Kaçakçılık yolları: Mısır ve Libya arasındaki terörizm haritası

Kaçakçılık yolları: Mısır ve Libya arasındaki terörizm haritası
TT

Kaçakçılık yolları: Mısır ve Libya arasındaki terörizm haritası

Kaçakçılık yolları: Mısır ve Libya arasındaki terörizm haritası

Mısır güvenlik güçlerinin kaçakçılık oranlarını azaltma konusunda son iki yıl boyunca elde ettiği başarılara rağmen, her türlü aktif silah kaçakçılığının yapıldığı Mısır ve Libya arasındaki yaklaşık 1100 kilometrelik sınırda, Mısır devletini her zaman rahatsız eden sorunlardan biri olmaya devam ediyor.
Verimli bölge ve güvenlik kaosu
Mısır ve Libya arasındaki geniş coğrafi sınırların doğası ve bu sınırlar içerisinde bulunan dağlar, mağaralar ve kum tepeleri, kaçakçılık olayları için oldukça verimli bir zemin oluşturuyor. Bu olaylar, 2011'de Kahire'de Hüsnü Mübarek ve Libya'da Muammer Kaddafi rejimlerinin yıkılmasıyla sonuçlanan hadiselerin ardından daha da arttı.
O zamandan bu yana iki komşu ülkede yaşanan güvenlik kaosu, silahların kontrolsüz bir şekilde yayılması ve kaçakçı çetelerin sınırda çoğalması, her iki ülkenin de ulusal güvenliğini tehlikeye atıyor.


2011'den sonra Mısır ve Libya sınırları arasındaki kaçakçılık operasyonlarında artış gözlendi (Mısır Silahlı KuvvetleriSözcüsü’nün resmi Facebook sayfası)

6 milyon silah
Birleşmiş Milletler’in (BM) 2011 yılı tahminlerine göre, Libya'da devletin kontrolü dışında 6 milyon kadar silah bulunuyor. Bu durum iki ülke arasındaki güvenlik hattı risklerini bütün bölgenin güvenliğini tehdit edecek şekilde genişletiyor. Bu hususta Mısır resmi makamlarından ardı sıra uyarılarda bulunuldu ve Mısır silahlı kuvvetleri tarafından bir dizi geniş çaplı operasyon gerçekleştirildi.
Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (Chatham House) tarafından 2017 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre silahlı gruplar ve kaçakçılar,iki ülkenin sınırlarının tanık olduğu güvenlik kaosu dönemlerinde, Kahire'nin batı sınırındaki sızıntıları önlemeye yönelik güvenlik önlemlerinin sıkılaştırılmasına rağmen Mısır topraklarına ulaşmak için yeni yollar bulabildiler.

