İran’ı anlamak ya da yanlış anlamak!

Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)
Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)
TT

İran’ı anlamak ya da yanlış anlamak!

Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)
Kitabın kapağı – 2003 yılında İran’ı ziyaret eden Jack Straw (Getty Images)

Jack Straw’un kaleme aldığı yeni kitabın alt başlığı, okuyucuya İran’ı anlama konusunda yardımcı olmayı vaat ediyor. Bununla beraber kişinin 390 sayfa boyunca elde ettiği şey, en iyi değerlendirme ile bugünkü İran’a dair bir yanlış anlama olabilir.
Bu yanlış anlama, Batılı başka pek çok gücün yanı sıra İngiltere’yi İran’a karşı gerçekçi bir siyaset geliştirmekten alıkoyuyor ve İslam Cumhuriyeti’nin uluslararası alana yönelik radikal tutumlarının sebep olduğu krizin uzamasına katkı sağlıyor.
Straw’un bu yanlış anlaması, İran konusunda hayalini mesken edinen ‘mutlak tutkudan’ kaynaklanıyor olabilir. Bu yanlış anlamanın üç ayağı var:
Öncelikle Straw’a göre İran, kadim bir medeniyet olarak büyük şairler yetiştirdi, halı üretiminde özel bir ustalığa sahip oldu ve dünyaya en iyi mutfaklardan birini armağan etti. Bunlardan dolayı rehin alıkoyma, nefret propagandası yapma, insan haklarını ihlal etme ve devrim adı altında terör ihraç etme gibi farklı birçok alanda sergilediği garip faaliyetlere karşı hoşgörü ile yaklaşılmayı hak ediyor!
Bu, kişinin Puşkin ve Çaykovski’yi takdir ediyor ve Rus çorbası Borş’u afiyetle yiyor diye Stalin’e hoşgörü göstermesine benziyor!
Peki soruyoruz: Friedrich Schiller’i, Beethoven’ı ve patates salatasını seviyoruz diye Hitler’e hoşgörü ile yaklaşsak durum nice olur!?
Doğrusu şu ki Büyük Cyrus’un ulu bir kral olması ve belki Straw’un işaret ettiği gibi insan haklarını gözetiyor da olması, İranlı Mollaların liderliğindeki paralı ordunun Suriyelilere yönelik kitlesel kıyımını haklı çıkarmaz. Bu, mevcut İran rejiminin tecavüzlerinin tek bir örneği.
Straw’un ‘yanlış anlamalarından’ ikincisi, şu tuhaf düşünce etrafında şekilleniyor: İktidardaki Humeyni eliti, Batılı demokratik rejimlerle sıkı ilişkiler kurmayı arzulayan ‘reformist’ bir grup içeriyor.
Dolayısıyla “Yüce Rehber” Ali Hamaney’in liderliğindeki ‘radikal’ kanadı zayıflatmak ve nihayetinde de ondan kurtulmak için bu reformist kanadı desteklemek lazım. Ama Straw’un İran’da var olduklarını iddia ettiği bu ‘reformistler’ kim?
Straw’un zikrettiği birkaç isim arasında, önceki iki Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile Muhammed Hatemi, şimdiki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, her ikisi de şu an ev hapsinde bulunan önceki iki cumhurbaşkanı adayı Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi’nin yanı sıra Muhammed Cevad Zarif, Straw’un ‘kadim dostum’ diye tarif ettiği Kemal Harrazi ve Mustafa Taczade gibi daha düşük rütbeli birkaç mevcut ve eski yetkili de bulunuyor.
