İran ve El Kaide: Dünya devriminden İran pragmatizmine

İran ve El Kaide: Dünya devriminden İran pragmatizmine
TT

İran ve El Kaide: Dünya devriminden İran pragmatizmine

İran ve El Kaide: Dünya devriminden İran pragmatizmine

Hasan Fahs
İran pragmatizmi, 1980'lerdeki İslam devrimi düşüncesi onu yenene kadar İranlıların zihinlerinde kalmaya devam etti.  İran rejimi, ‘devrimin ihracı’ fikri çerçevesinde bölgedeki tüm ülkelerde ve hatta kendisine sadık gruplar aracılığıyla Batı Asya bölgesinin de ötesine geçerek daha geniş bir çevrede etkilerini pekiştiren ve rolünü güçlendiren bir mekanizma halini aldı.
Evrensel İslam devrimi küresel bir nüfuz haline gelirken İran’ın rolünü de güçlendirdi. İran rejimi bulunduğu yerin tarihi, rolü ve coğrafyasını diğer bölgesel güçlere karşı rekabetçi bir çerçevede kullandı. Pratikte ise rejim, idari olarak kendisine ait olmasına rağmen devlet kurumlarından bağımsız ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’yla (DMO) koordinasyonu olmadan çalışan ‘Kurtuluş Hareketleri’ ofisini kapattı. Eski İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin görevde olduğu sırada Dışişleri Bakanı olan Kemal Harrazi’nin yardımcısı Muhsin Eminzade’ye göre bu ofis tarafından kurulmuş olan tüm ilişkiler, Dışişleri Bakanlığı döneminde İran’ın dış politikasını çizmek için DMO’ya kapıyı açan Ali Ekber Velayeti'nin gözetimi altındaydı.
Bu karar, başta Araplara ait olmak üzere İranlı olmayan bazı İslami kuruluşlarla çalışmaların ya da işbirliğinin sona ermesine yol açarken diğerleriyle olan ilişkilerin, İran politikalarına ve çıkarlarına, sınır ve etkilerini güçlendirmedeki hizmetlerine dair bir çerçeveye koyulmasını sağladı. Özellikle Irak savaşının sona ermesi ve bu adımların uluslararası topluma açılması gerektiğinden rejim, uluslararası gelişmelere dayanarak ‘devrimi ihraç etme’ fikrini yeniden üretti. Özellikleri ise Ayetullah Haşimi Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığı görevine gelmesiyle ortaya çıkmaya başladı.
Dolayısıyla İran rejiminin Afganistan krizi ve bu ülkenin Sovyet işgali ile ilgilenmeye başlaması bu çerçevede geliyor. O dönem özellikle Tahran ve Moskova arasındaki ilişki en karmaşık ve en kötü aşamalarından geçiyordu. Moskova'nın rejime karşı bir darbe girişimini desteklediği şeklindeki açıklaması ışığında Filistin’in Tahran Büyükelçisi Hani el-Hasan'ın 1980'lerin ilk yarısında verdiği özel bir röportajında ortaya çıktığı üzere Afganistan'daki Sovyet varlığı, Tahran tarafından ciddi ve doğrudan bir tehdit olarak görülüyordu.
Rejim, jeopolitik ve jeostratejik açıdan doğu tarafındaki bu Sovyet varlığını karıştırmak zorunda olduğuna ve bunun için Afgan savaşçı gruplara destek verilmesi gerektiğine karar verirken neredeyse dünyanın dört bir yanından ‘Mücahid’ gruplarla bir araya geldi. Tahran, Gulbeddin Hikmetyar ile gergin bir ilişki kurmayı göze alarak, Burhaneddin Rabbani ve Ahmed Şah Mesud liderliğindeki Kuzey İttifakı gruplarını desteklemeye karar verdi. Bununla birlikte o dönem Cumhurbaşkanı olan ve daha sonra İran Dini Liderliği’ni devralan Ali Hamaney ile Abdulali Mazari her ne kadar Şah’ın hapishanelerinden birinde hücre arkadaşlığı yapmış olsalar da Mazari’nin lideri olduğu Afganistan Ulusal İslami Birlik Partisi (Şii) ile dengesiz bir ilişki vardı.
İran ve Taliban hegemonyası
Taliban, 1998’de diğer gruplar pahasına Afganistan’ı kontrol etme hareketine başladığında, İran rejimi gelişmeleri izliyor ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Muhsen Eminzade’nin öne sürdüğü üzere bu yeni sorunla başa çıkma ve Kuzey İttifakı aracılığıyla söz konusu hareket ve bu yeni grubun temelini oluşturan Pakistan hükümetiyle siyasi bir ortaklık kurma olasılığına dair bahis oynuyordu.  Buna bir de El Kaide lideri Usame bin Ladin’in 1996 yılında Sudan’dan Afganistan’a geçmesiyle Afganistan'a taşınmaya başlayan ‘Arap savaşçı’ grupları ile anlaşma olasılığını ekliyordu.