3 kaçakçılık güzergahı
Araştırmaya göre, bu bölgede kullanılan 3 adet kaçakçılık rotası bulunuyor. Bu yollardan birincisi, kuzey tarafından Libya’daki İmsaad ile Mısır’daki Sallum şehri arasında yer alıyor. İkinci yol, Libya’daki Jaghbub Vahası sınırından Mısır’ın Vadi Cedid iline doğru uzanıyor. Bu rotalardan üçüncüsü ise batı sınırının güneyinde Mısır, Libya ve Sudan arasındaki Uveynat Dağı’nda yer alıyor.
Ticaretten kaçakçılığa
Britannica Ansiklopedisi’ne göre, Mısır-Libya sınırının sarp yollar üzerinden kat edilmesi her iki bölge sakinleri için yeni bir şey değil. Mısır sınırlarının çok eski zamanlara uzanan derin bir tarihi bulunuyor. Sınırın iki tarafında çağlar boyunca Libyalı kabileler ve Mısır hükümdarları bulundular. Ayrıca coğrafyanın dayattığı uzun göç dönemleri boyunca karşılıklı hareketliliğinin etkileri kristalleşti.
Ansiklopediye göre, iki ülkenin sınırları arasındaki hareketin doğal bir şekilde iç içe geçmesi kabilelerin yayılmasına yol açtı. 1920'lerden önce doğu Libya ile e batı Mısır halkı arasında hiçbir engel veya ayrım bulunmuyordu; bilakis bölge yalnızca coğrafi olarak değil, aynı zamanda demografik olarak da doğal bir uzanımdı. Bölge, birçok Arap kabilesine ev sahipliği yapmanın yanı sıra,ticari konvoylar ve hacı kafileleri için de kullanılan bir geçiş olarak kaldı.
1920 yılının Nisan ayında sırasıyla Mısır ve Libya’yı sömürgeleştiren İngiltere ile İtalya arasında Milner-Scialoja Anlaşması imzalandı. Anlaşmayı, İngiliz Sömürge Bakanı Vikont Milner ve İtalya Dışişleri Bakanı Vittorio Scialoja imzaladılar. Bu anlaşma, Libya ile Mısır arasında hayali sınırların kurulmasına neden oldu. Nitekim İtalya ve İngiltere  vardıkları anlaşmada, Mısır'ın kuzey sınırının başlangıç ​​noktasının Sallum’un batısında bulunan Burka olarak belirlenmesini kabul etti. Bunun ardından Jaghbub vahası İtalyan topraklarına dahil oldu ve böylece iki ülke arasındaki sınır bin kilometreden daha fazla bir mesafeye uzandı.
İki ülkenin halkı arasında demografik iç içe geçişlik ve doğal uzanım göz önüne alındığında,ülkeler arasındaki göç ve ticareti hareketlilik devam etti. Bu durum, 1931 yılının Eylül ayında Ömer el-Muhtar’ın idam edilmesine dek böyle devam etti. Nitekim İtalyan savaş arşivleri, Libyalı direnişçilerin ve mücahitlerin, İtalyan sömürüsüne karşıt direniş dönemlerinde Mısır derinliğine dayandıklarını ve Mısır sınırı yoluyla üç binden fazla silah temin ettiklerini ve destek aldıklarını kaydediyor.


Batı Sahra'daki operasyonlar sırasında yoğun bir şekilde konuşlandırılan Mısır kuvvetleri (Mısır Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü’nün resmi Facebook sayfası)

