Arap geleceği üzerine gözlemler

Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)
Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)
TT

Arap geleceği üzerine gözlemler

Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)
Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)

Biz Araplar gibi kendisine bu soruyu sormak zorunda olan bir milletin var olduğunu zannetmiyorum. Sykes-Picot Anlaşması’ndan bu yana geçen 100 yıl, iniş ve çıkışlarla, yenilgiler ve zaferlerle doluydu. Yine bu yıllar, Arap-İsrail çatışmasının doğuşuna ve 2 nedenden ötürü bölgeye yönelik yabancı müdahalelerin tırmanışına tanıklık etti. Birinci neden; Arap dünyasının bölünmesinin ve birliğinin parçalanmasını sağlayacak Batılı bir üs olması için bölgeye yerleştirilen İsrail’in güvenliğini korumak. İkincisi ise Arap Yarımadası’nda petrolün keşfedilmesi ve bu keşfin, büyük güçlerin iştahlarını kabartarak petrol yataklarını ele geçirme ve fiyatlarını kontrol etmeyi istemelerine yol açması.
Sonraki yıllar ise anlaşmazlıklara (Arap-Arap), Nasırcılığın yükselişine ve dış güçlerin baskısı, milliyetçi projeyi yıkma girişimleri ve bunun yanında Cemal Abdunnasır’ın aynı anda birkaç cephe açması nedeniyle milliyetçi tecrübesinin başarısız olmasına tanıklık etti. Dolayısıyla Arap vatanının geleceğini düşünürken 3 teze odaklanmalıyız. Bu tezlerin birincisi milliyetçi proje, ikincisi İslami proje ile ilgilidir. Üçüncüsü ise şiddetli rüzgârlara, yapısını zayıflatmaya çalışan tutumlara, adına hilafet denilen ama aslında Arap bölgesindeki modern ve çağdaş devletleri ortadan kaldırmayı, onları bir daha ayağa kalkamayacak kırılgan bir yapıya dönüştürmeyi isteyen bir girişim olan kaosa karşı ulusal devletleri korumayı amaçlamaktadır. Bu 3 tezi aşağıdaki şekli ile tek tek ele alacağız:
Birinci tez: Milliyetçilik projesidir. Bu proje; 19 ve 20. yüzyıllar boyunca Arapların sıkı sıkı tutundukları bir hayal gibiydi. Ama bu hayal farklı yönlerden hedef alındı. Bunların ilki; içinde taşıdığı bütün otoriterlik ile bölgeye hâkim olan Osmanlının varlığıdır. Ardından bölgeye giriş yapan aktif ve Siyonist hareket ile uyumlu Avrupalı Batı gelmiştir. Bu dönem, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile bölgeye yönelik doğrudan emelleri ve çabaları ile Batı nüfuzunun alternatifi olmaya çalışan ABD projesinin istilasına kadar devam etti. Dolayısıyla Araplar; ilk olarak Osmanlıya, daha sonra da başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupalılara ve son olarak da ABD’ye birçok kez bedel ödemek zorunda kaldı. Nitekim eski ABD Başkanı Dwight Eisenhower de kendi adıyla anılan doktrinde, Ortadoğu’da bir siyasi boşluk olduğu ve bunun doldurulması gerektiği teorisini öne sürmüştür.
Ardından eski Sovyetler Birliği ile bağlantılı ilerici güçler -bunların başında Mısır’da Cemal Abdunnasır, Irak’ta Abdulkerim Kasım, Büyük Suriye’de ise Arap Sosyalist Baas Partisi liderleri bulunuyordu- ile Batı ile iyi ilişkilerini koruyan diğer blok arasındaki sert çatışma dönemi geldi. Bu blokun sahip olduğu zenginlikler, ABD ve müttefiklerinin kendileri ile iyi ilişkilerini korumaya özen göstermeye itiyordu. Bu durum; 1967 Arap-İsrail savaşının ardından yaşanan büyük hezimete, ondan birkaç yıl sonra da Abdunnasır’ın vefat etmesi ve Enver Sedat’ın yönetime gelmesine kadar devam etti. Enver Sedat, bölgenin politikalarında ideolojik değişiklere gitti ve Camp David ekolünü benimsedi. Bu ekol o dönemde Arap kitleler tarafından çok desteklenmese de Sedat 1981 yılının Ekim ayında kendisine suikast düzenlenene kadar bu tutumundan geri adım atmadı.
İkinci tez: Doğuşu Abdurrahman Kevakibi, Şekip Arslan, Muhammed Reşid Rıza ve Mısırlı Şeyh Hasan el-Benna’ya kapı aralayan diğerlerinin yazılarının temsil ettiği erken dönem işaretlerine bağlı olan İslami projedir. Hasan el-Benna’nın 1928 yılında İsmailiyye’de başlattığı davet, samanlıkta çıkan ateş gibi hızla yayıldı ve kasabalar ile en küçük köylere kadar ulaştı. Ardından Arap ve İslam dünyasının her yanına uzandı ve izleri Müslüman Kardeşler cemaatinin siyasi emelleri ve sınır tanımayan ihtiraslarında güçlü bir şekilde ortaya çıkan bir proje ve yeni bir metot sundu. Cemaat ile devlet arasındaki çatışma hem monarşi hem de cumhuriyet döneminde devam etti. Müslüman Kardeşler şiddete yönelip siyasi suikastleri bir yöntem olarak benimsediklerinde liderleri cezaevleri hatta idam sehpaları ile tanıştı. 1954 yılının Kasım ayında suikast girişiminde bulundukları Cumhurbaşkanı Abdunnasır döneminde ise bu çatışma en şiddetli dönemlerinden birini yaşadı. Düzenlenen bir suikast ile Ahmet Mahir, Başbakan Nukraşi ve hâkim Hazindar’ın el-Maadi kenar mahallesindeki evinin önünde öldürülmesinin ardından Müslüman Kardeşler’i kapatan İbrahim Paşa Abdulhadi’nin ardından cemaat ikinci kez kapatılıp yasaklı ilan edildi.
