının acısını hissettiğimizi ve kendimizden daha büyük bir şeylere inandığımızı hissedecektir.