İran limanlarını Rus ordusuna açıyor

​Rajai Limanı, İran’daki en büyük sevkiyat limanı
​Rajai Limanı, İran’daki en büyük sevkiyat limanı
TT

İran limanlarını Rus ordusuna açıyor

​Rajai Limanı, İran’daki en büyük sevkiyat limanı
​Rajai Limanı, İran’daki en büyük sevkiyat limanı

Rus medyası, Rusya filosunun 49 yıl boyunca iki İran limanını kullanma hakkı elde etmesi için Tahran ile devam eden müzakerelerin ayrıntılarını açıkladı. Her ne kadar Rusya resmi düzeyi konuya dair yorum yapmaktan kaçınsa da hükümete ait medya organları, anlaşmanın ileri aşamalara ulaştığını, Buşehr ve Çabahar limanlarının bölgede iki askeri üs olarak kullanılmasını sağladığını belirtti.
Medya kaynakları, “yıl sonunda Hint Okyanusu ve Basra Körfezi’nde ortak bir Rus tatbikatının ilan edilmesi sonrasında Moskova’nın ABD için yeni bir sürpriz hazırladığını” ifade etti. Kaynaklar, yeni sürprizin büyüklük açısından karşılaştırma yapılacak bir şey olmadığını da vurguladı.
Kaynaklara göre, İran ile yapılan ortak manevralardan sonra “bölgedeki Rus savaş gemilerinin varlığı 50 yıl sürebilir”.
Bu sızıntı haber “üst düzey” olarak nitelenen bir İran kaynağına dayanıyor. Medya organları, iki tarafın Buşehr ve Çabahar şehirlerindeki limanların uzun vadeli bir şekilde kiralanma olasılığını görüştüğünü belirtti.
Aynı şekilde kaynaklar, iki şehir arasındaki mesafenin bin kilometreyi aştığını söyledi. Kaynaklara göre eğer Rusya ve İran arasında bir anlaşma sağlanırsa, İran’ın güneyindeki bölge tamamen ve Irak’ın güneyindeki bölgenin bir kısmı Rusya askeri radarları bölgesinde olabilir.
Rusya’nın bu yıl Nisan ayında kiraladığı Suriye’nin Tartus limanında olduğu gibi, bu bölgeleri tahmini kiralama süresinin 50 yıl olduğu ifade edildi.
Anlaşma sonuçlanırsa, Rusya’nın varlığı önemli bir dönüşüm olacak. Zira askeri danışmanlar ve Buşehr’deki hava üssü örtüsü altında, özel kuvvet askeri tarafından korunan gemiler ve nükleer denizaltılar için Körfez bölgesinde ileri bir askeri üs varlığı mevcut değildi. Bu gelişme, İran’a yardım etmek ve İran’a uygulanan boğucu ablukayla yüzleşmek için bölgedeki askeri çabaları aracılığıyla ortaya koyulan Rusya yardımına dikkat çekiyor.
Rusya, konuya dair sessizliğini korurken ve Moskova sızıntı yapmak için acele davranmazken uzmanlar da bunun için iki ana sebebe dikkati çekti. Bu çerçevede ilk olarak İran, şu anki yasaklanmış ekonomik izolasyon ve siyasi marjinalleşmeyle olan tek taraflı mücadelesinde olası bir jeopolitik müttefik olarak başka bir seçeneğe sahip değil. İkinci olarak ise Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı lehine genel olarak Batı yanlısı taraftarlar, 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmanın vaat ettiği ekonomik refahı sağlayamadığı için kendisine oy veren birçok kişinin güvenini kaybetti.
