Hoşyar Zebari: Irak-İran Savaşı’nın sonu Kürtler için bir felâketti ve devrimimize komplo kuranların akıbeti ‘kötü’ oldu

Eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
TT

Hoşyar Zebari: Irak-İran Savaşı’nın sonu Kürtler için bir felâketti ve devrimimize komplo kuranların akıbeti ‘kötü’ oldu

Eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)
Eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari (Independent Arabia)

Independent Arabia, Masif Dağı’nın yüksek eteklerindeki konutunda Kürt Lider ve eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ile bir araya gelerek bazı osyaları ele aldı. Kendisi ile bir eylemci olduğu ilk gençlik dönemlerinden, Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) liderliğine, özellikle 90’lı yıllarda Iraklı muhalif güçler arasındaki ilişkilerin ‘mimarlarından’ biri olarak geçirdiği uzun senelerden 2003 yılındaki Saddam Hüseyin sonrası Irak oluşumundan başlayıp 2014’e kadar süren Dışişleri Bakanlığı tecrübesine değin birçok şeyi konuştuk.
Tüm bu değişimlere rağmen Eski Bakan Zebari, siyasi etkinliğini canlı tutmuş gibi görünüyor. Ailesi ile bölgesinin işlerini takip eden ve topluma mal olan bir Kürt olan Zebari, KDP’nin siyasi ofisinin önde gelen bir üyesi olarak faaliyetlerini ve partisinin diğer Iraklı ve Kürt partilerle olan ilişkilerini sürdürüyor. Zebari’nin halen koruduğu diplomatik, bölgesel ve uluslararası ilişkiler ağı ile varlığını sürdürüyor.
İlk şok
Independent Arabia’dan Rüstem Mahmud, Eski Irak Dışişleri Zebari’ye, siyasi varlığının ve tercihlerinin kökleştiği döneme dair sorular yöneltti. Hatırlanacağı üzere dönemin Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Saddam Hüseyin ile İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi arasında 1975 yılında imzalanan meşhur Cezayir Anlaşması’nın ardından Irak’taki silahlı Kürt devrimi çöktü. Nitekim İran, Kürt devrimcilere yönelik desteğini durdurdu. Bunun ardından Molla Mustafa Barzani, silahlı mücadelenin sona erdiğini açıkladı ve Kürtler, uluslararası bir komploya maruz kaldı. 

Fotoğrafın solunda eski Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, sağında eski İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ve ortalarında eski Cezayir Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen (Getty Imajes)

Bakan Zebari, o döneme dair şu ifadeleri kullanıyor: “O yılın mart ayında Amman’daki Ürdün Üniversitesi’nde okuyordum. Molla Mustafa Barzani tarafından görevlendirilen ve merhum Ürdün Kralı Hüseyin Bin Talal’in sunduğu eğitim bursuna hak kazanan üç öğrenciden biriydim. Tam olarak 6 Mart 1975 yılında imzalanan o uğursuz Cezayir Anlaşması’nın haberini aldığımızda yıldırım çarpmışa döndük. Büyük Eylül Devrimi çökmüştü. Bu darbenin dehşetinden ağladığımı unutamam. Devrimimizin, İran Şahı, ABD ve Irak’taki Kürt halkına destek verdiğini iddia edip duran ülkelerin ihanetine uğradığını hissetmiştim. Öte yandan çekilme ve peşmerge savaşçılarına İran’a sığınma ya da Irak hükümetine teslim olma arasında seçim özgürlüğü sunmanın etkisi oldukça büyüktü.”
Bakan Zebari, kendi hafızasındaki Molla Mustafa Barzani imajını anımsıyor. Bu imaj, Kürtlerin toplumsal hafızasındaki Barzani imajının bir parçası. Ona göre Barzani, sağlam, dirençli ve halkının davasına inanmış bir adamdı. Bakan Zebari ile Barzani’yi bir araya getiren bir toplumsal akrabalık ilişkisini unutmamak gerekir. Zebari’ye göre ikilinin o dönemde ve sonrasında gerçekleştirdiği telefon görüşmelerinde bile Molla Mustafa, hareketin geri döneceğine, direnişe ve devrime inanıyordu. Barzani’nin gözünde bu yaşananlar, tarihî bir ihanet ve bir arkadan vurmadan öteye geçmezdi ve Kürt halkı sadece bir tökezleme sayılan bu durum karşısında teslim olmayı ve boyun eğmeyi kabullenmeyecekti.
Zebari, Kürtlerin bu aşamaya ilişkin toplumsal hafızasına yönelik değerlendirmesine şu ifadelerle devam ediyor: “O dönemde Kürt devrimine yönelik komplo düzenleyen herkesin yolu, trajik bir şekilde sonuçlandı. Bilindiği üzere İran Şahı, bir halk devriminin ardından iktidara veda etti ki bu, Kürt toplumsal vicdanı için bir neşe kaynağı oldu. Aynı şekilde Huari Bumedyen ile Saddam Hüseyin’in akıbeti de kötü bitti.”


