Tunus Cumhurbaşkanlığı adayı ez-Zubeydi: Anayasada değişiklik yapmak ve hükümet şeklini seçmek en önemli hedeflerim arasında

Tunus Cumhurbaşkanlığı adayı ez-Zubeydi: Anayasada değişiklik yapmak ve hükümet şeklini seçmek en önemli hedeflerim arasında
TT

Tunus Cumhurbaşkanlığı adayı ez-Zubeydi: Anayasada değişiklik yapmak ve hükümet şeklini seçmek en önemli hedeflerim arasında

Tunus Cumhurbaşkanlığı adayı ez-Zubeydi: Anayasada değişiklik yapmak ve hükümet şeklini seçmek en önemli hedeflerim arasında

Abdulkerim ez-Zubeydi’nin Tunus cumhurbaşkanlığı için adaylığını açıklaması pek çok kişi için sürpriz oldu. Zeynelabidin bin Ali rejiminin çöküşünden bu yana siyasi arenadaki tüm partilere aynı mesafede bulunma konusundaki kararlılığıyla bilinen Zubeydi, Independent Arabia’dan Basil Tercüman’a konuştu.
Abdulkerim ez-Zubeydi ile gerçekleştirilen röportaj metni:
-Tunus siyasi sahnesindeki baskın politik söylemin bir alternatifi var mı?