Kaynaklara göre askeri anlaşma, iki tarafın, 22 maddelik geniş bir mutabakat zaptı içeren uzun vadeli bir ticaret ve ekonomi anlaşması imzalamasının ardından Moskova ve Tahran arasındaki stratejik işbirliğini derinleştirmenin ikinci adımı olarak sayılıyor. Söz konusu anlaşma, İran Petrol Bakan Yardımcısı Amir Huseyn Zamanini ve Rusya Enerji Bakan Yardımcısı Kirill Molodtsov tarafından iki ülke arasında başta petrol ve gaz olmak üzere her alanda daha yakın işbirliği amacıyla imzalanmıştı.
Tam bir askeri anlaşmanın sağlanması halinde Rusya, Körfez ve Hint Okyanusu boyunca önemli bir nüfuz elde etmiş olacak ve Çin ile ortak denizcilik faaliyeti yürütebilecek. Bu durumda analistlere göre Rusya, İran’ın ihtiyacını güney bölgelerinde Rusya ve Çin varlığını güçlendirmek için kullanacak.
Rus medyası, daha önce bir anlaşma sağlandığını açıklamıştı. Komsomolskaya Pravda gazetesi de Moskova ve Tahran’ın askeri ve deniz işbirliği hususunda bir anlaşma imzaladığını ifade etti. İran deniz kuvvetleri komutanı Tuğgeneral Huseyn Hunzadi, anlaşmanın iki ülke arasındaki geniş bir askeri yakınlaşma aşamasının başlangıcı olduğunu belirtti.
Rusya’da yayın yapan Moskovskij Komsomolets gazetesinin Rus askeri bir uzmandan aktardığına göre, anlaşmanın beyan ettiği hükümler arasında Hint Okyanusu’nun kuzey bölgelerindeki ortak deniz tatbikatı bulunuyor. Bu çerçevede gazete, bölgedeki Rus savaş gemilerinin kalıcı veya düzenli bir askeri varlığına dikkati çekti. Aynı şekilde Rus uzman, İran anayasasının İslam Cumhuriyeti topraklarında yabancı bir askeri üs kurulmasını yasakladığını ifade ederek, “Ancak bu durumda Rus filosunun düzenli olarak İran limanlarını ziyaretini ne engelleyebilir? Neyse ki benzer bir deneyim var; Rus Hazar Denizi filosu gemileri, İran’ın Enzeli limanını sürekli olarak ziyaret ediyor” dedi.
Askeri uzman, Suriye’deki savaş sırasında büyük bir tecrübe kazanan iki ülke arasındaki işbirliği deneyiminin genişletilebilir olduğunu söyledi. Uzman, İran’ın Hamedan hava üssünün defalarca Suriyeli militanlara saldırı sırasında Rus stratejik havacılığı tarafından “fırlatma havaalanı” olarak kullanıldığını hatırlattı.
Rus uzman, silah satışlarında Rusya- İran işbirliği için iyi umutları iki katına çıkarmaya dayalı olarak, başka bir boyuta dikkati çekti. ABD’nin İran’a 2020 yazına kadar geçerli olacak askeri teknoloji ve teçhizata sahip olma yasağını uzatmak istediğini söyleyen uzman, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu yasağı uzatmasının son derece zayıf olduğunu vurguladı. Yakın gelecekte İran, hepsinden öte ABD’nin bu ülkeye füze saldırısı riskini ortadan kaldıracak hava savunma sistemleri açısından Rusya askeri teçhizatının önemli ithalatçısı haline gelebilir.



