İran’ı anlamak ya da yanlış anlamak!

Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)
Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)
TT

İran’ı anlamak ya da yanlış anlamak!

Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)
Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)

Jack Straw’un kaleme aldığı yeni kitabın alt başlığı, okuyucuya İran’ı anlama konusunda yardımcı olmayı vaat ediyor. Bununla beraber kişinin 390 sayfa boyunca elde ettiği şey, en iyi değerlendirme ile bugünkü İran’a dair bir yanlış anlama olabilir.
Bu yanlış anlama, Batılı başka pek çok gücün yanı sıra İngiltere’yi İran’a karşı gerçekçi bir siyaset geliştirmekten alıkoyuyor ve İslam Cumhuriyeti’nin uluslararası alana yönelik radikal tutumlarının sebep olduğu krizin uzamasına katkı sağlıyor.
Straw’un bu yanlış anlaması, İran konusunda hayalini mesken edinen ‘mutlak tutkudan’ kaynaklanıyor olabilir. Bu yanlış anlamanın üç ayağı var:
Öncelikle Straw’a göre İran, kadim bir medeniyet olarak büyük şairler yetiştirdi, halı üretiminde özel bir ustalığa sahip oldu ve dünyaya en iyi mutfaklardan birini armağan etti. Bunlardan dolayı rehin alıkoyma, nefret propagandası yapma, insan haklarını ihlal etme ve devrim adı altında terör ihraç etme gibi farklı birçok alanda sergilediği garip faaliyetlere karşı hoşgörü ile yaklaşılmayı hak ediyor!
Bu, kişinin Puşkin ve Çaykovski’yi takdir ediyor ve Rus çorbası Borş’u afiyetle yiyor diye Stalin’e hoşgörü göstermesine benziyor!
Peki soruyoruz: Friedrich Schiller’i, Beethoven’ı ve patates salatasını seviyoruz diye Hitler’e hoşgörü ile yaklaşsak durum nice olur!?
Doğrusu şu ki Büyük Cyrus’un ulu bir kral olması ve belki Straw’un işaret ettiği gibi insan haklarını gözetiyor da olması, İranlı Mollaların liderliğindeki paralı ordunun Suriyelilere yönelik kitlesel kıyımını haklı çıkarmaz. Bu, mevcut İran rejiminin tecavüzlerinin tek bir örneği.
Straw’un ‘yanlış anlamalarından’ ikincisi, şu tuhaf düşünce etrafında şekilleniyor: İktidardaki Humeyni eliti, Batılı demokratik rejimlerle sıkı ilişkiler kurmayı arzulayan ‘reformist’ bir grup içeriyor.
Dolayısıyla “Yüce Rehber” Ali Hamaney’in liderliğindeki ‘radikal’ kanadı zayıflatmak ve nihayetinde de ondan kurtulmak için bu reformist kanadı desteklemek lazım. Ama Straw’un İran’da var olduklarını iddia ettiği bu ‘reformistler’ kim?
Straw’un zikrettiği birkaç isim arasında, önceki iki Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile Muhammed Hatemi, şimdiki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, her ikisi de şu an ev hapsinde bulunan önceki iki cumhurbaşkanı adayı Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi’nin yanı sıra Muhammed Cevad Zarif, Straw’un ‘kadim dostum’ diye tarif ettiği Kemal Harrazi ve Mustafa Taczade gibi daha düşük rütbeli birkaç mevcut ve eski yetkili de bulunuyor.
Sorun şu ki Straw, Tahran’da olduğu iddia edilen ‘reformcu’ kanat tarafından uygulanmasını geçtik, önerilen bir tane reformdan bahsedemiyor. Daha da kötüsü Straw, Hatemi ve Ruhani’nin yönetiminde siyasi sebeplerden ötürü kişilere uygulanan idam veya tutuklama eylemlerinin sayısının, ‘radikal’ kanattan olduğu varsayılan Mahmud Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanlığı dönemindekinden daha fazla olduğunu unutuyor.
Üçüncüye gelince…
Kitaptan anlaşıldığına göre Straw, İslam Cumhuriyeti ile başa çıkmak için yalnızca şu iki seçeneğin olduğu kanaatinde: Ya İran’ın yaptığı her bir şeyi gönülsüzce de olsa yutmak ya da ona karşı kapsamlı bir savaş başlatmak.
Belirtmek gerekir ki Irak’taki Saddam Hüseyin rejimini yıkmak üzere bir savaş başlatılmasını destekleyen en güçlü seslerden biri olan Straw, Bağdat’taki Baasçı rejim ile reform girişimlerinin artık fayda vermediğini daima vurguladı.