Merhum Kürt Lider Molla Mustafa Barzani (Getty Images)

Eski Bakan, o dönemde KDP Lideri Mesud Barzani’nin, bundan bir yıl sonra yani Ürdün’deki eğitimini bitirdikten sonra, partinin yurtdışındaki durumunu düzenlemesi ve yurtdışındaki parti örgütlenmeleri ve ilişkilerini silahlı mücadeleye dönüş hazırlığının bir parçası haline getirmesi için kendisinden Avrupa’ya gitmesini talep ettiğini belirtiyor.
Yıllar boyu partisinin yurtdışındaki saflarında faaliyet gösteren Zebari, Kürt siyasi çalışmalarının o zamanlar Avrupa ülkelerinde bile nasıl açıktan açığa ve aktif olamadığını, bu yüzden faaliyetlerini, farklı Kürt siyasi kuruluşlarının şemsiyesi olan Avrupa’daki Kürt Öğrenciler Birliği üzerinden yürüttüklerini hatırlıyor.
Silahlı mücadelenin başlangıcı
70’li yılların sonunda Eski Bakan Zebari, peşmerge güçleri saflarında silahlı mücadeleye katıldı. Bunun öncesinde kalkınma sosyolojisi alanında yüksek lisans derecesi almış ve 1979 yılında partinin dokuzuncu kongresinde KDP’nin siyasi ofisi üyesi olmuştu. 26 yaşında biri olarak partinin siyasi ofisinin en genç üyesiydi.
Zebari, o yıllardaki tecrübelerine dair şunları söylüyor:
“Kürdistan’a temelli olarak döndüm ve yaklaşık iki ay kaldım. Daha sonra zor bir vazife ile görevlendirildim. Yönetimdeki bazı kardeşler, bu göreve layık olup olmadığımı anlamak için beni sınamaya çalışıyorlardı. Görevim, peşmerge güçlerine ait üsleri, sınır noktalarından Irak içlerine taşımaktı. Denetleme ve Gözetleme Komitesi adında bir komite vardı ve bu kuruluş, Irak ve Türkiye sınırları boyundaki tüm parti merkezleri ve üslerinin gözetlenmesinden sorumluydu. Bu olayda etkin olmamız için bize aşiretler ve yerlilerle savaşmanın yanı sıra görevden alma, sorguya çekme ve disiplini sağlama yetkileri verdiler. Peşmergede bir savaşçı olarak kaldım ve yönetim makamlarında görevlendirildim. Irak’taki Kürdistan derinliklerine bu karargâhları yetmiş kilometre indirdim. Zira Irak-İran Savaşı esnasında kapasitemiz genişlemiş ve gücümüz artmıştı. Irak hükümeti, birliklerinin birçoğunu Kürdistan’dan güney cephelerine çekmek zorunda kaldı. Bundan dolayı harekete geçip Iraklı güçlerle büyük çatışmalar gerçekleştirmek için daha fazla alan açıldı ve 1988 yılına kadar da böyle devam etti”.
Halepçe Katliamı, Zebari’nin hafızasında bir köşe taşını temsil ediyor. Zebari, 1988 baharında İran-Irak Savaşı’nın sona erişinin ardından Avrupa ülkelerine yönelik bir tur düzenlemişti. Konuya ilişkin şu ifadeleri kullanıyor: “Bu savaşın sona yaklaştığını haber veren birçok işaret ve sahada pek çok değişiklik görüyorduk. Bu şehre yönelik bir kimyasal saldırı yapıldığında ben eski Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile Londra şehrinde bir siyaset ve medya kampanyası yürütüyordum. Amacımız, Iraklı Kürtlerin yüzleştiği musibet karşısında dünyayı uyarmaktı.” Zebari, Avrupalı siyasi güçler ve toplumların Kürt meselesi ile olan ilişkilerinin tarihindeki bu önemli ana odaklanıyor. Halepçe kıyımının haberinin yayılmasıyla birlikte gerek siyasi güçler gerek basın ve gerekse sivil toplum kuruluşları tarafından Kürt meselesi, büyük bir sempati kazandı ve dayanışma temalı halk kampanyaları düzenlendi. Eski Bakan Zebari’nin açıklamasına göre Halepçe’de yaşananlar, Avrupa toplumlarına İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan trajedileri hatırlatmıştı. Nitekim o dönemde de sivil topluluklara karşı kimyasal ve biyolojik savaş kullanılmıştı.
Halepçe Katliamı
Eski Bakan Zebari, Halepçe’ye yapılan kimyasal saldırının ardından peşmergenin uğradığı değişimleri şöyle tarif ediyor: “O dönemde gerilla savaşlarına karşı mücadele etmek ve peşmerge ile direnişi ortadan kaldırmak için kimyasal silahın devreye girmesi ile birlikte bizde gerilla savaşı stratejisini gözden geçirerek direniş için başka yöntemlere başvurmak gerektiği kanısı oluştu. İçeriye, şehirlere ve yerli topluluklara odaklanmalı ve manevi hedefler için belirli sayıda peşmerge gücü bulundurmalıydık. Bununla birlikte asıl hedefimiz, daha çok Kürt şehirlerinde ve yerleşim yerlerindeki örgütlerimizi ve üslerimizi canlandırmak için çalışmak olmalıydı.”
1988-91 yılları, Iraklı Kürt siyasi güçler ve toplum için en ağır geçen üç yıldı. Nitekim Irak-İran Savaşı sona ermiş; Irak ordusu neredeyse tamamen milliyetçi hareketi ve Kürt toplumunu yok etmeye adanmış ve kötü bir üne sahip olan ganimet kampanyaları yürütmüş idi. Kürt istatistiklerine göre bu kampanyalarda 180 binden fazla Kürt sivil zulme maruz kaldı. Bunlardan beş bini, Mart 1988’de kimyasal silahlarla bombalanan Halepçe şehrindeydi.