Sorun şu ki Straw, Tahran’da olduğu iddia edilen ‘reformcu’ kanat tarafından uygulanmasını geçtik, önerilen bir tane reformdan bahsedemiyor. Daha da kötüsü Straw, Hatemi ve Ruhani’nin yönetiminde siyasi sebeplerden ötürü kişilere uygulanan idam veya tutuklama eylemlerinin sayısının, ‘radikal’ kanattan olduğu varsayılan Mahmud Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanlığı dönemindekinden daha fazla olduğunu unutuyor.
Üçüncüye gelince…
Kitaptan anlaşıldığına göre Straw, İslam Cumhuriyeti ile başa çıkmak için yalnızca şu iki seçeneğin olduğu kanaatinde: Ya İran’ın yaptığı her bir şeyi gönülsüzce de olsa yutmak ya da ona karşı kapsamlı bir savaş başlatmak.
Belirtmek gerekir ki Irak’taki Saddam Hüseyin rejimini yıkmak üzere bir savaş başlatılmasını destekleyen en güçlü seslerden biri olan Straw, Bağdat’taki Baasçı rejim ile reform girişimlerinin artık fayda vermediğini daima vurguladı.
Ama konu İslam Cumhuriyeti’ne gelince önceki İngiltere Dışişleri Bakanı, tam bir barış güvercinine dönüşüyor ve İran’ın tutumunu değiştirmek için makul tek yolun diplomatik çabalara güvenmek olduğu düşüncesini dillendiriyor. Straw, Obama yönetiminin öncülük ettiği, bugün Kapsamlı Ortak Eylem Planı ya da ‘İran Nükleer Anlaşması’ olarak bildiğimiz şeyin bazı meziyetlerinden bahsediyor. Straw, İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından başka bir göreve getirilmeden önce 2006 yılında George W. Bush’un başkanlığı döneminde ABD Dışişleri Bakanı olan Condolezza Rice’a bu fikri ilk sunan kişi idi.
Son yirmi yılda Straw’un beşi Dışişleri Bakanı sıfatıyla olmak üzere İran’ı yedi kez ziyaret ettiğini de belirtmek gerekir. Bu ziyaretlerden birinde Lord Lamont ve o zamanlarda İran Devrim Muhafızlarına ait olan Press TV kanalı için çalışan şimdiki İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn’in yer aldığı bir meclis heyetinin parçasıydı. Corbyn, eşi ve iki arkadaşı ile birlikte gerçekleştirdiği İran’a özel ziyaretlerinden birinde baskılara maruz kaldı ve nihayetinde İslam Cumhuriyeti içinde faaliyet gösteren dokuzuncu güvenlik kurumlarından biri tarafından İran’dan çıkarıldı.
Straw, İranlı liderlerin yakınlaşma için açık bir girişimi rejimleri için bir aşağılama olarak gördükleri bir zamanda gizli diplomasiyi reddeden Başkan Donald Trump’a da eleştiri yöneltmiş ve İslam Cumhuriyeti’nin birçok Arap ülkesinin içişlerine müdahalesi de dahil olmak üzere Batılı güçleri endişelendiren diğer meseleler konusunda daha fazla gizli görüşme gerçekleştirilmesi halinde ‘nükleer anlaşmanın’ tamamlanacağını iddia etmiş. Straw’a göre ilk Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı, nihayetinde “Yüce Rehberin” etkinliğini baltalama ve kırma çabasıyla, insan hakları meseleleri konusunda benzer planlar takip edebilirdi.