Ama konu İslam Cumhuriyeti’ne gelince önceki İngiltere Dışişleri Bakanı, tam bir barış güvercinine dönüşüyor ve İran’ın tutumunu değiştirmek için makul tek yolun diplomatik çabalara güvenmek olduğu düşüncesini dillendiriyor. Straw, Obama yönetiminin öncülük ettiği, bugün Kapsamlı Ortak Eylem Planı ya da ‘İran Nükleer Anlaşması’ olarak bildiğimiz şeyin bazı meziyetlerinden bahsediyor. Straw, İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından başka bir göreve getirilmeden önce 2006 yılında George W. Bush’un başkanlığı döneminde ABD Dışişleri Bakanı olan Condolezza Rice’a bu fikri ilk sunan kişi idi.
Son yirmi yılda Straw’un beşi Dışişleri Bakanı sıfatıyla olmak üzere İran’ı yedi kez ziyaret ettiğini de belirtmek gerekir. Bu ziyaretlerden birinde Lord Lamont ve o zamanlarda İran Devrim Muhafızlarına ait olan Press TV kanalı için çalışan şimdiki İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn’in yer aldığı bir meclis heyetinin parçasıydı. Corbyn, eşi ve iki arkadaşı ile birlikte gerçekleştirdiği İran’a özel ziyaretlerinden birinde baskılara maruz kaldı ve nihayetinde İslam Cumhuriyeti içinde faaliyet gösteren dokuzuncu güvenlik kurumlarından biri tarafından İran’dan çıkarıldı.
Straw, İranlı liderlerin yakınlaşma için açık bir girişimi rejimleri için bir aşağılama olarak gördükleri bir zamanda gizli diplomasiyi reddeden Başkan Donald Trump’a da eleştiri yöneltmiş ve İslam Cumhuriyeti’nin birçok Arap ülkesinin içişlerine müdahalesi de dahil olmak üzere Batılı güçleri endişelendiren diğer meseleler konusunda daha fazla gizli görüşme gerçekleştirilmesi halinde ‘nükleer anlaşmanın’ tamamlanacağını iddia etmiş. Straw’a göre ilk Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı, nihayetinde “Yüce Rehberin” etkinliğini baltalama ve kırma çabasıyla, insan hakları meseleleri konusunda benzer planlar takip edebilirdi.
Gelgelelim Straw, bu anlaşmanın, son kırk yıl boyunca İslam Cumhuriyeti ile imzalanan diğer anlaşmalardan farklı olup Humeyni rejiminin yaklaşım ve tutumu üzerinde daimî bir etki bırakacağına dair herhangi bir delil sunmamış. Aslına bakılırsa Humeynici İran yöneticileri, hile ve geri çekilme diplomasisinde çok iyiler. Kendilerine yönelik baskının yoğunlaştığını hissettikleri anda hemen taviz veriyor, baskı hafifler hafiflemez de bu tavizleri geri çekiliyorlar. Daha da önemlisi Straw, kendisine göre Ruhani ve Hatemi’nin aralarında yer aldığı ‘ılımlıların’, Hamaney’den kurtulmak şöyle dursun, onun etkisini azaltmak için gerekli halk desteğinden yoksun olduğunu anlayamamış.
Straw, sayfalar boyunca, kendilerini ‘İran uzmanı analistler’ olarak adlandıranlar arasında yaygın olan birkaç varsayıma da yer vermiş. Bu varsayımlardan biri de İran rejiminde seçilmiş yetkililer ile seçilmemişler arasındaki yetki dağıtımı. Bu çerçevede Straw bizi, seçilmemiş olan Hamaney’in seçilmiş bir yetkili olan Ruhani’den daha az meşru olduğuna inanmaya çağırıyor. Bununla birlikte aslında halk oyuyla seçilen Uzmanlar Meclisi, Hamaney’in seçiminden sorumlu odaktır; selefleri gibi Ruhani de “Yüce Rehberden” bir yürütme kararı çıkmadan cumhurbaşkanı olamazdı.
Straw, yanlışlıkla ‘İran Danışma Meclisi’ olarak tarif ettiği İslam Meclisi’nin, yine yanlışlıkla yalnızca ‘Yüce Rehber’in faaliyeti’ olarak tanımladığı Vekiller Meclisi’ne bağlı olduğu düşüncesinde de hata etmiş.
Mollaların İran’ı yönetmede neredeyse doğuştan ayrıcalık sahibi olduğu varsayımını güçlendirmek için çabalayan Straw, abartılı bir şekilde Şii din adamlarının son beş yüz yıl boyunca İran siyaset sahnesinde oynadıkları rolün öneminden dem vuruyor. Mesela Straw’a göre Ayetullah Magmur’un tütün içmeyi yasaklayan fetvası, büyük bir olaya dönüştü. Din adamları, 1906 yılındaki Anayasa Devrimi’nde bir rol oynamakla birlikte sadece yan güçlerdi. Aynı şekilde Mollalar, 1953 yılında Başbakan Muhammed Musaddak’ın kovulmasında Şah’a destek verdi. Straw bu olayı, İngiltere İstihbaratı ile ABD İstihbaratı CIA’in organize ettiği bir ‘darbe’ olarak nitelendiriyor. Straw’un tamamen bilmezden geldiği şey ise Şah’ın Musaddık’ı, bir darbeden bahsedilmeksizin iki kez ataması ve başbakanlıktan uzaklaştırmasıdır.