Yabancı gazeteciler, Halepçe’ye yönelik kimyasal saldırıda öldürülenlerin fotoğrafını çekerken (Getyy Images)

1991 baharında bir Kürt ayaklanması gerçekleşti. Bununla Kürt peşmerge güçleri, Kürt bölgelerinin çoğunluğunu el geçirmeyi başardı. O dönemde Londra’dan gelen Zebari, olayı şöyle anlatıyor: “Geri döndüğümde beni Hacı Umran bölgesindeki peşmerge güçleri karşıladı. Kürdistan’a girdiğimde garip bir his vardı. Oradan ayrılıp Revanduz bölgesine, sonra da çocukluğumun kenti Akra şehrine gittim… Saddam Hüseyin, kardeşlerimden üçünü idam etmişti; birini zehirleyerek, diğer ikisini de Erbil ve Musul şehirleri arasında istihbarat tarafından düzenlenen bir trafik kazası süsü verilerek öldürüldü. Annem ben yokken vefat etmişti. Kardeşlerimin aileleri de yerlerinden edilmişti. Irak istihbaratı onlara, “Gidin, çocuklarınıza yetişin” demiş. Saddam’ın politikası idi bu: Oğullarından birinin bir faaliyeti yüzünden bir aileyi toplu olarak cezalandırıyordu.
Sömürgeci İngiliz subayı
Peşmerge güçleri ile düzenli Irak ordusu arasındaki çatışmalar, ayaklanmadan sonraki aylarda devam etti. Ta ki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, (BMGK) ’36 Enlem’ üzerinde uçuş yasağı bölgesini onaylayana kadar sürdü. Burası Kürtlerin özerklik kazanması için en önemli etkendi. Zebari, olaya dair şunları dile getiriyor: “Bu karardan birkaç sene sonra Irak Dışişleri Bakanı oldum. O dönemde Colin Powell, ABD Dışişleri Bakanı’ydı. Bağdat’a gerçekleştirdiği ziyaretlerden birinde ona şu soruyu yönelttim: Sayın Bakan, size siyasi değil kişisel bir sorum olacak: Irak Kürtlerini korumak için uçuşa yasak bir bölge onaylanana kadar neler olduğunu söyleyebilir misiniz? Bakan Powell buna şöyle karşılık verdi: Başkan Bush, Iraklı Kürtleri korumak için bir şeyler yapma mecburiyeti ile bir karar aldı. Ben o zaman ABD Genelkurmay Başkanı idim. Başkan Bush ile görüştüğümde insanları kurtarmak için acil bir plan geliştirilmesini talep etti. Haritalara baktıktan sonra akla gelen ilk fikir, Irak uçaklarını bu bölgeyi bombalamaktan men etmekti. Cetveli alarak 36 enlemi üzerine bir doğru çizdim ve bu çizginin kuzeyindeki bölgenin Irak ordusunun uçuşuna yasaklanması gerektiğini söyledim. Bir devletin sınırlarını harita üzerinde çizmekle sömürgeci bir İngiliz subayı gibi davranıyordum. Benim çizdiğim bu sınırlar, Kürt Devleti’nin sınırlarıydı.”
Eski Dışişleri Bakan Zebari, Kürt siyasi güçleri ile ABD arasındaki ilişkinin başlangıcını oldukça zorlu olarak niteliyor. İki taraf arasındaki ilk toplantıya Zebari’nin yanı sıra Kürdistan cephesini temsilen Doktor Muhammed Osman ve Doktor Berhem Salih de katıldı. Bu isimler, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının Yardımcısı Mike David Mack ile bir araya geldi. Zebari, Iraklı Kürtler için güvenli bir bölge oluşturan ABD ile kurdukları iletişimi, koordinasyonu ve siyasi işbirliğini anlatıyor ve Amerikalı yetkilinin tüm katılımcıların konuşmalarını dinledikten sonra şu yorumda bulunduğunu aktarıyor: “Bizim Kuzey Irak’taki görevimiz, savaştan kaçan insanları kurtarmak için insanî bir görevdir. Bu topraklarda bulunan yerel yönetimlerle işbirliği içerisinde olacağız ve BM kalkınma projelerine dahil edeceğiz.” Zebari’ye göre Amerikalı yetkili aslında, Kürt liderlerden, ABD’nin kendilerine herhangi bir bölgenin siyasi temsilcileri olarak muamele edebileceğine dönük inancı uzak tutmalarını istemişti.
Irak Ulusal Kongresi
ABD’li yetkili ile görüştükten ve ABD yönetiminin kapılarının kapanmasından sonra Zebari, Şeyh Muhammed Bahrululum eşliğinde Doktor Ahmed el-Celebi ile bir araya geldi. Celebi, Zebari’ye hükümet ile doğrudan iletişim kurmanın zor olduğunu ve Kongre’nin, karar ve araştırma merkezlerinin, Amerikalı uzmanlar ve danışmanların kapılarının çalınması gerektiğini iletti. Bu görüşmeler gerçekten de yapıldı ve Irak Ulusal Kongresi’ni netleştirmek için bir önsöz oldu. Zebari o dönem yapılan görüşmeyi şöyle değerlendiriyor: “Düşünce, Iraklı ulusal bir platform üzerinde çalışmak gerektiğine dairdi. Ulusal Kongre’nin ilk toplantısı, bir istişare biçiminde Viyana’da yapıldı. Bu toplantıya Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve birçok Kürt lider katıldı. Irak’taki Kürtlerin hakları meselesi yeniden karşımıza dikildi. Daha sonra esnek bir formüle ulaşıldı (Birleşik Irak çerçevesinde Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı). Bu, Irak muhalefetinin Ekim 1992’de Salahaddin Konferansı’nı gerçekleştirmesine ön ayak oldu.”
Zebari, Iraklı muhalif güçlerin 1992 yılı sonlarında düzenlediği Salahaddin Konferansı’ndan bahsederek şu ifadeleri kullanıyor: “Muhalefet için bir yapı oluşturulması gerektiği ve artık açıklamalar ile sloganların fayda vermediği düşüncesi hâkimdi. Birleşik bir Irak düzeni oluşturduğumuz takdirde Amerika’dan da destek sözü almıştık. Bu konferansta şu üç yönetim belirginleşti: Şii, Sünni ve Kürt. Bu noktaya dikkat çekmek gerekir ABD veya Doktor Ahmed Celebi’yi bu bölünmeyi oluşturmakla suçlamak, doğru değil. Nitekim Irak tarihine başvuracak olursak ilk egemenlik meclisinin cumhuriyet zamanında, Abdulkerim Kasım döneminde kurulduğunu görürüz. Bunda da üç karakter vardı: Sünni, Şii, Kürt. Bu isimler, Sünni Arapları temsilen Korgeneral Necib er-Rebii, Şiileri temsilen Şeyh Muhammed Mehdi Kübbe ve Kürtleri temsilen Albay Halid Nakşibendi idi. Meclis başkanı ise Abdülkerim Kasım’dı”. Zebari, aynı konferansta Kürt meselesine ilişkin anlaşmazlığın yinelenmesinden şöyle bahsediyor: “Demokrasi, siyasi rejim ve rejimin düşürülmesi konusunda görüş birliğine vardık. Bununla birlikte yeni Irak’ta Kürtlerin konumu üzerinde de durduk. Araplar ve Kürtler arasında oldukça şiddetli bir anlaşmazlık yaşandı. Başkan Mesud ve Cumhurbaşkanı ‘Mam Celal’ (Celal Talabani) tam anlamıyla razı olmasa da ben durumu kurtardım ve uzlaşmacı bir alternatif önerisinde bulundum. Buna göre ‘Ulusal Kongre, federalizm çatısı altında Kürt halkının iradesine saygı duyuyor’. Federalizm kelimesinin dolaşımda olduğu ilk zamanlardı bu. Kürtler, federal sistemi kabul etmek isterken Arap tarafı buna karşı çıkıyordu.”