İran’ın böyle bir anlaşma yapabilme olasılığına oynadığı bahis, 1992 yılında Bosna Hersek savaş sırasında DMO’nun İranlı savaşçıları ile bu örgüt veya ‘Mücahid gruplar’ arasındaki ortak mücadele deneyimine dayanıyordu. Bu aşamanın, İran ile ‘İslam dünyası’ fikri temelinde Sudan'da başlayan ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra yeni bir döneme geçen Afganistan arenasından uzak olmayan El Kaide yönetimi arasındaki ilişkinin ilk sinyalleri olduğu söylenebilir. El Kaide’den bir heyet, dünyadaki Müslümanların durumu ve ortak Batı düşmanlığı üzerine birleşme gereğini tartışmak üzere İran’ın başkenti Tahran’a ziyarette bulundu. İlk görüşme, Ebu Hacer el-Iraki tarafından Sudan’ın başkenti Hartum’da İran heyetiyle gerçekleşti. Ardından Kemil et-Tavil’in 6 Ekim 2001 tarihinde ‘El-Hayat’ gazetesinde yazdığı gibi bu ilişki örgüt liderleri ve ideolojik farklılıklar arasındaki iç tartışmalara rağmen gelişti.
Ancak Taliban’ın Mezar-ı Şerif’teki İran Konsolosluğu’ndaki 10 İranlı diplomat ve çalışanı infaz ettiği 8 Ağustos 1998'den sonra ilişki, gerilime girdi. Bu durumu yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin reform projesini yok etmek için fırsat bilen DMO’daki milis gruplar, İran’ı, Afganistan’daki iktidarı ele geçiren Taliban’la açık bir savaşa sokmak için bir krizi tetiklediler.
Bu dönem aynı zamanda Afganistan arenasında etkisi ve rolü olan DMO’nun yurtdışı kolu Kudüs Gücü’nün liderliğine mevcut sorunları yönetmek, gerginliği sakinleştirmek ve krizi absorbe edebilmek için diplomatik çalışma alanı bırakmak isteyen Ahmed Vahidi'nin yerine Kasım Süleymani’nin getirilmesiyle bir değişime tanık oldu. Süleymani, İran'ın ulusal ve stratejik çıkarları için El Kaide de dahil olmak üzere bölgeyi kontrol eden güçlerin saflarında bir kırılma gerçekleştirmek amacıyla bu sahada yeni bir oluşum başlattı.
İdeoloji yerine pragmatizm
Başta Kudüs Gücü olmak üzere İranlı güvenlik ve askeri birimlerin liderlikleri, Afganistan’da olup bitenlerden ve özellikle de El Kaide’nin yürüttüğü faaliyetlerden habersiz değildi. DMO başta olmak üzere İranlı güvenlik birimleri, özellikle El Kaide’nin Afganistan'daki kamplarına katılmaya karar veren Arap unsurlar başta olmak üzere ‘gönüllülerin’ Afganistan’a gelişini kolaylaştırmak için bu örgütlerin, İran sınırındaki Meşhed şehrinde Afganistan’a ‘geçişin’ temel noktası haline gelen ‘irtibat bürosu’ açmalarına izin verdi. Gönüllüler buradan özellikle Ürdünlü Ebu Musab ez-Zerkavi tarafından kontrol edilen Herat kampına transfer ediliyorlardı. Bu durum, Zerkavi ile İranlı birimler arasında özel bir ilişki olduğu inancına yol açtı.
Tüm bunlar, Taliban'ın iktidarı ele geçirmesinden sonraki üç yıl boyunca grubun İran’ın müdahalesine neden maruz kalmadığını büyük ölçüde ortaya koyabilir. Örgütün faaliyetleri, Arap aleyhtarı rejimlere odaklanıp, Müslüman ülkelerdeki ABD varlığına karşı geldiği sürece İran’ın ‘dünyadaki ABD kibri’ ile mücadelesinde yarattığı bir misyonu ya da sloganı haline geldi.  Yani El Kaide bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde ister ABD’li ister Arap olsun ortak düşman paydasında, İran’ın bir koluna dönüştü.
11 Eylül saldırıları ve dönüşüm
İran rejimi, ABD’nin El Kaide’yi ortadan kaldırmak için Afganistan’da operasyon başlatmak üzere uluslararası bir koalisyon kurma kararı karşısında ‘olumlu tarafsızlık’ politikası benimserken El Kaide unsurlarına karşı da aynı politikayı izledi. İran destekli Kuzey İttifakı güçleri ise ABD’nin Taliban’a yönelik operasyonuna katılırken El Kaide bünyesindeki gruplarla doğrudan çatışmaya girmediler. Bununla birlikte İran, El Kaide üyelerinin kendi toprakları üzerinden ülkelerine geçebilmeleri için sınırlarını açarken Afganistan’dan rehin olarak çıkan örgüt liderlerini ‘tutmaya’ karar verdi ve dönemin