Besbelli Straw, Şah’tan nefret ediyor ve onu olabilecek en kötü imajla sunuyor. Belki de 1979 yılındaki Mollalar Devrimi’ni haklı göstermeye çalışıyordur.
Straw, İngilizlerin İran’da oynadığı rolü de abartıyor. Özellikle Kaçar iktidarının son yıllarında olmak üzere İran’ın yolsuz iktidar eliti, İran’ın o dönemdeki emperyalist düşmanları İngiltere ve Rusya’nın müdahalesinden faydalandı ve bunu, yolsuzlukları ve yeterlikten yoksun oluşları konusunda dikkatleri dağıtmak için bir bahane olarak kullandı.
Hiçbir yabancı gücün, en azından o ülkedeki iktidar tabakasının bazı unsurlarının desteği olmaksızın en zayıf milletlere dahi iradesini dayatması mümkün değildir. “Her şey İngilizlerin başının altından çıkıyor!” şeklindeki Farsça deyiş bir yüzyıl boyunca İngilizlerin İran’ın içişlerinde oynadığı role yönelik derin kızgınlığı yansıtıyor.
Bununla beraber bu deyiş, tarihî olaylara yönelik ciddi bir yorumdan ziyade mizah yollu kullanılır. Aslında İran’da büyük bir İngiliz beşerî varlığı hiç olmadı. Anglo-İran Petrol Şirketi, İran’ın yüzölçümünün yüzde 1’inden daha azında faaliyet yürütüyordu ve faaliyetinin zirvesinde 200’den az İranlı olmayan kişi çalıştırdı ki bunların çoğu da Pencap bölgesinden gelen Sih şoförler ve korumacılardı. Buna ek olarak İngiltere, İran’ın en büyük beş ticari ortağı arasında hiç yer almadı ve Fransa ve Almanya ile rekabet edemedi. 1960 yılından bu yana da ABD ile de rekabet etmekten aciz kaldı ve bu üç ülke, yurtdışında yüksek öğrenimini tamamlamak isteyen İranlıların çoğunu kendisine çekti.
İngilizler, Straw’un belirttiği gibi 1942 yılında değil de 1941 yılında Sovyetler ile işbirliği içerisinde İran’a gerçekten de saldırdı. Ancak Straw’un inanmış gözüktüğü gibi İran’ın tamamını işgal etmediler. Büyük çoğunluğu Hint askerlerden oluşan keşif güçleri, İran’ın beş bölgesinden birinde konuşlandı. Bu güçler, 1943 yılından iki yıl sonra tam anlamıyla çekilene kadar Amerikan yönetimine tâbi oldu. ‘İngiliz Misyonu’ hurafesi ise, tarih boyu pek çok insanlık ilişkisinde de olduğu gibi çekim ve nefret ilişkileri arasında gel-git yaşayan iki ulus arasındaki düşmanlığın süresini uzatmak için tasarlandı.
İrec Pezeşkzad’ın kaleme aldığı Amcam Napolyon adlı roman, ‘Bu bir İngiliz misyonu’ ifadesini mizah olarak kullanır. İlginç olansa bu kitabın 70’li yıllarda yazılmış olmasıdır; Straw’un belirttiği gibi 40’lı yıllarda değil.
Straw’un kitabı genel olarak tat verici, ancak gerçeklerin anlatımında epey hata barındırıyor. Aynı şekilde delillerle desteklenmeyen kehanetler de. Mesela ben Ayetullah Hamaney’in ikinci oğlu Mücteba’nın, bu rejim varlığını sürdürse bile “Yüce Rehber” olarak babasının yerini alma şansına sahip olduğundan şüpheliyim. Aynı şekilde Straw, Ayetullahuzma Nasır Mekarim Şirazi ve şu an Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi’ne başkanlık eden Ayetullah Sadık Laricani’nin sahip oldukları konumu da abartıyor. Straw, İngilizceyi ‘iyi’ konuşabildiği için Sadık Laricani’yi beğeniyor olabilir ancak o, Şii din adamları yapısında hakiki bir konumdan yoksun.
Belirtmekte fayda var ki Hamaney’in anadili Farsçadır ve annesi İsfahanlıdır. Hamaney’in Şair Kemaleddin İsmail’in soyundan geldiğine dair iddialar var. Ama babası, Altay dil grubunda yer alan Azericeyi konuşan bir Azerbaycanlıdır.
Ayetullah Humeyni’nin Yunan felsefesine dair geniş bir bilgisinin olmadığı söylenir. Çünkü Straw’un zikrettiği Platon ve Aristo da dahil olmak üzere Yunan filozofların eserleri, Farsçaya veya İslam dünyasında başka herhangi bile henüz tercüme edilmedi.
Straw’un bazı iddiaları ise yorum yapmaya değmeyecek derecede ilginç. Mesela şöyle diyor: “İran, en laik toplumlardan biri. İnsanlar Mollaların söylediklerine gülüyor”. Ama Mollaların İran’a sonsuza kadar hükmedeceğine de inanıyor. Bununla beraber şöyle de diyor: “Yerin altında İran, her türlü sakinlikten uzak. Rejim bir yönde gidiyor, halkın çoğunluğu başka yönde”.
İslam Cumhuriyeti’nin safına meyleder gibi görünen biri için bu, tehlikeli bir itiraf sayılabilir!