50’li ve 60’lı yıllar boyunca bölgede tanık olunan bağımsızlık dalgasının ardından, Libya ve Mısır arasındaki ilişkiler işgal güçlerinin vesayetinden uzak bir şekilde düzene girdi. Öte yandan, sınırın her iki yakası arasında mal kaçakçılığından uyuşturucu, insan ve silah kaçakçılığına kadar çeşitli kaçakçılık operasyonları yapıldı.
Libya sınırındaki yerel ve uluslararası kaçakçılık çeteleri 2011 yılında Muammer Kaddafi rejiminin düşmesiyle birlikte, komşu ülkelerle faaliyetlere başladılar. Kaddafi rejiminin sembol isimlerinden biri olan Ahmed Kaddafi el-Dem Independent Arabia'ya verdiği bir röportajında, Libya’nın komşusu olan bütün devletlerin sınırlarının istisnasız bir şekilde açık bir dosya ve canlı bir mesele olduğunu söylemişti. Bu durum, uzun yıllar boyunca bu alanlardan yapılan silah kaçakçılığı, militan sızıntıları dolayısıyla terör operasyonlarının artmasına sebep oldu ve ülkenin ulusal güvenliğini tehdit eden en önde gelen meseleler arasında yer aldı. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettahes-Sisi’nin Mayıs 2017'de bir Kıpti otobüsüne yönelik gerçekleştirilen terör saldırısı sonrasında yaptığı açıklamaya göre, 2016 ve 2017 yılları arasında  Libya'dan Mısır şehirlerine sızmaya çalışan binden fazla arazi aracı imha edildi.
Röportajında, Libya krizinden en çok etkilenen ülkelerden birinin Mısır olduğunu belirten Kaddafi el-Dem, “Çünkü hala Libya içlerinden silah ve militan kaçakçılığı devam ediyor. Mısır hükümeti, Libya halkını birleştirmek, ülkenin silahlı kuvvetlerini desteklemek ve terörizm ve aşırılıkçılıkla mücadele etmek için Libyalı taraflar arasında yoğun diyalog oturumları düzenlemeye çalışıyor. Bununla birlikte hala her taraftan silah, militan ve paralı asker akını var” ifadelerini kullandı.
Kaçakçılık rotaları
Üst düzey bir güvenlik yetkilisine göre kaçakçılar, çeşitli faaliyetlerini arazi araçları ile gerçekleştiriyor ve bazen şifreli olmak üzere özel iletişim araçları kullanıyorlar. Batı Sahra'daki çöl yolları boyunca yürüyen kaçakçılar, Libya’nın Kufra ve Tobruk bölgelerinden güneye ve Jagboub vahasına doğru yol alıyorlar. Kaçakçılar bundan sonra vahaları aşıyor ve petrol şirketlerinin yollarından geçerek ya Asyut ve Minye şehirlerinin kuzeydoğusuna ya da güneye doğru devam ediyorlar.
Mısır-Libya sınırındaki herhangi bir kaçakçıyla temaslarda bulunmak oldukça zor olsa da, isminin açıklanmamasını isteyen bir kabile kaynağı bize, şu anda en tehlikeli kaçakçılık koridorlarının, ülkede aranan haydutlar tarafından idare edilenler olduğunu söyledi.
Batı Sahra'nın uzunluğu, güneyden kuzeye yaklaşık bin kilometreyi, batıdan doğuya ise 600 kilometreyi buluyor. Bu bölge, toplam alanı bir milyon kilometrekareyi geçen Mısır’ın yaklaşık 681 bin kilometrekaresini oluşturuyor. Mısır-Libya sınır çizgileri üzerinde, Sallum ve Siwa dışında herhangi bir yerleşim bölgesi bulunmuyor. Libya ile olan sınırıyla birlikte kum denizi olarak adlandırılan ve ayrıca 150 kilometre uzunluğunda ve 75 kilometre genişliğinde olan bu bölgeler Mısır'a geçin en zor olduğu yerler olarak kabul ediliyor.
Güvenlik kaynağı, son yıllarda Libya ve Mısır arasında karşılıklı olarak gerçekleşen en önde gelen kaçakçılık faaliyetlerinin silahlar ve terörist militanlar üzerinden yürütüldüğünü dile getirerek, Mısır resmi makamlarının bazı yıllarda ülkeye gelen kaçak silahların yüzde 80’den fazlasının Libya’dan geldiğini tahmin ettiklerini ifade etti. İki ülke arasındaki kaçakçılık faaliyetleri arasında insan kaçakçılığının da önemli bir yer tuttuğunu dile getiren güvenlik kaynağı, bunun en bariz örneğinin yasadığı göçmen kaçakçılığı faaliyetleri olduğunu söyledi. Ayrıca silah ve insan kaçakçılığının yanı sıra, Libya'dan çeşitli komşu ülkelere nakledilen uyuşturucu kaçakçılığı gibi geleneksel kaçakçılık faaliyetlerinin de bulunduğunu belirtti.
Bir başka güvenlik kaynağı, yaklaşık 2015 yılına kadar devam eden söz konusu kaçakçılık faaliyetlerinin çoğunlukla Mısır sınırına yaklaşık 700 km mesafedeki Bingazi kentinden başlayarak, Akdeniz kıyısında bulunan Sallum limanının güneyine ve 200 kilometre uzunluğunda olan Siwa vahasının güneyine ulaştığını dile getirdi. Bu mesafede 45'den fazla çöl yolu bulunduğuna işaret eden güvenlik kaynağı, bu yollar aracılığıyla silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı yapıldığını kaydetti. Son yıllarda bölgede süregelen güvenlik kısıtlamaları ile birlikte kaçakçıların her zaman alternatif rotalara başvurduklarını belirten güvenlik kaynağı, 2013 ve 2017 yılları arasında bu bölgede gerçekleştirilen terör olayların genişlemesinin ardından güvenlik güçlerinin çalışmalarını yoğunlaştırdığını ifade etti.


