​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih

​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih
TT

​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih

​Buteflika yönetiminin güçlü dayanağı: Cezayir Genelkurmay Başkanı Gaid Salih

Cezayir Savunma Bakan Yardımcısı ve Genelkurmay Başkanı Ahmed Gaid Salih’in, ülkede hem sivil hem de askeri sistemin temel direği olduğu konusunda yaygın bir düşünce bulunuyor. Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika’ya olan güçlü bağlılığıyla tanınan Gaid, 2004 yılında Buteflika’nın ikinci kez seçilmesine itiraz eden Muhammed el-Amari'nin yerine Genelkurmay Başkanı olarak atandı. Amari, görev süresinin uzatılması konusunda Buteflika ile aynı fikirde değildi ve araları bozulmuştu. İronik olan ise Amari’nin, Buteflika'nın üçüncü kez adaylığını koyduğu 2009 yılında onu destekleyenler arasında en ön saflarda yer almasıydı!
Günümüzde ise Cumhurbaşkanı Buteflika'nın 5’inci kez aday olmasına karşı çıkan halk hareketinin ortasında özellikle gözlemcilerin çeşitli taraflara gönderdiği çok sayıda mesajın ardından ordu ve 80’ine merdiven dayayan Genelkurmay Başkanı’nın tutumunun ne olacağı merak ediliyor.
79 yaşındaki Savunma Bakan Yardımcısı ve Genelkurmay Başkanı Salih, şuan 18 Nisan’da yapılması planlanan ve Buteflika’nın 5’inci kez adaylığını koyarak halkın sokaklara dökülmesine neden olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin tartışmaların odağında bulunuyor. 26 Şubatta, Buteflika’nın adaylığına tam destek verdiğini açıklayan Salih, ülkenin güneyindeki 6’ıncı askeri bölgedeyken yüz binlerce protestocunun Buteflika’nın 5’inci dönemine karşı sokaklara döküldüğü gösterileri hedef alan ve devlet televizyonundan canlı olarak yayınlanan konuşmasında şunları söyledi:
 “Ordu, ulusal bağımsızlığın koruyucusu olma sıfatıyla ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğünün yanı sıra halkı tüm kötülüklerden ve her türlü tehlikeden korumakla görevlidir. Ordu taahhütlerine bağlı kalacaktır ve hiç kimsenin Cezayir halkı tarafından inşa edileni yok etmesine izin vermeyecektir”
Hükümette sözü geçen büyük bir askeri şahsiyet olan Salih sert bir üslupla, “Bazı Cezayirlilerin demokrasiyi tüketen, Cezayir’in çıkarlarına hizmet etmeyen veya refah içinde bir gelecek sunmayan güvensiz yollara ve bilinmezliğe doğru sürüklenmeleri kabul edilebilir mi?” dedi.
Salih’in açıklamaları, halk hareketinden yana olduğunu söylemesini bekleyen birçok kişiyi şoke etti.
Garip olay
Ancak göstericilere yönelik bu sert açıklamaların ardından garip bir şey oldu. Savunma Bakanlığı Enformasyon Genel Müdürlüğü tüm basın yayın kuruluşlarına bir mesaj göndererek Genelkurmay Başkanı’nın ateşli konuşmasının devlet televizyonunun internet sitesi de dahil olmak üzere tüm sitelerden kaldırılmasını istedi. Konuşmanın geri çekilmesinin nedenlerine ise değinilmedi. Ancak bu davranıştan açıkça anlaşılıyor ki, devletin büyük bir kısmı göstericilere yönelik bu açıklamalardan memnun kalmamışlardı. Olayın üzerinden neredeyse iki hafta geçti, ancak kimse bir açıklama da bulunmadı.
Güçlü “dayanak”
Aslında Salih, Buteflika yönetiminin sırtını dayadığı sağlam bir duvardır. Salih’i, Buteflika'nın yönetimde kalmasını sağlayan “güç” olarak gören gözlemciler, Cumhurbaşkanı’nın onun sayesinde 5’inci kez cumhurbaşkanlığına aday olduğunu düşünüyorlar. Gerçekten de medya Salih'i eleştirmeye cesaret edemiyor. Özel muhalif gazeteler dahi hakkındaki yolsuzluk şüphelerini dile getirmekten çekiniyorlar. Bununla birlikte ilerleyen yaşı sebebiyle askerler ve subaylar ondan “Salih amca” diye bahsediyorlar.