Maduro, Washington'a ülkesiyle "çılgın bir savaştan" kaçınması çağrısında bulundu

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Caracas'taki Miraflores başkanlık sarayında konuşuyor (AFP)
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Caracas'taki Miraflores başkanlık sarayında konuşuyor (AFP)
TT

Maduro, Washington'a ülkesiyle "çılgın bir savaştan" kaçınması çağrısında bulundu

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Caracas'taki Miraflores başkanlık sarayında konuşuyor (AFP)
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Caracas'taki Miraflores başkanlık sarayında konuşuyor (AFP)

Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro, Washington ile Karakas arasındaki gerginliğin tırmandığı bir dönemde dün ABD'ye İngilizce seslenerek, "Çılgın bir savaşa hayır, lütfen" dedi.

Maduro'nun bu açıklaması, ABD Başkanı Donald Trump'ın, ABD'nin Karayipler ve Pasifik'te uyuşturucu kaçakçısı olduğu iddia edilen kişilere karşı askeri operasyonlarının yoğunlaşmasıyla birlikte, CIA'in Venezuela'da gizli operasyonlar yürütmesine izin verdiğini açıklamasının ardından geldi.

Maduro, sadık sendikalarıyla yaptığı bir toplantıda, "Barışa evet, sonsuza dek barışa evet, sonsuza dek barış. Çılgın bir savaşa hayır, lütfen" ifadelerini kullandı.

Amerika Birleşik Devletleri, uyuşturucuyla mücadele kapsamında Venezuela açıklarına uçak ve savaş gemileri konuşlandırdı; ancak şimdiye kadar sekiz tekne ve bir denizaltının da dahil olduğu vurulan hedeflerin kaçakçılık faaliyetlerine karıştığına dair henüz bir kanıt sunmadı.

Uçuş takip verileri, en az bir ABD B-1B bombardıman uçağının dün Karayipler ve Venezuela kıyıları üzerinde uçtuğunu gösterdi. Bu, ABD uçaklarının bir hafta içinde gerçekleştirdiği ikinci güç gösterisiydi.

Trinidad ve Tobago da dün, bir ABD savaş gemisinin Venezuela kıyıları yakınlarında ortak askeri tatbikatlar yapmak üzere ülkeyi ziyaret edeceğini duyurdu.

Şarku'l Avsat'ın AP'den aktardığına göre, 2 Eylül'de başlayan ABD saldırılarında bugüne kadar en az 37 kişi öldü.


İsrail ordusu: Gazze yakınlarındaki yerleşim bölgelerinde sirenler çalıyor

Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleri (Arşiv- İsrail ordusu web sitesi)
Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleri (Arşiv- İsrail ordusu web sitesi)
TT

İsrail ordusu: Gazze yakınlarındaki yerleşim bölgelerinde sirenler çalıyor

Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleri (Arşiv- İsrail ordusu web sitesi)
Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleri (Arşiv- İsrail ordusu web sitesi)

İsrail ordusu, bu sabahı erken saatlerde Gazze yakınlarındaki yerleşim bölgelerinde hava saldırısı sirenlerinin çaldığını ve ayrıntıların hala incelendiğini bildirdi.


Hamaney ve İran’a dönüş: Temel mi yoksa taktiksel bir değişim mi?

Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
TT

Hamaney ve İran’a dönüş: Temel mi yoksa taktiksel bir değişim mi?

Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)

 

Hasan Fahs

Açıkça ortaya çıkan ve haziran ayında ABD’nin katılımıyla İran'daki İslam rejimini hedef alan İsrail saldırısının üzerinden zaman geçtikçe daha da netleşen husus, bu saldırının rejimin, liderlerinin ve kurumlarının davranışlarında derin değişikliklere neden olduğudur. Bu değişiklikler, taktiksel bir değişimin ötesine geçerek, genel davranışlarına da yansımaya başlayan köklü bir değişime dönüşebilir. Zira söz konusu değişiklikler, yetkililerin son 40 yıldır ideolojik boyut ile İslami kimliklerini ulusal söylem ve İran kimliğinden daha öncelikli tuttuklarında görmezden geldikleri gerçeklerin anlaşılmasına dayanan gerçekçi bir söylemi, İran liderliğine ve karar alma merkezlerine dayattı. İran rejimi, tehditler ve meydan okumalar karşısında İran ve kendisi için bir savunma hattı tesis edecek bileşik bir kimlik oluşturmak için en azından bunları uzlaştırıp birleştirmedi de. Davranışlarındaki değişikliğin belki de en dikkat çekici tezahürü, rejimin ideolojik kolu olan İslam Devrim Muhafızları Ordusu'nun aldığı darbenin ardından, askeri sınıfın meydan okuyan, İran'a saldırmaya veya onu ihlal etmeye çalışan herhangi bir tarafa karşı yok edici ve ezici yanıt vermekle tehdit eden gösterişçi askeri söylemi terk etmek zorunda kalmasıyla yaşandı. Rejimin ideolojik kolunun askeri gücünü tanımlamada gerçekçi bir anlayışa geri dönmek zorunda kaldı.