Eli kana bulanınca hareket, sıradan bir dini cematten siyasi hayatın açık taraflarından biri haline geldi. 1967’deki büyük yenilginin ardından Mısır’da hatta Arap ve İslam dünyasında insanlar bu yenilginin, Abdunnasır’ın İslami projeye karşı çıkması ve iktidarda olduğu sürece Müslüman Kardeşler ile savaşması nedeniyle ilahi bir ceza olduğunu dillendirmeye başladılar. Abdunnasır da son yıllarında bu yeni teze inanmış gibi göründü. Hatta büyük hezimetin ardından ilk kez dini bir kutlama vesilesi ile halkın önüne çıktı. Abdunnasır böyle yaparak sanki İslami proje sahiplerinden 5 Haziran 1967 tarihinde yenilgiye uğrayan Arap milliyetçiliği projesine sıkı sıkıya sarıldığı için özür diliyor gibiydi. Abdunnasır’ın 1970 yılındaki vefatının ardından yönetime gelen Sedat, Mısır solundan geriye kalanları ortadan kaldırmak ve genel olarak Nasırcıların gücünü azaltmak için İslamcı akımın önünü açtı. Ancak İslami akım ile ilişkiler, olasılıklar ve süprizler ile dolu olduğu için çok geçmeden dizginleri kaptırdı. Zaferinin yıldönümünde askerleri ve subayları arasında suikaste kurban gitti. Ama İslami proje o zamana kadar Arap ve İslam ülkelerinin çoğunda gelişmiş ve köklerini en derinlere salmıştı. Hatta Müslümanların köklü dini duyguları nedeni ile kendilerine çok sayıda destekçi ve yandaş bulmuşlardı. Ama durum bununla sınırlı kalmadı. Çünkü İslami projenin serpilip gelişmesi bölgede bastırılmış olan Hristiyan duyguları uyandırdı. Mısır’daki Kıptilerin eski Patriği III. Şenuda’nın merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile ters düştüğünde Mısır’da mezhepsel sorunlar başgösterdi.
İslami proje öyle bir serpilip gelişti ki etkisi hem Arap hem de İslam dünyasının sokaklarına uzandı. Milliyetçi proje ise ABD ve Batı’daki müttefikleri hatta İsrail’in bir yandan gizlice İslami projeyi desteklerken diğer yandan da kendisine ardı ardına yönelttiği darbeler ile gerilemek zorunda kaldı.
Bunun için İngiliz yetkililerin Müslüman Kardeşler’in doğuşu ile duydukları coşkuyu ve İsrail’in İslami Direniş Örgütü Hamas’a verdiği desteği hatırlamak yeterlidir. Bu ülkeler dini İslami proje ile Arap milliyetçi projesine göre çok daha kolay ve iyi ilişki kurabileceklerine inanmaktadır.
Üçüncü tez: Arap dünyası, temellerini havaya uçurmakta ve ulusal devletleri tamamen ortadan kaldırmakta neredeyse başarılı olacak üçüncü bir dalgaya daha tanıklık etti. Bununla elbette; değişim rüzgârları taşıyan, belirli bir sınırı olmayan hatta o dönemde en iyi durumunda olduğunu iddia edemeyeceğimiz mevcut rejimlerde bir tedirginlik ve endişe dalgası yaratan Arap Baharı adı verilen olguyu kastediyorum. Arap Baharı’ndan önce bazı rejimlerin ömrünün tamamlanmış ve miadının dolmuş olduğu doğrudur ama diğer yandan sunulan alternatifler de ondan daha iyi değildir. Alternatifler; kaos, siyasi güçleri birbirine düşürmek, en etkili ve hazırlıklı örgüt olarak Müslüman Kardeşler’in iktidarı ele geçirmesini sağlamaktı. Ama Müslüman Kardeşlere karşı kitleler sokağa dökülerek bu projeyi başarısızlığa uğrattı.
Mısır’da ve başka ülkelerde de gösteriler düzenleyen milyonlar, Erdoğan-Müslüman Kardeşler projesinin başarılı olmasının önünü tamamen kapattı. Ama başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı Arap ülkelerinde görülen reform eğilimlerine, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın onlar aracılığıyla devleti modernize etmeye, gelişmiş dünya ve modern devletler kervanına yetişmesini sağlamaya çalıştığı yeni tezlere rağmen iki grup arasındaki yüzleşme daha sonuçlanmamıştır.
Bütün bunları hatırlatmamızın amacı; Arap milletini çatışmalar, yabancı baskılar ve dış müdahaleler dairesinden çıkararak istikrar ve sağlam modern devlet çağına taşıyacak olan gelecek ile ilgili gözlemler etrafında hızlı bir tur atmaktır.
Mustafa el-Feki’nin Independent Arabia'da yayınlanan makalesi