Ancak bu üst düzey subay, günden güne üslubunu değiştirerek medyada halk hareketiyle barış yapmak ister bir görüntü çizdi. Salih bir konuşmasında, “Ordu, coğrafi olarak yakın olduğumuz bazı ülkelerde yaşanan güvenlik karmaşasının yanı sıra ülkemize yönelik tehlike ve tehditlerin farkındadır. Bu farkındalık, ordumuzu çok daha anlayışlı ve uyanık kılıyor. Allah’ın izniyle ordumuz her zaman, Anayasa’ya uygun olarak, vatanımızın ve ulusun yüce çıkarlarının sadık bir koruyucusu olmaya devam edecek. Ordumuz, her koşulda ve durumda sorumluluklarını yerine getirecektir. Herkes Cezayir halkının güçlü olduğunu ve ordusuna güvendiğini biliyor” şeklinde konuştu.
Salih’in güvenlik ve komşu ülkelerdeki tehlikeler konusundaki normal tondaki konuşmasında bu kez, önceki konuşmalarındaki “başarılar” yer almazken Cumhurbaşkanı’na da herhangi bir atıfta bulunmadı.
Gözlemciler bu konuşmayı, Cumhurbaşkanı’nın görevde kalmasına karşı çıkan protesto gösterilerinin Salih cephesinde yankı bulduğu şeklinde okudular. Bu durum akıllara, “Eğer protestolar giderek büyürse Salih, Buteflika'dan vazgeçer mi? Yoksa böyle bir düşünce için henüz erken mi? Ordu komutasının halk protestolarının yanında olduğunu söylemek mümkün mü?” şeklinde soruları getirdi.
“Halk sıkıntıda!”
Öte yandan Cezayir Toplumsal Barış Hareketi lideri ve Cezayir Cumhurbaşkanı adayı Abdurrezzak Makri, söz konusu açıklamalarının ardından Salih’e seslenerek, “Sözleriniz farklı yorumlara neden oluyor. Halkın yanında mısınız yoksa onları tehdit mi ediyorsunuz? Neyi kast ederseniz edin, kamu düzeni ve ülkenin istikrarına yönelik tek tehlikenin, sizinde parçası olduğunuz siyasi sistem olduğunu bilmelisiniz. Bildiğiniz gibi yönetim kadrosu, ülkenin istikrarını tehdit ediyor. Devleti, mafyavari ailelere dönüştüren büyük bir yolsuzlukla karşı karşıyayız. Babadan oğula geçen bir miras gibi devam eden yolsuzluk sorunu istisnasız tüm devlet kurumları ve yönetim kadrolarını sarmış durumda. Bununla birlikte oyunun içinde ayrıcalıklarla servet kazanan, dış uzantılarıyla ülkeyi dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı açık hale getiren zenginler de bulunuyor. Yönetim tarafından kasıtlı olarak siyasi fanatizm için ülkenin dört bir yanını küçük - büyük yolsuzluk ağları sarmış durumda. Bu da çalışmaları, üretimi ve adil rekabeti öldürüyor” dedi.
Makri şöyle devam etti:
“Yönetimin merkezine yerleşen yolsuzluk, zayıf hükümetlere, yozlaşmaya, seçimlerde hile yapılmasına neden olurken adalet, gözetim, bilgi ve sivil toplum kurumlarının yanı sıra partiler gibi kamuyla ilgili her yerde bozulmaların yaşanmasına katkıda bulundu. Yolsuzluk, ülke ekonomisinin çöküşü demektir. Ülke iflas ettiğinde askeriyeyi ayakta tutan devasa bütçe, vatandaşların omzuna binen büyük bir yüke dönüşecek. Ardından siz veya sizden sonra gelenler, askerlerin maaşlarını ödemede, silahların bakımında büyük zorluklarla karşılaşacaksınız. Bu da sınırların korunmasında zafiyete neden olacak. Yolsuzluk, yabancıların ülkemiz üzerinde nüfuz sahibi olması ve vesayet kurması demektir. Sayın Genelkurmay Başkanı, insanların bu siyasi sistemle olan sıkıntılarını barışçıl bir şekilde ifade etmeleri herkesin bu sorunları düzeltmesi ve kontrol etmesi için fırsat sunuyor. Eğer bunu anlamıyorsanız, siz de bu sorunun önemli bir parçasısınız demektir.”
Askeriye ve parlamento yönetimi
Öte yandan hükümet sisteminde sivil-asker ilişkisi üzerine birçok yazısı bulunan sivil-askeri ilişkiler uzmanı Dr. Muhammed Dahuş yaptığı değerlendirmede, Cumhurbaşkanı Buteflika’nın hastalığı döneminde görevlerini yerine getirememesi sebebiyle Genelkurmay Başkanı Salih’in rolü ve etkisinin arttığını ve yetkilerini teknik boyuttan (Ordu Komutanlığı) siyasi boyuta (Savunma Bakan Yardımcılığı ve Bakanlar Kurulu üyeliği) genişlettiğini söyledi.