"Sarhoş bir komünist" az kalsın Thatcher'ı öldürüyormuş

Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)
Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)
TT

"Sarhoş bir komünist" az kalsın Thatcher'ı öldürüyormuş

Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)
Uzun süre başbakanlık yapan Margaret Thatcher, 2013'te 87 yaşındayken ölmüştü (AP)

Birleşik Krallık Ulusal Arşivleri'ndeki gizlilik kararı yeni kaldırılan belgeleri inceleyen Daily Mail, 1979-1990'da ülkeyi yöneten Margaret Thatcher'ın atlattığı büyük tehlikeyi dünya kamuoyuna açıkladı.

1989 baharında Afrika turuna çıkan Muhafazakar Partili siyasetçi, o dönem hapiste olan Nelson Mandela'nın serbest bırakılması ve Güney Afrika'daki apartheid rejiminin sonlandırılması için kıtayı dolaşıyordu. 

30 Mart'ta Zimbabve'den Malavi'ye gitmek üzere Mozambik hava sahasından geçen Thatcher'ın bindiği Vickers VC-10'a yerden havaya atılan füzelerin gönderildiği ortaya çıktı. 

Füzelerin hepsinin Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne ait uçağı ıskalamasıyla birlikte Margaret Thatcher saldırıdan kıl payı kurtulmuş.

Bu olay üzerine, o dönem iktidardaki Marksist-Leninist Mozambik Kurtuluş Cephesi'yle (FRELIMO) Güney Afrika destekli Mozambik Milli Direnişi (RENAMO) arasında iç savaşın sürdüğü ülkenin yöneticilerinden resmi açıklama talep edilmiş. 

Kasım 1989'da Mozambikli yetkililer, sarhoş bir uçaksavar bataryası komutanının füzeleri kazara ateşlediği yanıtını vermiş. 

Birleşik Krallık, RENAMO'ya karşı destekledikleri Mozambik ordusuna 1980'lerde askeri eğitim yardımı vermişti.

Demir Leydi lakaplı siyasetçi, 1984'te kendi ülkesinde İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) tarafından hedef alınmıştı.

Muhafazakar Parti konferansının düzenlendiği Brighton'daki Grand Hotel'i bombalayan ayrılıkçı örgüt, 5 kişinin ölümüne, 31 kişininse yaralanmasına yol açmıştı.

Eski Sinn Fein lideri Gerry Adams, bu saldırı sırasında Margaret Thatcher ölseydi, Birleşik Krallık'ın bazı bölgelerinde "çok az gözyaşı" döküleceğini iddia ederek önceki yıllarda gündem olmuştu.

Independent Türkçe, Telegraph, Daily Mail


İranlı göçmenlerle dolu bir uçak daha ABD'den kalktı

Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)
Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)
TT

İranlı göçmenlerle dolu bir uçak daha ABD'den kalktı

Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)
Eylülde ülkelerine gönderilen İranlılar, Devrim Muhafızları'nın kendilerini sorguladığını söylemişti (Reuters)

Eylül sonunda Tahran'la anlaşarak onlarca İranlıyı sınır dışı eden ABD, bir uçağı daha doldurdu. 

New York Times'ın (NYT) iki İranlı yetkiliye dayandırdığı habere göre, pazar günü Arizona'nın Mesa kentinden havalanan uçakta 50'ye yakın İran yurttaşıyla birlikte Arap ülkelerinin veya Rusya'nın pasaportlarını taşıyıp da sınır dışı edilenler de var.

Ad ve görevlerinin gizlenmesini isteyen yetkililer, kiralanan uçağın Mısır ve Kuveyt'e gideceğini söyledi. 

Ruslar ve Arapların Kahire'de ineceği, İranlılarınsa Kuveyt'te bir başka uçağa binerek ülkelerine döneceği aktarıldı. 