Gelgelelim Straw, bu anlaşmanın, son kırk yıl boyunca İslam Cumhuriyeti ile imzalanan diğer anlaşmalardan farklı olup Humeyni rejiminin yaklaşım ve tutumu üzerinde daimî bir etki bırakacağına dair herhangi bir delil sunmamış. Aslına bakılırsa Humeynici İran yöneticileri, hile ve geri çekilme diplomasisinde çok iyiler. Kendilerine yönelik baskının yoğunlaştığını hissettikleri anda hemen taviz veriyor, baskı hafifler hafiflemez de bu tavizleri geri çekiliyorlar. Daha da önemlisi Straw, kendisine göre Ruhani ve Hatemi’nin aralarında yer aldığı ‘ılımlıların’, Hamaney’den kurtulmak şöyle dursun, onun etkisini azaltmak için gerekli halk desteğinden yoksun olduğunu anlayamamış.
Straw, sayfalar boyunca, kendilerini ‘İran uzmanı analistler’ olarak adlandıranlar arasında yaygın olan birkaç varsayıma da yer vermiş. Bu varsayımlardan biri de İran rejiminde seçilmiş yetkililer ile seçilmemişler arasındaki yetki dağıtımı. Bu çerçevede Straw bizi, seçilmemiş olan Hamaney’in seçilmiş bir yetkili olan Ruhani’den daha az meşru olduğuna inanmaya çağırıyor. Bununla birlikte aslında halk oyuyla seçilen Uzmanlar Meclisi, Hamaney’in seçiminden sorumlu odaktır; selefleri gibi Ruhani de “Yüce Rehberden” bir yürütme kararı çıkmadan cumhurbaşkanı olamazdı.
Straw, yanlışlıkla ‘İran Danışma Meclisi’ olarak tarif ettiği İslam Meclisi’nin, yine yanlışlıkla yalnızca ‘Yüce Rehber’in faaliyeti’ olarak tanımladığı Vekiller Meclisi’ne bağlı olduğu düşüncesinde de hata etmiş.
Mollaların İran’ı yönetmede neredeyse doğuştan ayrıcalık sahibi olduğu varsayımını güçlendirmek için çabalayan Straw, abartılı bir şekilde Şii din adamlarının son beş yüz yıl boyunca İran siyaset sahnesinde oynadıkları rolün öneminden dem vuruyor. Mesela Straw’a göre Ayetullah Magmur’un tütün içmeyi yasaklayan fetvası, büyük bir olaya dönüştü. Din adamları, 1906 yılındaki Anayasa Devrimi’nde bir rol oynamakla birlikte sadece yan güçlerdi. Aynı şekilde Mollalar, 1953 yılında Başbakan Muhammed Musaddak’ın kovulmasında Şah’a destek verdi. Straw bu olayı, İngiltere İstihbaratı ile ABD İstihbaratı CIA’in organize ettiği bir ‘darbe’ olarak nitelendiriyor. Straw’un tamamen bilmezden geldiği şey ise Şah’ın Musaddık’ı, bir darbeden bahsedilmeksizin iki kez ataması ve başbakanlıktan uzaklaştırmasıdır.
Besbelli Straw, Şah’tan nefret ediyor ve onu olabilecek en kötü imajla sunuyor. Belki de 1979 yılındaki Mollalar Devrimi’ni haklı göstermeye çalışıyordur.
Straw, İngilizlerin İran’da oynadığı rolü de abartıyor. Özellikle Kaçar iktidarının son yıllarında olmak üzere İran’ın yolsuz iktidar eliti, İran’ın o dönemdeki emperyalist düşmanları İngiltere ve Rusya’nın müdahalesinden faydalandı ve bunu, yolsuzlukları ve yeterlikten yoksun oluşları konusunda dikkatleri dağıtmak için bir bahane olarak kullandı.
Hiçbir yabancı gücün, en azından o ülkedeki iktidar tabakasının bazı unsurlarının desteği olmaksızın en zayıf milletlere dahi iradesini dayatması mümkün değildir. “Her şey İngilizlerin başının altından çıkıyor!” şeklindeki Farsça deyiş bir yüzyıl boyunca İngilizlerin İran’ın içişlerinde oynadığı role yönelik derin kızgınlığı yansıtıyor.