Saddam için son yaklaştı
Iraklıların Saddam Hüseyin rejimini devirmeye çalıştığı zorlu yılları Eski Bakan Zebari, şöyle anlatıyor: “Iraklılar bu uğurda her yolu denedi. Ancak bölgesel ve uluslararası durum bunun gerçekleşmesine yardımcı olmadı. Ta ki 11 Eylül 2001 olayları yaşanana kadar. Bu bir dönüm noktasıydı. Ben sürekli Washington’u ve Avrupa başkentlerini ziyaret ederdim. Ama 11 Eylül 2001 saldırısının ardından bölgede çok büyük bir dönüşüm yaşanacağını hissettik. Bu olay dünya tarihini değiştirdi. Bu yüzden bu olayın faturasının nihayetinde Saddam Hüseyin’e dek uzanacağından emindik. Çünkü meydan okuyan, tüm kararları reddeden ve daha önce yasaklanmış olan silahları kullanan bir rejim mevcut. ABD’nin Irak’a yönelik politikasını gözden geçirdiğini hissediyorduk.”
ABD Ulusal Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’ins savaş sinyali verdiğini ifade eden Zebari olaya dair şu detayları veriyor: “2002 baharında çiftlik olarak adlandırdıkları bir yerde Washington’a gizli bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu Kürt liderlerin ziyaretiydi ve iki Başkan Barzani ve Talabani, Doktor Berhem Salih ve ben bulunuyorduk. Orada çok net bir düşünce ve sonrasında yürütülecek süreç belirginleşti. Iraklı muhalefet liderliğinin çekirdeği mesabesinde olup Kürdistan Demokratik Partisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği, Yüksek İslam Konseyi ve Vifak Partisi’nden oluşan dörtlü grubu kurduk. Bu çekirdekte ABD’nin savaşın ilerleticisi olduğunun, Iraklı muhaliflerin rolünü ihmal edebileceğinin farkına vardık. İnanıyorduk ki ABD yönetimine açık bir mesaj göndermek gerekti. Mesaj şuydu: Iraklı siyasi güçlere, özellikle de bu dörtlü gruba dayanmaksızın Saddam Hüseyin rejimini devirmek ve yeni bir Irak kurmak imkânsızdır. Bunun için grup, Irak halkının sesi olabilmesi için tüm Iraklı muhalif güçleri içine alacak bir ulusal kongre düzenlenmesi gerektiğini bildirdi. Birkaç ay sonra Londra’da, tamamen Iraklıların paralarıyla bu kongre gerçekleşti. Ağustos 2002’de Ulusal Kongre’den bir heyet olarak ABD Ulusal Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ile bir araya gelmiştik. Kendisi, bize tarih belirtmeksizin savaşın olacağına dair belirgin sinyaller verdi.”
Bakan Zebari, Washington’da yapılan ilk buluşmalardan sonra Kürt yönetimi olarak kendilerinin, bir Amerikalı yetkilinin komşu ülkelerin Irak’a yönelik Amerikan projesini sabote edebileceklerine dair işaretini göz önünde bulundurarak, jeopolitik çevreleri ile temas kurma kararı aldıklarını söylüyor.
Kürt liderlerin Washington buluşmalarının ardından Almanya’nın Frankfurt şehrinde bir araya geldiklerini söyleyen Zebari, kendisinin Celal Talebani’ye Iraklı muhalif güçlere ev sahipliği yapıp kanat geren iki ülke Suriye ve İran ile iletişim kurmak gerektiği önerisinde bulunduğunu belirtiyor. Bundan sonra görev dağılımı yapılarak Cumhurbaşkanı Mesud Barzani Şam ile uzlaşmaya giderken Cumhurbaşkanı Celal Talebani de aynı şeyi yapmak üzere Tahran’a yöneldi.
Zebari, konuşmasının devamında Barzani’nin Beşşar Esed ile olan buluşmasına değinerek şu ifadeleri dile getiriyor: “Şam’da Devlet Başkanı Beşşar Esed ile buluştuk. Ben de görüşmede hazır bulunuyordum. Cumhurbaşkanı Mesud, Esed’e özel bir ziyaret için Amerika’da bulunduğumuzu ve savaşın kaçınılmaz bir şekilde geldiğini söyledi. Esed, buna şüphe ile yaklaşarak, “ABD, Afganistan’daki Kuzey İttifakı gibi sizi de kullanıyor” dedi.” O, kapsamlı bir savaşın gerçekleşmesini hiç beklemiyordu.
Suriye rejiminin tutumu
O dönemde başkent Şam’a yönelik ziyaretinde edindiği izlenimler bağlamında Suriye rejiminin önde gelen isimleri arasında göze çarpan bazı farklılıkları Zebari, şu ifadelerle dile getiriyor: “Suriye rejiminde Irak’a ilişkin meselelerin takibinden sorumlu olan General Muhammed Nasif’in gelişmelere yönelik tutumu katıydı. Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şer’in tavrı da farklı değildi. Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam ise savaşın gerçekleşeceğine inanmıyordu. Bununla birlikte öncelik, Suriye rejiminin Iraklı rejimden devşirdiği ekonomik faydalar meselesindeydi. İki tarafın 1997 yılında başlattığı açılım, Suriyeliler için olağanüstü bir ekonomik pencere oluşturmuştu ve onlar, savaşın bunu devireceğini düşünüyordu. Üstelik Irak’tan sonra sıranın kendilerine gelmesinden yana da yoğun korkuları vardı.”
Eski Bakan Zebari, İran tarafında olup bitenlerin daha yumuşak olduğunu belirtiyor. Nitekim doğrudan bir İran-ABD koordinasyonu olmasa da iki taraf arasındaki uyum kendini belli ediyordu. ABD ile işbirliği yapan Iraklı güçlerin pek çoğu, İran ile yakından bağlantılıydı.
Konuşmasının sonunda Bakan Zebari, 19 Mart 2003’te, yani savaşın başladığı gece hissettiği duyguları ifade ederek Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden önceki aşamayı şöyle tarif ediyor: “Ben Salahaddin yazlığındaki ofisimde oturuyordum. Orası gazeteciler ve basın mensupları ile doluydu. İçimde bu savaşın meşru olduğuna dair saklı bir his vardı. Çünkü bu savaş, Kürtler ve Iraklılar olarak bizim mağduriyetimizin tarafını tutuyordu. Biz ki her şeyi denemiş ama ne gerilla savaşı ile ne de müzakereler ve protestolar yoluyla diktatörlük rejimini devirebilmiştik. Biz başarılı olamadık. Eğer uluslararası müdahale olmasaydı Saddam Hüseyin’in saldırgan torunları, babalarının ardından bize hükmedecekti.”
RÖPORTAJIN İKİNCİ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN ÜÇÜNCÜ KISMI İÇİN TIKLAYINIZ