Silahlı kuvvetler Batı Sahra’da bir kaçakçılık operasyonunu hedef aldığı sırada (Mısır Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü’nün resmi Facebook sayfası)

Öte yandan güvenlik ve strateji uzmanı General Cemal Mazlum, “Bu bölgelerde kampların veya terörist grupların bulunmasına rağmen, ülkenin toplam alanının yüzde 80’den fazlasını oluşturan bu geniş alanın coğrafi niteliği, zaman zaman Mısır valiliklerinin çoğunda çeşitli terörist operasyonların düzenlenmesi için uygun bir başlangıç noktası teşkil ediyor. Bu bölgenin tehlikesi temelde birkaç yıldır güvenlik ve siyasi çatışmalara tanık olan Libya ile Mısır sınırlarına yakın olmasından kaynaklanıyor. Bu durum, terörist grupların buralarda yoğun bir şekilde konuşlanmalarına ve Mısır'a geçip çeşitli silah kaçakçılığı yapmalarına izin veriyor. 30 Haziran 2013'ten sonra Mısır makamları tarafından güvenlik önlemlerinin sıkılaştırılmasına ve Müslüman Kardeşler'in devrilmesine rağmen sınırlara bağlı kaçakçılık faaliyetleri devam ediyor” açıklamasında bulundu.
Gerçekleştirilen başlıca terörist saldırılar, dikkatlerin yeniden Mısır-Libya sınırları arasında yapılan kaçakçılık faaliyetlerinin (silah ve terörist transferi) tehlikesine dönmesine yol açtı. Nitekim Mısır, 2014-2017 yılları arasında 8 büyük terör operasyonuna tanık oldu. Mısır güvenlik yetkililerine göre, Mısır silahlı kuvvetleri Şubat 2018’de hava, deniz, kara ve polis müdahaleleri ile kapsamlı bir operasyona başladı.
Mısır Bilgi Servisi, 2014 yılında gerçekleştirilen 222 terör operasyonuna kıyasla 2018 yılı içerisinde 8 zayıf operasyonun gerçekleştirildiğine işaret ederek, 2018 yılını ‘terörizmin ölüm yılı’ olarak nitelendirdi. Cumhurbaşkanlığı kurumu tarafından yayınlanan raporda, 2018 yılı içerisindeki terörist operasyonların neticesinin geçen 5 yıl boyunca kaydedilenden az olduğuna işaret edildi. Ayrıca raporda, 2018 yılı içerisinde ülke genelinde sadece 8 terör eylemin gerçekleştirildiği; 2014 yılında bu sayının 222, 2016'da 199 ve 2017'de ise 50 olduğu kaydedildi.
Sınır sızıntıları
Mısır silahlı kuvvetlerinden ayrılan subay Hişam Ali Haşmavi’nin önderliğini yaptığı, radikal İslamcı Ensar Beyt el-Makdis örgütüne bağlı Güney Giza adlı bir terörist hücrenin ortaya çıkmasıyla birlikte uluslararası ve bölgesel dikkatler ‘gerginlik ve terör olaylarının odağındaki’ Batı Sahra'ya çevrildi. Bu hücre, 19 Temmuz 2014 tarihinde Farafra şehrinin 100 kilometre mesafesinde bulunan Yeni Vadi Valiliği'ndeki Farafra Oasis Yolu'ndaki çöl kontrol noktasına gerçekleştirdiği baskınla aralarından subay ve erlerin yer aldığı 21 kişinin hayatını kaybetmesine sebep olmuştu. Ağustos 2015'te ise saldırganları takip eden hava kuvvetlerine ait bir uçak, Siwa vahasının güneydoğusunda düşürüldü. Yapılan resmi açıklamada, kazanın teknik bir arızdan kaynaklandığı bildirildi. Olayda 4 hava kuvvetleri personeli hayatını kaybetti ve diğer 2 kişi yaralandı. Daha sonra ordu tarafından yapılan bir açıklamada, söz konusu saldırganlara ait 4 aracın imha edildiği bildirildi.
Aynı ay içerisinde Sina vilayeti terör örgütü tarafından yapılan açıklamada, Tomislav Salopek adlı bir Hırvat rehinenin katledildiği bildirildi. Salopek 6 Ekim tarihinde, çalıştığı petrol sahalarının birine doğru giderken silahlı kimseler tarafından kaçırılmıştı. Mısır İçişleri Bakanlığı 2015 yılının Ekim ayında, Asyut çölünde 48 saatlik bir askeri operasyon sırasında 20 silahlı unsurun öldürüldüğünü ve 22 kişinin tutuklandığını açıkladı. 2016 yılına girilmesiyle birlikte Batı Sahra’daki tansiyon dinmeye başladı.