Bununla beraber bu deyiş, tarihî olaylara yönelik ciddi bir yorumdan ziyade mizah yollu kullanılır. Aslında İran’da büyük bir İngiliz beşerî varlığı hiç olmadı. Anglo-İran Petrol Şirketi, İran’ın yüzölçümünün yüzde 1’inden daha azında faaliyet yürütüyordu ve faaliyetinin zirvesinde 200’den az İranlı olmayan kişi çalıştırdı ki bunların çoğu da Pencap bölgesinden gelen Sih şoförler ve korumacılardı. Buna ek olarak İngiltere, İran’ın en büyük beş ticari ortağı arasında hiç yer almadı ve Fransa ve Almanya ile rekabet edemedi. 1960 yılından bu yana da ABD ile de rekabet etmekten aciz kaldı ve bu üç ülke, yurtdışında yüksek öğrenimini tamamlamak isteyen İranlıların çoğunu kendisine çekti.
İngilizler, Straw’un belirttiği gibi 1942 yılında değil de 1941 yılında Sovyetler ile işbirliği içerisinde İran’a gerçekten de saldırdı. Ancak Straw’un inanmış gözüktüğü gibi İran’ın tamamını işgal etmediler. Büyük çoğunluğu Hint askerlerden oluşan keşif güçleri, İran’ın beş bölgesinden birinde konuşlandı. Bu güçler, 1943 yılından iki yıl sonra tam anlamıyla çekilene kadar Amerikan yönetimine tâbi oldu. ‘İngiliz Misyonu’ hurafesi ise, tarih boyu pek çok insanlık ilişkisinde de olduğu gibi çekim ve nefret ilişkileri arasında gel-git yaşayan iki ulus arasındaki düşmanlığın süresini uzatmak için tasarlandı.
İrec Pezeşkzad’ın kaleme aldığı Amcam Napolyon adlı roman, ‘Bu bir İngiliz misyonu’ ifadesini mizah olarak kullanır. İlginç olansa bu kitabın 70’li yıllarda yazılmış olmasıdır; Straw’un belirttiği gibi 40’lı yıllarda değil.
Straw’un kitabı genel olarak tat verici, ancak gerçeklerin anlatımında epey hata barındırıyor. Aynı şekilde delillerle desteklenmeyen kehanetler de. Mesela ben Ayetullah Hamaney’in ikinci oğlu Mücteba’nın, bu rejim varlığını sürdürse bile “Yüce Rehber” olarak babasının yerini alma şansına sahip olduğundan şüpheliyim. Aynı şekilde Straw, Ayetullahuzma Nasır Mekarim Şirazi ve şu an Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi’ne başkanlık eden Ayetullah Sadık Laricani’nin sahip oldukları konumu da abartıyor. Straw, İngilizceyi ‘iyi’ konuşabildiği için Sadık Laricani’yi beğeniyor olabilir ancak o, Şii din adamları yapısında hakiki bir konumdan yoksun.
Belirtmekte fayda var ki Hamaney’in anadili Farsçadır ve annesi İsfahanlıdır. Hamaney’in Şair Kemaleddin İsmail’in soyundan geldiğine dair iddialar var. Ama babası, Altay dil grubunda yer alan Azericeyi konuşan bir Azerbaycanlıdır.
Ayetullah Humeyni’nin Yunan felsefesine dair geniş bir bilgisinin olmadığı söylenir. Çünkü Straw’un zikrettiği Platon ve Aristo da dahil olmak üzere Yunan filozofların eserleri, Farsçaya veya İslam dünyasında başka herhangi bile henüz tercüme edilmedi.
Straw’un bazı iddiaları ise yorum yapmaya değmeyecek derecede ilginç. Mesela şöyle diyor: “İran, en laik toplumlardan biri. İnsanlar Mollaların söylediklerine gülüyor”. Ama Mollaların İran’a sonsuza kadar hükmedeceğine de inanıyor. Bununla beraber şöyle de diyor: “Yerin altında İran, her türlü sakinlikten uzak. Rejim bir yönde gidiyor, halkın çoğunluğu başka yönde”.
İslam Cumhuriyeti’nin safına meyleder gibi görünen biri için bu, tehlikeli bir itiraf sayılabilir!



