Arap geleceği üzerine gözlemler

Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)
Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)
TT

Arap geleceği üzerine gözlemler

Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)
Enver Sedat, Menahem Begin ve Jimmy Carter Camp David’te (AFP)

Biz Araplar gibi kendisine bu soruyu sormak zorunda olan bir milletin var olduğunu zannetmiyorum. Sykes-Picot Anlaşması’ndan bu yana geçen 100 yıl, iniş ve çıkışlarla, yenilgiler ve zaferlerle doluydu. Yine bu yıllar, Arap-İsrail çatışmasının doğuşuna ve 2 nedenden ötürü bölgeye yönelik yabancı müdahalelerin tırmanışına tanıklık etti. Birinci neden; Arap dünyasının bölünmesinin ve birliğinin parçalanmasını sağlayacak Batılı bir üs olması için bölgeye yerleştirilen İsrail’in güvenliğini korumak. İkincisi ise Arap Yarımadası’nda petrolün keşfedilmesi ve bu keşfin, büyük güçlerin iştahlarını kabartarak petrol yataklarını ele geçirme ve fiyatlarını kontrol etmeyi istemelerine yol açması.
Sonraki yıllar ise anlaşmazlıklara (Arap-Arap), Nasırcılığın yükselişine ve dış güçlerin baskısı, milliyetçi projeyi yıkma girişimleri ve bunun yanında Cemal Abdunnasır’ın aynı anda birkaç cephe açması nedeniyle milliyetçi tecrübesinin başarısız olmasına tanıklık etti. Dolayısıyla Arap vatanının geleceğini düşünürken 3 teze odaklanmalıyız. Bu tezlerin birincisi milliyetçi proje, ikincisi İslami proje ile ilgilidir. Üçüncüsü ise şiddetli rüzgârlara, yapısını zayıflatmaya çalışan tutumlara, adına hilafet denilen ama aslında Arap bölgesindeki modern ve çağdaş devletleri ortadan kaldırmayı, onları bir daha ayağa kalkamayacak kırılgan bir yapıya dönüştürmeyi isteyen bir girişim olan kaosa karşı ulusal devletleri korumayı amaçlamaktadır. Bu 3 tezi aşağıdaki şekli ile tek tek ele alacağız:
Birinci tez: Milliyetçilik projesidir. Bu proje; 19 ve 20. yüzyıllar boyunca Arapların sıkı sıkı tutundukları bir hayal gibiydi. Ama bu hayal farklı yönlerden hedef alındı. Bunların ilki; içinde taşıdığı bütün otoriterlik ile bölgeye hâkim olan Osmanlının varlığıdır. Ardından bölgeye giriş yapan aktif ve Siyonist hareket ile uyumlu Avrupalı Batı gelmiştir. Bu dönem, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile bölgeye yönelik doğrudan emelleri ve çabaları ile Batı nüfuzunun alternatifi olmaya çalışan ABD projesinin istilasına kadar devam etti. Dolayısıyla Araplar; ilk olarak Osmanlıya, daha sonra da başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupalılara ve son olarak da ABD’ye birçok kez bedel ödemek zorunda kaldı. Nitekim eski ABD Başkanı Dwight Eisenhower de kendi adıyla anılan doktrinde, Ortadoğu’da bir siyasi boşluk olduğu ve bunun doldurulması gerektiği teorisini öne sürmüştür.
Ardından eski Sovyetler Birliği ile bağlantılı ilerici güçler -bunların başında Mısır’da Cemal Abdunnasır, Irak’ta Abdulkerim Kasım, Büyük Suriye’de ise Arap Sosyalist Baas Partisi liderleri bulunuyordu- ile Batı ile iyi ilişkilerini koruyan diğer blok arasındaki sert çatışma dönemi geldi. Bu blokun sahip olduğu zenginlikler, ABD ve müttefiklerinin kendileri ile iyi ilişkilerini korumaya özen göstermeye itiyordu. Bu durum; 1967 Arap-İsrail savaşının ardından yaşanan büyük hezimete, ondan birkaç yıl sonra da Abdunnasır’ın vefat etmesi ve Enver Sedat’ın yönetime gelmesine kadar devam etti. Enver Sedat, bölgenin politikalarında ideolojik değişiklere gitti ve Camp David ekolünü benimsedi. Bu ekol o dönemde Arap kitleler tarafından çok desteklenmese de Sedat 1981 yılının Ekim ayında kendisine suikast düzenlenene kadar bu tutumundan geri adım atmadı.
İkinci tez: Doğuşu Abdurrahman Kevakibi, Şekip Arslan, Muhammed Reşid Rıza ve Mısırlı Şeyh Hasan el-Benna’ya kapı aralayan diğerlerinin yazılarının temsil ettiği erken dönem işaretlerine bağlı olan İslami projedir. Hasan el-Benna’nın 1928 yılında İsmailiyye’de başlattığı davet, samanlıkta çıkan ateş gibi hızla yayıldı ve kasabalar ile en küçük köylere kadar ulaştı. Ardından Arap ve İslam dünyasının her yanına uzandı ve izleri Müslüman Kardeşler cemaatinin siyasi emelleri ve sınır tanımayan ihtiraslarında güçlü bir şekilde ortaya çıkan bir proje ve yeni bir metot sundu. Cemaat ile devlet arasındaki çatışma hem monarşi hem de cumhuriyet döneminde devam etti. Müslüman Kardeşler şiddete yönelip siyasi suikastleri bir yöntem olarak benimsediklerinde liderleri cezaevleri hatta idam sehpaları ile tanıştı. 1954 yılının Kasım ayında suikast girişiminde bulundukları Cumhurbaşkanı Abdunnasır döneminde ise bu çatışma en şiddetli dönemlerinden birini yaşadı. Düzenlenen bir suikast ile Ahmet Mahir, Başbakan Nukraşi ve hâkim Hazindar’ın el-Maadi kenar mahallesindeki evinin önünde öldürülmesinin ardından Müslüman Kardeşler’i kapatan İbrahim Paşa Abdulhadi’nin ardından cemaat ikinci kez kapatılıp yasaklı ilan edildi.