Uçaktaki kişilerin kimlikleri açıklanmadı. ABD'den gönüllü mü zorla mı ayrıldıkları da bilinmiyor. 

Yaklaşık 2 bin İranlının ABD'de kaçak statüsünde olduğu tahmin ediliyor. Geçmişte ABD, sınır dışı ettiği İranlıları ticari uçaklarla ülkelerine gönderiyordu. 

Washington ve Tahran arasında aylardır yürütülen görüşmelerin ardından iki ülke eylülde nadir görülen bir işbirliğine imza atmıştı. 

İran Dışişleri Bakanlığı'nın kendi vatandaşlarının dönüşünü koordine ettiği ve bu kişilerin herhangi bir sorunla karşılaşmayacağı güvencesini verdiği yine NYT tarafından bildirilmişti. 

Ancak uçaktaki 45 kişiden en az 8'i zorla gönderildiğini ve hayatından endişe ettiğini de söylemişti. 

ABD Başkanı Donald Trump, sınır dışı edilen kaçak göçmen sayısında rekor kırmayı planlıyor.

79 yaşındaki Cumhuriyetçi, Demokrat Partili selefi Joe Biden döneminde çok fazla kişinin yasadışı yollarla ABD sınırlarından girdiğini ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğini savunuyor. 

Ancak Trump yönetimi yeni yollar bulsa da bu hedefi gerçekleştirmekte zorlanıyor. 

Kaçak yollarla ABD'ye giden göçmenlerin, yurttaşları olmadıkları ülkelere gönderilmesi de bu yeni yöntemlerden biri. 

Bu hamleler, insan hakları örgütlerinin tepkisini çekiyor. Göçmenlerin gönderildikleri yerlerde zor durumlara düşmesinin önemsenmediği vurgulanıyor. 

Independent Türkçe, New York Times, Reuters


Hindistan'ın stratejik bağımsızlığı ve Moskova ile Washington arasında denge kurma çabası

Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
TT

Hindistan'ın stratejik bağımsızlığı ve Moskova ile Washington arasında denge kurma çabası

Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)

Samir İlyas

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Hindistan ziyareti, Yeni Delhi'nin çok kutuplu dünyada ‘Önce Hindistan’ çerçevesinde süper güçlerle ilişkilerinde ‘stratejik bağımsızlık’ ilkesini ısrarla sürdürdüğünü bir kez daha gösterdi.

Putin, Ukrayna'daki savaşın başlamasından bu yana Yeni Delhi'ye gerçekleştirdiği bu ilk ziyaretinde sıcak bir şekilde karşılandı. Havaalanında kendisini bekleyen Hindistan Başbakanı Narendra Modi tarafından gayri resmi bir toplantı için konutuna götürüldü. Ertesi gün, iki lider ikili bir toplantı ve her iki ülkenin heyetleriyle başka görüşme gerçekleştirdi. Rus ve Hint iş adamları için bir ekonomi forumuna katıldı.

Ziyaretin sonunda yayınlanan ortak bildiride, atom enerjisi ve silahlanma dahil olmak üzere ekonomi, ticaret ve enerji alanlarında ilişkilerin geliştirilmesine odaklanıldı. İki ülke, Sovyet döneminden beri güçlü olan ikili ilişkilerini güçlendirmek için 29 anlaşma ve iş birliği mutabakatı imzaladı.

Putin ve Modi'nin açıklamalarında ekonomik iş birliği ve ticaretin mümkün olan en kısa sürede 100 milyar dolara çıkarılmasının planlandığı öğrenilirken, savunma ve güvenlik konuları da müzakere masasındaydı. Ziyaret öncesinde ve sırasında bazı önemli anlaşmaların imzalandığı duyuruldu. Putin, ülkesinin güvenilir bir enerji kaynağı olduğunu ve Hindistan'ın tüm ihtiyaçlarını karşılamaya devam edeceğini vurguladı. Hindistan'ın Rusya'ya ihracatını artırmayı ve ticaretteki dengesizliği azaltmayı istediklerine işaret eden Modi, ülkesinin dünyanın önde gelen ilaç üreticilerinden biri olduğunu belirtirken, ülkesinin diğer birçok sektördeki ilerlemesini övdü.

Trump, Hindistan'ı Rusya'dan petrol satın aldığı için cezalandırmak amacıyla gümrük vergilerini yüzde 50'ye çıkardı ve Yeni Delhi'ye daha fazla Amerikan silahı satın alması için baskı yaptı.

Bu ziyaret, Rusya’nın Batı’nın izolasyon iddialarını çürütmesine olanak sağlarken, Hindistan'a da ABD ile devam eden ticaret anlaşması müzakerelerinde ilave bir koz verdi.