Yeni Delhi, Şanghay havaalanında bir Hintli vatandaşın gözaltına alınmasının ardından Çin'e sert protestolarda bulundu

Çin ve Hindistan bayrakları Çin'in Tianjin kentinde dalgalanıyor (Reuters)
Çin ve Hindistan bayrakları Çin'in Tianjin kentinde dalgalanıyor (Reuters)
TT

Yeni Delhi, Şanghay havaalanında bir Hintli vatandaşın gözaltına alınmasının ardından Çin'e sert protestolarda bulundu

Çin ve Hindistan bayrakları Çin'in Tianjin kentinde dalgalanıyor (Reuters)
Çin ve Hindistan bayrakları Çin'in Tianjin kentinde dalgalanıyor (Reuters)

Reuters'ın haberine göre Hindistan, Şanghay Havalimanı'nda bir Hint vatandaşının keyfi olarak gözaltına alınmasına sert bir itirazda bulunduğunu duyurdu ve bu tür olayların ilişkileri yeniden kurma çabalarına "tamamen yardımcı olmadığını" belirtti.

Hindistan medyası, Çin yetkililerinin 21 Kasım'da Şanghay Havalimanı'nda beklerken İngiltere'de yaşayan bir Hintli kadını gözaltına aldığını ve kendisine, doğu eyaleti Arunachal Pradesh'te doğduğu için Hindistan pasaportunun geçersiz olduğunu bildirdiğini yazdı.

Pekin, Zhannan olarak adlandırdığı Arunachal Pradesh'i kendi topraklarının bir parçası olduğunu iddia ederken, Yeni Delhi bu iddiayı sürekli olarak reddetti.

Hint medyası, Hintli kadın Prema Wanjum Thongdoke'nin Japonya'ya giden uçağa binmesinin engellendiğini ve 18 saat boyunca gözaltında tutulduğunu söylediğini belirtti.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Randhir Jaiswal, Hindistan'ın olayı Çin'e "kesin bir şekilde" ilettiğini söyledi.

Jaiswal, düzenlediği basın toplantısında, "Çin'in keyfi eylemleri... Arunachal Pradesh'li bir Hintlinin gözaltına alınması da dahil olmak üzere, her iki tarafın karşılıklı güven ve anlayış inşa etme ve iki ülke arasındaki ilişkileri kademeli olarak normalleştirme çabalarına zarar veriyor" dedi.

Jaiswal daha önce Çin'in eylemlerinin "küresel hava yolculuğunu düzenleyen bir dizi anlaşmayı ihlal ettiğini" ileri sürmüştü.

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü salı günü yaptığı açıklamada, denetimlerin yasa ve yönetmeliklere uygun olarak gerçekleştirildiğini belirtti.

ABD Başkanı Donald Trump'ın öngörülemeyen dış politikaları nedeniyle dört yıldır süren anlaşmazlıkların ardından iki Asya devi, bir dizi üst düzey ikili ziyaret düzenleyerek ilişkileri temkinli bir şekilde onarmaya çalışıyor.


Avrupa’da sosyal medya için 16 yaş sınırı önerisi

Avrupa Parlamentosu üyeleri, küçüklerin sosyal medyaya bağımlı olmasına yol açan teknoloji ve içeriklerin yasaklanmasını talep etti (AFP)
Avrupa Parlamentosu üyeleri, küçüklerin sosyal medyaya bağımlı olmasına yol açan teknoloji ve içeriklerin yasaklanmasını talep etti (AFP)
TT

Avrupa’da sosyal medya için 16 yaş sınırı önerisi

Avrupa Parlamentosu üyeleri, küçüklerin sosyal medyaya bağımlı olmasına yol açan teknoloji ve içeriklerin yasaklanmasını talep etti (AFP)
Avrupa Parlamentosu üyeleri, küçüklerin sosyal medyaya bağımlı olmasına yol açan teknoloji ve içeriklerin yasaklanmasını talep etti (AFP)

Avrupa Parlamentosu dün, AB ülkelerinde 16 yaşın altındakilerin sosyal medyayı sınırsız kullanmasını yasaklayan bir teklif sundu. Bu teklif, sosyal medyanın çocuk ve ergenler üzerindeki "fiziksel ve psikolojik risklerini" azaltmak amacıyla önerildi.