Mayıs 2017'nin sonunda DEAŞ terör örgütüne bağlı unsurlar tarafından Hristiyan vatandaşları taşıyan bir otobüsün hedef alınmasıyla en kanlı saldırılardan biri gerçekleşti. Saldırı sırasında 28 Kıpti hayatını kaybetti. Bunu takiben Mısır ordusu, Minya terör olayının planlamasına ve uygulamasına katılan Libya topraklarındaki terörist topluluklara yönelik hava saldırıları gerçekleştirdi. Saldırılar çoğunlukla Derne ve Cufra şehirlerini hedef aldı. 20 Ekim 2017'de ‘vahalar saldırısı’ olarak da bilinen yılın en büyük terör eylemlerinden biri gerçekleştirildi. Saldırı sırasında 11 subay, 4 asker ve bir polis memuru hayatını kaybederken, aralarından subay ve erlerin yer aldığı 13 kişi yaralandı. Ayrıca Giza'nın güneyinde bulunan bir terör hücresine yönelik gerçekleştirilen baskında bir subay hayatını kaybetti. Mısır İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklama, baskın sırasında 15 militanın öldürüldüğü bildirildi.
Geçtiğimiz 2 yıl içerisinde, Halife Hafter'in liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu'nun Mısır yakınlarında elde etiği başarılar ve kaydettiği ilerlemelerle eş zamanlı olarak bölgedeki terör eylemlerinde bir düşüş yaşandı. Bununla birlikte Mısır makamları, bölgede gerçekleştirilen tarama operasyonları ve baskınların yanı sıra çok sayıda  silah kaçakçılığı operasyonuna engel olunduğunu kaydediyorlar.
Mısır’ın kaçakçılığı ortadan kaldırmaya yönelik çabaları başarılı oldu mu?
Mısırlı bir güvenlik kaynağı, 2018 yılında Libya sınırındaki her tür kaçakçılık operasyonunun yaklaşık yüzde 70’in durdurulduğuna ve bu oranın 2017 yılında yüzde 25 olduğuna işaret ederek, silahlı kuvvetler ve polis gücü tarafından sarf edilen çabaların yanı sıra Libya ile olan işbirliğinin güçlendirilmesinin kaçakçılık risklerini oldukça azalttığını söyledi. Ayrıca içinde bulunduğumuz yılda kaydedilen oranın fazlalığına dikkat çeken güvenlik kaynağı, çoğu kaçakçılık operasyonunun fiili olarak boşa çıkarıldığını ve güvenlik güçlerinin sınır muhafızları ile koordineli hareket ederek binlerce yasadışı göçmenin ülkeye sızmasını engellendiklerini belirtti.
Yerli ve yabancı basında çıkan haberlere göre Kahire, son yıllarda bir dizi Batı ülkesiyle modern ve sofistike izleme cihazları ithal etmek üzere büyük askeri anlaşmalar imzaladı. Kahire’deki bir Batılı diplomat, Mısır’ın kaçakçılık çeteleriyle ve son yıllarda her türlü kaçakçıyla mücadele etme kabiliyetinde bir artış yaşandığını belirtiyor. Almanya'nın Kahire Büyükelçisi Julius Georg Luy, Batılı diplomatın ifadelerini destekler bir şekilde, terörle mücadele konusunda Mısır’ın yanında olduklarını ve iki ülke arasında eğitim, işbirliği ve bilgi alışverişine alanlarında programlar bulunduğunu belirterek, Mısır’ın son olarak insanları bütünüyle tespit eden ve patlayıcı cihazları açığa çıkaran cihazlar aldığını söyledi. Julius, Kahire'deki görevinin sona yaklaşması münasebetiyle düzenlediği basın toplantında, teknik elemanlar için eğitim kurslarının bulunduğuna dikkat çekerek, hava limanlarındaki ve limanlardaki terör eylemi planlarını tespit etmek ve engellemeye yönelik programların olduğunu kaydetti.
Kaçakçılığın bu bölgede aktif olmasının sebebi nedir?
Gözlemciler, tüm çeşitleriyle birlikte kaçakçılığın Mısır-Libya sınırında revaç bulmasını, bazı grupların tekfirci fikirlerinin yayılması, bölgede tanık olunan güvensizlik hali ve iki ülke gençlerinin yaşadığı ekonomik sıkıntılarla ilişkilendiriyorlar.
Ekonomik zorluklar
Sevhac ilinin bir köyünde yaşayan bir genç olan AhmedAbdülalim, şu açıklamalarda bulunuyor:

  • “Özellikle –halihazırdaki durumun aksine yasadışı yollara erişimin kolay olduğu- eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hüsnü Mübarek döneminde yaşanan tecrübenin ardından pek çok kişi inşaat alanında çalışmak üzere tekrar Libya'ya dönmeyi düşünüyor. 2010 yılında iş aramak için yasadışı yollardan Libya’ya gittim. Daha önce birkaç arkadaşım böyle yapmış ve gerek evlilikleri için gerekse de ailelerin iyi bir yaşam sürmesi için gerekli olan parayı kazanmıştı. 2010'dan 2015'e kadar Bingazi'de bir inşaatta çalıştım. Bir dizi kaçakçı, Libya sınırının yakınlarında bulunan Sidi Barrani kasabasından Libya’ya girmeme yardımcı oldu. O sıra kaçakçılara bunun için 5 bin cüneyh (şu anda yaklaşık bin dolar) ödeme yapmıştım. İki ülke arasındaki çöl yolu boyunca resmi limanlara ihtiyaç duymaksızın arazi araçlarıyla yolu tamamladık.”

Yirmili yaşlarının sonlarında olan bir diğer genç Muhammed Abdürrazık ise Buhayre ilinde bulunan köyündeki yaşam şartlarının kötüye gitmesiyle birlikte 2014 yılında inşaatta çalışmak için yasadışı yollardan Libya'ya gittiğini söylüyor. Libya'ya nasıl girdiğini anlatan Abdürrazık, köylerine sık sık gelip giden bir kaçakçıya 10 bin cüneyh (şu anda yaklaşık 2 bin dolar) ödediğini kaydediyor. Kaçakçıların arazi araçlarıyla çölden geçen yasadışı yollardan Libya'ya girişlerini kolaylaştırdıklarını ifade eden Abdürrazık, bu şekilde Tobruk şehrine ulaştıklarını dile getiriyor. Ayrıca Abdürrezzak Mısırlı kaçakçılar ile Libyalıların koordineli bir şekilde hareket ettiklerini belirterek, bu kişilerin Libya topraklarına girişi kolaylaştırdığını kaydediyor. DEAŞ örgütünün Mısırlıları katletmesinin ardından ülkeye döndüğünü belirten Abdürrezzak, ülkedeki durumun düzelmesiyle birlikte tekrar Libya'ya dönmeyi düşündüğünü söylüyor.
Ahmed Abdülhekim - ​Independent Arabia



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.