Rusya, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’deki karmaşık nüfuz ağı

Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)
Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)
TT

Rusya, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’deki karmaşık nüfuz ağı

Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)
Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)

Tarık Ali

Suriye’de 2024 yılı sonlarında Beşşar Esed rejiminin düşüşü, bölgedeki genel dengeyi etkilerken Suriye üzerinde uluslararası yankılar uyandırdı. Bu olay, güvenlik, askeri ve siyasi açıdan hızlı gelişmelerin yaşandığı bir bölgede sadece siyasi bir olay olmanın ötesine geçerken analistler bu olayı, oyunun kurallarını, sınırlarını ve hatta coğrafyasını yeniden şekillendirecek bir deprem olarak tanımladılar. Suriye, eski rejimin düşüşünün ardından ilk aşamada eklemlerini kontrol edecek merkezi bir sinir sistemi olmayan bir yapı gibi görünüyordu. Ülke çöktü ve krizleri iç içe geçti.

Sivil, güvenlik ve askeri kurumlarda boşluk oluşması ve üst düzey liderlerin ve yetkililerin kaçmasıyla başlayan derin kaos dönemine giren ülkede yerel ve yabancı muhalefet gruplarının ve radikal hareketlerin etkisi giderek ve hızla arttı.

Başlıca özellikler

Uluslararası alanda, İran’ın yanı sıra Rusya, Esad rejiminin en büyük yararlanıcısıydı. Moskova koruma, hava ve lojistik destek sağlarken, Esad uzun vadeli yatırım ayrıcalıkları ve garantiler sunarak Rusya'ya eski bir Sovyet hayali olan sıcak sularda sürdürülebilir bir dayanak noktası sağladı. Ancak Esed rejiminin düşüşüyle Kremlin'in hesapları altüst oldu, çünkü varlık nedeni ortadan kalkmıştı. Bu durum ilk aşamada açıkça görüldü.

İsrail ise yeni Suriye'yi sadece bir ön savunma hattı olarak değil, geniş bir alana yayılan stratejik bir nüfuz alanı olarak görmek istiyordu. Onlarca yıldır iktidarda olan bir rejimin düşüşü, bunun için mükemmel bir fırsat sunuyordu.