Avrupa Parlamentosu üyeleri, Strazburg'da (Doğu Fransa) düzenlenen genel kurul toplantısında büyük çoğunlukla kabul edilen bağlayıcı olmayan bir raporda, "Avrupa Birliği'nde sosyal ağlar, video yayın platformları ve yapay zeka tabanlı sohbet programlarının kullanımı için asgari yaş sınırının 16 olarak belirlenmesi ve ebeveynlerinin onayıyla 13-16 yaş arasındakilerin kullanımına izin verilmesi şartının getirilmesi" çağrısında bulundu.

Ayrıca, küçük yaştakilerin sosyal medyaya bağımlı olmasına yol açan teknoloji ve içeriklerin, sayfayı yenilemek için ekranı aşağı çekme veya "yenilemek için çekme" olarak bilinen yöntemin ve ödül sistemlerinin yasaklanması çağrısında bulundular.

Avrupa Parlamentosu üyeleri, Avrupa düzenlemelerine uymayan web sitelerinin yasaklanmasını önerdi.

Uzmanlardan oluşan bir komitenin, yasağı bizzat destekleyen Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'e önerilerini yıl sonuna kadar sunması bekleniyor.


Bir Afgan, Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız üyesini ağır yaraladı

Beyaz Saray yakınlarındaki olay yerine intikal eden Ulusal Muhafız üyeleri (AP)
Beyaz Saray yakınlarındaki olay yerine intikal eden Ulusal Muhafız üyeleri (AP)
TT

Bir Afgan, Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız üyesini ağır yaraladı

Beyaz Saray yakınlarındaki olay yerine intikal eden Ulusal Muhafız üyeleri (AP)
Beyaz Saray yakınlarındaki olay yerine intikal eden Ulusal Muhafız üyeleri (AP)

ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Direktörü Kash Patel düzenlediği basın toplantısında dün Beyaz Saray yakınlarında vurulan iki Ulusal Muhafız üyesinin ‘hayati tehlikesi olduğunu’ açıkladı. Saldırıya uğrayan Ulusal Muhafız üyeleri hakkında daha önce basında yer alan ve öldükleri belirtilen haberleri ise yalanlayan Patel, “Ulusal Muhafız'ın iki cesur üyesi, korkunç bir şiddet eylemiyle vahşice saldırıya uğradı. Vuruldular. Durumları kritik” dedi.

NBC News haber ağı ve The Washington Post gazetesi başta olmak üzere Amerikan medya kuruluşları, iki kolluk görevlisi ve bir kaynağa göre iki Ulusal Muhafız üyesinin ağır yaralandığı silahlı saldırının şüphelisinin, 2021 yılının eylül ayında ABD’ye giriş yapan ve Washington eyaletinde yaşayan Afganistanlı bir göçmen olduğunu bildirdi. Yetkililer, şüphelinin kimliğini Rahmanullah Lakanwal olarak açıklasalar da kaynaklar, yetkililerin halen şüphelinin geçmişini tam olarak doğrulamaya çalıştıklarını belirttiler.

ABD Başkanı Donald Trump dün yaptığı açıklamada, Washington'da Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız üyesinin vurulması olayının şüphelisinin 2021 eylülünde Afganistan'dan geldiğini doğruladı ve olayı ‘terör eylemi’ olarak nitelendirdi.