Rejimin terminolojisinden vazgeçmek

Uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, Dini Lider'in 27 dakikalık konuşması boyunca, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan İslam rejimi, İslam Devrimi ve Devrim Muhafızları gibi ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi. Kazananların sportif ve bilimsel başarılarını ideolojik boyutlara ve dini saiklere bağlamadığı gibi, bunları İslam rejimi ve devriminin başarılarının bir parçası olarak, sürekli kökleştirmeye çalıştığı önceden hazırlanmış çerçevelere de yerleştirmedi. İslami rejim terimine hiçbir atıfta bulunmayan ve devrimden bahsederken İslami terimini kullanmayan, hatta İsrail saldırısında öldürülen askeri liderlerden kasıtlı olarak bahsetmeyip, sadece nükleer bilim adamlarından bahseden Dini Lider'in bu konuşması, bir gaf veya toplantının doğası gereği öylesine benimsenmiş bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. Aksine bu, Dini Lider'in ideolojik, doktrinel ve dini terimler kullanmasına yol açabilecek konulardan kaçınmaya çalıştığı, önceden planlanmış ve bilinçli bir karardı; öldürülen Devrim Muhafızları liderlerinden bahsetmek istemedi, çünkü bu kurum ideolojik, doktrinel ve İslami bir kurum.

Meydan okumaların derinliği

Dini Lider'in “anavatan”, “İran” ve gayretli “İran gençliği” merkezli söylemi, İran içine yönelik siyasi söylemde yeni ve stratejik düzeye varan bir değişime işaret ediyor olabilir. Aynı zamanda bu, rejimin hem meşruiyet hem de halk tabanıyla arasındaki uçurumu kapatma çabaları açısından karşı karşıya olduğu meydan okumaların büyüklüğü ve derinliğine dair derin bir farkındalığının sonucu olabilir. Bu uçurumu kapatmak için de rejim, İran halkının mezhepsel, ulusal ve etnik bileşenlerini, siyasi veya dini aidiyetlerinden bağımsız olarak birleştiren ulusal ve İran kimliğine odaklanıyor.

 Kapsayıcı ulusal söylem

Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın seçilmesinden bu yana hükümetin benimsediği ve Dini Lider'den açık destek alan çalışma programının özünü oluşturan kapsayıcı ulusal söyleme dönüş, ideolojik rejim ile halk tabanı arasında oluşan ayrışmanın boyutuna dair derin bir farkındalığın sonucudur. Bu ayrışma, tek bir muhalefet, laik akım, reformist grup veya rejimi devirmek ve yıkmak için çalışan güçlerle sınırlandırılamayacak kadar çeşitli eğilim ve yönelimleri temsil ediyor. Dahası bu durum, Dini Lider'in ve otoriter sistemin, halk nezdinde geriye kalan azıcık meşruiyetlerini de kaybettikleri, bunun rejim yanlısı grupların da artık telafi edemeyeceği bir kayıp olduğu hissinde ifade buluyor. Rejim bu grupların, özellikle Eylül 2022'de Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından patlak veren, rejimin ideolojisi ile toplumun yönelimleri arasında bir kültürel uçurum olduğunu ortaya çıkaran, rejimin dini kimliği için en tehlikeli olan, rejimi gelecekteki varlığı ve iktidarının sürekliliğiyle ilgili varoluşsal sorularla yüzleştiren halk ayaklanmasından sonra, rejimin dini ve ideolojik kimliğini koruyan bir araç görevi göremeyeceğini de anladı. Bu bölünme, geçmişte ekonomik ve siyasi arka planı olan bir dizi yüzleşme sonucunda ortaya çıkan halk hareketlerinin ve protestoların doruk noktasıydı. Dini Lider'in konuşmasında ulusal ve İran kimliğine odaklanması, rejim ile her türlü değişim sürecinin omurgasını oluşturan, mevcut otoritenin devamlılığı için oluşturdukları gerçek tehlikeler de dahil olmak üzere, dönüşümün tohumlarını içlerinde taşıyan bu toplumsal kesimler arasındaki mevcut uçurumu kapatma girişimiydi. Aynı zamanda Dini Lider'in rejimin karşı karşıya olduğu ve onu, İran halkının çoğunluğu, özellikle de gençler için çekiciliğini yitirmiş ideolojik söylemden uzak, kapsamlı bir ulusal söylem aracılığıyla halk nezdinde meşruiyetini yeniden tesis etmek için harekete geçmeye zorlayan krizin derinliğini anlama çabasını da temsil ediyordu.