Milli Savunma Bakan Yardımcılığı yetkilerine ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin bu görev kapsamında tüm belge ve kararlara imza yetkisinin yanı sıra Savunma Bakanlığıyla ilgili yazışmaları yapmasına izin verdiğini söyleyen Dr. Dahuş, Savunma Bakanlığı'nın çeşitli devlet kurumlarıyla ilişkilerinin yanı sıra Bakanlığın mali ve ekonomik sorunlarının çözülmesi ve bütçesinin hazırlanmasının da bakan yardımcısının görevleri arasında olduğunu söyledi. Dahuş bakan yardımcısının ayrıca, Savunma Bakanlığına bağlı insan kaynakları politikasını hazırladığını ve uyguladığını bununla birlikte memurların dönüşüm ve hareket planlarını düzenlediğini belirtti. Dahuş, bakanlığın anlaşmalarını inceleyen komisyonuna başkanlık eden bakan yardımcısının bunları Milli Savunma Bakanı’na bakanlıktaki üst düzey mevkilere atama önerileri sunduğunu da kaydetti.
Cezayir'de sivillerle ordu arasındaki ilişkilere dair beklentilerle ilgili olarak ise Dr. Dahuş, siyasi iktidar ile ordu arasındaki ilişkilerin, demokratik bir ortamda dengeli sivil-askeri ilişkileri kurulmasını kabul ettiğini belirterek silahlı kuvvetlerin yürütme ve parlamento makamlarıyla arasında ilişkinin dengeli olması gerektiğini vurguladı. Barış veya savaş durumlarında askeriyenin sorumluluk alanları ve komuta zincirinin belirlenmesi gerektiğini ifade eden Dahuş, sivil bir yapı olan Milli Savunma Bakanlığı’nın hükümet içerisinde orduyu temsil ettiğini de sözlerine ekledi. Ülkedeki savaş veya acil durumları ilan etme yetkisinin parlamentoda olduğunu belirten Dahuş, üst düzey askeri komutanların atamalarının yanı sıra askeriyenin bütçesinin de parlamento tarafından onaylandığının altını çizdi.
Cezayir'deki sivil-askeri ilişkilere ışık tutmaya devam eden Dr. Dahuş, ülkede bağımsızlığın ilan edilmesi ve yasama yönetiminin kurulmasından bu yana ordu bütçesi ve harcamalarının parlamento tarafından takip edildiğini bu görevin asla bir komutana verilmediğini söyledi. Parlamentoda orduyu sınırlandırmak amacıyla ulusal bir savunma komisyonu kurulmasına rağmen, ordu ile devleti temsil eden kurumlar arasındaki ilişkide hiçbir değişikliğin olmadığına dikkati çeken Dahuş, dahası Cezayir parlamentosunun savaş veya acil durum ilan etme ve kıdemli askeri komutanlar atama gibi üst düzey demokratik uygulamalara ulaşamadığını da sözlerine ekledi. Silahlı kuvvetlerin baş komutanı olan cumhurbaşkanının özel yetkilerinin ordunun iktidarda söz sahibi olmasında önemli rol oynadığını söyleyen Dahuş, bu nedenle demokratik sürecin henüz tamamlanmadığını ve seçimlerin güvenilirliğine gölge düşüren sahtekarlık suçlamaları nedeniyle hala yarım kalmaya devam ettiğini kaydetti.
Ahmed Gaid Salih kimdir?
13 Ocak 1940 yılında Cezayir’in beşinci büyük şehri Batna’nın Ayn Yakut ilçesinde doğan Salih, 17 yaşında Fransız sömürgeciliğine karşı bağımsızlık mücadelesine katıldı. Ağustos 1957'de katıldığı orduda 21, 29 ve 39'uncu birliklerin komutanlıklarına getirildi.
Rusya’daki askeri bir akademiden mezun olan Salih, orduda çok sayıda görev aldıktan sonra 1993 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. 1994 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. 2004 yılında ise Genelkurmay Başkanlığı’na getirildi. 2006 yılında Tuğgeneralliğe yükseldi. 15 Eylül 2013 tarihinde Milli Savunma Bakan Yardımcılığı görevi verildi. Birçok madalyası da bulunan Salih, evli ve yedi çocuk babasıdır.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.