Rejimin düşüşünden sonraki 48 saat içinde İsrail, yaklaşık 500 hava saldırısı düzenleyerek eski ordunun cephaneliğini bombaladı ve askeri gözlemcilere ve medyaya göre Suriye'nin toplam askeri gücünün yüzde 80 ila 90'ını yok etti. İsrail, 2025 yılı boyunca saldırılarına devam etti, yaklaşık bin saldırı düzenledi. Böylece ağır silahlar, zırhlı araçlar, füzeler ve diğer teçhizat dahil olmak üzere eski mühimmatın geri kalanını neredeyse tamamen yok etti.

İsrail’in gerekçesi, Suriye'de İran'ın etkisinin geri dönmesi veya bu silahlardan yararlanacak başka iç direniş cephelerinin oluşması korkusuydu. Bundan dolayı yıllar içinde siyasi çatışma haritasını ve güç dengesini yeniden çizebilecek bir fraksiyon, hareket veya hatta merkezi bir orduyu yeniden oluşturabilecek her türlü çekirdeği yok etmek tercih edilirdi.

Lazkiye'den Tartus'a

Rusya'nın 2015 yılının sonlarında Beşşar Esed’i desteklemek için Suriye’deki savaşa müdahale etmesiyle, Ruslar Lazkiye kırsalındaki Hmeymim Hava Üssü'nde ve Tartus Deniz Üssü’nde konuşlandılar. Bunlara başka küçük sabit veya hareketli askeri noktalar da eklendi. Ancak rejimin düşmesiyle birlikte askeri üsler konusu, iç siyasi destek olmadan ayakta kalma yeteneklerinin bir sınaması haline geldi.

Bu konu şüphesiz Putin için büyük bir endişe kaynağıydı, ancak takip eden aylarda Moskova'da Suriye dışişleri ve savunma bakanları ile diğer üst düzey yetkililerin katıldığı beklenmedik Rusya-Suriye görüşmeleri gerçekleşti. Bu görüşmeler, eski anlaşmaların yürürlükte ve bağlayıcı olmaya devam edeceğini açıkça belirten Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın ziyareti ile sonuçlandı.

frgt
Rusya donanmasının daha önce Tartus açıklarında gerçekleştirdiği geçit töreninden bir kare (sosyal medya)

Hmeymim Hava Üssü’nün en yoğun döneminde 107 adet savaş uçağı bulunuyordu. Ancak Ukrayna'daki savaşın başlamasından sonra, geride sadece birkaç uçak kaldı. Tartus Deniz Üssü ise bakım depoları, lojistik destek gemileri ve kuvvetlerinin bulunduğu bir liman olarak kaldı. Bütün bu yıllar boyunca, kıyı halkı Rusya'yı koruyucusu olarak gördü. Ancak rejimin düşüşü, Rusların artık onların koruyucuları olmadığını, aksine ayrıcalıklar ve soğuk bir bakış açısıyla ölçtükleri yeni çıkarlarının koruyucuları olduğunu açıkça ortaya koydu. Bunu, Rusya'nın geçtiğimiz mart ayında başlıca iki kalesi arasındaki kıyı şeridinde meydana gelen katliamları durdurmak için müdahale etmemesi de bunu kanıtladı. Rusya’nın endişesi, geçici bir yapı olsa bile, hayati önem taşıyan etkisini kaybetmemek oldu.

İsrail ve altın fırsat

Esed rejimiyle hiçbir zaman iyi ilişkiler içinde olmayan İsrail, son savaş sırasında Suriye topraklarındaki İran ve Hizbullah hedeflerini sık sık hedef aldı. Ancak, rejimin düşüşünün yarattığı kaos ve uluslararası acil bir vizyonun olmaması, İsrail'i herhangi bir gerekçe göstermeye veya uluslararası desteğe ihtiyaç duymadan, uygun gördüğü şekilde ulusal güvenliğini korumak amacıyla önceki savaştan kurtulan ne varsa yok etti.

Tel Aviv, İran veya Hizbullah hedefleri ya da bunlara bağlı gruplar değil, Suriye'de kalan tüm silahları yok etme fırsatını yakalamıştı ve bu kez ne istediğini biliyordu. İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye'yi kuzeyden güneye tarayarak, havaalanları, hayati tesisler ve geçmişte rakipleri tarafından kullanılmış ve gelecekte de kullanılabilecek tedarik yolları dahil olmak üzere tüm potansiyel hedefleri vurdu.