Milliyetçi ve ulusalcı söylemin öne çıkarılması, herhangi bir dönüşümü çıkarlarına, kazanımlarına ve ideolojik yapılarına varoluşsal bir tehdit olarak gören katı görüşlüler veya radikaller hariç, iktidar sisteminin ve karar alma mekanizmasının bir kısmıyla birlikte İran Dini Lideri'ni, rejimin stratejik derinlik kavramını yeniden tanımlamaya itebilir. Söz konusu kavram, daha önce nüfuz ve bölgede rejime sadık gruplar aracılığıyla yayılma anlamına geldiği için dış politikayı önceliklendirme ilkesine dayanıyordu. Yeniden tanımlama ile bu derinlik, İslami ve ideolojik boyuttan ziyade İran'ın ulusal boyutuna dayanabilir. Yani liderlik ve iktidar sistemi içinde bölgesel sistemde ulusal çıkarlara odaklanan dönüşümlere ilişkin yeni bir anlayış tesis edebilir. Bu, bir bakıma, bu liderliğin ve mekanizmanın, devrimi ihraç etme kavramının ötesine geçerek stratejik menfaatler ilkesine geçiş yapan bölgedeki önceki yatırımlarının, rejim bu menfaatlere dair milliyetçi ve ulusalcı bir anlayış netleştirmediği sürece, hedeflerine ulaşamayacağını örtük olarak kabul ettiği anlamına geliyor. Bu ise onun son on yıllarda kurduğu içerisi, krizleri ve talepleri yerine dış etki ve nüfuza öncelik veren denklemi tersine çevirmesini gerektiriyor. İçerisini, rejimin yayılmacı politikalar sonucunda karşılaştığı meydan okumalar ve baskılarla başa çıkabilmesini kolaylaştıracak bir savunma duvarı oluşturabilecek güç olarak önceliklendirmesi gerekiyor.

Ancak İran Dini Lideri'nin söyleminde ve hükümet politikalarında yaşanan bu değişiklikler şu soruyu gündeme getiriyor: Bu değişiklikler, otorite ve yönetim anlayışında yeni bir yol açacak ve tüm İranlıları kapsayan, kişisel ve siyasi hak ve özgürlüklerini geniş bir çoğulcu çerçeve içinde garanti altına alan, köklü bir dönüşüm olarak tanımlanabilecek gerçek bir açılım aşamasına geçişi sağlayacak mı? Yoksa rejim, özellikle de birincil ideolojik müttefikleri olan radikal grupların böyle bir değişim karşısında en üst düzeyde direneceği düşünüldüğünde, tehlike bölgesinden uzaklaştığını hissettiği anda aleyhine dönebileceği taktiksel bir bakış açısıyla mı bu söylemi benimsedi?