Trump, Şükran Günü tatilini geçirdiği Florida'dan yaptığı açıklamada, “Şüpheli, Afganistan'dan ülkemize giren bir yabancı ve Biden yönetimi tarafından 2021 eylülünde buraya getirildi” dedi.

Trump, ekibinin şimdi Demokratik Partili eski Başkan Joe Biden'ın görevde olduğu dönemde Afganistan'dan ABD'ye gelen herkesi ‘yeniden incelemek’ zorunda kalacağını da sözlerine ekledi.

Öte yandan Batı Virginia Valisi Patrick Morrisey'e göre ABD Ulusal Muhafızları’nın iki üyesi, Washington’da vuruldu, ancak olayın hangi koşullarda gerçekleştiği halen belirsizliğini koruyor.

Vali Morrisey, sosyal medya platformu X hesabından yaptığı paylaşımda, “Bu sabah (dün) Washington’da vurulan Ulusal Muhafızları'nın iki üyesinin aldıkları yaralar sonucu hayatlarını kaybettiklerini derin bir üzüntüyle öğrendik” diye yazdı.

Vali Morrisey, şöyle devam etti:

“Bu iki cesur Batı Virginialı, ülkelerine hizmet ederken hayatlarını kaybetti.”

Metropolitan Polisi, helikopterler bölgenin üzerinde uçarken bir şüphelinin yakalandığını açıkladı.

Diğer taraftan ABD İç Güvenlik Bakanı Kristy Noem, daha önce iki polisin yaralandığını duyurmuştu.

Noem, X'te şöyle yazdı:

“Az önce Washington'da vurulan iki Ulusal Muhafız subayı için benimle birlikte dua etmenizi rica ediyorum.”

İki Ulusal Muhafız üyesinin durumunun ‘kritik’ olduğunu açıklayan ABD Başkanı Donald Trump, Truth Social'da yaptığı bir paylaşımda şunları yazdı:

“İki Ulusal Muhafız üyesini vurarak ikisini de ağır yaralayan ve şu anda başka bir hastanede tedavi gören hayvan da ağır yaralandı, ancak yine de bunun bedelini ağır ödeyecek.”

Fransız Haber Ajansı AFP muhabirleri, Beyaz Saray'dan iki blok ötede askeri üniformalı bir kişinin sedyeyle taşındığını gördüklerini aktarırken, AFP’ye konuşan acil servis ekipleri, üç silahla yaralanma vakasına müdahale ettiklerini açıkladı.

grth
Beyaz Saray yakınlarında meydana gelen silahlı saldırının ardından askeri üniforma giyen bir adam ambulansa taşınırken (AFP)

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt yaptığı açıklamada, “Beyaz Saray bu trajik durumun farkında ve durumu takip ediyor, başkan da bilgilendiriliyor” dedi.

Leavitt, Beyaz Saray'ın kapatıldığını da belirtti.

Olayın görgü tanıklarından biri olan ve olay sırasında iki çocuğuyla arabasında bulunan 42 yaşındaki güvenlik görevlisi Angela Perry, “Silah sesleri duyduk. Trafik ışıklarında beklerken aniden bir dizi silah sesi duyduk" dedi.

Perry, “Ulusal Muhafız üyeleri silahlarını taşıyarak metro istasyonuna doğru koşarken görüldü” diye ekledi.

dfvf
Beyaz Saray yakınlarındaki olay yerinde görevli kolluk kuvvetleri (EPA)

Bölge güvenlik kordonu altına alındı ve onlarca polis ile yerel ve federal güvenlik güçleri görevlendirildi.

Ulusal Muhafız üyeleri Başkan Trump'ın talebi üzerine, ağustos ayında başkent Washington’a konuşlandırılmıştı. Son rakamlara göre bu ayın ortaları itibarıyla Washington’da konuşlu Ulusal Muhafız üyesi satısı 2 bin 175'e ulaştı. Belediye Meclisi ise federal hükümeti ‘yetkisini aşmakla’ suçladı.