Öte yandan Putin'in Hindistan’da sıcak bir şekilde karşılanması ve tüm alanlarda Rusya ile daha derin bir iş birliği yapılacağına dair yapılan açıklamalar, Hindistan'ın dünya güçleriyle ilişkilerinde ‘stratejik bağımsızlık’ ilkesini sürdüreceği yönünde Donald Trump yönetimine güçlü bir mesaj gönderdi. Ziyaretin sonuçları, Yeni Delhi’den Trump yönetimine yeni bir meydan okumayı temsil ediyordu. Bu durum, daha önce Rusya-Hindistan askeri iş birliği ve Rusya'nın Hindistan'a petrol ihracatının artmasından duyduğu memnuniyetsizliği açıkça gösteren Trump yönetimi ile Yeni Delhi arasındaki gerilimi tırmandırabilir.

Geçen mayıs ayında Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan kısa süreli savaşın ardından Trump yönetimi ile Yeni Delhi arasındaki ilişkilerin tarihinin en düşük noktasına ulaştı. Bununla birlikte Washington İslamabad ile yakınlaştı ve Trump, Hindistan'ın Rusya'dan petrol almasını cezalandırmak için Hindistan'a uygulanan gümrük vergilerini yüzde 50'ye çıkararak, Yeni Delhi'ye daha fazla ABD silahı satın alması için baskı yaptı. Washington, Hindistan'ı Rus petrolü alımlarını artırarak Rusya’nın Ukrayna'ya karşı savaşını desteklemekle suçluyor.

Ancak Hindistan, Ukrayna'daki savaşa karşı temkinli bir tutum sergileyerek, müzakere yoluyla savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulunurken, Moskova'yı kınamayı reddediyor ve onunla ilişkilerini güçlendirmeye istekli davranıyor. Hatta Hindistan, Birleşmiş Milletler'de (BM) savaşı kınayan kararların oylamasında çekimser kaldı.

frg
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Yeni Delhi'deki resmi karşılama töreninde Hindistan Cumhurbaşkanı Droupadi Murmu ile Başbakan Narendra Modi arasında, 5 Aralık 2025 (Sputnik/Reuters)

Rusya, ucuz ham petrol fiyatlarından yararlanan Hindistan ile petrol ticaretini sürdüreceğini düşünürken, Hindistan ucuz ham petrol ihtiyacını ABD'nin gümrük vergileri ve yaptırımlarından kaçınma çabasıyla dengelemek zorunda kalıyor.

Hindistan, tarihsel olarak Rus petrolünün önemli bir ithalatçısı olmamıştır ve Rusya'nın Ukrayna'daki savaşından önce Rus petrol ihracatındaki payı %2,5'i geçmemiştir. 2022'de savaşın başlamasının ardından Hindistan, Rusya’dan deniz yoluyla taşınan petrolün en büyük alıcısı haline geldi.

Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi'nin (CREA) 13 Aralık tarihli raporuna göre geçtiğimiz ay Rusya'nın petrol ihracatında Çin yüzde 47 ile ilk sırada yer alırken, onu yüzde 38 ile Hindistan izledi. Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) ise yüzde 6 ile üçüncü sırayı paylaştı.

İki ülkenin enerji ve silah alanlarının ötesinde iş birliğini artırmak için bu ziyareti kullanma isteğinin bir göstergesi olarak, Modi ve Putin geçtiğimiz cuma günü özel şirketleri çekmek için bir iş forumuna katıldı. Putin ve Modi, ikili ticaretin hacmini yıllık 68 milyar dolardan 2030 yılına kadar 100 milyar dolara çıkarmayı ve yerel para birimleriyle ödeme sistemlerini iyileştirmeyi hedeflediklerini açıkladılar. Putin, iki ülke arasındaki ikili ticaretin yüzde 96’sının yerel para birimleriyle yapıldığını belirtti.

Yerel para birimleriyle ticaret hacminin artırılması, Moskova'ya Hindistan şirketlerine petrol satışlarından elde ettiği gelirle Hindistan rupisi cinsinden Hindistan ürünleri satın alma fırsatı veriyor. Rusya'nın en büyük ikinci bankası VTB, ziyaretin yan etkinliği olarak Yeni Delhi'de bir şube açtı ve Ruslar, banka şubesinin açılmasının SWIFT sistemine alternatif transfer sistemleri aracılığıyla iki ülke arasındaki ikili ticareti ve şirketler arasındaki hesapları artırmaya katkıda bulunacağını umuyor.

Savaşın başlamasından bu yana ticarette istikrarlı bir büyüme olmasına rağmen, ticaret dengesi büyük ölçüde Rusya'nın lehine. Geçen yılın mali tablosuna göre Rusya Hindistan'a yaklaşık 60,8 milyar dolarlık ürün ihraç ederken, Hindistan'dan 4,2 milyar dolarlık ilaç, pirinç, çay ve diğer malları ithal etti.