Savunma Bakanı Amiral Ali Şemhani’nin de belirttiği üzere onları çeşitli sebeplerle elindeki bir takım kartlar olarak kullandı. Bu sebeplerin ilki, örgütün maruz kaldığı herhangi bir operasyonda misilleme yapıp yapmayacağından emin olmaktı. İkincisi, bu unsurları, ait oldukları ülkelere iade etme ya da istedikleri bir ülkeye gitmek üzere serbest bırakma -ki bu da onların terörist faaliyetlerine devam edebilecekleri ve bu ülkelerin güvenliğine ve istikrarına her an potansiyel bir tehdit oluşturabilecekleri anlamına geliyor - baskısı altında siyasal pozisyonlarda şantaj yapmaktı.
Üçüncüsü, ABD ile bir anlaşmazlık olması bağlamında bu örgütün çeşitli ülkelere yayılan hücrelerinin takip edilmelerini sağlayacak bilgiler için kendilerine teslim edilmesi, kovuşturulması veya sorgulanması imkânı karşılığında ayrıcalıklar kazanmaya çalışmaktı.
Dördüncüsü ise Afganistan’daki ABD askeri varlığının istikrarını olumsuz yönde etkileyebilmek için El Kaide ile iletişim kanallarını açık tutma olasılığı ve onların Tahran rejimine karşı doğrudan bir tehdit haline gelmelerini önlemekti. Bunu da örgüt üyelerinin hareketlerini ve hatta askeri, finansal ve lojistik desteğe erişimini kolaylaştırarak yaptı.
Zerkavi, ABD’nin Irak saldırmasına katkı sağladı
Ancak İran’ın en pragmatik adımı, ABD’nin Afganistan’a yönelik saldırısının başlangıcında İran’a sığınan, Zerkavi liderliğindeki Herat kampındaki El Kaide üyeleriyle ilgilenme biçimiydi. Kudüs Gücü,  İran Dışişleri Bakanlığı ile koordineli olarak Herat kampındaki 350 El Kaide üyesini aileleriyle birlikte doğudaki sınır bölgelerinden batı sınırındaki Irak’ın Kürdistan bölgelerine nakletti. Öte yandan söz konusu El Kaide üyelerinin bu bölgelerdeki gruplara katılmalarıyla dönemin ABD Başkanı George W. Bush yönetiminin, o dönem Irak lideri olan Saddam Hüseyin’i, El Kaide’ye destek vermek ve örgüt üyelerine ev sahipliği yapmakla suçlayarak Irak’a saldırmasının zemininin oluşmasında İran’ın kasıtlı veya kasıtsız katkısı oldu.
Söz konusu transferin gerçekleştiğini resmi olarak açıklamayan İran yönetimi tarafından öne sürülen bahane, bu terörist grupların tehlikesini doğu bölgelerinden uzaklaştırmak ve bu bölgelerin Afganistan’da görev yapan ABD güçlerine yönelik terörist eylemler veya askeri operasyonlar için bir savaş alanına veya bir sıçrama tahtasına dönüşmesini engellemekti. Fakat buna karşın hala bu gruplarla doğrudan savaş halinde olan Irak rejimini bu sürece dahil etmeye çalıştı.
2003 yılında Irak rejiminin yıkılmasından sonra başta El Kaide ve Zerkavi’nin grubu olmak üzere Irak'ta varlığını ilan eden aşırılık yanlısı gruplarla işbirliği yapmak ve iletişim kanallarını açılmak konusunda rahatsızlık duymayan İran’ın pragmatizmi o dönem en üst seviyeye ulaştı. İran, ‘direniş’ sloganı altında ABD yönetimi ve işgalini devirmeye yönelik askeri operasyonlar başlatan bu örgütlerin öfkesinden yararlandı.
İran bir yandan Afganistan ve Irak'a yapılan saldırıda ‘olumlu tarafsızlık’ politikası benimseyerek ABD'ye olumlu mesajlar göndermeye çalışırken, diğer yandan kendisini Afganistan ve Irak arasında konuşlandırılmış yaklaşık 300 bin ABD askerinin ‘kıskacında’ buldu. Bu yüzden El Kaide grupları ve Irak'ın yıkılmasından sonra bu örgütün bayrağı altında buluşan grupları faaliyete geçirebilmek için Usame bin Ladin’in bazı aile üyeleri ve eşlerinden biri dahil olmak üzere bazı örgüt liderleri ve ailelerini ağırlanması sebebiyle sahip olduğu kartların avantajlarından yararlandı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile birlikte Tahran’ın Washington’ı bu bataklıktan çıkarmaya hazır olduğunu söylemekte tereddüt etmeyen İran Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani’ye göre İran, El Kaide ile olan ilişkisi sayesinde Afganistan ve Irak’ın istikrara kavuşmasını engelleyecek eylemlerde bulunarak bu iki ülkede yarattığı ‘bataklığa’ ABD güçlerinin daha çok saplanmalarını sağladı.