Şişirilmiş söylemler artık kimseyi ikna etmiyor. Halk 8 yıldır politikacıların gerçekleşmeyen vaatlerini dinliyor. Bu, Tunus halkının siyasetten ve politikacılardan uzaklaşmasına ve siyasi söylem konusunda güvenini kaybetmesine neden oldu. Kısa, orta ve uzun vadede net bir vizyon, başarı ve eylem olmaksızın insanların güvenini geri kazanmak mümkün değil. 2014 Anayasası, cumhurbaşkanının yetki alanını daralttı. Bu, istisnai bir durum yarattı ve devleti yönetmeyi zorlaştırdı.
-Devleti ve kurumlarını işlevsiz bırakan bu krizden çıkma yolları nelerdir?
Tunus'un 2014 anayasasına dayanan mevcut yönetim sistemi, sınırlı olduğunu ve ülkenin ihtiyaçlarına ve içerisinde bulunduğu koşullarına cevap vermediğini göstermiştir. Mevcut hükümet sistemi aslında parlamenter bir sistemdir. Sınırlı yetkilere sahip olan cumhurbaşkanı, ulusal güvenliğin bir unsuru olan savunma bakanlığını denetlerken, içişleri bakanlığı ise başbakana bağlı. Bu, cumhurbaşkanının ulusal güvenlik konseyi başkanlığı rolünü oynamasına izin vermeyen bir dağılımdır.
Cumhurbaşkanının görevlerine ilişkin bir diğer nokta dış politikadır. Tunus’un bağımsızlığını kazandığı günden bu yana dış politikanın kendisine dayandığı açık birtakım ilkeler vardır. Bu ilkeler arasından en önemli olanlar; uluslararası meşruiyete bağlılık, adalet ve tarafsızlığın savunulması, başkalarının işlerine karışmamakla birlikte kimsenin iç işlerimize karışmasına müsaade etmemek, ülkenin çıkarlarını ve her nerede olurlarsa olsunlar Tunus vatandaşlarını muhafaza etmektir.
Öte yandan dış yatırımı, turizmi ve bunlar haricindeki sektörleri teşvik etmek ülke ekonomisi için önemli bir unsur haline geldi. Cumhurbaşkanı, her alanda yasal insiyatifler sunmakla sorumlu olmasının yanı sıra bakanlar kuruluna başkanlık edebilir ve hükümetin genel politikalarını belirleyebilir. Bugün, temel önceliklerden biri hükümet sistemine ve sorumluluklara ilişkin karmaşıklığın giderilmesidir. Çünkü Tunus’ta parlamenter veya başkanlık sistemlerinde olduğu gibi yönetimden sorumlu olan tek kişi yok. Tunus'un 2014'ten beri tanık olduğu ve tüm alanları olumsuz yönde etkileyen kaosun sebebi buydu. Bu melez yönetim sistemiyle devam edilemez.
Önümüzde sadece iki seçenek olduğunu düşünüyorum. Bu seçeneklerden ilki parlamenter sistemdir. Bu sistemde başbakan, seçimlerde kazanan bloğu temsil eder ve tüm sorumluluğu üstlenir. Cumhurbaşkanı ise bu durumda dış arenada ülkeyi temsil eder. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığının pozisyonu onursal bir pozisyon gibi olur. Almanya ve İtalya bu sistemin iki ayrı örneğidir.
Diğer seçenek ise başkanlık sistemidir. Bu sistem Tunus halkını korkutuyor. Çünkü bağımsızlıktan bu yana parlamentonun denetimi olmaksızın ülkeyi yöneten bir sistemin çatısı altında yaşadık. Bu sistemde cumhurbaşkanı başbakanı atayabilir veya bazı ülkelerde olduğu gibi sadece bakanların atamasını yapar. Parlamenter veya başkanlık sistemlerinde gerek başarı gerekse de başarısızlığın sonuçlarından tek bir kişi sorumludur.
-Tunus, siyasi arenaya hakim olan eksen politikasından kendisini nasıl uzaklaştırabilir?
Tunus bağımsızlığını kazanmasından bu yana açık bir dış politika izledi. Bir önceki dönemde her daim takip edilen tarafsızlık politikasından uzaklaşıldı. Merhum Cumhurbaşkanı Baci Kaid es-Sibsi, durumu tekrar eski haline döndürdü ve Tunus her zaman çatışan tarafların görüşlerini birbirine yakınlaştırmaya çalıştı. Tunus’un şu anda Libya’daki durumla ilgili yaptığı şey budur. Nitekim ülkedeki sorun tamamen Libyalı tarafları ilgilendirse de dış müdahalelerin ülkedeki istikrara olumsuz yansımaları oluyor. Tunus da bu durumdan etkilendi. Çünkü her iki ülkenin tarihi komşuluk ilişkileri var. Tunus, Libya’nın istikrarı ve güvenliğiyle ilgilenen ülkelerin başında geliyor. Çünkü Libya'da yaşananların Tunus'taki durum üzerinde doğrudan etkileri oluyor.
-Tunus'taki birçok kadın, partilerin ve politikacıların kadınlara verdikleri sözleri daha sonra görmezden gelmelerinden dolayı öfkeli. Sizin Tunuslu kadınlar için ne gibi vaatleriniz var?
Bugün Tunus'taki kadınların durumu ile ilgili olarak onların haklarından geri adım atılması hakkında konuşmak mümkün değil. Bilakis bu hakların genişletilmesinden bahsedebiliriz. Öte yandan diğer bir dizi ülkeye kıyasla Tunuslu kadınların durumu daha bir belirginlik arz eder. Bu alanda pek çok gösterge bulunduğunu söyleyebiliriz. Mesela sağlık, yükseköğretim, yargı ve diğer birçok alanda aktif kadınların oranı sektör çalışanlarının yarısından fazlasını oluşturuyor. Tunus kadınları toplumun temel dayanakları arasında yer alır ve bu durum daha da iyileştirilmeye elverişlidir. Kadınların bir sonraki aşamada egemen bakanlıklardan birinin başında yer almaları normal olmakla birlikte kaçınılmaz görünüyor. Kadınlara yönelik kişisel tutumuma gelince, hayatımdaki kadınlar benim için çok özel bir yere sahip. Babam on yaşındayken öldü ve annem ömrümün kalanında yanımda oldu. Hayatımızdaki başarılarımızın sebebi oydu.
-Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmanız halinde Tunus’a ilişkin vizyonunuz ne olacak?
Öncelikle Tunus halkının gerçek bir ulusal uzlaşma sağlamak için tek safta bir araya gelmelerini umut ediyorum. Aramızdaki nefret ve kin gibi duyguları bir kenara bırakmalıyız. Bununla birlikte anayasanın Tunus'un demokratik süreci doğrultusunda tadil edilmesi ve referanduma gidilerek halkın tercihiyle parlamenter veya başkanlık sistemlerinden birinin kurulması gerekiyor. Bu durum, reform gerektiren temel sektörler için orta ve uzun vadeli açık bir vizyonu gerektiriyor. Tunuslular arasında gerçek bir uzlaşının sağlanmasının ardından 2024'te istikrarlı bir ülke haline gelecek ve hukuk devleti ve demokrasi gibi kavramları temel alacağız.
-Tunus halkına ülkede tanık olunan suikastlarla ilgili gerçeği açıklamadan uzlaşı sağlanabilir mi?
Şükri Belaid ve Muhammed Brahimi'nin suikastlarına dair gerçeğin elbette açığa çıkarılması gerekiyor. Cumhurbaşkanının rolü, yargının çalışmalarına müdahale etmeden bu dosyayı takip etmek ve yargının bağımsızlığına saygı duymaktır.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.