Çan sesleri ve sirenler arasında: Şam’da Hristiyanların gündelik mücadelesi

TT

Çan sesleri ve sirenler arasında: Şam’da Hristiyanların gündelik mücadelesi

Suriye güvenlik güçleri, Eski Şam'da Hristiyan izcilerin kortejini koruyor. (AFP)
Suriye güvenlik güçleri, Eski Şam'da Hristiyan izcilerin kortejini koruyor. (AFP)

Cuma sabahı, Şam’ın Duveylia mahallesindeki Mar Elias Kilisesi, haftalık ayinin başlayacağını haber veren çanlarını çalıyor. Burada günlük dualar ve ilahiler okunurken, pazar ayini de cuma günleri düzenleniyor. Bu uygulama, ülkedeki haftalık tatille çakıştığı ve ‘çalışanlar ile eğitim görenler’ için uygun olduğundan, önceki rejim döneminden beri devam ediyor.

Kilise, altı ay önce gerçekleşen bir intihar saldırısında 25 kişinin hayatını kaybettiği yer olarak da biliniyor. Hayatını kaybedenlerin fotoğrafları, mahalle meydanında hâlâ sergileniyor. Tüm ayinler, dini etkinlikler ve izci buluşmaları, geçici olduğu düşünülen alt kattaki salonda gerçekleştiriliyor.

Batı Hristiyanları için Noel’e sadece birkaç gün kala, kilisenin ana binası hâlâ onarım aşamasındaydı. Mahalle sakinleri ve özellikle kayıp yakınları, onarım çalışmalarının hızlanmasını ve bayram ayinini kendi kiliselerinde gerçekleştirmeyi umut ediyordu. Ancak bu beklenti gerçekleşmedi.

dfsv
Duveylia’daki Mar Elias Kilisesi, 22 Haziran'da meydana gelen intihar saldırısının ardından restore ediliyor. (Şarku’l Avsat)

Müslüman iş insanlarının bağışlarıyla onarımın başlatıldığına dair söylentiler yayıldı; ancak bu bilgi, kilisenin kendisi dahil doğrulanamadı.

Gündüz saatlerinde izci gençler, rahipler ve yaşlılar, mahalle aralarında koşturuyor, çalışmaları denetliyor ve etkinlik için hazırlık yapıyordu. Platform kuruluyor, kaldırımlar temizleniyor, yeterli oturma alanı sağlanıyordu; Noel ağacının ışıklandırılması ve tatil sezonunun başlaması planlanıyordu. Ancak bu da gerçekleşmedi.

Akşam saatlerinde halk mekâna gelmeye başlayınca, ‘bir DEAŞ mensubunun kalabalık arasında dolaştığı’ yönünde bir söylenti yayıldı. Bu durum paniğe ve güvenlik önlemlerinin artırılmasına yol açtı; insanlar arasında itiş kakış yaşandı, iki kadın bayıldı ve sağlık ekiplerinin müdahalesiyle birlikte daha fazla karmaşa oluştu. Sonuç olarak etkinlik iptal edildi ve daha az katılımcıyla ilerleyen bir tarihe ertelendi.

zxs
Noel ağacı, geçtiğimiz haziran ayında Mar Elias Kilisesi'nde meydana gelen intihar saldırısının kurbanlarının fotoğrafları ve isimleriyle süslendi. (AP)

O anlarda neler yaşandığı konusunda farklı rivayetler vardı ve bölgede yaşayanlar detaylara girmek istemiyordu. Hatta olayla ilgili önceden konuşmayı kabul eden bir mağdur yakını, ‘eski yaraları açmamak’ için görüşmekten vazgeçti.