Siyaset bilimi profesörü İsa Salih, “İsrail sözünü söyledi. Suriye'nin silah deposu yok oldu. Onunla karşı karşıya gelecek yeni bir ordu olmayacak. Savunma sistemlerini ve radar ağlarını yeniden kurmak imkansız. İran ve diğerleri tamamen sahneden çekildi. Suriye'nin hava sahası ve toprakları açığa çıkararak caydırıcılık sistemi bir kez ve sonsuza kadar yok edildi ve hangi otorite yönetirse yönetsin her şeyi sıfırdan yeniden inşa etmek zorunda kalacak” değerlendirmesinde bulundu.

Moskova ve Tel Aviv arasında

Güvenlik uzmanı emekli Tuğgeneral Zafer Trabulsi'ye göre rejimin çöküşü uluslararası tarafları hızla çıkarlarını aramaya itti ve Suriye meseleleri konusunda İsrail ile Rusya arasında daha güçlü iletişim kanalları oluşturdu. Bu da kalıcı bir güvenlik anlaşması haline geldi. Trabulsi, Türkiye ve diğer uluslararası tarafların da dahil olduğu, nüfuzun dağılımı ve paylaşımı konusunda çıkarların yakınlaştığı bir ortamda, sürtüşmelerin önlenmesi konusunun kaçınılmaz bir sonuç olduğunu da sözlerine ekledi. Bugün Moskova, hava sahasını koruma avantajı karşılığında, garantör olarak varlığıyla bölgeyi savaşa sürüklememeyi kapalı kanallardan taahhüt ediyor. İsrail de Rusya'yı kuzeybatı Suriye'de iki açıdan garantör olarak görüyor. Bunlardan birincisi, kıyıdaki Aleviler arasında İran'ın geri dönüşünü önlemek, ikincisi ise Türkiye'nin genişleme girişimlerini frenlemesi. Zira İsrail'in Rusya'dan kıyıda kalmasını doğrudan talep ettiği herkesçe biliniyor.

Bu gerçeklere göre denklem açık ortaya çıkıyor. Rusya'nın hava ve kara güvenliği hayati noktalarda korunurken, İsrail'in eli güney Suriye'ye uzanıyor ve Suriye'nin İsrail'in saldırılarını önlemek için Rusya'dan güneyde askeri polis konuşlandırmasını talep etmesine rağmen, iki taraf çatışmaya girmiyor. Suriye, Rusya'dan talep etmeye devam ettiği ve henüz çözüm bulunamayan bir konu bu.

Tuğgeneral Zafer, kıyı şeridinde yaşanan katliamlar sırasında İsrail'in, kıyı şeridinin askeri koruyucusu olarak Rusya’nın isyancı grupları kontrol altına almak için askeri müdahaleye gideceğini umduğunu ve Rusya'dan daha fazlasını beklediğini düşünüyor. Ancak Moskova, durumu yatıştırmaya ve çatışma veya müdahaleyi önlemeye karar verdi ve kaçan binlerce aileye Hmeymim Hava Üssü’nün kapılarını açmakla yetindi. O dönemde ve öncesindeki aylarda, sanki Rusya ‘çevremizde olanlarla hiçbir ilgimiz yok, önemli olan üslerimize ve çıkarlarımıza zarar gelmesini önlemek’ diyor gibi, Hmeymim Hava Üssü’nden eski rejimin üst rütbeli subaylarını ve üst düzey yetkililerini Moskova'ya kaçırmak için de çalıştı. Bu da bizi ‘ne olursa olsun, önemli olan Rusya’nın kendi çıkarlarına uygun gördüğü şekilde her iki ülkenin Suriye'deki hayati, ulusal ve stratejik güvenliğidir’ şeklindeki Rusya-İsrail anlaşmasına getiriyor.

Büyük çatışma

Moskova, ittifaklarına rağmen Tahran'ın Suriye'deki etkisinden sık sık endişe duydu. Rusya'nın 2020'den önce Astana ve Soçi'de gerilimi azaltma bölgelerini tanıması ve İran'ın tüm cepheleri yeniden açmak için defalarca girişimde bulunması da bunun kanıtıydı. Bu, iki ülkenin saha vizyonu ve stratejik hedeflerindeki farkın önemli bir parçasıydı. Bugün Moskova, kıyıdaki Aleviler için kurtarıcı olarak görünen İran'ın öngörülemez etkisinin genişlemesinden üslerini bir kez daha korumakla ilgileniyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail bu denklemde Rusya ile derin bir mutabakat içindedir; ikisi de İran'ı istemiyor. Bu, doğrudan bir çatışma olasılığının ortadan kaldırılması için iki tarafın sahada ve istihbarat alanında koordinasyonunun en önemli unsurlarından biriydi. Suriye’nin güneyi, İsrail'in alanı haline gelirken, kıyı şeridi Rusya'nın alanı haline geldi. Tüm bunların ortasında, siyasi çevrelerdeki Suriyeliler, Türkiye'nin kuzeyde, Rusya kıyı üçgeninde, İsrail ise yavaş yavaş güneye yayılıyor, ABD üsleri doğu ve güneydoğuda ve birçok ülkenin istihbarat servisleri artık dışarıdan değil içeriden önemli bir rol oynuyor.