Eli kana bulanınca hareket, sıradan bir dini cematten siyasi hayatın açık taraflarından biri haline geldi. 1967’deki büyük yenilginin ardından Mısır’da hatta Arap ve İslam dünyasında insanlar bu yenilginin, Abdunnasır’ın İslami projeye karşı çıkması ve iktidarda olduğu sürece Müslüman Kardeşler ile savaşması nedeniyle ilahi bir ceza olduğunu dillendirmeye başladılar. Abdunnasır da son yıllarında bu yeni teze inanmış gibi göründü. Hatta büyük hezimetin ardından ilk kez dini bir kutlama vesilesi ile halkın önüne çıktı. Abdunnasır böyle yaparak sanki İslami proje sahiplerinden 5 Haziran 1967 tarihinde yenilgiye uğrayan Arap milliyetçiliği projesine sıkı sıkıya sarıldığı için özür diliyor gibiydi. Abdunnasır’ın 1970 yılındaki vefatının ardından yönetime gelen Sedat, Mısır solundan geriye kalanları ortadan kaldırmak ve genel olarak Nasırcıların gücünü azaltmak için İslamcı akımın önünü açtı. Ancak İslami akım ile ilişkiler, olasılıklar ve süprizler ile dolu olduğu için çok geçmeden dizginleri kaptırdı. Zaferinin yıldönümünde askerleri ve subayları arasında suikaste kurban gitti. Ama İslami proje o zamana kadar Arap ve İslam ülkelerinin çoğunda gelişmiş ve köklerini en derinlere salmıştı. Hatta Müslümanların köklü dini duyguları nedeni ile kendilerine çok sayıda destekçi ve yandaş bulmuşlardı. Ama durum bununla sınırlı kalmadı. Çünkü İslami projenin serpilip gelişmesi bölgede bastırılmış olan Hristiyan duyguları uyandırdı. Mısır’daki Kıptilerin eski Patriği III. Şenuda’nın merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile ters düştüğünde Mısır’da mezhepsel sorunlar başgösterdi.
İslami proje öyle bir serpilip gelişti ki etkisi hem Arap hem de İslam dünyasının sokaklarına uzandı. Milliyetçi proje ise ABD ve Batı’daki müttefikleri hatta İsrail’in bir yandan gizlice İslami projeyi desteklerken diğer yandan da kendisine ardı ardına yönelttiği darbeler ile gerilemek zorunda kaldı.
Bunun için İngiliz yetkililerin Müslüman Kardeşler’in doğuşu ile duydukları coşkuyu ve İsrail’in İslami Direniş Örgütü Hamas’a verdiği desteği hatırlamak yeterlidir. Bu ülkeler dini İslami proje ile Arap milliyetçi projesine göre çok daha kolay ve iyi ilişki kurabileceklerine inanmaktadır.
Üçüncü tez: Arap dünyası, temellerini havaya uçurmakta ve ulusal devletleri tamamen ortadan kaldırmakta neredeyse başarılı olacak üçüncü bir dalgaya daha tanıklık etti. Bununla elbette; değişim rüzgârları taşıyan, belirli bir sınırı olmayan hatta o dönemde en iyi durumunda olduğunu iddia edemeyeceğimiz mevcut rejimlerde bir tedirginlik ve endişe dalgası yaratan Arap Baharı adı verilen olguyu kastediyorum. Arap Baharı’ndan önce bazı rejimlerin ömrünün tamamlanmış ve miadının dolmuş olduğu doğrudur ama diğer yandan sunulan alternatifler de ondan daha iyi değildir. Alternatifler; kaos, siyasi güçleri birbirine düşürmek, en etkili ve hazırlıklı örgüt olarak Müslüman Kardeşler’in iktidarı ele geçirmesini sağlamaktı. Ama Müslüman Kardeşlere karşı kitleler sokağa dökülerek bu projeyi başarısızlığa uğrattı.
Mısır’da ve başka ülkelerde de gösteriler düzenleyen milyonlar, Erdoğan-Müslüman Kardeşler projesinin başarılı olmasının önünü tamamen kapattı. Ama başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı Arap ülkelerinde görülen reform eğilimlerine, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın onlar aracılığıyla devleti modernize etmeye, gelişmiş dünya ve modern devletler kervanına yetişmesini sağlamaya çalıştığı yeni tezlere rağmen iki grup arasındaki yüzleşme daha sonuçlanmamıştır.
Bütün bunları hatırlatmamızın amacı; Arap milletini çatışmalar, yabancı baskılar ve dış müdahaleler dairesinden çıkararak istikrar ve sağlam modern devlet çağına taşıyacak olan gelecek ile ilgili gözlemler etrafında hızlı bir tur atmaktır.
Mustafa el-Feki’nin Independent Arabia'da yayınlanan makalesi



