İngiltere'de bir anne, 3 yaşındaki kızını sünnet ettirdiği için 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı

Kadınlara ait cinsel organın bir parçasının kesilmesi için tıraş bıçağı veya diğer keskin aletler kullanılıyor (Getty)
Kadınlara ait cinsel organın bir parçasının kesilmesi için tıraş bıçağı veya diğer keskin aletler kullanılıyor (Getty)
TT

İngiltere'de bir anne, 3 yaşındaki kızını sünnet ettirdiği için 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı

Kadınlara ait cinsel organın bir parçasının kesilmesi için tıraş bıçağı veya diğer keskin aletler kullanılıyor (Getty)
Kadınlara ait cinsel organın bir parçasının kesilmesi için tıraş bıçağı veya diğer keskin aletler kullanılıyor (Getty)

İngiltere’de 3 yaşındaki kızını sünnet ettiren bir anne bu suçtan mahkûm edilen ilk kişi oldu.
Yasal gerekçe ile ismi açıklanmayan anne, Londra’daki evinde kızını sünnet ettirmesinin ardından kızın aşırı kan kaybetmesi sebebi ile acil servisi (999) aradı.
Hastane personeli polise, kadının, kızının bir parça bisküvi almak için mutfak kapısının yanında bulunan masanın üzerinden düştüğünü iddia ettiğini aktardı.
Londra’da bulunan ağır ceza mahkemesi Old Bailey’de yargılanan 37 yaşındaki Ugandalı anne, duruşma sırasında kızının kazara yaralandığı iddiasını sürdürmesine rağmen, geçtiğimiz Şubat ayında sünnet suçundan mahkûm edildi. Hâkimin kararını duyan kadın gözyaşlarını tutamadı.
Kız çocuğunun 43 yaşındaki Ganalı babası ise, bir günden daha az süren soruşturmanın ardından aleyhindeki tüm suçlamalardan beraat etti.
Independent Arabia’dan Lizzie Dearden’ın haberine göre, Londra Ceza Mahkemesi, anneyi 14 yıl hapis cezasına çarptırdı.
İngiltere’de kadın sünneti 1985’te yasaklandı
İngiltere'de kadın sünneti 1985 yılından bu yana yasaklanırken, bu konu hakkındaki yasalar 2003 ve 2015 yıllarında genişletildi. Yaşanan bu hadise ile birlikte ilk kez bir kadın sünnet suçundan mahkûm edilmiş oldu.
Bunun yanı sıra polis memurları, annenin operasyonu kendisinin yapıp yapmadığı veya başka bir kadın sünnetçilerden biri ile temas halinde olup olmadığını doğrulayamadı.
Sünnet kurbanı minik kız ise polisle gerçekleştirdiği üçüncü görüşmede operasyonun yapıldığı sırada evde beyaz saçlı yaşlı bir kadının olduğunu ve anne-babasının o kişiyi sihirbaz (büyücü) olarak nitelendirdiğini belirtti.
Uluslararası Çocukları Savunma Hareketi sözcüsü Ian Baker gazetecilere yaptığı açıklamada, sünneti kimin yaptığına dair kesin bir sonucun olmadığını söyleyerek, “Biri bu çocuğu kesti. Delil bulduğumuz tüm şüpheliler bu davadaydı” ifadelerini kullandı.
Aileye ait çamaşır makinesinde kan lekeli olan kıyafetler bulunmasına rağmen, sünnet işlemini gerçekleştirmek için kullanılan keskin alet ise bulunamadı.
Konuyu araştıran uzmanlar, annenin iddia ettiği gibi mutfakta dolabın kapı kısmında kızının yaralanmasına sebep olacak kan izine rastlamadı.
Merkez Ceza Mahkemesi hâkimleri, sünnetin 28 Ağustos 2017 tarihinde gerçekleştiğini ve mağdurun acil bir operasyon geçirdiğini söyledi.
Olayın ertesi günü polis, Londra'daki Whipps Cross Hastanesi'ndeki cerrahlardan birinin olayın neşter kullanılarak gerçekleştiğini ve kızın sünnete tabi tutulduğunu belirttiğini ifade etti.
Yetkililer, sünnet edilen kız çocuğunun iyileştiğini ve bakım için yeni bir aileye verildiğini açıkladı.