Moskova'nın Hindistan'a gerekli silahları tedarik etmeye açık olmasına rağmen, yeni anlaşmaların tamamlanması gecikebilir. İki ülke arasındaki ikili ticaret, 2020'de sadece 8,1 milyar ABD doları iken, bu yılın mart ayı sonlarında 68 milyar ABD dolarına yükseldi. Bu keskin artış, Hindistan'ın indirimli Rus petrolü alımlarındaki yükselişten kaynaklanıyor.

Bu durum, dengeleri önemli ölçüde Rusya'nın lehine çevirdi. Bu durumu düzeltmeye çalışan Modi, ABD’nin gümrük vergilerinden etkilenen Hint ihracatçıların, Rusya pazarına erişimini artırmak amacıyla Hindistan’ın deniz ürünleri ve gıda ürünlerinin yanı sıra teknoloji, giyim ve diğer malların ihracatını artırmayı umuyor. Hindistan’ın umutlarına rağmen, Rusya pazarına erişim kolay olmayacak. Yerli ürünler ve Çin malları rekabetçi fiyatlarla piyasada yaygın olarak bulunuyor ve Hint ihracatçılar için pazarlanabilir ürünlerin listesi oldukça daralıyor.

Savunma

Silah alımı, geçtiğimiz yüzyıldan bu yana iki ülke arasındaki geleneksel iş birliğinin en önemli alanlarından biri olsa da son yıllarda bu alanda bir düşüş görülüyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) raporuna göre Rusya'nın Hindistan'ın savunma alımlarındaki payı, 2010 ile 2015 yılları arasında zirveye ulaşarak savunma alım portföyünün yüzde 72'sini oluşturduktan sonra düşmeye devam etti. SIPRI’ye göre Hindistan'ın Rusya'dan silah ithalatı 2020 ile 2024 yılları arasında toplam alımların yüzde 36'sına geriledi.

Hindistan, silahlanma konusunda ABD, Fransa ve İsrail'e olan bağımlılığını artırdı ve son yıllarda Rusya ile önemli bir silah anlaşması imzalamadı.

Bu düşüş, büyük ölçüde Hindistan'ın savunma portföyünü çeşitlendirme ve yerel üretimi teşvik etme çabasının bir sonucu olsa da Hindistan savunması büyük ölçüde Rus yapımı S-400 savunma sistemlerine bağımlı. Hindistan Hava Kuvvetleri'nin birçok filosu MiG-29 ve Suhoy Su-30 uçaklarını kullanıyor. Hindistan'ın, güncellenmiş S-500 savunma sistemleri ve beşinci nesil Su-57 savaş uçağı satın almakla ilgilendiği bildiriliyor. Geçtiğimiz bahar Pakistan ile yaşanan kısa süreli çatışmadan alınan dersler, Hindistan'ı Rusya ile askeri iş birliğini artırmaya itmiş olabilir.

Moskova, Hindistan'a ihtiyaç duyduğu silahları tedarik etmeye açık olsa da yeni anlaşmaların tamamlanması gecikebilir. Rusya, Batı'nın yaptırımları ve Ukrayna’daki savaş nedeniyle hava savunma sistemleri ve uçakların üretimi için gerekli olan önemli bileşenlerde sıkıntı yaşıyor. Raporlara göre bazı S-400 savunma sistemi birimlerinin teslimatı için verilen son tarih 2026'ya ertelendi.

2022 yılında 300 bin yedek askerin kısmi seferberliği, askere alınmaktan korkan gençlerin kitlesel göçüne yol açtı ve bu da krizi daha da şiddetlendirdi.

İki ülke, havacılık ve hava savunma alanındaki iş birliğinin yanında denizcilik alanında da iş birliğini geliştirmeye çalışıyor. Bloomberg, geçtiğimiz perşembe günü bilgili kaynaklardan aktardığı haberde, Hindistan'ın Rusya’dan nükleer enerjili bir denizaltıyı kiralamak için 2 milyar dolar ödemeyi kabul ettiğini ve Hindistan'ın denizaltıyı 2028 yılında teslim alacağını bildirdi. Bloomberg'in bilgili olarak nitelendirdiği kaynaklar, Rusya'dan saldırı denizaltısını kiralamak için yapılan görüşmelerin fiyat müzakereleri nedeniyle yıllardır durma noktasına geldiğini söyledi. Hindistan hükümeti daha sonra sözleşmenin 2019 mayısında imzalandığını, ancak teslimatın ertelendiğini ve geminin artık 2028'de teslim edilmesinin planlandığını açıkladı. Bloomberg’in kaynaklarına göre Rusya, Rus saldırı denizaltısının savaşta kullanılmamasını şart koştu.

sdfg
Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Yeni Delhi'deki görüşmeleri öncesinde kameralara poz verirken, 5 Aralık 2025 (Sputnik/Reuters)

Rusya ve Hindistan arasındaki askeri iş birliğinin artmasına ABD ile Avrupa'nın tepkisinin yanı sıra, Hindistan'a gelişmiş silahlar sağlanması Çin'i kışkırtıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Rusya ve Hindistan'ın belirli türdeki gelişmiş silahları ortaklaşa geliştirmesi halinde, Rusya-Çin ilişkileri zarar görebilir.