Barındırma ve üye kazandırma
Başta ABD olmak üzere Batı’nın El Kaide liderlerinin İran topraklarında bulunduğu iddialarını doğrulamaları karşısında, İran rejimi bunu itiraf etmek ve El Kaide'nin liderleri ve üyelerinin İran hapishanelerinde bulunduğunu açıklamak zorunda kaldı. El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i ülkesine iade etmeyeceklerini duyuran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Batılı ülkelerin şartlarına uygun olarak idam cezası uygulayan ülkelerin vatandaşı olan El Kaide üyeleri ve liderlerinin ülkelerine iade edilmeyeceğini vurgulamaya çalıştı. Elindeki El Kaidelilerle ilgili herhangi bir detay vermeyen İran ile bazı Arap ülkeleriyle yapılan tüm iade işlemleri, karşılıklı anlaşmalara dayanarak gerçekleşti. Başka bir deyişle bedava iade yoktu ve tutukluların takas anlaşmaları, siyasi konumları karşılığında gerçekleşti.
Şarku’l Avsat gazetesinin 23 Aralık 2009’da ortaya çıkardığı Usame bin Ladin’in kızının korumalarından kaçtığı haberi,  Bin Ladin ailesinin fertleriyle ilgili şüpheleri kesinleştirirken Cumhurbaşkanı Hatemi, Usame bin Ladin'in oğlu Said’in İran birimlerinin elinde olduğunu itiraf etti. Ancak bu kaçış, tıpkı Moritanyalı gazeteci Lemin Velid Salim tarafından kaleme alınan ‘Et-Tarih es-Seri Li’l-Cihad mine’l-Kaide ila’d-Devlet’il’İslamiyye’ (El Kaide’den DEAŞ’a Cihad’ın Gizli Tarihi) adlı kitabında Hafs el-Moritani olarak da bilinen El Kaide liderlerinden Mahfuz Velid el-Valid hakkında verdiği detaylarda belirttiği üzere El Kaide liderlerinin hapsedilmediğini, başkent Tahran'ın 45 kilometre batısındaki bir bölgede DMO güvenlik birimleri tarafından sıkı şekilde korunan evlerde sivillerle görüşmelerine izin verilmeden ve herhangi bir tutuklama veya soruşturmaya tabi tutulmadan ağırlandıklarını ortaya koyuyordu.
2004 yılında El-Hayat gazetesi tarafından ortaya çıkarılan dönemin DMO Genel Komutan Yardımcısı olan ve İçişleri Bakanlığı da yapan Muhammed Bekir Zulkadir ile Usame bin Ladin arasındaki ilişki bu bağlamda şaşırtıcı değildi. Zulkadir, Ladin’in kötüleşen sağlık durumu nedeniyle İran-Afganistan-Pakistan sınır üçgenindeki köylerden birinde kaldırıldığı tıp merkezine mobil bir diyaliz cihazı temin ettiği ortaya çıkmıştı.
El Kaide’nin yeterliliği ve unsurları, İran’ın bu örgüt ile Washington ve bölgesel rejimler arasındaki düşmanlıktan yararlanarak bölgedeki örgütler üzerindeki etkisini arttırmak için kullandığı bir hazineye dönüştü. Bununla birlikte İran, bu kartı Tahran’la Washington arasında, Bin Ladin’e gizlice bir operasyon düzenlenmesi sürecinde işbirliği yapma konusunda edindiği bilgiler sayesinde büyük ve stratejik bir bedel karşılığında masaya koydu. Bin Ladin’in İran'da tutulan eşlerinden birinin, yaşadığı sağlık sorunu nedeniyle tedavi için başkentteki bir hastaneye yatırıldığı duyuruldu. Buna daha sonra, DMO istihbarat biriminin, kadının tedavisi sırasında vücuduna bir izleme cihazı yerleştirdiği, bir süre sonra onu serbest bırakarak İran'dan çıkışını ve ABD istihbarat ajanslarının Bin Ladin’in Pakistan’ın Abbottabad şehrinde kaldığı yere ölümüyle sonuçlanan bir gizli operasyon düzenlemek için saklandığı yeri tespit edebilmeleri amacıyla, kocasının yanına gitmesini kolaylaştırdığı, bilgileri eklendi.
CNN o dönem, operasyon yapılan evde ABD ajanlarının bulduğu bazı belgelerde Bin Ladin’in özellikle İran’dan gelen aile fertlerinin izleme cihazı yerleştirilmesi korkusuyla doktor muayenesinden geçmesi talimatı verdiğinin ortaya çıktığını aktardı.
El Kaide ve DEAŞ, niteliksel ve ideolojik olarak İran rejimi karşıtlığı oluştursalar da Tahran'ın çıkarları doğrultusunda bölgenin istikrarını etkilemek için kullanılabilecek araçlar oldular. İran bu örgütlerin oluşumunda yer almasa da onları bölgedeki yayılma projesine hizmet edecek araçlara dönüştürdü.