Suriye'nin egemenliği

Avukat Yasin Maruf, uluslararası hukuka dayanan uzmanlık alanında Suriye’nin egemenliği kavramının nasıl yeniden tanımlanması gerektiğini sorgulayarak, şunları söyledi:

“Suriye, egemen bir devlet olarak, hala topraklarını savunma hakkına sahip mi? İç halk çatışmaları dışında, uluslararası hukuk, çoğu hükmünde meşru bir devletin kendini her türlü yolla savunma hakkına sahip olduğunu açıkça belirtiyor, ancak bugün durum çok karmaşık ve kafa karıştırıcı. Çok sayıda yerel, bölgesel ve uluslararası aktörün varlığı ve siyasi geçiş sürecinin kaosu, güvenlik ve askeri koruma anlaşmaları veya ortak antlaşmaların imzalanmasının bağlayıcı olmama olasılığını artırıyor, zira yeni yönetim geçici olarak kuruldu. Dolayısıyla geçici yasal çerçeve dışında uluslararası iş birliği arayışında gerekli yasama yetkisine sahip değil. Suriye, yeni otoritesiyle şu anda önemli ölçüde meşru ve medya desteğine sahip olsa da aynı zamanda ciddi ekonomik ve mali yaptırımlarla boğuşuyor. Tam egemenlik elde etme kriterlerindeki dengesizliğin unsurlarından biri de bu.

İçeriden bir bakış

Tartus Deniz Üssü yakınlarında yaşayan bir genç olan Ahmed el-Edib, birçok gece İHA’lar ve uçaksavar silahlarının seslerini duyduğunu söyledi. Halk arasında dolaşan söylentilere göre bu seslerin Tartus yakınlarında konuşlu yabancı bir grubun askeri tatbikatlarından kaynaklandığını vurgulayan Edib, “Rusya umursamıyor ve hiçbir şey yapmıyor. Artık askerlerini, nakliye araçlarını veya askeri araçlarını görmüyoruz. Oradalar, ama birdenbire ortadan kayboldular. Yine de, başka bir katliam olursa en yakın Rus üssüne kaçacağımızı her zaman düşünüyoruz” dedi.

dfrgtt56yhj
Tartus Deniz Üssü’ndeki Rusya Donanması unsurları (sosyal medya)

Rusya'nın varlığından uzak, İsrail'in varlığına daha yakın olan Şam'dan mühendis Miya Tuma, İsrail'in rastgele bombardımanlarından korktuklarını belirterek “Tel Aviv sadece yetkililerin konvoylarını bombalamıyor veya güneyi işgal etmiyor. Sık sık Şam'ın kırsalındaki kasabalara yaklaşıyor ve başkentin dış mahallelerini bombalıyor. Temmuz ayında Suveyda'da yaşanan olaylar sırasında, başkent merkezini bombalayarak Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay'ı hedef aldı. Üzerimizdeki psikolojik baskı korkunç ve dayanılmaz. Biz siviller bir araya gelip, aramızda tüm bu ülkeler olmadan yönetebileceğimiz bir tampon bölge talep etmeli miyiz?” ifadelerini kullandı.

İçerideki duruma dışarıdan etkiler

Rusya-İsrail ilişkileri, son aylarda Suriye bağlamında daha da netleşerek, sahada gözlemlenmesi ve takip edilmesi kolay bir mutabakat protokolü içinde daha etkili hale geldi. Rusya, Akdeniz'deki çıkarlarını, üslerini ve etkisini korumak amacıyla, hiçbir şekilde kara müdahalesi riski almadan kıyıları kontrol ediyor ve her hareketi yakından izliyor.