Haber hızla yayıldı, ardından sanki hiç yaşanmamış gibi ortadan kayboldu.

‘Doğal korkular’

Şam’ın Duveylia mahallesindeki bir eczacı, yaşanan olayın herhangi bir terör eylemiyle ilgisi olmadığını söyleyerek meseleyi ‘doğal korkulara’ bağladı. İsmini vermek istemeyen eczacı, “Olay şu: Beyaz renkli ‘La ilahe illallah’ bayrağı taşıyan bir genç motosikletle kalabalığın içinden geçti. Bu bayraklar şu günlerde oldukça yaygın. İnsanlar etkinliğe gelirken o genç sadece oradan geçiyordu. Görünüşe göre yerel güvenlik gençlerinden biri peşine düşmüş, genç de hızlıca kaçmış; bu da paniğe ve itiş kakışa yol açtı” dedi. Eczacı, olayın yarattığı karmaşayı ise “bu koşullarda normal bir durum” olarak nitelendirdi.

Bölgede yaşayanlar arasında olayları ‘doğal’ bir çerçevede açıklama eğilimi yaygın. Ancak bu yaklaşım, detaylı bir açıklamadan kaçınmak için kullanılan bir tür ön savunma niteliği taşıyor; soruyu sorulmadan önce etkisiz hale getiriyor.

Eczacı, ‘doğal korkuyu’ hâlâ hafızalarda tazeliğini koruyan kilise patlamasının yarattığı şokla ilişkilendirdi. Olay, insanlara güven duygusunu kaybettirmişti. Patlamanın gerçekleştiği Haziran 2024’teki anları anlatan eczacı, “Patlamayı işyerimdeki komşumla duyduk. İnsanlar panikledi ve bağırmaya başladılar: ‘Kilisedeki intihar bombacısı! Kilisedeki intihar bombacısı!’ Biz başta inanmadık ve konuşmamıza devam ettik, çünkü bunun sadece abartı ve yalan olduğunu düşündük” ifadelerini kullandı.

xz cxsz
Kurtarma ekipleri ve halk, Şam'ın Duveylia mahallesindeki Mar Elias Kilisesi'nde meydana gelen intihar saldırısının ardından oluşan hasarı inceliyor. (AFP)

Bir an sessiz kaldıktan sonra, sanki kendini suçluyor gibi ekledi: “Buna nasıl inanabiliriz? Daha önce böyle bir şey hiç olmamıştı!”

Ambulanslar geldiğinde ve herkes yardıma koştuğunda, bir adam kızını tedavi ettirmek için eczaneye geldiğinde, kızının alnından kan akıyordu, birdenbire her şey anlaşıldı.

İbadet edenlerin arasında kendini patlatan bir intihar bombacısıydı. Bu gerçekten olmuştu.

Duveylia mahallesi, Şam’ın güneydoğusunda yer alıyor. Mahalle, nüfus olarak Sünni Müslümanlar ve farklı mezheplerden Hristiyanların karışık yaşadığı bir bölge. Farklı kiliseler, küçük bir köyü andıran mahallenin ana caddelerini paylaşıyor; iç mahallelerdeki binalar ise daha çok gecekondu niteliğinde.

Duveylia, Suriye’nin diğer bölgelerindeki savaş ve çatışmalardan kaçan insanlar nedeniyle nüfus akınına uğramış ve daha yoğun bir yerleşim haline gelmiş. Buna karşın, mahalle herhangi bir güvenlik olayına sahne olmamış; oysa bitişiğindeki Cobar ve Tadamon gibi semtler tamamen yıkılmış durumda.

Yerel güvenlik ve kendini savunma

Günümüzde Duveylia mahallesi, ‘yerel güvenlik’ sistemiyle kendini koruyor; mahalle gençleri, yabancı kişilerin giriş çıkışlarını denetleyerek güvenliği sağlamak için nöbetleşe çalışıyor. Bu uygulama, çok sayıda karma nüfuslu bölgede yaygın.

Duveylia’daki bir güvenlik sorumlusu saha çalışmalarını şöyle anlattı: “Olayın hemen ardından, mahalle gençleri olarak mülkleri hırsızlıktan ve yağmadan korumak için seferber olduk. İlk başta sokaklarda ve evlerimizin arasında doğal bir şekilde dağıldık; sonra vardiyalar ve görev dağılımları yaptık. Kimse bize yaklaşmadı. Sanırım zaten unutulmuştuk… Bu şekilde devam etti, ta ki Mar Elias Kilisesi patlamasına kadar.”

cdwfrgthy
Kamışlı'daki Nisibili Aziz Yakup Kilisesi'nde Noel arifesi ayini sırasında uyuyakalan bir çocuk (Reuters)

Güvenlik sorumlusu, durumun tamamen nasıl değiştiğini şöyle anlattı: “Öncelikle kiliseleri korumak için daha fazla gönüllü olduk; kiliseler çevrildi, ayrıca evlerin ve küçük mahalle girişlerinin etrafına daha fazla grup yerleştirdik. Yaklaşık 80-90 gençle başladık.”