Microsoft’un raporunda İran'ın siber saldırılarına dikkat çekildi

Microsoft yayınladığı raporda İran’ın siber saldırılarına yer verdi.
Microsoft yayınladığı raporda İran’ın siber saldırılarına yer verdi.
TT

Microsoft’un raporunda İran'ın siber saldırılarına dikkat çekildi

Microsoft yayınladığı raporda İran’ın siber saldırılarına yer verdi.
Microsoft yayınladığı raporda İran’ın siber saldırılarına yer verdi.

Microsoft'a göre İran, Gazze Şeridi'nde savaşın başladığı 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail'e yönelik siber operasyonlarına ve propaganda kampanyalarına hız verdi.

ABD merkezli Microsoft, Hamas Hareketi’nin 7 Ekim 2023'te gerçekleştirdiği saldırıların öncesi ve sonrasında İran'ın siber faaliyetlerine ilişkin ayrıntılı bir rapor yayınladı.

Raporda, İran hükümetiyle ittifak halinde olan bazı tarafların çok sayıda elektronik ve siber saldırı başlattığı belirtildi. Hamas'a yardım etmeyi ve İsrail'i, onun siyasi müttefiklerini ve ticari ortaklarını zayıflatmayı amaçlayan yapay zekâ tekniklerini ve nüfuz operasyonlarını kullandı.

Microsoft’un raporuna göre İran, Hamas'ı desteklemek amacıyla siber operasyonlarını ve çevrimiçi etki operasyonlarına hız verdi ve faaliyetlerinin yaklaşık yüzde 43'ünü İsrail'e karşı yürüttü.

Ancak rapora göre İran'ın 7 Ekim'den sonra gerçekleştirdiği operasyonların çoğu aceleci ve kaotikti; bu da İran ile Hamas arasında bir koordinasyon olmadığını gösteriyor.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre raporda ayrıca İran'ın Lübnan'daki Hizbullah grubuyla iş birliğine de dikkat çekildi. İsrail ile Hamas arasındaki çatışmanın devam etmesi ve ABD başkanlık seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte İran'ın nüfuz operasyonlarının ve elektronik saldırıların önümüzdeki dönemde daha hedefe yönelik ve yıkıcı olacağı öngörülüyor.