İsrail ise çok daha fazla hareket özgürlüğüne sahip ve Golan Tepeleri ile Suriye'nin güneyinde yeni mevziler kuruyor. Serbestçe hareket eden İsrail, Suriye’nin orta ve güneyindeki havaalanlarını ve tesisleri bombalıyor. Bazen de kuzeyde Rusya’nın mevzilerinin yakınlarını ‘kendini tehdit altında hissettiğinde’ bombalıyor, ancak bunu sadece Rusya ile doğrudan ve önceden kurduğu koordinasyonla yapıyor. Independent Arabia'nın Hmeymim Hava Üssü içinden elde ettiği bilgilere göre bu saldırılar genellikle Suriyeli muhalif savaşçılar tarafından yönetilen noktalara yönelik oluyor.

Siyasi kaos dönemi

Günümüzde birçok siyasi ve askeri uzman, Suriye'nin kontrolü dışındaki bir siyasi kargaşa yaşadığı ve geçmişte hiçbir noktada bu durumu değiştiremediği konusunda hemfikir. Bu durum, ülkeyi, anlaşma veya anlaşmazlık olsun, etkileri ve çıkarları çakışan büyük güçlerin önemli bir sahnesi haline getirdi. Durum, diplomatik ve siyasi aşamaların ötesine geçerek hem ülke içinde hem de devletin inşası ve ülkenin kurumlarının gelecekteki yapısı çerçevesinde sivilleri de etkilemeye başladı. Bu durum, ülkenin bölünmesi, bazı kısımlarının ayrılması veya fiili bir federal sisteme geçilmesi olasılığını gündeme getirdi. Başta Ürdün ve Lübnan olmak üzere komşu ülkelere yönelik tehdit ve dolaylı olarak Mısır, Körfez ülkeleri ve genel olarak Batı'nın korkuları da cabası.

Suriye topraklarında çakışan denklemler arasında, DAEŞ, yabancı uyruklu savaşçılar ve diğerleri gibi radikal grupların faaliyet göstermesi için ideal bir fırsat sunan önemli bir alan yaratıldı. İç güçlerin ve yabancı güçlerin varlığının etkilerini yerel olarak birleştirerek, Suriye, kontrol ve gerçek egemenlik kavramları içinde genel inisiyatifi geri kazanma konusunda belirsizlik denizinde yüzen bir devlet haline geldi. Dolayısıyla genel karar, başka bir iç veya dış tarafın elinde değil, meşru bir sistem olarak kendisine geri dönüyor.


Uluslararası Ceza Mahkemesi: Savaş suçlarından şüphelenilen Libyalı, Almanya'dan Lahey'e transfer edildi

Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)
Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)
TT

Uluslararası Ceza Mahkemesi: Savaş suçlarından şüphelenilen Libyalı, Almanya'dan Lahey'e transfer edildi

Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)
Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), dün yaptığı açıklamada, Libya'da savaş suçlusu olduğundan şüphelenilen bir kişinin Almanya'dan Lahey'e nakledildiğini ve mahkemenin gözetimine alındığını bildirdi.

Halid Muhammed Ali el-Hicri'nin, Libya iç savaşı sırasında Özel Caydırıcılık Gücü üyesi olduğundan şüpheleniliyor ve mahkumların rutin olarak işkence gördüğü, bazen cinsel saldırıya uğradığı kötü şöhretli bir hapishanede üst düzey yetkili olmakla suçlanıyor.

UCM, temmuz ayında Almanya'da tutuklanan Halid Muhammed Ali Hicri'nin, daha sonraki bir tarihte hakim karşısına çıkmasını beklemek üzere Lahey'deki UCM gözaltında tutulduğunu bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın Alman dergisi Der Spiegel’den aktardığına göre, Hicri temmuz ayında Tunus'a seyahat etmeye çalışırken Berlin Havalimanı'nda yakalandı ve yasal işlem tamamlanana kadar gözaltında tutuldu.

Libya, Muammer Kaddafi rejimini deviren 2011 NATO destekli ayaklanmanın ardından yaşanan silahlı çatışma ve siyasi kaosun sonuçlarını yaşamaya devam ediyor.

Duruşmanın 2026 sonlarından önce başlaması beklenmiyor.


Papa, Lübnan ziyaretini liman patlamasının yaşandığı yerde sessiz bir dua ile sonlandırıyor

Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)
Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)
TT

Papa, Lübnan ziyaretini liman patlamasının yaşandığı yerde sessiz bir dua ile sonlandırıyor

Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)
Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)

Papa 14. Leo, Lübnan ziyaretinin son gününde, vatandaşların yoğun ilgisi arasında Deyr es-Salib Hastanesi’ni ziyaret etti. Ziyaretin ardından Beyrut Limanı patlamasının yaşandığı yerde sessiz bir dua gerçekleştirecek.