Gerçekten de Duveylia’yı ziyaret ettiğimizde Mar Elias Kilisesi halka kapalıydı ve giriş sadece sadık ziyaretçilerin bildiği dar bir arka kapıdan mümkündü; içeride kendilerini güvenilir bir kişi aracılığıyla tanıtanlar kabul ediliyordu. Geçtiğimiz diğer Hristiyan ibadet yerlerinde de durum benzerdi.

Gündüz resmi bir görevde çalışan ve akşamları güvenlik hizmeti üstlenen genç, bu güvenlik görevlilerinin tamamının gönüllü olduğunu, ailelerini ve geçim kaynaklarını korumak için maddi karşılık almadan çalıştıklarını, her birinin kendi imkân ve şartlarına göre görev aldığını söyledi.

Polis karakoluyla iş birliği

Suriye hükümetine bağlı güvenlik güçleri ise karakolda ve bölge girişindeki güvenlik şubesinde kalıyor; sokakta yalnızca ‘mahalle gruplarının’ doğrudan talebiyle devriye geziyorlar. Bir olay veya müdahale gerektiren bir çatışma olursa çağrılıyorlar.

Güvenlik sorumlusu, bireysel silah sahiplerinden hiçbirinin ortak nöbetlerde silahını kullanmadığını, aksi halde herhangi bir genel olaydan dolayı bireysel sorumluluk üstleneceklerini ve işlerin kontrolsüz bir şekilde tırmanabileceğini belirtti.

sxdcfg
Bir Dürzi savaşçı (solda), Şam'ın güneyindeki Ceramana çevresine konuşlanmak üzere anlaşmaya varan Suriye güvenlik güçleriyle konuşuyor. (AP)

Güvenlik sorumlusu durumu şöyle özetledi: “Durum çok kafa karıştırıcı. Artık gerçek tehlikeyi nasıl ayırt edeceğimizi bilmiyoruz… Son olayda güvenlik güçleri ilk andan itibaren bize yardım etti ama genel bir panik hali insanları sardı. Korku ile ne yapacağız? Sorunumuz devlet değil. Güvenlik güçleriyle de sorunumuz yok, yanımızda durdular. Sorunumuz güvenliğin eksikliğinde.”

Ceramana anlaşmaları

Bu sözleri birebir olarak Ceramana’da da duyabilirsiniz; bölge, nisan ayı sonunda Sahnaya’daki çatışmalarla başlayan Dürzi bölgelerindeki sorunlar ve ardından Suveyda’daki olaylarla ‘uyanış tokadını’ yemişti. Ancak Ceramana, kısa süre içinde ‘yerel anlaşmalar’ yoluyla kendini uzak tuttu; bunların en önemlisi, Dürzi gençlerin genel güvenlik devriyelerinde ve nöbet noktalarında görev alması ve her beş kişilik güvenlik grubuna bir veya iki genç katılmasıydı.

Ceramana’daki gönüllü mahalle güvenlik gençleri askeri üniforma giymiyor, ancak kahverengi veya lacivert yeleklerin altında siyah pantolon ve gömlek gibi hafif askeri bir görünümü koruyorlar; böylece hem halk hem de güvenlik güçleri için tanıdık bir yüz oluşturuyor ve iki tarafın ritmini dengeliyorlar.

xcdf
Halep'in bir mahallesindeki Noel ağacı ve yeni yıl süslemeleri (Şarku’l Avsat)

Duveylia’nın aksine Ceramana geleneksel olarak Şam’da orta sınıf ve serbest meslek sahiplerinin yaşadığı bir şehir; son on yılda ciddi bir nüfus artışı ve yoğunluk yaşadı, bu da onu daha kalabalık ve düzensiz hale getirdi. Ancak bölgedeki bir genç, burada toplumsal uyumun doğal ve mevcut durumdan önce var olduğunu belirtti. Dürzilerin yaklaşık bin yıldır burada yaşayan yerli halk olduğunu ve Halep ya da ülkenin kuzeyinden gelmediklerini vurguladı.

Dolayısıyla, geçen yıl öne çıkan güvenlik sorunları Ceramana Dürzileri için yine ‘doğal olaylar’ olarak görülüyor. Bu küçük Suriye mozaik parçasında, tarihsel Sünni-Dürzi bağları toplumsal ilişkilerin yapıştırıcısı ve siyasi güvenliğin temel direği niteliğinde.

Güvenlik ile mahallenin mahremiyetini koruma talebi arasındaki ince çizgiye dair konuşan Duveylialı güvenlik sorumlusu şunları söyledi: “Aslında bize gönüllü görev yerine polis teşkilatına katılmamız teklif edildi, ama mahalle sakinleri bunu reddetti. Çünkü bu, gençlerin hizmetlerini yerine getirmek için mahallenin dışına gönderilmeleri anlamına geliyor; tüm Suriye genelinde dağıtılıyorlar ve komuta kararlarına uymaları gerekiyor. Oysa onlar Duveylia’da kalmayı tercih ediyorlar.”

Kalıp yargılar

Mezhepsel çeşitlilik ve bölgesel farklılıklara rağmen Duveylia’da yaşayanların ortak paydasını ekonomik zorluklar oluşturuyor; bölgede yoksulluk neredeyse genel bir durum. Mahalleli gençlerden biri, annesiyle birlikte olayların başında (Beşşar Esed rejimine karşı başlayan ayaklanmalar sırasında) Dera’dan göç ettiğini ve o sırada henüz 10 yaşında olduğunu belirterek şunları söyledi: “İnsanlar Hristiyanların mutlaka varlıklı ve zengin olduğunu düşünüyor; burada insanların nasıl yaşadığını bilmiyorlar. Sanki hepimiz el-Kassa veya Bab Tuma’dan gelmişiz gibi düşünüyorlar.”

dfgt
Şam'ın Bab Tuma semtindeki bir otelde bulunan Noel ağacı ve süslemeler (Şarku’l Avsat)

Söz konusu iki bölgeyi iyi tanıyıp tanımadığı veya buralarda akrabalarının olup olmadığı sorulduğunda genç, “Bazen arkadaşlarımla gezmeye giderim, ama gece çökmeden geri dönerim” dedi.