Olay ile ilgili soruşturma devam ederken mahkeme, annenin polis ve savcılara muska yapmaya çalıştığını öğrendi. Konu ile ilgili evde yapılan bir incelemede, geçtiğimiz Kasım ayında iki ineğin diline bağlanmış tellerde mesajlar, içine vidalanmış çivi ve soğutucuda 40 adet limon çekirdeği asiti bulundu.
Savcı Caroline Carveri, banyoda tuvaletin hemen arkasında bulunan bir vazoda eve inceleme yapmaya gelen sosyal hizmet uzmanının, kırmızıbiberle çekilmiş bir fotoğrafın yanı sıra, yatağın altına gizlenmiş muska bulduğunu söyledi.
Anne suçlamaları reddediyor
Mahkemede ifade veren kadın, olayın kazara yaşandığını konusunda ısrar ederek, “Bu büyük bir suç. Çocuğunun cinsel organını kesen kişi insan değil. Böyle yapmadım” şeklinde ifade verdi.
Ugandalı kadın, çocuğun vücudunda gerçekleştirilen kesimin yapılacak bir iş olmadığını söyleyerek, bir anne olduğunu ve böyle bir şeye kalkışmadığını iddia eti.
Buna karşılık baba ise, büyücülük ile herhangi bir bağlantısının olduğu iddiaları reddederek, olayın gerçekleştiği esnada dışarda olduğunu ifade etti.
İngiltere Kraliyet Savcılık Hizmetleri’nden (CPS) Lynette Woodrow, annenin soruşturmayı durdurmak için kızının polise yalan söyleme girişiminin başarısız olduğunu dile getirdi.
Woodrow açıklamasına, “Bu zavallı kızın ne kadar acı çektiğini ve nasıl dehşete düştüğünü hayal bile edemiyoruz. Bu suçu işleyenler hakkında soruşturma açmaktan asla tereddüt etmeyeceğiz” şeklinde devam etti.
Daha önce kadın sünneti yasası uyarınca gerçekleşen iki dava başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Geçtiğimiz üç yıl içerisinde polis, sünnet riski altındaki kızların bu tarz olaylarla karşılaşmaması için Londra yönetiminden yaklaşık 300 emir aldı.
İngiltere Ulusal Sağlık Hizmetleri (NHS), 2015’ten bu yana 18 bini aşkın kız çocuğunun sıkı denetimler neticesince sünnetten kurtulduğunu belirtirken polis, sağlık çalışanları tarafından izlenen vakaların çoğunun ülke dışında meydana gelen eski vakalar olduğunu belirtti.
Başkent polis şefi Allen Davis kadınların sünnet olayına ilişkin yaptığı açıklamada, polisin bu uygulamanın İngiltere veya diğer ülkelerde gerçekleşmesini önlemek adına tüm yetkili ve yardım kuruluşları ile birlikte çalışma gerçekleştirdiğine değindi.
Davis açıklamasında, kadın sünnetinin başta Londra olmak üzere İngiltere’nin diğer bölgelerinde gizli olarak uygulamaya devam ettiğini belirterek, mağdurlara sünnet sonrası ne olduğuna dair raporların pek fazla ellerine ulaşmadığına dikkat çekti.
Polis şefi, acilen İngilizlerden kadın sünneti konusunda risk altında olan kız çocuklarına dair yetkililere bilgi vermeleri gerektiğini vurguladı.
Öte yandan, National FGM Centre (Ulusal Kadın Sünnet Merkezi ) Başkanı Leethen Bartholomew, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, bu uygulamanın yapıldığı kimselerde hem fiziksel hem de psikolojik olarak uzun vadeli bir etki gözlendiğine değindi.
Başkan Bartholomew açıklamasında, verilen bu kararın ailedeki diğer kadınları sünnet etmeyi düşünen veya bu uygulamayı yapmak için kızlarını yurt dışına çıkarmaya çalışanlar için bir uyarı anlamı taşıdığını söyledi.
İngiltere İçişleri Bakanı Sacid Cavid kızların sünnet edilmesi olayını kötü bir saldırı olarak nitelendirerek, sünnet uygulamasına müsaade etmeyeceklerini ve bu korkunç suçun faillerini buluna kadar rahat çalışacaklarının altını çizdi.



ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
TT

ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)

Washington: Arash Azizi

ABD ile İran arasında önemli olumlu gelişmelerin kaydedildiği önceki iki müzakere turunun ardından 26 Nisan'da Umman’ın başkenti Maskat'ta bir müzakere turu daha gerçekleştirildi. Her iki taraf da iyimserliklerini ve diyaloğu ilerletme yönündeki ortak kararlılıklarını dile getirdi. Washington ve Tahran arasındaki söylem sadece birkaç hafta içinde dramatik bir şekilde değişti ve taraflar bir anlaşmaya varma konusunda daha önce Viyana’da imzalanan nükleer anlaşmanın önünü açan 2013 ve 2015 yılları arasındaki görüşmelere kıyasla daha kararlı olduklarını gösterdi.

ABD için başarılı bir anlaşma, İran'ın nükleer silah edinmesini engellemek ve istikrarı bozucu bölgesel davranışlarını frenlemek anlamına geliyor. İran için ise anlaşma, ekonomisini boğan yaptırımların kısmen de olsa hafifletilmesi hayati önem taşıyan bir can simidi olabilir.

Daha önceki müzakerelerde benzer faktörler mevcut olsa da İran'ın nükleer programı, nükleer silah elde etmenin eşiğine geldiği için bugün riskler çok daha yüksek.

Bu müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde, bunun sonuçları sadece daha fazla ekonomik yaptırımla kalmayıp, İsrail ve ABD tarafından düzenlenecek askeri saldırılar da olabilir.

Bu durum hem Washington'ı hem de Tahran'ı bir anlaşmaya varılması için yoğun çaba sarf etmeye itiyor. Ancak hem iki başkentin içinde hem de dışında birçok taraf böyle bir anlaşmanın olası şekli konusunda endişeli. Söz konusu taraflardan bazıları askeri çatışma tercihlerini gizlemiyor. Müzakere karşıtlarının ısrarcı seslerine rağmen, bugün başlıca karar alıcıların genel tutumu, 2013-2015 yılları arasında olduğundan daha fazla olarak müzakereleri destekliyor gibi görünüyor.

İran'da uzun süredir ABD ile ilişkilerde önemli bir ilerleme kaydedilmesine karşı çıkan katı muhafazakarların nüfuzu azalmış durumda. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan reformcu kampa mensup ve dış politika konularında Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ile yakın bir çalışma ilişkisi sürdürüyor. Kalibaf, muhafazakâr kanattan olmasına rağmen hiçbir şekilde katı muhafazakâr kanadın müttefiki olmadı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider (Rehber) Ali Hamaney, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı. Hamaney, bir Şii imamın ölüm yıldönümü olan 24 Nisan'da yaptığı dikkat çekici konuşmada, Şii tarihi üzerine uzun bir değerlendirme yaparak, imamların düşmanlar karşısında nasıl sıklıkla barış ve itidali tercih ettiklerini özetledi. Eski nükleer anlaşma müzakerecisi ve geçtiğimiz yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden Said Celili gibi önde gelen katı muhafazakâr isimlerin bile yorumlarında itidal gözle görülür hale gelmeye başladı. Celili, bir süre sessiz kaldıktan sonra haftalık konuşmalarına yeniden başladı, ancak konuşmalarında mevcut müzakere turunu eleştirmekten ziyade 2015 tarihli nükleer anlaşmayı eleştirdi. Celili'nin çevresi, müzakerelere İran Devrim Muhafızları Ordusu’ndan (DMO) üst düzey bir yetkilinin de katılabileceğini ima etmişti, fakat beklenen yetkilinin ortada olmaması işi ilginç ve dikkat çekici bir hale getirdi.

İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)

Said Celili'nin kardeşinin başkan yardımcısı olduğu ve halen sertlik yanlılarının hakimiyetindeki en etkili kurumlardan biri olan İran Radyo Televizyon Kurumu (İRİB), son günlerde kendi içinde sert bir eleştiri dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Kriz, Arap yetkilileri eleştiren komedi skeçlerinin yayınlanmasıyla başladı. Bu hamle, İran-ABD müzakerelerinin başarısı için önemli bir dayanak olan Tahran ve Riyad arasındaki yakınlaşmayı teşvik etmek için çok çaba sarf edilen hassas bir zamanda geldiğinden ‘talihsiz’ olarak nitelendirildi. Tartışma, bir aile programında, Sünni Müslümanlar tarafından büyük saygı gören ilk halife Ebu Bekir es-Sıddık hakkında uygunsuz sözler sarf eden bir konuğun ağırlanmasıyla büyüdü. Ebu Bekir hakkında sarf edilen bu sözler, İran'daki Sünniler arasında ve Sünnilerin çoğunlukta olduğu komşu Arap ülkelerinde öfke patlamasına yol açtı. Bu öfke karşısında İRİB Başkanı Peyman Cebelli resmi bir özür mesajı yayınladı ve ardından kanalın bazı yetkilileri hakkında disiplin cezaları uygulandı. Bu kişilerden bazıları görevden alındı, diğerlerinin ise hakkında yasal soruşturma başlatıldı.

Müzakerelere karşı İran içinden yapılan muhalefet, ufukta belirmeye başlayan bariz ekonomik kazanımlar nedeniyle daha kırılgan hale geldi. Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti. Yaptırımların kaldırılması İran'ın zor durumdaki ekonomisinin yapısını hemen değiştirmeyecek olsa da somut bir iyileşme vaat ediyor. Bu bağlamda, İran Ticaret Odası'ndan bir yetkili kısa süre önce verdiği bir röportajda, yaptırımların hafifletilmesinin etkisinin orta ve uzun vadede belirleyici olacağını, en azından işlem maliyetlerini azaltacağını ve İran halıları gibi geleneksel malların ihracatını artıracağını ve Batı ülkelerinden özellikle teknoloji gibi hayati öneme sahip malların ithalatını kolaylaştıracağını vurguladı.

Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti.

ABD’de ise Başkan Donald Trump'ın müzakerelere olan sarsılmaz bağlılığına rağmen, müzakerelerin gidişatı konusunda kendi içinde bir görüş ayrılığı söz konusu. İran’la müzakerelerde ABD'nin teknik müzakere ekibinin başına ABD Dışişleri Bakanlığı politika planlama direktörü Michael Anton'un atanması, yönetim içindeki destekçilerin elini güçlendirmiş olabilir. Çünkü Anton, diplomat olmamasına rağmen Dışişleri Bakanlığı'nın düşünce kuruluşunun başında bulunan önde gelen muhafazakâr düşünürlerden biri olarak öne çıkıyor.

Başkanlık ekibi içinde ABD'nin Ortadoğu’ya askeri müdahalesi konusunda açıkça çekingen olan bir akımdan gelen Anton, Başkan Trump’a olan kişisel sadakatinin yanı sıra, onunla ideolojik olarak uyumu nedeniyle bu göreve seçilmiş gibi görünüyor.

İsrail bölgesel olarak devam eden ABD-İran müzakerelerine şüpheyle yaklaşmaya devam ediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun 2013-2015 dönemindeki müzakereler sırasında eski ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin çabalarına kamuoyu önünde karşı çıkmasına rağmen, Başkan Trump ile uzun süredir devam eden ittifakı göz önüne alındığında şu an bu konuda daha fazla kısıtlandığı da bir gerçek. Daha da önemlisi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) de mevcut müzakereleri destekliyor. Bu da KİK’in daha önceki müzakerelere muhalefet eden tutumuna kıyasla belirgin bir değişim anlamına geliyor.

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın üst düzey bir güvenlik heyetinin başında Tahran'a yaptığı son ziyaret bu değişimi teyit eder nitelikteydi ve Riyad ile Tahran arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin sinyallerini verdi.