İsrail, Gazze'deki tampon bölgeyi genişletmek için acele ediyor

 İsrail ordusunun dün Gazze şehrinde bir evi yıkmasının ardından yükselen dumanlar (AP)
İsrail ordusunun dün Gazze şehrinde bir evi yıkmasının ardından yükselen dumanlar (AP)
TT

İsrail, Gazze'deki tampon bölgeyi genişletmek için acele ediyor

 İsrail ordusunun dün Gazze şehrinde bir evi yıkmasının ardından yükselen dumanlar (AP)
İsrail ordusunun dün Gazze şehrinde bir evi yıkmasının ardından yükselen dumanlar (AP)

İsrail, Gazze Şeridi’nde işgal altındaki bölgeler (Sarı Hattın doğusu) ile Hamas'ın faaliyet gösterdiği bölgeleri (Sarı Hattın batısı) birbirinden ayıran Sarı Hattın yaklaşık 3 kilometre batısında yeni bir tampon bölge oluşturmaya çalışıyor.

Şarku’l Avsat'a konuşan silahlı gruplardan saha kaynaklarına göre İsrail'in bu çabaları, ateşkesin ikinci aşamasına geçmeden önce sahadaki yeni durumu istikrara kavuşturmayı amaçlıyor. Bu çabalar, işgalci İsrail güçlerinin tampon bölge için istedikleri yerleri belirlemelerine olanak tanıyan evlerin yıkılması ve arazinin düzleştirilmesini içeriyor.

Sahadaki bu gelişmeler, İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir'in geçtiğimiz pazar günü Gazze Şeridi'ndeki İsrail güçlerini teftiş ederken yaptığı açıklamalarla tutarlıydı. Zamir, Sarı Hattın yeni bir sınır, yerleşim yerleri için ileri bir savunma hattı ve bir saldırı hattı oluşturduğunu söyledi.