Hindistan’ın işgücü

İki lider, yasadışı göçle mücadele etmek ve her iki ülkenin vatandaşları için diğer ülkede istihdam fırsatlarını teşvik etmek amacıyla bir anlaşma imzaladı.

Modi, ziyaretin sonunda yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Hindistan, sanayi ve diğer alanlarda yüksek vasıflı insan kaynağı ihraç etme potansiyeline sahip. Rusya’daki demografik önceliklerden bahsederken, vatandaşlarımızın Rusça öğrenmesine izin verebilir ve her iki ülkenin refahına katkıda bulunabiliriz.”

Anlaşmanın öncelikle daha fazla Hint işçiyi Rusya'ya çekmeyi amaçladığı açık. Anlaşma çerçevesinde bazı Rus şirketleri, 2024 ilkbaharında Moskova'daki Crocus City Hall'da meydana gelen terör saldırısı ve ardından çoğunluğu Müslüman ülkelerin vatandaşlarına yönelik uygulanan baskılar nedeniyle, Orta Asya'dan gelen işgücündeki azalmayı telafi etmek için belirli alanlarda Hint işçiler ve iş profesyonellerini istihdam etmeye başladı.

Rusya’nın Hint işçilere kapılarını açması, ciddi bir işgücü eksikliğinden kaynaklanıyor. 2022 yılında 300 bin yedek askerin kısmi seferberliği, askere alınmaktan korkan gençlerin kitlesel göçüne yol açtı ve bu da krizi daha da şiddetlendirdi. Rusya Çalışma Bakanlığı'nın tahminlerine göre ülkenin 2030 yılına kadar 3,1 milyon işçi açığı ile karşı karşıya kalması bekleniyor.

Rus şirketleri teknik eğitimli işçiler arıyor. Orta Asya vatandaşlarının aksine, Hintler tek bir bölgedeki tek bir işverenle sözleşme yaparlar ve daha yüksek ücretler için sık sık iş değiştirme özgürlüğüne sahip olmazlar.

Hindistan iş gücünün artması, Rusya'dan Hindistan'a para transferleri için yeni bir kanal açarak, yurt içi işsizlik baskısını hafifleterek ve Hindistan'ın Rusya’nın Uzak Doğu ve Arktik bölgelerindeki projelere katılımını genişleterek, ikili ticaret dengesizliğini düzeltmeye yardımcı olabilir.

Rus ve Hint yetkililerin açıklamalarında, ABD'nin Hindistan'a, özellikle enerji ve savunma sektörlerinde Rusya ile iş birliğini azaltması için yaptığı baskıdan bahsetmemeleri dikkati çekti.

Ancak ziyaretin sonuçları, Modi'nin ülkesinin Rusya ve ABD ile ilişkilerini dengeleme çabalarını baltalayabilir. Hindistan, Rusya’nın petrol fiyatlarındaki büyük indirimlerden yararlanırken, Rusya Hindistan'a yeni bir pazar sağlıyor ve Pakistan ile kısa süreli çatışmanın ardından savunmasını güçlendirmesine yardımcı oluyor. Yeni Delhi, Moskova ile ‘özel ve ayrıcalıklı stratejik ortaklığını’ sürdürmeye çalışıyor.

Bunun yanında ABD ile gergin olan ilişkileri düzeltmek, bir ticaret anlaşması imzalamak ve mallarına uygulanan yüzde 50'lik yüksek gümrük vergilerinden muafiyet elde etmek için çalışıyor. Hindistan ayrıca Çin'e baskı uygulamak isteyen ABD'nin politikalarına da uyum sağlıyor.

Putin'in ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar ve oluşan olumlu atmosfere rağmen, pratik sonuçlar büyük ölçüde Trump yönetiminin tepkisinin niteliğine bağlı olmaya devam ediyor.

Putin'in ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar ve oluşan olumlu atmosfere rağmen, pratik sonuçlar büyük ölçüde Trump yönetiminin tepkisinin niteliğine bağlı olmaya devam ediyor. Beyaz Saray'ın Hindistan ile ticaret müzakerelerinde sergilediği katı tutum ve Hindistan-Rusya yakınlaşmasının hızını frenlemek için verdiği tavizler, Modi'yi pragmatik yaklaşımla çözülemeyecek zor bir duruma sokabilir. Zira bu durumda ikisi arasında yapılacak olan seçim karmaşık jeopolitik ve ekonomik hesaplamalara tabi olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.