Microsoft'un raporuna göre 2024 yılında İran'ın ABD'yi başkanlık seçimleri döneminde daha fazla hedef alması bekleniyor. İran'ın, İsrail hastanesine ve Pensilvanya'daki Amerikan su sistemine karşı yaptığı gibi hayati altyapıyı hedef almak gibi ‘ABD’nin kırmızı çizgilerini test edeceği’ vurgulanıyor.

Rapor, 2020 seçimlerinde olduğu gibi, ABD'li aşırılık yanlılarının kimlik hırsızlığı yaparak ve ABD hükümet yetkililerine karşı şiddeti teşvik ederek gerçekleştirdikleri olaylara dayanarak 2024'te ABD'deki başkanlık seçimleri sırasında yoğunlaşan daha büyük tehditler konusunda uyarıda bulunuldu.

Saldırıların üç aşaması

Raporda üç aşamada gerçekleştirilen operasyonlara ilişkin açıklamalara yer verildi:

İlk aşama etkileşimli olarak başlıyor ve İran Devrim Muhafızları'na bağlı ‘Tesnim’ ajansı gibi devlet medyası aracılığıyla yanıltıcı bilgilerin yayılmasını içeriyor. Örneğin, İsrail elektrik şirketinin arızalanmasıyla ilgili haberlerin yayınlandığı haberlerle ilişkilendirilmiş olan İran Devrim Muhafızları tarafından yönetilen bir grup (muhtemelen) siber saldırılar hakkında bilgiler içeren raporlara dayanır. Bu raporlar, İsrail'deki elektrik kesintilerine ilişkin eski raporlara ve İsrail şirketinin web sitesinde yer alan tarihsiz bir arıza ekran görüntüsüne dayanıyordu.

İkinci aşama, İran hükümetine bağlı çeşitli grupların ve kuruluşların İsrail'e karşı yanıltıcı bilgilerin yayılmasında iş birliği yapmasıyla karakterize edildi. Tahran'ın belirlediği koordinasyon ve hedeflere göre, bu, büyük bir iş birliğine ve dolayısıyla bu saldırıların uzmanlaşmasına ve büyük etkinliğine olanak sağladı.

Raporda, birden fazla İranlı grubun birden fazla koordineli siber faaliyet yoluyla aynı örgütü veya İsrail askeri üssünü hedef aldığı belirtildi. İran'ın kullanmayı tercih ettiği bir yöntem olan İsrail'e yönelik çevrimiçi nüfuz operasyonları hız kazandı ve bu operasyonlar arttı ve Ekim ayında on operasyon kaydedildi. Bu, 2022 yılının kasım ayında bir ayda gerçekleştirilen altı operasyon rekorunun neredeyse iki katına işaret ediyor.

Raporda, İran Devrim Muhafızları'na bağlı ‘Şehit Kaave’ grubunun 18 Ekim'de, İsrail içindeki güvenlik kameralarına karşı elektronik saldırılar düzenlemek için özel olarak tasarlanmış fidye yazılımlarını kullandığı belirtildi. ‘Cund Süleyman’ isimli bir siber karakter, İsrail'in Nevatim Hava Üssü'ndeki güvenlik kameralarını ve verilerini ele geçirdiklerini iddia etti. Ancak ‘Cund Süleyman’ tarafından sızdırılan güvenlik görüntülerinin, Tel Aviv'in kuzeyindeki Nevatim Caddesi'nde bulunan bir kasabada çekildiği ve aynı ismi taşıyan İsrail Hava Üssü'yle ilgisi olmadığı belirtildi.

Üçüncü aşama, geçtiğimiz kasım ayının sonlarında başladı ve İran'ın İsrail'e destek verdiğini düşündüğü ülkeleri hedef alarak coğrafi kapsamı genişletti. Bu aşama, İran destekli Husilerin uluslararası nakliyatı hedef alan saldırılarına başladığı döneme denk geldi. Bu saldırılar özellikle Bahreyn, Arnavutluk ve ABD'yi hedef aldı.

erbtn5y6mu7
İran'ın başlattığı nüfuz operasyonlar arasında rehinelerle ilgili olarak İsrail kamuoyunu etkilemek ve İsrail Başbakanı'na karşı öfkeyi artırmak var. (Microsoft raporu)

20 Kasım'da, ‘kukla’ hesaplarından Arnavutluk'a karşı yakın zamanda gerçekleşecek olan elektronik saldırılara dair uyarılar yapıldı. Daha sonra bu hesaplar, çeşitli Arnavut kuruluşları ve kurumlarına saldırılardan sorumlu olduklarını duyurdu.