Yıllardır Suudi Arabistan'a yönelik düşmanca söylemleriyle tanınan Hamaney, siyasal İslamcılığın katı muhafazakarlık yanlısı formunun hem İran toplumu hem de siyasi elitler arasında giderek ivme ve inandırıcılık kaybettiğinin farkına varmış gibi görünüyor. Eldeki veriler, İran'ın askeri ve güvenlik alanlarının önde gelen isimlerinin Suudi Arabistan gibi komşu ülkelere yönelik düşmanlığın devam etmesinin artık sürdürülebilir olmadığı sonucuna vardıklarını ve çatışma yerine iş birliğini en gerçekçi ve uygulanabilir yol olarak görmeye başladıklarını ortaya koyuyor. Bölgesel politikalardaki bu değişim Washington ve Tahran arasındaki görüşmelerin başarı şansını arttırıyor. Zira çatışma yerine ekonomik iş birliğine odaklanan daha istikrarlı bir Ortadoğu, ilgili tüm tarafların çıkarına hizmet edeceği kesin.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile görüşmelerini sürdürürken bir dizi önemli uluslararası aktörle de temaslarına devam ediyor. Kısa bir süre önce Rusya ve Çin'i ziyaret ederek her iki başkentte de mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulunan Arakçi, Pekin'de 23 Nisan'da yaptığı açıklamada, ABD ile müzakereler konusunda İran ve Çin arasında ‘çok iyi bir anlayış’ olduğunu belirtti. Bunun yanında İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın bu yıl biri Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ikili bir zirveye, diğeri ise eylül ayında yapılacak Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılmak amacıyla olmak üzere Çin'e iki ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor.

24 Nisan'da Avrupa'ya yönelik diplomatik bir girişim başlatan Arakçi, İran'ın İngiltere, Fransa ve Almanya ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açılması çağrısında bulunarak Londra, Paris ve Berlin'i ziyaret etmeye hazır olduğunu söyledi. Arakçi’nin bu diplomatik hamleleriyle eş zamanlı olarak ABD teknik heyetinin başındaki Michael Anton da Avrupalı mevkidaşlarıyla benzer istişareler yürütüyor. Avrupalı yetkililer arasında, Ukrayna gibi daha geniş konulardaki görüş ayrılıklarına rağmen, İran dosyasında Washington ile tutumlarını koordine etme eğilimi artıyor gibi görünüyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, müzakerelerin gidişatına ilişkin dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve BAE deneyimlerini kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor.

Tüm göstergeler ABD-İran müzakerelerinin ilerlemekte olduğuna işaret etse de müzakereler ilerledikçe hem teknik hem de siyasi önemli meseleler ortaya çıkmaya başlayacağından önümüzde bir takım gerçek zorluklar bulunuyor.  Taraflar arasındaki anlaşmazlıkların başında, 2015 tarihli nükleer anlaşmada öngörülen şekilde İran'ın kendi topraklarında en fazla yüzde 3,67 ile sınırlandırılması kaydıyla uranyum zenginleştirmesine izin verilip verilmeyeceği meselesi geliyor. ABD'li yetkililer bu konuda farklı görüşler dile getirdiler. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, bundan kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, İran sivil bir nükleer program yürütüyor olsa bile, ülke içinde uranyum zenginleştirmeye neredeyse hiç ihtiyacı olmadığını ve bunun yerine yabancı kaynaklardan zenginleştirilmiş uranyum ithal edebileceğini savundu. Ancak bu sözler, Tahran'ın aşılmaması gereken bir kırmızı çizgi olarak gördüğü kendi uranyum zenginleştirme kapasitesini elinde tutma konusundaki ısrarıyla çatışıyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, 19 Nisan'da yaptığı bir açıklamada, müzakerelerin gidişatını belirleyecek dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) modelinin kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor. Şemhani, Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi döneminde Batılı güçlerle yaptığı anlaşma karşılığında nükleer programını tamamen tasfiye ederken, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) tamamen Avrupa'dan zenginleştirilmiş nükleer yakıt ithalatına dayanan sivil bir nükleer program yürüttüğü iki farklı deneyime atıfta bulundu. Ancak burada sorulması gereken asıl soru, Washington'ın İran'ı bu iki modelden birine ya da belki de BAE modelini benimserken yerel olarak sınırlı miktarda uranyum zenginleştirmeye izin veren karma bir seçeneğe doğru itmek için yeterli baskı uygulayıp uygulayamayacağı sorusudur.

Sonuç olarak bu müzakereler, Maskat'ta, Roma'da ya da önümüzdeki haftalarda müzakere masalarının kurulacağı diğer şehirlerde diplomasinin bir sonraki aşamasının şeklini de belirleyecek.