Buna karşın Hamas liderlerinden Husam Bedran, Zamir'in açıklamalarının işgalin ateşkes anlaşmasının şartlarına uymadığını açıkça ortaya koyduğunu vurguladı. Bedran dün Fransız Haber Ajansı AFP'ye yaptığı açıklamada, Hamas’ın anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmeden önce İsrail'in ateşkese yönelik ihlallerine son verilmesini istediğini belirtti.


Netanyahu: Şam ile temaslar bir anlaşmayla sonuçlanmadı

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump (AP)
TT

Netanyahu: Şam ile temaslar bir anlaşmayla sonuçlanmadı

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump (AP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisinden dün yapılan açıklamada, Suriye meselesine ilişkin ABD'nin de katıldığı son görüşmelerin iki taraf arasında bir anlaşma veya mutabakata yol açtığı iddiaları yalanlandı.

Açıklamada, Suriye ile ilgili konularda Washington'ın himayesinde görüşmeler ve temaslar yapıldığı, ancak bunların henüz ön görüşme aşamasında olduğu vurgulandı.

Bu konuda herhangi bir anlaşma veya niteliksel ilerleme olduğu yönündeki iddiaların doğru olmadığı vurgulanan açıklamada, temasların ABD'nin bölgede yürüttüğü daha geniş diplomatik çabaların bir parçası olduğu belirtildi.

Kaynaklara göre Netanyahu, İsrail medyasının, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul toplantıları sırasında, ABD'nin arabuluculuğuyla iki taraf arasında varılan anlaşmayı imzalamayı reddettiğini bildirmesinin ardından bu açıklamayı yapmak zorunda kaldı.


Şam'daki Mezze Askeri Havaalanı çevresine havan toplu saldırı: Can kaybı yok

İsrail'in geçtiğimiz yaz Şam'a düzenlediği hava saldırıları sonrasında yükselen dumanlar (Reuters)
İsrail'in geçtiğimiz yaz Şam'a düzenlediği hava saldırıları sonrasında yükselen dumanlar (Reuters)
TT

Şam'daki Mezze Askeri Havaalanı çevresine havan toplu saldırı: Can kaybı yok

İsrail'in geçtiğimiz yaz Şam'a düzenlediği hava saldırıları sonrasında yükselen dumanlar (Reuters)
İsrail'in geçtiğimiz yaz Şam'a düzenlediği hava saldırıları sonrasında yükselen dumanlar (Reuters)

Suriye Devlet Televizyonu dün akşam başkent Şam'daki Mezze Askeri Havaalanı çevresine ‘nereden ateşlendiği bilinmeyen’ havan topları düştüğünü, ancak herhangi bir can kaybı yaşanmadığını bildirdi.

Suriye Arap Haber Ajansı SANA’ya konuşan askeri bir kaynak, üç havan topunun Şam'daki Mezze Askeri Havaalanı çevresini hedef aldığını, ancak herhangi bir can kaybı veya maddi hasara yol açmadığını söyledi. SANA, ‘İlgili yetkililer Mezze Askeri Havaalanı çevresine konuşlandı ve havan toplarının nereden ateşlendiğini belirlemek için soruşturma başlattı’ bilgisini aktardı.

Reuters geçtiğimiz kasım ayında, ABD'nin Suriye ile İsrail arasında bir güvenlik anlaşmasının önünü açmak için Şam'daki bir hava üssünde askeri olarak konuşlanmayı planladığını bildirmişti.

Şarku'l Avsat'ın edindiği bilgiye göre hava üssü, İsrail ve Suriye arasında gelecekte imzalanacak bir saldırmazlık anlaşması kapsamında silahsızlandırılmış bölge oluşturulması beklenen Suriye'nin güneyindeki bazı bölgelerin girişinde yer alıyor.

O dönemde SANA, Suriye Dışişleri Bakanlığı'ndan bir kaynaktan bilgiler aktaran Reuters'ın haberini yalanlamış ve ‘Reuters'ın Suriye'deki ABD üsleri hakkında yayınladığı haberlerin hiçbir gerçeklik payı yoktur’ ifadelerini kullanmıştı.

ABD, Suriye ile İsrail arasındaki gerilimi azaltmak ve Şam'ın İsrail'in son zamanlarda ele geçirdiği topraklarını geri almasını sağlayacağını umduğu bir güvenlik anlaşmasına varmak için iki taraf arasında arabuluculuk yapıyor.