21 Kasım'da ‘Tufan’ adı verilen bir siber kukla, İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye devam etmelerini engellemek için denizcilik hükümetini ve finans kurumlarını hedef aldı.

22 Kasım'da, İran Devrim Muhafızları'na bağlı bu gruplar, İsrail'in programlama kontrol ünitelerini hedef almaya başladılar (bu, üretim hatları ve robot cihazları gibi üretim kontrol işlemlerini gerçekleştirmek için geliştirilen endüstriyel bilgisayar cihazlarıdır) ve 25 Kasım'da Pensilvanya eyaletindeki su otoritesinin iletişimini kestiler.

Yanlış bilgi

Raporda hükümet medyasının Hamas saldırılarıyla ilgili yanıltıcı ayrıntılar yayınlamasına da değinildi. İran da İsrail'e yönelik siber saldırı operasyonlarını ve çabalarını artırdı. Saldırılar, savaşın ilk günlerinde bir tepki olarak başladı, ancak ekim ayının sonlarına doğru İran siber güvenlik güçlerinin İsrail'e yönelik saldırılarına odaklandığı belirtildi.

Microsoft’un raporunda, o dönemdeki siber saldırıların giderek daha yıkıcı hale geldiğini ve yanıltıcı bilgilerin yayılması kampanyalarının daha karmaşık hale geldiği belirtildi. Sosyal medya platformlarında sahte ve gerçek olmayan hesapların kullanıldığı ifade edildi.

Sayısal olarak bakıldığında, Microsoft'un gözlemlediği İran hükümet grupları, savaşın ilk haftasında dokuz saldırıdan bir sonraki haftada sadece bir hafta içinde on dört saldırıya çıkarak arttı.

2021'deki bir olaydan iki ayda bir düzenlenen etki operasyonları, sadece 2023 yılının Ekim ayında 11'e yükseldi. Ayrıca, Tahran'ın çevrimiçi eylemlerinde yüzde 42'lik bir artışın olduğu ve bir ay sonra yüzde 28'lik bir artışın daha kaydedildiği bildirildi.

İsrail’in ana hedef olmasına rağmen, Batı ve Arap ülkeleri de saldırılara maruz kaldı. Bunlar arasında, bir İran grubunun Bahreyn hükümetini ve finansal kurumları hedef alması da yer aldı. Son olarak, İran Devrim Muhafızları'na bağlı bir grup, Pensilvanya'daki ABD su yönetim merkezine siber saldırılar düzenledi.

İran'ın hedefleri

Raporda, İran'ın ana hedefinin, siber operasyonlarını kullanarak İsrail ve dünya genelinde kamuoyunu etkilemek olduğu belirtiliyor. Bu, ‘siyasi ve sosyal anlaşmazlıkları’ hedefleyerek manipülasyon veya korku yoluyla gerçekleştiriliyor.

Raporda, etki operasyonlarının sık sık çabalarını, Hamas'ın liderlik ettiği saldırı sırasında kaçırılan 240 rehineye veya İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun görevden alınmasına yönlendirdiği kaydedildi. Bu, kafa karışıklığı ve güven kaybı yaratmak için yapılan bir girişimdi.

Microsoft’un raporu, ana hedeflerine de değinildi: Birincisi, iç siyasi ve sosyal farklılıkları daha da kötüleştiren kutuplaşma yoluyla istikrarsızlaştırma. Bu nedenle, 240 rehine kriziyle başa çıkma konusunda İsrail hükümetinin benimsediği yaklaşıma odaklanıldı. Kendilerini barış isteyen aktivist gruplar olarak tanıttılar, İsrail hükümetini ve İsrail Başbakanı'nı eleştirdiler ve onun görevden alınması çağrısında bulundular.