Şam’ın el-Kassa ve Bab Tuma bölgelerinde geleneksel Şam evlerinin otel ve lüks restoranlara dönüştüğü görülüyor. Bu yıl Noel süslemeleri her açıdan olağanüstüydü ve Suriye başkentinin genel görünümüne hâkim oldu; süslemeler sadece Hristiyan nüfuslu bölgelerle sınırlı kalmayıp sokaklara ve mahallelere yayıldı.

Şam’ın elit semtlerinin tamamı, modern Noel ağaçları ve dekorasyonlarla donatıldı. Oteller ve pazarlar bu yıl tüm ışıklandırmalarını ve çeşitli Noel tasarımlarını sergiledi. Birçok otelde, yerel zanaatkarlar ve sanatçılar ürünlerini Noel fuarlarında sergilerken, gençlik grupları etkinliğe uygun Batı müziği çaldı.

dfgt
Suriyeli bir aile Şam'daki bir Noel ağacının önünde fotoğraf çektiriyor. (AFP)

Kamusal alanlarda ve sokak girişlerinde yer alan Noel ağaçları, emniyet güçleri veya polis araçlarıyla ya da Duveylia’da olduğu gibi koordineli çalışan gönüllü güvenlik ekipleri tarafından korunuyor.

Azınlıklar içindeki azınlıklar

Şuan ki genel manzara, bir an için Suriye’deki Hristiyanların, demografik oranlarının üzerinde bir paya sahipmiş gibi görünmesine yol açabilir; siyasette, ekonomide, kültürde veya herhangi bir kamusal alanda… Resmi verilere göre, 2011’in başına kadar nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyorlardı. Ancak pratikte, farklı mezhep ve yönelimlerden gelen Hristiyanlar (yaklaşık 11 mezhep) yalnızca Sosyal İşler Bakanlığı ile temsil ediliyor; burada Bakan Hind Kabavat, hem kadın kontenjanını hem de mezhep kontenjanını temsil ediyor.

cvfg
İdlib'in el-Kuneyye kasabasında bir Noel ağacı (AFP)

Suriye toplumundaki ‘daha büyük azınlık’ gruplarının, Baas Partisi’nin ‘tek Arap milleti’ söylemini geride bırakıp, sahadaki gerçekleri yansıtan yeni yapılarda kendilerine yer kapmaya çalıştığı bir dönemde, ‘daha küçük azınlıkların’ devlet ve kurumlarda kayda değer bir pay talep etmekten çekinmeleri adeta kaderleri oluyor. Öyle ki, Duveylia gibi yoksul bir mahallede polislik yapmak bile cazip görünmüyor; taleplerinin çoğu bir Noel ağacı, bazı süslemeler ve mahallenin sınırları içinde sınırlı bir katılımla karşılanıyor. Böylece nadir bir istisna ve ‘örnek azınlık’ statülerini pekiştiriyorlar.


Öcalan, Ankara'yı SDG ile Şam arasında bir anlaşmaya varılmasını kolaylaştırmaya çağırdı

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)
TT

Öcalan, Ankara'yı SDG ile Şam arasında bir anlaşmaya varılmasını kolaylaştırmaya çağırdı

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, SDG'yi Suriye ordusuna entegre etme anlaşmasını imzalarken, 10 Mart 2025 (EPA)

26 yıldır tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan, Ankara’yı, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam arasında bir anlaşma sağlanmasına aracılık etmeye çağırdı. Bu çağrı bugün, Kürt yanlısı Türkiye’deki Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) tarafından iletildi.

Öcalan, 30 Aralık tarihli yazılı mesajında, “Türkiye’nin bu süreçte kolaylaştırıcı ve yapıcı bir rol oynaması, süreci diyalog odaklı yürütmesi çok önemlidir. Bu, bölgesel barış ve kendi iç barışını güçlendirmek için hayati bir gerekliliktir” ifadelerini kullandı.

Geçtiğimiz hafta Ankara ve Şam, SDG’yi 10 Mart’ta imzalanan Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasını uygulamakta gecikmekle suçladı ve Suriye’nin birliği ile istikrarına yönelik herhangi bir girişimi reddettiklerini açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Suriye medyasından aktardığına göre SDG, ateşkes anlaşmasını ihlal ederek Halep’in kuzeyinde iç güvenlik noktalarına saldırdı.

Dün gelen haberlere göre, Halep’te eş-Şeyhan kavşağındaki İç Güvenlik Kuvvetleri (Asayiş) ve SDG’ye bağlı güvenlik güçlerinin ortak kontrol noktasına Suriye Savunma Bakanlığı’na bağlı birimler tarafından silahlı saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda iki Asayiş mensubu yaralanırken, güvenlik birimleri saldırıya karşılık verdi ve bölge çevresinde güvenlik önlemleri artırıldı.


Suriye güvenlik güçleri Lazkiye'de gece sokağa çıkma yasağı ilan etti

Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
TT

Suriye güvenlik güçleri Lazkiye'de gece sokağa çıkma yasağı ilan etti

Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye'de protestolar sırasında çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)

Suriye haber ajansı SANA'nın haberine göre, Lazkiye vilayetindeki iç güvenlik güçleri bugün şehirde saat 17:00'den yarın sabah 06:00'ya kadar gece sokağa çıkma yasağı ilan etti.

İç Güvenlik Komutanlığı yaptığı açıklamada, sokağa çıkma yasağının acil durumları, sağlık personelini, ambulans ve itfaiye ekiplerini kapsamadığını belirtti.