Papa yaptığı konuşmada, “Deyr es-Salib’de tanık olduklarımız herkes için bir ders niteliğinde. Zayıfları unutmamız mümkün değil; toplum refahın peşinde koşarken yoksulları ve kırılganları görmezden gelemez” ifadelerini kullandı.

fgbhy
Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde (AFP)

Papa daha sonra Deyr es-Salib Hastanesi'nden ayrıldı ve kamuoyunun gözünden uzak bir şekilde, Aziz Dominik binasında çocuklarla bir araya geldi.

fgt
Papa 14. Leo'nun resmine bakan bir rahibe (Reuters)

Beyrut Limanı

Daha sonra Papa Leo, 2020 yılında meydana gelen ölümcül Beyrut liman patlamasının olduğu yere giderek sessiz bir dua edecek.

Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam, kurbanların aileleri ve Papa ile birlikte sessiz duaya katılmak için limana geldi.

Organizatörlere göre, 120 binden fazla kişi Beyrut sahilinde düzenlenen ayine katılmak için kayıt yaptırdı ve bu kişiler Lübnan'ın farklı bölgelerinden özel otobüslerle buraya getirildi.

dfrtghy
Papa 14. Leo'nun deniz kıyısında yapılacak ayini yöneteceği alan (Reuters)

Ayrıca Papa Leo’nun, 218 kişinin hayatını kaybetmesine, Beyrut’un harabeye dönmesine ve milyarlarca dolarlık hasara yol açan patlamada yakınlarını yitiren bazı ailelerle de bir araya gelmesi bekleniyor. Patlama, bir depoda tutulan yüzlerce ton amonyum nitratın infilak etmesiyle meydana gelmişti.

scdfv
Kurbanların yakınları, Papa 14. Leo'nun liman patlamasının yaşandığı yerde yapılacak ayini yöneteceği alanda onun gelmesini bekliyor. (Reuters)

Patlamanın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen, hayatını kaybedenlerin aileleri hâlâ adalet talep ediyor. Yargı sürecinin defalarca engellenmesi ve hiçbir yetkilinin mahkûm edilmemiş olması, patlamayı onlarca yıllık yolsuzluk ve mali suçların ardından yeni bir kriz olarak gören Lübnanlıların tepkisini artırdı.

Yetkililer, patlamayı limanda büyük miktarlarda amonyum nitratın herhangi bir güvenlik önlemi olmaksızın depolanmasına ve çıkış nedeni bilinmeyen bir yangının ardından infilaka yol açmasına bağladı. Daha sonra farklı kademelerdeki çok sayıda yetkilinin tehlikenin farkında olduğu ancak harekete geçmediği ortaya çıktı.

Soruşturma, 2023’ten bu yana siyasi çekişmeler arasında sıkışıp kaldı. O dönemde Hizbullah’ın, soruşturmadan el çektirilmesini talep ettiği adli müfettiş Tarık el-Bitar, çok sayıda dava ile karşı karşıya bırakılarak çalışamaz hale getirildi. Ancak ülke içindeki güç dengelerinin değişmesiyle birlikte yargıç, bu yılın başından itibaren görevine yeniden başladı.

Papa 14. Leo, pazar günü Lübnan’a varışında, ülkenin siyasi liderlerine ‘barış ve uzlaşmaya giden yolun gerçeği aramaktan geçtiğini’ hatırlattı.

Lübnan, Papa Leo’nun ilk yurt dışı turundaki ikinci durağı. Papa, turunun ilk aşaması olan Türkiye ziyaretinde Hristiyanlar arasındaki diyalog ve birlik mesajını vurgulamıştı.

Papa 14. Leo, Lübnan’da olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. Pazar günü ülkeye varışının hemen ardından geniş siyasi katılımla resmi karşılama töreni düzenlendi. Ziyaretinin ikinci gününde ise binlerce kişi, Papa’nın geçtiği güzergâhlarda toplanarak kendisini selamladı.

Bugün sona erecek Lübnan ziyareti, Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan kanlı çatışmaların ardından yeniden şiddet ihtimaliyle yaşayan ülke için bir umut ışığı olarak değerlendirildi.

Yetkililer, dün akşam saatlerinden itibaren sıkı güvenlik tedbirleri uyguladı ve Papa’nın ayini yöneteceği Beyrut şehir merkezine girişleri yasakladı.