Microsoft raporuna göre ikinci hedef intikamdı. İran'ın saldırıları, İsrail'in ‘göze göz dişe diş’ prensibinden hareketle Gazze'deki elektrik, su ve yakıtı keseceği yönündeki tehditlerine yanıt olarak İsrail'in elektrik, su ve yakıt altyapısını hedef aldı.

Üçüncü hedef, İsrail vatandaşlarını korkutarak ve İsrail askerlerinin ailelerini tehdit ederek korku yaratmaktı. Bu amaçla, İsrail ordusunun askerlerini koruma yetkisinin olmadığını belirten ve İsrail Savunma Kuvvetleri'nin askerlerini teslim olmaya ikna etmeyi amaçlayan mesajlar gibi, X platformu üzerinden hesaplar aracılığıyla mesajlar yayınladılar.

Dördüncü hedef ise İsrail'i destekleyen tarafları hedef alarak ve İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarının yarattığı hasarı öne çıkararak İsrail'e verilen uluslararası desteği baltalamaktı.

Yapay zekâ saldırıları

Rapora göre İran'ın en büyük saldırısı, 2023 yılının Aralık ayı başlarında televizyon yayın hizmetlerini keserek, yerine İngiltere, Kanada ve BAE'deki İran nüfuz kampanyası kapsamında (yapay zeka tarafından üretilen bir haber spikeri) kullanılan bir video klip kullanılmasıydı. Microsoft, bu olaya özel bir vurgu yaparak, Tahran'daki hükümet grupları tarafından benzer bir şekilde yapılan ilk saldırı olduğunu ve operasyonlarında büyük ölçüde yapay zekâ teknolojilerine güvendiklerini belirtti.

Microsoft şirketinin yapay zeka izleme bölümü, İran'ın propaganda göstergelerini takip etti.

Microsoft raporu, İran devletine bağlı medyanın, ABD ile yakın müttefik olan İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi İngilizce konuşulan ülkelerde büyük başarı elde ettiğini gözler önüne serdi. İran haber kaynaklarına olan ilgi ve trafiğin, genel internet trafiğiyle karşılaştırıldığında önemli ölçüde arttığını ifade etti. İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısı sırasında, ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan İran kaynaklı internet sitelerine olan ziyaretlerin yüzde 42 arttığı kaydedildi. Bu durum, İran'ın Ortadoğu'daki çatışma hakkındaki raporlarıyla Batı halkına ulaşma yeteneğine işaret etti. Rapor, bu başarının özellikle savaşın ilk günlerinde daha güçlü olduğunu ve savaşın bir ayı aşkın bir süre geçtikten sonra bile, İran kaynaklarına erişimin savaş öncesi seviyelerinin yüzde 28 üzerinde kaldığını belirtti.

İran sızma operasyonları

Rapor, İranlı kurumların sadece düşmanlarını değil, aynı zamanda dostlarını da taklit ettiğini belirtiyor. İran'ın son operasyonları, İsrail ordusunu tehdit eden sahte mesajlar yayınlamak için Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayı'nın adını ve logosunu kullandı. Ancak, İran'ın bunun için Hamas'tan onay alıp almadığı bilinmiyor.

İran, İsraillileri faaliyetlerine katılmaya çekmeyi başardı. ‘Savaşın Gözyaşları’ adlı son bir operasyonda, İranlı ajanlar İsraillileri, İsrail basınında yer alan haberlere dayanarak İsrail mahallelerinde yapay zeka ürünü görseller kullandı. ‘Savaşın Gözyaşları’ sloganlı pankartlar asmaya ve Binyamin Netanyahu'nun görevden alınmasını teşvik etmeye ikna etti.

E-posta kampanyaları

İran'ın, psikolojik etkileri artırmak için kitle mesajlaşma ve e-posta kampanyalarını artan bir şekilde kullandığı belirlendi. İnsanların telefonlarına veya gelen kutularına gelen mesajların, sosyal medyadaki sahte hesaplardan daha büyük bir etkiye sahip olduğu ortaya çıktı. Rapora göre İran, İran Devrim Muhafızları'na bağlı hem açık hem de gizli medya organlarını, siber operasyonların etkilerini büyütmek için kullanıyor. Eylül ayında, İranlı bir hacker grubu, İsrail demiryolu sistemine karşı elektronik saldırılar düzenlediğini iddia etti. İran Devrim Muhafızları'nın medyası da söz konusu iddiaları köpürterek yayılmasını sağladı.